vakko
Çok sevipte Taptığımız Başlara Taç Yaptığımız....
- Katılım
- 29 Nis 2015
- Mesajlar
- 2,306
- Tepkime puanı
- 7,317
- Puanları
- 23
Başbakanlık Osmanlı Arşivi Fon Kodu: HAT, Dosya No: 1484, Gömlek No: 41, Tarihi: 1217 R 29 (29 Ağustos 1802),
Arşivdeki Konu Özeti: Bir İngilizin Trabzon kalesinin bir kulesinde ve malatyada bir dağda var olduğunu iddia ettiği hazinenin çıkarılması için mübaşir tayini ve çıkacak hazinenin İstanbula gönderilmesi.

İngilizlu bir kefere astane-i âliyyeden Moskofluya gideceğim diye emr-i âli almış sefine ile Trabzon’a gelmiş beş mahdır Trabzon’da hekimlik esamiiyle ikamet eder mualece matlub edenlere eczalarım ve âlâtım astanede kaldı diye cevab verir ve hekimlik bilmez bu sebeple bais-i iştibah olduğundan Trabzon Kaimmakamımız olan kethüdamız Lütfü İzzed Ağa tarafımıza tahrir etmişti (yazmıştı) mesfurun bu vechile Trabzon’da beyhude ikameti ve tehebbüs (kendini bir yere kapatmak, hapsetmek) üzere olduğu elbette bir hikmete mebni olarak gerekdir def’i şüphe içün mesfuru taltifen ve cebren söyletmesini gitmeden ahar (diğeri) mumaileyh tahrir etmişdi.
Mumi iley sefiri ber-takrib karibinde edüb söylettiğinde Trabzon Kal’asında bir kule var. Kulenin altında bir kral mezarı var imiş ve mezarın içinde kralın laşesiyle beraber bir temür sanduk altun var imiş. Ceneviz vaktinden ırsen intikal eden kitaplarında bi-aynuha tasvir olunmuş olduğundan ol kitapta şimdi mesfure intikal etmiş olmağın kitapta tahrir olunduğu üzere ol sanduku ber-takrib ihraçı içün müterakkib fırsat olduğunu ifade eylemiş mesfurun bu takririni kethüdamız mumaileyh tarafımıza tahrir eylediğinde der-akab (hemen derhal, çabuk) Trabzon’a mahsus tatar gönderilüb mesfurun (adı geçmiş) kitab ve eşya nesi var ise marifet-ı şerile Trabzon’da hıfz etdirilüb mesfûr-ı münezzil ile tarafımıza celb ettim biraz
lisan-ı Türki dahi biliyor kendisinden bu madde suval edilmekde inkâr etmeyüb kethüdamızda virdiği takrir misüllü ifade eyleyüb ve beherhal bu ifaden sahihdir ve kitabımda musarrah (açıklanmış, izah edilmiş) resmiyle muharrerdir (yazılmıştır).
Ve bunun gibi bir sanduk altun dahi Malatya’da bir dağda varur (vardır) ve derece-i sıhhate yakin (kat’i olarak bilmek) takrir (ifade etmek) ider her ne kadar sıdk’a (doğru söz) ve kizb’e (yalan söyleme) muhtemel ise de mukteza-yı sadakat-i ubudiyetim abd-i memluki (kölesi) olduğum devlet-i aliyyeye bu misüllü madde vukuunda ifade eylemek olmağın mesfur misafireten nezd-i muhlisede meks ve tevkif olunup ne güna edası buyuruldukda ise muntazır olduğumuz malum suretleri buyuruldukda bu vechile ifade badiresine eğerci mesfurun cevabına i’timad tecviz buyurulur ise bir mutemed hafif’ül meunet (yaşamını devam ettirecek kadar) tayin buyurulsun mübaşir zuhurunda mesfure terfik olunub (birinin yanına katma) tarafımızdan dahi mutemed adamlar tertibat olunub hafrına mübaşered ideriz İnşallahu Teala (Allah nasib ederse) zuhur ider devlet-i aliyyeye bir hizmet etmiş oluruz. Buna mesfurun cevabına itimad tecviz buyurulmaz ise mesfura ruhsat verelim bu vechile ifası ve cevabını bir gün evvel tahrir buyurmaları mercudur (rica olunur) Fi 4 Şevval Sene (1)217
Alttaki görsel üstte tercümesi yapılmış yazının orjinal halidir.

