Çoban ile sarı mehmet

dardanos

Bakmakmı görmekmi
Süper Moderatör
Katılım
28 Ocak 2018
Mesajlar
1,364
Tepkime puanı
2,012
Puanları
23
Yaş
63
ç
SARI MEHMET İLE ÇOBANGünümüzden üç yüz yıl kadar önce, Anadolu’nun bereketli,sulak bir yöresinde, ardını dağlara dayamış, önünü güneşevermiş küçük bir köy vardı. Gamsızlar köyüydü adı. Önündengeçen derede balıklar oynaşır, bağlarında, bahçelerindemeyvelerin bolluğundan dallar kırılırdı. Tepeden ovayadoğru uçsuz bucaksız çayırlar uzanır, buğday tarlaları denizgibi dalgalanırdı. Böyle olunca köylüler neden gamsızolmasınlar? Çocukları elma yanaklı, gençleri çalışkan,yaşlıları tatlı sözlüydüler.Dağların ötesindeki yüksek bir kalede halkın koruyucusu,ülkenin soylu kişisi Murat Paşa otururdu. Hasat zamanındaMurat Paşa’nın adamları köylülerin ürününden pay almayagelirlerdi. Gamsızlar halkı, vergi almaya gelenleri sevinçlekarşılarlar, meyvelerin en güzellerini, başakların nedolgunlarını, hayvanların en besili olanlarını seçer, Paşa’ya yollarlardı. Sonra kalan ürünü kağnılara, eşeklere yükleyiptepedeki köye ***ürürlerdi.Gamsızlar köyünün çobanı da gamsızdı. Her sabah sürüyütoplar, bütün gün dağlarda otlatır, gün batarken salıverirditepeden aşağı. Hayvanlar kendi kendilerine varırlardı köye.Memeleri sütle dolmuş inekler boyunlarındaki çanlarısallayarak dalarlardı köyün içine. Kapılarının önünde yüneğiren kadınlar yerlerinden kalkar, hayvanlarının başlarınıokşar, sıvazlar, alırlardı ahırlara. Arkadan koyunlar, kuzulardoluşurlardı köy yollarına. Bir keçiler oyunbozanlıkederlerdi. Koca teke bir kayanın tepesine kakılır kalır,ötekiler ağaçlara tırmanır, yaprakları yolarlardı. Bunlarlaancak çocuklar baş ederdi. Koca tekenin sakalını çeker,boynuzlarına yapışır, arkasından iter, alırlardı içeri.Günlerden bir gün, Zeynep Bacı’nın kırmızı ineği akşamüzeriköye dönmedi. Herkesin ineği sağıldı, sütler kaynayıpbakraçlara yoğurtlar mayalandı, Zeynep Bacı karanlık basıncaya kadar kapısının önünde bekledi durdu. Baktıolmayacak, yeğeni Sarı Mehmedi yanına aldı, ineğiniaramaya çıktı dağlara. Çan sesine kulak verip her yeridolaştılar, aradılar, ne bir iz vardı, ne kırmızı inek. Dağınöbür yanındaki kulübesinde buldular gamsız çobanı. Çoban;“İneği salıverdim” dedi, yeminler etti, onlar gibi bu işe şaştıkaldı.Ertesi akşam muhtarın koca tekesi dönmedi köye. Köyüngençleri vardılar yakaladılar çobanı, bir güzel sopa çektiler.Oysa boşuna canını yaktılar çobanın. Gene her gün birhayvan eksildi sürüden. En sonunda da ineği, koyunu,kuzusu, keçisi, sözün kısası tüm sürüyle yok oluverdi çoban.Gamsızlar köyünü bir korku sardı. Bir anlam veremediler buişe. Kaldılar sütsüz, yoğurtsuz.Zeynep Bacı bir sabah çocuklarını topladı, derenin öteyakasındaki bahçesine indi. Az geçmedi, bir bağırış koptu oyandan. Zeynep Bacı saçını başını yola yola geldi attı kendiniköy meydanına: “Amanın kıran girmiş bağıma, bahçeme.Yetişin!” diye çığrışa çığrışa. Ondan sonra kim vardıysabahçesine eli boş döndü. Her şey ezilmiş, kırılmış,yolunmuştu. Ağza atılacak ne bir meyve kalmıştı, ne bir ot!Gamsızlar köyü gamlılar köyü oldu artık. Yemişsizliktençocukların benzi