Belgenin üzerinde kenarlara yazılmış olan yazının tercümesi;
Bâde-hu Malatya tarafında haber verdiği sanduğun dahi ihracı (çıkarılması) içün mesfur maden emini kulları tarafından irsal olunacağı malum-ı alileri buyruldukda ferman hazret-i men-lehül emrindir.
Hafr olunsun (kazılsın) bakalım Frenklerin iğbar eylediği atik resimler çıkmak muhtemeldir, zuhur eder ise cümlesi gelsün.
Tayyar Paşa kullarının kapukethüdâsına olan şukkasıdır. Kulle-i mezkûrenin harfine iradesine mülükâneleri buyurulur ise müşarun ileyhin inhası vechile emr-i ali-i ısdâr ve hafifü’l meune bir mübaşir tayin ve tisyar kılınacağı malum-ı übbehet melzûm-ı tacdârîleri buyuruldukda emr ü ferman men-lehü’l emr hazretleridir. İnşaallahu’r Rahmân mezkûr sanduk Mesfurun ihbâr u ifadesini zuhur eder ise..
Mesfurun cevabına itimad tecviz buyurulduğu suretde beher hal taraf-ı devlet aliyeden bir mübaşir tayin buyurulsun, mübaşir olmayınca hafrına cesaret edemem mübaşir tayin olunduğu vakitte böyle bir adet ile Tayyar Paşa’ya memur oldum deyu hayf (vah, vah) la-aklen (akılsız) on bin kuruş hidmed-i mübaşiriyeye kurar bu tarafda ikiyüz kuruşdan fazla alamaz meram-ı hulyasına nail olamadığından tarafımızda muğber olur ve nice nice malumumuz olduğu üzere bir takım türrehat (saçma sapan sözler) eder ve cevabına itimad olunur sonra sadakat edeyim der iken başımıza bir iş çıkarırız. Müteallimler (ilim ve bilgi öğrenen) olmakda gelecek mübaşir ma’dud (muayyen, belli) ve munsıf (hakka riayet eden) olmasına himmet buyursunlar.
Mühür / es-Seyyid Mahmud Tayyar
Garip davranışları nedeniyle Trabzon’da dikkat çeken bir İngiliz sorgulamaya alınınca önce kendisinin doktor olduğunu söyler fakat etrafını inandıramaz. Sıkıştırılınca da kendisine ailesinden intikal eden kitaplarda Trabzon’da bulunan bir kalenin kulesinin altında ve Malatya’da bir dağda bir sanduk altun bulunduğunun yazdığını ve bunun resimlerle de anlatıldığını söylemiş.
Bunun üzerine kazı başlatılması için gerekli izin talebinde bulunulmuştur. Kazının akıbetinin ne olduğuna yönelik belgede bir bilgi yok. Onun için sonucunun ne olduğu hakkında bir şey söylemek zor. Malatya’da bir dağda olduğunu söylediği altun (altın) tamamen belirsiz bir mahaldedir. Buna karşın Trabzon’da olduğunu söylediği kale ve kulesi için tahmin yapılabilir. Şöyle ki eski tarihlerde denizden gelecek tehlikeleri bertaraf edebilmek için yerleşim yerleri hemen sahile değil biraz iç kesimlere inşa edilirmiş. Kaleler de böyledir. Bu itibarla söz konusu yerin Maçka’da Duvera veya Livera kalesi olması muhtemeldir. Bilindiği gibi Maçka ipek yolu diye bilinen ticaret yolu üzerinde bulunduğu için neredeyse her vadisinde bir kale bulunmaktaymış.
Aradan geçen 200 yılı aşkın süre içinde büyük bir ihtimalle ne kale ne de kule kalmıştır. Hemen her yerde olduğu gibi muhtemeldir ki buralarda da bu yapıların taşları sökülerek hazır inşaat malzemesi olarak köylerde ev yapımında kullanılmış olabilir.
Bununla birlikte o günlerin imkânlarıyla günümüzün teknik imkânları kıyas dahi kabul etmez. Eğer yetkili merciler üzerine düşerlerse bahsedilen yerin neresi olduğunu da bulabilirler, gerekirse arkeolojik araştırma da başlatabilirler.
Bir de işin farklı bir boyutu bulunmaktadır. Şöyle ki: Olayın yaşandığı 19.Yüzyılın başı Osmanlının zayıflamaya başladığı, yabancı devletlerin iç işlerine karıştığı Şark Meselesi’nin ortaya atıldığı yıllara çok yakın bir zamana denk gelmektedir. Bu nedenle şimdi günümüzden geçmişe bakıldığında söz konusu İngiliz’in Türkçe konuşabildiğini de dikkate aldığımızda yakalanmasından sonra yaşanan gelişmelerin bir kurgu olması ve farklı amaçlarla orada bulunan bir İngiliz ajanı olması da muhtemeldir. Zira o tarihlerde pek çok İngiliz ajanının küçük yaşından itibaren Osmanlı kültürüne göre eğitilerek Osmanlı coğrafyasındaki her yerde görevlendirildiği pek çok kitapta konu edilmiştir.
Diğer bir husus da belgede ismi zikredilen Mahmut Tayyar Paşa’dır. Mühründe es-Seyyid diye geçmektedir. Ancak aşağıdaki bilgilerde Canikli olduğu ifade edilmektedir.
Tayyar Mahmut Paşa, 18. yüzyılın ikinci yarısında yaşamış ama daha çok 19. yüzyılın ilk yıllarında Karadeniz bölgesinde ön plana çıkmış tarihî şahsiyetlerden biridir. Kendisi hem Osmanlı’da önemli görevler üstlenmiş bir devlet adamı hem de bir divan şairidir. Tayyar Paşa, her ikisi de valilik yapmış olan Battal Hüseyin Paşa’nın oğlu ve Hacı Ali Paşa’nın torunudur. Tarihe damgasını vurmuş bu aileye “Canikli ailesi” denmektedir.
Kaynaklarda Samsunî veya Canik’li olduğu bildirilen ve bu şekilde isimlendirilen Tayyar Paşa’nın asıl adı “Mahmut”tur. Şiirde “Tayyar” mahlasını kullanmıştır. Komutanlık görevinden dolayı da kendisine “Paşa” unvanı verilmiştir. Sosyal hayatta ise daha çok “Tayyar Paşa” isimlendirmesinin öne çıkmış olduğunu görüyoruz. Örneğin Paşa tarafından Bafra’da yaptırılan cami, “Tayyar Paşa” ismiyle hâlâ ayakta ve ibadete açıktır. Biz de bu çalışmamızda Tayyar Paşa ismini tercih edeceğiz. Nerede ve kaç tarihinde doğduğu ile ilgili bir kayıt mevcut değildir. Büyük dedesinin Osmanlı sarayında Dergâh-ı âli kapıcı başılarından Fatsalı Ahmed Ağa olduğu bilinmektedir.
Battal Hüseyin Paşa 1799 yılı Mart ayının sonlarında Rus çarı I. Pavel’in de ricası üzerine affedilerek vezirlikle Trabzon valiliğine tayin edildi. Ardından da oğlu Tayyar Mahmut Paşa’ya Canik ve Amasya Sancakları verildi. Babası, esaretten çok etkilenmişti, fazla zaman geçmeden yaşlandığını öne sürerek Trabzon valiliğini oğluna bıraktı (1800) ve bir yıl sonra da vefat etti (1801).