soldu, kimsede konuşacak, gülüşecekderman kalmadı. Bir çare bulmak gerekti bu işe. Bir sabah,ezan vakti muhtar atını eyerledi “Varıp kasabadan bir habersorayım, nedir bu işin aslı” diye, düştü yola. Gidiş o gidişoldu. Bir daha dönmedi muhtar. Satılmış Ağa ile karısı buğdaylarını eşeklere yükleyipdeğirmene öğütmeye gittiler. Onlar da dönmediler geriye.Yalnız köpekleri döndü akşam topallaya topallaya. Herkesinyüzüne baktı durdu hayvan; havladı, uludu, inledi. Dili olsasöyleyecek olanları.Bu olanlar üzerine bütün köy halkı toplandılar meydana.Konuştular, dertleştiler. Sonra dediler ki: “VaralımPaşa’mıza. Anlatalım bunları. Canımızın, malımızın güvenikalmadı. Biz her yıl verdik vergimizi. O da yollasınaskerlerini, korusun bizi.”Bu sözlerden azıcık rahatlayan köy halkı tam kapılarınıbacalarını kapayıp evlerine girmişlerdi ki, bir gürültü geldiköyün alt yanından. Nal sesleri dağı taşı çınlattı. MuratPaşa’nın askerleri yıldırım gibi geldiler köy meydanına.Davulcu çıktı ortaya, vurdu güm güm:“Murat Paşa’nın buyruğu var! Dinleyin! Güm! Güm! Ülkeyieşkıya sardı. Yol kesiyor, can alıyor, her yeri yağmalıyor!”Bunu duyunca kadınlar oldukları yere çömeliverdilerkorkudan;“Amanın Eşkıya! Kanlı eşkıya! Keser hepimizi!” diyebağrıştılar. Çocuklar titreşerek sordular:“Neymiş eşkıya? Kimmiş eşkıya?”Haberci güm güm vurdu davula:“Celali eşkiyası! Yolkesen Kara Ahmet!”Yaşlılar sakallarını sıvazladılar:“Yolkesen Kara Ahmet mi? Duyduk yıllarca önce...Eşkıyaların en kanlısı Yolkesen Kara Ahmet!”Davulcu daha hızlı vurdu bu kez:“Haydi, durmayın! Davranın! Eli kılıç tutan herkes gelsin buyana!” Köyün gençleri geldiler, dizildiler caminin dibine. Paşa’nınçavuşu hepsini giydirdi, savaş için donattı. En arkadan,köyün garibi, anasız babasız Sarı Mehmet ortaya geldi. Çavuşona da bir kılıç verdi. Kılıç Mehmedin belinden kaydı düştü.Hançer verdiler; avucunu kesti, ok mintanını deldi. ZavallıMehmet ne yapacağını bilemedi artık, eli ayağına dolandı,sağını solunu şaşırdı. Bütün köy güldü haline. Çavuş baktıolmayacak, çekti Mehmedi bir kenara: “Sen kal buradaoğlum, köyünde yaşlıları, çocukları, kadınları gözet” dedi.Mehmet boynunu büküp usulca karıştı çocukların arasına.Gamsızlar köyünün gençleri kılıçlarını şakırdatarak bindileratlara, Murat Paşa’nın askerlerinin peşinden gözdenkayboldular.İşte o zaman ne yapacaklarını bilemez oldu Gamsız köylüler;“Eşkıya geliyor! Yolkesen Kara Ahmet geliyor!” diyebağrışarak kaçıştılar. Dere boyunda oturanlar korkudaninemediler aşağı. Köyün arkasındaki dağa kaçıp mağaralarasığındılar. Herkes evinin kapısını penceresini dayakladı. Yolağızları taşlarla örüldü. Bir karanlık, bir kasvet çöktü köyünüstüne.