Tayyar Paşa zaman, zaman İstanbul yönetimi ile ters düştüğü için Trabzon’dan alınıp önce Diyarbakır sonra Erzurum valiliğine nakledildi. Buna rağmen kısa süre içerisinde affedilerek, 1804 yılında kendisine Trabzon valiliği ile Canik muhassıllığı tekrar verildi. Çapanoğlu ile aralarındaki ezeli rekabet silahlı mücadeleye kadar varınca Amasya sancağı Babıâli tarafından Çapanoğullarından alındı ancak Tayyar Paşa alınan tedbire rağmen durmayarak Tokat ve Zile’yi ele geçirdi ve yeni kurulan Nizam-ı Cedit aleyhinde bulundu. Paşa’nın bu hareketi bir isyan olarak değerlendirildi. Bunun üzerine 1805 yılında Paşa, Babıâli tarafından görevden azledildi ve hakkında idam fermanı çıkartıldı. Bu sefer Tayyar Paşa durumun ciddiyetini kavradı ama iş işten geçmişti; uzun bir kovalamaca sonucu Kırım’a sığınmak zorunda kaldı.
1807 yılında Kabakçı Mustafa isyanı ile Nizam-ı Cedid’in ortadan kaldırılışı ve ardından III. Selim yerine IV. Mustafa’nın tahta çıkarılmasıyla Tayyar Paşa’ya talih bir kez daha güldü. Yeni padişah tarafından affedilen Tayyar Paşa’ya önce Trabzon valiliği ile Canik ve Şarkîkarahisar sancakları verildi ve kısa bir süre sonra da sadâret kaymakamlığına terfi ettirildi ki bu görev sadrazamdan sonraki en yüksek mertebe idi. Bu, Canikoğulları’nın devlet yönetiminde ulaştığı en yüksek makam oldu.
Tayyar Paşa’nın devlet kademelerinde bu derece yükselmiş olması birilerinin kendi hesaplarını bozmuş olmalı ki 1808 yılında çeşitli saray entrikaları sonucu önce görevden alınıp Dimetoka’ya sürgüne gönderildi; daha sonra vezirliği kaldırılıp Hacıoğlu Pazarı’na (Silistre) nakledildi. Aynı yıl içerisinde II. Mahmut’un tahta çıkışı Tayyar Paşa’nın sonu oldu, boynu vurularak idam edildi.
Arşivdeki Konu Özeti: Bir İngilizin Trabzon kalesinin bir kulesinde ve malatyada bir dağda var olduğunu iddia ettiği hazinenin çıkarılması için mübaşir tayini ve çıkacak hazinenin İstanbula gönderilmesi.

İngilizlu bir kefere astane-i âliyyeden Moskofluya gideceğim diye emr-i âli almış sefine ile Trabzon’a gelmiş beş mahdır Trabzon’da hekimlik esamiiyle ikamet eder mualece matlub edenlere eczalarım ve âlâtım astanede kaldı diye cevab verir ve hekimlik bilmez bu sebeple bais-i iştibah olduğundan Trabzon Kaimmakamımız olan kethüdamız Lütfü İzzed Ağa tarafımıza tahrir etmişti (yazmıştı) mesfurun bu vechile Trabzon’da beyhude ikameti ve tehebbüs (kendini bir yere kapatmak, hapsetmek) üzere olduğu elbette bir hikmete mebni olarak gerekdir def’i şüphe içün mesfuru taltifen ve cebren söyletmesini gitmeden ahar (diğeri) mumaileyh tahrir etmişdi.
Mumi iley sefiri ber-takrib karibinde edüb söylettiğinde Trabzon Kal’asında bir kule var. Kulenin altında bir kral mezarı var imiş ve mezarın içinde kralın laşesiyle beraber bir temür sanduk altun var imiş. Ceneviz vaktinden ırsen intikal eden kitaplarında bi-aynuha tasvir olunmuş olduğundan ol kitapta şimdi mesfure intikal etmiş olmağın kitapta tahrir olunduğu üzere ol sanduku ber-takrib ihraçı içün müterakkib fırsat olduğunu ifade eylemiş mesfurun bu takririni kethüdamız mumaileyh tarafımıza tahrir eylediğinde der-akab (hemen derhal, çabuk) Trabzon’a mahsus tatar gönderilüb mesfurun (adı geçmiş) kitab ve eşya nesi var ise marifet-ı şerile Trabzon’da hıfz etdirilüb mesfûr-ı münezzil ile tarafımıza celb ettim biraz
lisan-ı Türki dahi biliyor kendisinden bu madde suval edilmekde inkâr etmeyüb kethüdamızda virdiği takrir misüllü ifade eyleyüb ve beherhal bu ifaden sahihdir ve kitabımda musarrah (açıklanmış, izah edilmiş) resmiyle muharrerdir (yazılmıştır).
Ve bunun gibi bir sanduk altun dahi Malatya’da bir dağda varur (vardır) ve derece-i sıhhate yakin (kat’i olarak bilmek) takrir (ifade etmek) ider her ne kadar sıdk’a (doğru söz) ve kizb’e (yalan söyleme) muhtemel ise de mukteza-yı sadakat-i ubudiyetim abd-i memluki (kölesi) olduğum devlet-i aliyyeye bu misüllü madde vukuunda ifade eylemek olmağın mesfur misafireten nezd-i muhlisede meks ve tevkif olunup ne güna edası buyuruldukda ise muntazır olduğumuz malum suretleri buyuruldukda bu vechile ifade badiresine eğerci mesfurun cevabına i’timad tecviz buyurulur ise bir mutemed hafif’ül meunet (yaşamını devam ettirecek kadar) tayin buyurulsun mübaşir zuhurunda mesfure terfik olunub (birinin yanına katma) tarafımızdan dahi mutemed adamlar tertibat olunub hafrına mübaşered ideriz İnşallahu Teala (Allah nasib ederse) zuhur ider devlet-i aliyyeye bir hizmet etmiş oluruz. Buna mesfurun cevabına itimad tecviz buyurulmaz ise mesfura ruhsat verelim bu vechile ifası ve cevabını bir gün evvel tahrir buyurmaları mercudur (rica olunur) Fi 4 Şevval Sene (1)217
Alttaki görsel üstte tercümesi yapılmış yazının orjinal halidir.

Belgenin üzerinde kenarlara yazılmış olan yazının tercümesi;
Bâde-hu Malatya tarafında haber verdiği sanduğun dahi ihracı (çıkarılması) içün mesfur maden emini kulları tarafından irsal olunacağı malum-ı alileri buyruldukda ferman hazret-i men-lehül emrindir.
Hafr olunsun (kazılsın) bakalım Frenklerin iğbar eylediği atik resimler çıkmak muhtemeldir, zuhur eder ise cümlesi gelsün.
Tayyar Paşa kullarının kapukethüdâsına olan şukkasıdır. Kulle-i mezkûrenin harfine iradesine mülükâneleri buyurulur ise müşarun ileyhin inhası vechile emr-i ali-i ısdâr ve hafifü’l meune bir mübaşir tayin ve tisyar kılınacağı malum-ı übbehet melzûm-ı tacdârîleri buyuruldukda emr ü ferman men-lehü’l emr hazretleridir. İnşaallahu’r Rahmân mezkûr sanduk Mesfurun ihbâr u ifadesini zuhur eder ise..
Mesfurun cevabına itimad tecviz buyurulduğu suretde beher hal taraf-ı devlet aliyeden bir mübaşir tayin buyurulsun, mübaşir olmayınca hafrına cesaret edemem mübaşir tayin olunduğu vakitte böyle bir adet ile Tayyar Paşa’ya memur oldum deyu hayf (vah, vah) la-aklen (akılsız) on bin kuruş hidmed-i mübaşiriyeye kurar bu tarafda ikiyüz kuruşdan fazla alamaz meram-ı hulyasına nail olamadığından tarafımızda muğber olur ve nice nice malumumuz olduğu üzere bir takım türrehat (saçma sapan sözler) eder ve cevabına itimad olunur sonra sadakat edeyim der iken başımıza bir iş çıkarırız. Müteallimler (ilim ve bilgi öğrenen) olmakda gelecek mübaşir ma’dud (muayyen, belli) ve munsıf (hakka riayet eden) olmasına himmet buyursunlar.