Üstelik yiyecek içecek azalmış, yokluk başlamıştı. Diptekilerde ne varsa bitmiş, sıra açlıktan yumurtlamayı kesentavuklara, ötmez olan horozlara gelmişti. Zeynep Bacı çolukçocuğunu doyurmak için yeğeni Sarı Mehmede her gün birtavuk kestiriyordu. Yaşıtları eşkıyaya karşı dövüşürken,evinin eşiğine oturup tavuk yolmak Mehmedin ağrınagidiyordu ama ne yapsın? Gene de yararlıydı köyde. Gün geldi, ne kesilecek tavuk kaldı, ne de ekmek yapılacakbir avuç un. Derenin iri balıkları bile görünmez, tutulmazolmuştu artık. Köy halkı düşünüp taşınıp, sonunda dediler ki:“En gencimiz Sarı Mehmet. Varsın Paşa’mıza halimizianlatsın. Köy açlıktan kırılıyor, gidenlerden bir haber yok,aman bir çare desin”.Hemen dediklerini yaptılar. Sarı Mehmedin eline kalın birsopa verdiler, ayağına sağlam çarık giydirdiler,selâmetlediler. Mehmet dağ bayır demedi yürüdü. SonundaMurat Paşa’nın yüksek duvarlarla çevrili kalesini gördükarşıda. Gün batarken vardı kapıya, bütün gücüyle seslendi:“Hey! Hey! Kimse yok mu orada?”Duvarın üstünden bir baş uzandı, kalın bir sesle sordu:“Kimsin? Ne istiyorsun?” Sarı Mehmet bir duraksadı, sonra; “Murat Paşa’yı görmekistiyorum, açın kapıyı!” diye bağırdı.Kalın ses gümbürdedi: “Murat Paşa’yı mı istiyorsun? Ho ho...yanlış geldin burası Kara Mehmedin kalesi!”Kara Mehmet sözünü duyunca Mehmedin aklı başından gitti.Dişleri takırdayarak sordu: “Ne? Ne? Kara Mehmet mi? O dakimmiş?”Surun üstündeki daha da bağırdı bu kez: “Tanımadın mı?Yolkesen Kara Mehmet! Ya sen kimsin? Çabuk söyle yoksa...”Sarı Mehmet korkusunu yenmeye uğraşarak seslendi:“dı...dı...dı... Ben mi? Şey... Ben Tavukkesen Sarı Mehmet!”“Ne? Ne kesen?”“Tavukkesen Sarı Mehmet!” diye karşılık verirken, artıkMehmet’te ne ses kalmıştı ne soluk. Ne kadar uğraşsa keçisesi gibi bir ses çıkıyordu gırtlağından. Oysa surun üstündekipek keyiflenmişti.“Ho...Ho... Tavukkesenmiş! Gel bakalım tavukkesen! Seniyolkesenin karşısına çıkarayım!”Surun üstündeki sözünü bitirmeden Mehmedin birden aklıbaşına geldi, başladı kaçmaya... Kulağının dibinde bir okvınladı, saplandı yere.Mehmet kaleden epeyce uzaklaştıktan sonra, bir solukalayım derken, bir kaval sesi geldi kulağına, durdu. Bir debaktı ki, az ötede bir ağacın altında bir çoban; çevresinde üçbeş koyun. Çoban isteksiz isteksiz kavalını üflüyor. Sarı Mehmet yöneldi o yana. Bir de ne görsün? Çoban Gamsızlarköyünün kaybolan çobanı! Hemen kucaklaştılar. ÇobanMehmedi ağacın altına çekti, sordu: “Ne arıyorsun burada?Neden geldin bu eşkıya yatağına?”“Ben Murat Paşa’yı aramaya geldim. Ya senin ne işin vareşkıyaların yanında?”Çoban boynunu büktü: “İsteyerek gelmedim ki! KaraAhmedin adamları sürümle kaçırdılar beni. Nereye gittilersebeni de ***ürdüler peşlerinden. Sonunda bu kaleye geldik.Murat Paşa’yla savaş ettiler. Paşa yenildi, kaçtı adamlarıyla”diye anlattı olanları.“Sen de kaçsaydın ya!” dedi Mehmet.Çoban çok kızdı bu söze: “A akılsız Mehmet! Nasıl kaçarımben? Ben koştum mu arkamdan kuzular, koyunlar, keçiler hepsi koşar. Koca sürüyle nereye saklanırım? Hem eşkıyahep başımda. Her gün bir hayvan istiyorlar benden. Kesipkesip ***ürüyorum. Bak ne kadarcık kaldı sürüm.”Çoban bunları anlatırken korkuyla iki yanına baktı: “Akşamayakın Kara Mehmedin adamları kaleden çıkar etrafı kolaçanetmeye. Sen saklan şuraya” dedi.Sarı Mehmet bunu duyunca gene başladı titremeye. Çobanınkestiği hayvanların postlarının altına sokuldu.“Ah Zeynep Bacı’mın kırmızı ineği! Ah muhtar emmiminkoca tekesi! Ah köyümün kara gözlü kuzuları! Hepinizi miyedi yahu eşkıyalar?” diye söylene inleye sabahı zor etti.