Mühür / es-Seyyid Mahmud Tayyar
Garip davranışları nedeniyle Trabzon’da dikkat çeken bir İngiliz sorgulamaya alınınca önce kendisinin doktor olduğunu söyler fakat etrafını inandıramaz. Sıkıştırılınca da kendisine ailesinden intikal eden kitaplarda Trabzon’da bulunan bir kalenin kulesinin altında ve Malatya’da bir dağda bir sanduk altun bulunduğunun yazdığını ve bunun resimlerle de anlatıldığını söylemiş.
Bunun üzerine kazı başlatılması için gerekli izin talebinde bulunulmuştur. Kazının akıbetinin ne olduğuna yönelik belgede bir bilgi yok. Onun için sonucunun ne olduğu hakkında bir şey söylemek zor. Malatya’da bir dağda olduğunu söylediği altun (altın) tamamen belirsiz bir mahaldedir. Buna karşın Trabzon’da olduğunu söylediği kale ve kulesi için tahmin yapılabilir. Şöyle ki eski tarihlerde denizden gelecek tehlikeleri bertaraf edebilmek için yerleşim yerleri hemen sahile değil biraz iç kesimlere inşa edilirmiş. Kaleler de böyledir. Bu itibarla söz konusu yerin Maçka’da Duvera veya Livera kalesi olması muhtemeldir. Bilindiği gibi Maçka ipek yolu diye bilinen ticaret yolu üzerinde bulunduğu için neredeyse her vadisinde bir kale bulunmaktaymış.
Aradan geçen 200 yılı aşkın süre içinde büyük bir ihtimalle ne kale ne de kule kalmıştır. Hemen her yerde olduğu gibi muhtemeldir ki buralarda da bu yapıların taşları sökülerek hazır inşaat malzemesi olarak köylerde ev yapımında kullanılmış olabilir.
Bununla birlikte o günlerin imkânlarıyla günümüzün teknik imkânları kıyas dahi kabul etmez. Eğer yetkili merciler üzerine düşerlerse bahsedilen yerin neresi olduğunu da bulabilirler, gerekirse arkeolojik araştırma da başlatabilirler.
Bir de işin farklı bir boyutu bulunmaktadır. Şöyle ki: Olayın yaşandığı 19.Yüzyılın başı Osmanlının zayıflamaya başladığı, yabancı devletlerin iç işlerine karıştığı Şark Meselesi’nin ortaya atıldığı yıllara çok yakın bir zamana denk gelmektedir. Bu nedenle şimdi günümüzden geçmişe bakıldığında söz konusu İngiliz’in Türkçe konuşabildiğini de dikkate aldığımızda yakalanmasından sonra yaşanan gelişmelerin bir kurgu olması ve farklı amaçlarla orada bulunan bir İngiliz ajanı olması da muhtemeldir. Zira o tarihlerde pek çok İngiliz ajanının küçük yaşından itibaren Osmanlı kültürüne göre eğitilerek Osmanlı coğrafyasındaki her yerde görevlendirildiği pek çok kitapta konu edilmiştir.
Diğer bir husus da belgede ismi zikredilen Mahmut Tayyar Paşa’dır. Mühründe es-Seyyid diye geçmektedir. Ancak aşağıdaki bilgilerde Canikli olduğu ifade edilmektedir.
Tayyar Mahmut Paşa, 18. yüzyılın ikinci yarısında yaşamış ama daha çok 19. yüzyılın ilk yıllarında Karadeniz bölgesinde ön plana çıkmış tarihî şahsiyetlerden biridir. Kendisi hem Osmanlı’da önemli görevler üstlenmiş bir devlet adamı hem de bir divan şairidir. Tayyar Paşa, her ikisi de valilik yapmış olan Battal Hüseyin Paşa’nın oğlu ve Hacı Ali Paşa’nın torunudur. Tarihe damgasını vurmuş bu aileye “Canikli ailesi” denmektedir.