Şafak sökerken kestiği koyunu kaleye ***üren çoban birtelaşla döndü geri. Sarı Mehmedi dürttü: “Mehmet! Kalk! Birşeyler oluyor kalede. Eşkıyayı korku almış, koşuşupduruyorlar o yana bu yana.”Sarı Mehmet bir yüreklendi bunu duyunca, hemen fırladıyerinden: “Deme Çoban, deme! Haydi koşalım, alalım kaleyiöyleyse” dedi.Çoban Mehmet’i tuttu kolundan: “Dur hele! Bekleyelim neolacak bu gece!”Öyle yaptılar Sarı Mehmet’le çoban. Akşam olunca, kaleyigören koca bir çınarın tepesine çıkıp tünediler. Az sonraçıralarla, eşkıyalar birer ikişer kaleden çıkmaya başladılar.Ellerinde kazma kürek, sırtlarında yük ile... Vardılar birpınarın başına. Kazdılar, kazdılar, şangur şungur eden birkoca torbayı gömdüler oracığa. Sonra Mehmet’le çobanıntepesinde oturdukları ulu çınarın yanına geldiler. Bir ihtiyar ağacın kovuğunu iyice eşelediler. Koca bir sandığı iteleyipiçine yerleştirdiler. Kovuğun ağzını taşlarla, çalı çırpıylaörttüler. Her yanı düzeltip, karanlıkta yok olup gittiler.Gün doğdu, ortalık ışıdı. Çobanla Mehmet tam aşağı inelimderken, bir de baktılar ki, ovanın ucunda koskoca bir ordu.Pırıl pırıl parlayan kılıçlarını savura savura dört nala kaleyedoğru geliyorlar.Kalenin burcundan bir gözcü bağırdı avaz avaz: “Toplanın!Toplanın! Murat Paşa yardım almış, geliyor üstümüze!”Bağırış çağırış içinde kalenin koca kapısı açıldı, YolkesenKara Mehmet arkasında adamlarıyla, siyah bir at üstündefırladı kaleden, başladı dağlara doğru kaçmaya. O kaçtı,askerler kovaladı, ortalık görünmez oldu tozdan dumandan.Sonunda kırıldı gitti yol kesen, can alan, yakan, yıkan Celalieşkıyası...Sarı Mehmet’le çoban küçük sürüyü önlerine katarakdöndüler köylerine. Daha derenin üstündeki köprüyevarmadan, köyün bütün çocukları teker meker, koşayuvarlana indiler aşağı: “Tavukkesen Sarı Mehmet’lekaybolan çoban geliyor!” diye bağrıştılar. Mehmet itelediçocukları: ”Susun, kim demiş Tavukkesen diye? Benim adımGören-Bilen Sarı Mehmet!” dedi.Çocuklar coştular gene: “Koşun! Koşun! Gören-bilen SarıMehmet’le kaybolan çoban geldi!”Köyün kadınları biriktiler köprü başına: “De bakalım SarıMehmet nedir bildiğin?” diye sordular “Bildiğim şu ki; Murat Paşa’nın ordusu kırdı eşkıyayı” dediMehmet. Bu söz üzerine tüm köy bayram etti. İhtiyarlar SarıMehmet’le çobanı köy kahvesine buyur ettiler, sordular:“Söyle bakalım Sarı Mehmet başka nedir gördüğün?”Bu soru üzerine Mehmet çobana bir göz attı, ağzını açmadı.Ulu çınarın tepesinden gördüklerini söylemedi.Köyde şenlik günlerce sürdü, davul güm güm öttü. SarıMehmet’le çoban fısıl fısıl konuşa konuşa dolaştılar durdularortada. “Köyümüz de pek yıkık, pek fakirmiş” dediler. Dereboyuna indiler; ”Aman bu köprü pek çürük. Çöktü çökecek”dediler. Köyün çocuklarının yüzüne baktılar: “Kir pas içindeyüzünüz gözünüz. Ananız hiç yıkamaz mı sizi?” dediler.Köy halkı Sarı Mehmet’le çobanın böyle kurumlanmasına biranlam veremediler, şaşıp şaşıp kaldılar. Bazen de pekkızdılar. Günlerden bir gün, Sarı Mehmet’le çoban ZeynepBacı’nın kağnısına binip köyden çıkıp gittiler. Dağ bayır aşıp ovaya indiler. Kalenin karşısında, üstündetünedikleri ulu çınarı buldular. Yanı başındaki ihtiyar ağacınkovuğunu açtılar, ağır sandığı çekip çıkardılar. Sonra pınarınyanını kazdılar. Şangur şungur eden çuvalı buldular. Böylece,eşkıyaların kaçmadan önce, bir gün tekrar dönüp bulmakumuduyla gömdükleri hazineyi ellerine geçirmiş oldular.Hepsini kağnıya yükleyip köye döndüler.Koca çuvalla koca sandığı indirdiler meydana. Köy halkıdizildi çepeçevre. Çuvalın ağzını açtılar, bir de baktılar kipırıl pırıl gümüşten siniler, sahanlar, tabaklar, altınşamdanlar ve daha adını bilmedikleri her çeşit eşyayla tıklımtıklım dolu. Sandığın kapağını kaldırdıklarında ise negörsünler? Binbir çeşit işlemeli kumaşlar, halılar, seccadeler.Herkesin dili tutuldu bunları görünce. Sarı Mehmet’le çobanda dikilip kaldılar. Ne yapacaklarını bilemediler. O sırada birkara sakallı geldi ortaya: “Bunlar hırsızlık malıdır,hayretmez. Hemen atalım, yakalım kurtulalım” dedi.Çoban ile Sarı Mehmet yalvardılar: “Aman etmeyin! Eşkıyabunları gömerken çok titreştik ağacın tepesinde!”Bir ihtiyar daha girdi araya: “Sahipleri kimse verelim.”Sarı Mehmet’le çoban gene başladılar yalvarıp yakarmaya:“Yapmayın ağalar! Çok zahmet çektik bunları çıkarıncayadek!”Zeynep Bacı itti herkesi, geçti sandığın başına: “Yo...yo...Olmaz öyle şey... Nereden bulacaksınız hangisi kimin malı?Yıllar yılı eşkıya biriktirmiş bunları. Çoktan ölmüştürsahipleri. Hem törelerimize göre: BALIK TUTANIN, GÖMÜBULANIN.” Zeynep Bacı bunu söyleyince akılları başlarına geldi bütünaksakallıların, kara sakallıların: “He… He... Doğrudur bizimZeynep Bacı’nın söylediği” dediler. Sarı Mehmet’le çoban dapek sevindiler, bir ağızdan seslendiler: “Ey Gamsızlar! Gömübizim, biz de köyün. Bu malı harcayalım köyün yararına.”Bütün köyün gönlü hoş oldu bu sözden. Aksakallı dedeortaya geldi: “Ama unutmayalım ülkemizi eşkıyadantemizleyen Murat Paşa’mızı!” dedi.Sarı Mehmet’le çoban: “He he...” dediler. “Nasıl unuturuzgördüklerimizi? Kılıç savuran, eşkıya bozan MuratPaşa’mızı? Göndeririz ona armağanını. Sözümüz söz.”Gerçekten Sarı Mehmet’le çoban sözlerini tuttular. MuratPaşa’nın armağanını gönderdiler. Sonra kasabadan en iyiustaları getirtip derenin üstüne kesme taştan, kemerli birköprü yaptırdılar. “Çoban köprüsü” oldu adı. Arkadan, köyünorta yerine mermer döşeli, mermer kurnalı bir hamamyaptırdılar. Herkes yundu, yıkandı. “Oh... Sağ olasın Tavukkesen Sarı Mehmet!” dediler. Sarı Mehmet, “Görenbilenhamamı” dedirtmek için çok uğraştı ama başaramadı,“Tavukkesen Hamamı” kaldı hamamın adı.Büyük işler bitince herkesin gönlünü etmeye geldi sıra:Zeynep Bacı’ya en besilisinden bir kırmızı inek. Koyunisteyene koyun, keçi isteyene keçi. Kaz isteyene kaz, ördekisteyene ördek. İnekler, öküzler dağda kaybolmasınlar diye,boyunlarına tongur tongur öten ağır çanlar. Koyunların,keçilerin boyunlarına çın çın eden küçük ziller. Kara gözlükuzuların boyunlarına da dizi dizi mavi boncuk.Kızlara ipek bohçalar geldi kasabadan. Çocuklara renklişeker, köyün hocasına beyaz sarık.Ya Sarı Mehmet’le çobana bir şey yok mu? Olmaz olur mu?Onlar da köyün püfür püfür esen tepesine birer konakyaptırdılar. Oymalı, boyalı, cumbalı. Sarı Mehmet köyün engüzel kızını aldı elbette…
undefined
 
Üst