Kaynaklarda Samsunî veya Canik’li olduğu bildirilen ve bu şekilde isimlendirilen Tayyar Paşa’nın asıl adı “Mahmut”tur. Şiirde “Tayyar” mahlasını kullanmıştır. Komutanlık görevinden dolayı da kendisine “Paşa” unvanı verilmiştir. Sosyal hayatta ise daha çok “Tayyar Paşa” isimlendirmesinin öne çıkmış olduğunu görüyoruz. Örneğin Paşa tarafından Bafra’da yaptırılan cami, “Tayyar Paşa” ismiyle hâlâ ayakta ve ibadete açıktır. Biz de bu çalışmamızda Tayyar Paşa ismini tercih edeceğiz. Nerede ve kaç tarihinde doğduğu ile ilgili bir kayıt mevcut değildir. Büyük dedesinin Osmanlı sarayında Dergâh-ı âli kapıcı başılarından Fatsalı Ahmed Ağa olduğu bilinmektedir.
Battal Hüseyin Paşa 1799 yılı Mart ayının sonlarında Rus çarı I. Pavel’in de ricası üzerine affedilerek vezirlikle Trabzon valiliğine tayin edildi. Ardından da oğlu Tayyar Mahmut Paşa’ya Canik ve Amasya Sancakları verildi. Babası, esaretten çok etkilenmişti, fazla zaman geçmeden yaşlandığını öne sürerek Trabzon valiliğini oğluna bıraktı (1800) ve bir yıl sonra da vefat etti (1801).
Tayyar Paşa zaman, zaman İstanbul yönetimi ile ters düştüğü için Trabzon’dan alınıp önce Diyarbakır sonra Erzurum valiliğine nakledildi. Buna rağmen kısa süre içerisinde affedilerek, 1804 yılında kendisine Trabzon valiliği ile Canik muhassıllığı tekrar verildi. Çapanoğlu ile aralarındaki ezeli rekabet silahlı mücadeleye kadar varınca Amasya sancağı Babıâli tarafından Çapanoğullarından alındı ancak Tayyar Paşa alınan tedbire rağmen durmayarak Tokat ve Zile’yi ele geçirdi ve yeni kurulan Nizam-ı Cedit aleyhinde bulundu. Paşa’nın bu hareketi bir isyan olarak değerlendirildi. Bunun üzerine 1805 yılında Paşa, Babıâli tarafından görevden azledildi ve hakkında idam fermanı çıkartıldı. Bu sefer Tayyar Paşa durumun ciddiyetini kavradı ama iş işten geçmişti; uzun bir kovalamaca sonucu Kırım’a sığınmak zorunda kaldı.
1807 yılında Kabakçı Mustafa isyanı ile Nizam-ı Cedid’in ortadan kaldırılışı ve ardından III. Selim yerine IV. Mustafa’nın tahta çıkarılmasıyla Tayyar Paşa’ya talih bir kez daha güldü. Yeni padişah tarafından affedilen Tayyar Paşa’ya önce Trabzon valiliği ile Canik ve Şarkîkarahisar sancakları verildi ve kısa bir süre sonra da sadâret kaymakamlığına terfi ettirildi ki bu görev sadrazamdan sonraki en yüksek mertebe idi. Bu, Canikoğulları’nın devlet yönetiminde ulaştığı en yüksek makam oldu.
Tayyar Paşa’nın devlet kademelerinde bu derece yükselmiş olması birilerinin kendi hesaplarını bozmuş olmalı ki 1808 yılında çeşitli saray entrikaları sonucu önce görevden alınıp Dimetoka’ya sürgüne gönderildi; daha sonra vezirliği kaldırılıp Hacıoğlu Pazarı’na (Silistre) nakledildi. Aynı yıl içerisinde II. Mahmut’un tahta çıkışı Tayyar Paşa’nın sonu oldu, boynu vurularak idam edildi.
Son düzenleme: