Mal bulanındır
BELKIDE INSANLARIN ELINDE KALAN SON SEY UMUTLARIDI
Tokat’ın Saraykışla Köyü define yüzünden uykuyu unuttu
Dededen toruna ‘altın’ öykü
Canİk Dağları’nın en azılı tepelerinden birini süsleyen Saraykışla Köyü’ne defineden mütevellit nifak tohumları atılalı yıllar olmuş gerçi. Bunun gelişip serpilmesine tarih meraklısı bir güvenlik
memuru sebep olmuş. Polis 1989’da bir gün köye gelmiş. Bölgenin tarihini yazmaya başlamış. Laf arasında ortaya “Burada mutlaka define de vardır" diye bir söz atmış. Neredeyse yüz yıllık tahminler, bir devlet görevlisi tarafından doğrulanınca iş bir anda ciddiye binmiş. Köyün uleması da “Vallah, bizim köylü cennetliktir. Dolayısıyla Allah hazineyi ödül diye bize göndermiş olabilir"
şeklinde görüş bildirmiş. Gözüyle gören yok gerçi, ama muhtar da bir geceyarısı dedektör getirtip o sihirli “dııt" sesini almış.
İşte o günden sonra defineyi başkasına kaptırmamak uğruna, köylülerin gözüne uyku girmemiş.
Koskoca Sezar ta Romalardan kalkıp at sırtında geldiği bugünkü Tokat topraklarında Pers ordusunu hallaç pamuğu gibi attıktan sonra yememiş içmemiş, ilk iş, “Veni, vidi, vici..." demişti. Yani “Geldim, gördüm, yendim" demeye getirmişti. İşin özeti, bu büyük söz Tokat topraklarından çıkmıştı.
Sezar’ın isteği, biraz toprak ve biraz da Pers hazinesine konmaktı. Yoksa Pers hazinesini gömüp, “Ben bunu yiyemem. Benden iki bin küsur yıl sonra doğacak Tokat köylüsü yesin" değildi.
Ama Tokat’ın Reşadiye İlçesi’ne bağlı Saraykışla köylüsü bunu görmedi. Veni, vidi, vici’yi “Frenk altınları burada yatıyor" şeklinde yorumlayıp, Sezar’ın, üstüne oturduğu Pers hazinesini Roma’ya götürmek yerine ille de kendi köylerine gömdüğüne karar verdi.
Ahali birbirini kolluyordu
Rivayet böylece nesiller boyu akıp gitti. Biz rivayet diyoruz ama, Saraykışla köylüsü adı gibi emindi. Kimi zaman iki kazan, kimi zaman dört kazan çil altın o çeşmenin altında yatıyordu. Tabii işin içinde bunca kazan altın olunca köye nifak tohumları saçılmaması mümkün değildi. Kazmayı ilk kim sallarsa define onun olacaktı.
Peki, kim sallayacak? Buna karar verilemedi. “Hep beraber çıkarıp paylaşalım" fikri itibar görmedi. Herkes defineye tek başına konmaya niyetlendi. Ahali birbirini kollamaya başladı.
Geceleri köy çeşmesinin önünden tık sesi gelse, “Eyvah, defineyi başkası götürüyor" diye endişelenen köylü, o panikle kendini don gömlek dışarı attı. Bu sayede köylüler, kendi ifadeleriyle, kim kara, kim ak don giyiyor, neresinde beni, neresinde izi var, onu öğrendi. Ta ki bir gün, Selahattin Kılınçarslan resmi makamlardan kendi adına izin almayı akıl edinceye kadar...
Basın köye üşüştü
Rakip cenaha göre, köyün en kötü girişimcisi ve dolayısıyla alacaklılardan en fazla kaçanı olan Selahattin Bey, gitti, kaymakamlığa dilekçe verdi. Oraya git, buraya gel derken, Selahattin Bey’in masrafı iki buçuk milyar liraya dayandı. Ama sonunda define kazısı yapma iznini kopardı.
Tabii inisiyatifi kaçıranlar da boş durmadı. Tek gözü olmasına rağmen, Selahattinciler’in “en açık gözlümüz" diye tarif ettiği Muhtar Cemal Demiryürek’in etrafında birleşip izni iptal ettirmeye çalıştı. Yasal itiraz gerekçesi olarak işi “tarihi" yanından tuttu. “Tarih yok ediliyor. Ben bu memleketin tarihi mirasına halel getirtmem" diye diye kıyameti kopardı. Basın da köye üşüştü.
Köy halkı ikiye ayrıldı
Gelgelelim, Tokat Arkeoloji Müzesi köylünün, “Bu, tarihi eser meser değil, hikayeden bir çeşme" şeklinde tercüme ettiği bir rapor verdi. Verdi ama bu, muhtarın inadını kırmaya yetmedi.
Selahattinciler’e göre “köyde tekel kuran ve tek gözü olduğu halde gözü doymayıp defineyi de tekeline almaya çalışan" Muhtar Cemal Bey çeşmenin tarihi değeri konusunda ısrarlı. Bize, “Vallahi de billahi de bu çeşme bin senelik" diyordu. Cemal Bey böyle diyordu ama, çeşmenin üstünde yapılış tarihi olarak 1975 yazıyordu.
Burada Selahattin Beyciler tarafından üretildiği tahmin edilen bir rivayetten de söz edelim. Rivayete göre, Muhtar bu tezden hareketle çeşmede her sene restorasyon yaptırıyormuş. Bu restorasyon da çeşmenin gövdesinde değil, hep altı kazılarak yapılıyormuş.
Ama sonunda olan oldu. Köy “Defineyi kaptıran muhtar yanlıları" ve “Malı götürecek olan Selahattin yanlıları" diye ikiye ayrıldı. Karşılıklı ihbar ve gözdağlarından sonra nihayet 29 Mart Çarşamba günü gelip çattı.
Kültür Bakanlığı, Maliye ve İçişleri temsilcilerinden oluşan bir heyet, çıkacak definenin yüzde 60’ına devlet adına el koymak üzere çeşme önündeki yerini aldı. İhbarları mecburen ciddiye alıp oluk oluk kan dökülmesinden korkan Jandarma da zırhlı araçlarla gelip stratejik noktaları tuttu. Selahattin Bey’in adamları “başlayabilirsiniz" komutuyla ilk kazmayı vurdu.
Mucize gerçekleşmedi
Bir kazma, bir kazma daha... Sonunda akşam beş buçuk oldu, hava ayaza çalmaya başladı. Ama hala kazmaların ucundan yürekleri hoplatacak o “dannn" şeklindeki kazan sesi çıkmadı. Sabahtan beri beklemekten üşüyen resmi heyet sonunda pes etti, gerisini yarına bırakalım, dedi ve gün sonu raporunu yazdı: Çukur derinliği iki metre 20 santimde, kazı yarına bırakılmıştır...
Selahattinciler, umutlarını yarına erteledi. Ama muhtarcıların açılan kuyuya su basıp kazıyı sabote etme ihtimaline karşı sabaha kadar bir nöbetçi bırakmayı ihmal etmedi...
Ertesi sabah yeniden kazı başladı. Başladı ama, herkesin kendi eliyle koymuş kadar emin olduğu kazanın o “dann" sesi bir türlü gelmedi.
Gün beklenen mucize gerçekleşmeksizin sona ererken, “Define bir çıkmasın, bunların arkasından teneke çalacam" diye söz veren muhtarın takma gözü bile rakiplerin ifadesiyle “mutluluktan canlandı".
Bu rivayet bitmez!
Selahattin Bey ve ortakları “Gitti iki buçuk milyar" diye iç çekerken, Tokat Müzesi arkeologları, köylüler tarafından “çukurdan bir b.k çıkmadı" şeklinde tercüme edilen bir rapor tuttu.
Peki, neredeyse bir asırdır beslene beslene heyula gibi büyüyen umutlar, başta “Frenkler çeşme altına define gömmüş olabilir" tahminiyle başlayıp bugün “Vallahi de billahi de kazanlar dolusu define nah şurda" şeklindeki kesin kanaate varan tahminler bitti mi? Hayır! Muhtar Cemal, “Enayiler yanlış yeri eşeledi. Bir metre sağını eşeleselerdi bulacaklardı" deyip bir sonrakine inisiyatifi kaptırmama, Selahattinciler ise kazı iznini uzatıp defineyi bir metre öteden çıkarma kararı aldı. Hikayenin dışında kalan komşu köylülere gelince. Örneğin Ali Yiğit’e göre, Selahattinciler aslında kazı sırasında kazanları buldu. Buldu ama, yüzde altmışı devlete kaptırmamak için bulmamış gibi yaptı. Zaten kendisi dikkat etmişti:
Bazı yerlerde kazanın “dann" sesi gelmesin diye kazmayı çok hafif vurmuşlardı. Ne yapacaklardı şimdi? Resmi heyet gittikten sonra kazanları gizlice çıkaracaklardı. Bu rivayet ve dolayısıyla husumet daha çok çukurlar boyu sürecek gibi...
Dededen toruna ‘altın’ öykü
Canİk Dağları’nın en azılı tepelerinden birini süsleyen Saraykışla Köyü’ne defineden mütevellit nifak tohumları atılalı yıllar olmuş gerçi. Bunun gelişip serpilmesine tarih meraklısı bir güvenlik
memuru sebep olmuş. Polis 1989’da bir gün köye gelmiş. Bölgenin tarihini yazmaya başlamış. Laf arasında ortaya “Burada mutlaka define de vardır" diye bir söz atmış. Neredeyse yüz yıllık tahminler, bir devlet görevlisi tarafından doğrulanınca iş bir anda ciddiye binmiş. Köyün uleması da “Vallah, bizim köylü cennetliktir. Dolayısıyla Allah hazineyi ödül diye bize göndermiş olabilir"
şeklinde görüş bildirmiş. Gözüyle gören yok gerçi, ama muhtar da bir geceyarısı dedektör getirtip o sihirli “dııt" sesini almış.
İşte o günden sonra defineyi başkasına kaptırmamak uğruna, köylülerin gözüne uyku girmemiş.
Koskoca Sezar ta Romalardan kalkıp at sırtında geldiği bugünkü Tokat topraklarında Pers ordusunu hallaç pamuğu gibi attıktan sonra yememiş içmemiş, ilk iş, “Veni, vidi, vici..." demişti. Yani “Geldim, gördüm, yendim" demeye getirmişti. İşin özeti, bu büyük söz Tokat topraklarından çıkmıştı.
Sezar’ın isteği, biraz toprak ve biraz da Pers hazinesine konmaktı. Yoksa Pers hazinesini gömüp, “Ben bunu yiyemem. Benden iki bin küsur yıl sonra doğacak Tokat köylüsü yesin" değildi.
Ama Tokat’ın Reşadiye İlçesi’ne bağlı Saraykışla köylüsü bunu görmedi. Veni, vidi, vici’yi “Frenk altınları burada yatıyor" şeklinde yorumlayıp, Sezar’ın, üstüne oturduğu Pers hazinesini Roma’ya götürmek yerine ille de kendi köylerine gömdüğüne karar verdi.
Ahali birbirini kolluyordu
Rivayet böylece nesiller boyu akıp gitti. Biz rivayet diyoruz ama, Saraykışla köylüsü adı gibi emindi. Kimi zaman iki kazan, kimi zaman dört kazan çil altın o çeşmenin altında yatıyordu. Tabii işin içinde bunca kazan altın olunca köye nifak tohumları saçılmaması mümkün değildi. Kazmayı ilk kim sallarsa define onun olacaktı.
Peki, kim sallayacak? Buna karar verilemedi. “Hep beraber çıkarıp paylaşalım" fikri itibar görmedi. Herkes defineye tek başına konmaya niyetlendi. Ahali birbirini kollamaya başladı.
Geceleri köy çeşmesinin önünden tık sesi gelse, “Eyvah, defineyi başkası götürüyor" diye endişelenen köylü, o panikle kendini don gömlek dışarı attı. Bu sayede köylüler, kendi ifadeleriyle, kim kara, kim ak don giyiyor, neresinde beni, neresinde izi var, onu öğrendi. Ta ki bir gün, Selahattin Kılınçarslan resmi makamlardan kendi adına izin almayı akıl edinceye kadar...
Basın köye üşüştü
Rakip cenaha göre, köyün en kötü girişimcisi ve dolayısıyla alacaklılardan en fazla kaçanı olan Selahattin Bey, gitti, kaymakamlığa dilekçe verdi. Oraya git, buraya gel derken, Selahattin Bey’in masrafı iki buçuk milyar liraya dayandı. Ama sonunda define kazısı yapma iznini kopardı.
Tabii inisiyatifi kaçıranlar da boş durmadı. Tek gözü olmasına rağmen, Selahattinciler’in “en açık gözlümüz" diye tarif ettiği Muhtar Cemal Demiryürek’in etrafında birleşip izni iptal ettirmeye çalıştı. Yasal itiraz gerekçesi olarak işi “tarihi" yanından tuttu. “Tarih yok ediliyor. Ben bu memleketin tarihi mirasına halel getirtmem" diye diye kıyameti kopardı. Basın da köye üşüştü.
Köy halkı ikiye ayrıldı
Gelgelelim, Tokat Arkeoloji Müzesi köylünün, “Bu, tarihi eser meser değil, hikayeden bir çeşme" şeklinde tercüme ettiği bir rapor verdi. Verdi ama bu, muhtarın inadını kırmaya yetmedi.
Selahattinciler’e göre “köyde tekel kuran ve tek gözü olduğu halde gözü doymayıp defineyi de tekeline almaya çalışan" Muhtar Cemal Bey çeşmenin tarihi değeri konusunda ısrarlı. Bize, “Vallahi de billahi de bu çeşme bin senelik" diyordu. Cemal Bey böyle diyordu ama, çeşmenin üstünde yapılış tarihi olarak 1975 yazıyordu.
Burada Selahattin Beyciler tarafından üretildiği tahmin edilen bir rivayetten de söz edelim. Rivayete göre, Muhtar bu tezden hareketle çeşmede her sene restorasyon yaptırıyormuş. Bu restorasyon da çeşmenin gövdesinde değil, hep altı kazılarak yapılıyormuş.
Ama sonunda olan oldu. Köy “Defineyi kaptıran muhtar yanlıları" ve “Malı götürecek olan Selahattin yanlıları" diye ikiye ayrıldı. Karşılıklı ihbar ve gözdağlarından sonra nihayet 29 Mart Çarşamba günü gelip çattı.
Kültür Bakanlığı, Maliye ve İçişleri temsilcilerinden oluşan bir heyet, çıkacak definenin yüzde 60’ına devlet adına el koymak üzere çeşme önündeki yerini aldı. İhbarları mecburen ciddiye alıp oluk oluk kan dökülmesinden korkan Jandarma da zırhlı araçlarla gelip stratejik noktaları tuttu. Selahattin Bey’in adamları “başlayabilirsiniz" komutuyla ilk kazmayı vurdu.
Mucize gerçekleşmedi
Bir kazma, bir kazma daha... Sonunda akşam beş buçuk oldu, hava ayaza çalmaya başladı. Ama hala kazmaların ucundan yürekleri hoplatacak o “dannn" şeklindeki kazan sesi çıkmadı. Sabahtan beri beklemekten üşüyen resmi heyet sonunda pes etti, gerisini yarına bırakalım, dedi ve gün sonu raporunu yazdı: Çukur derinliği iki metre 20 santimde, kazı yarına bırakılmıştır...
Selahattinciler, umutlarını yarına erteledi. Ama muhtarcıların açılan kuyuya su basıp kazıyı sabote etme ihtimaline karşı sabaha kadar bir nöbetçi bırakmayı ihmal etmedi...
Ertesi sabah yeniden kazı başladı. Başladı ama, herkesin kendi eliyle koymuş kadar emin olduğu kazanın o “dann" sesi bir türlü gelmedi.
Gün beklenen mucize gerçekleşmeksizin sona ererken, “Define bir çıkmasın, bunların arkasından teneke çalacam" diye söz veren muhtarın takma gözü bile rakiplerin ifadesiyle “mutluluktan canlandı".
Bu rivayet bitmez!
Selahattin Bey ve ortakları “Gitti iki buçuk milyar" diye iç çekerken, Tokat Müzesi arkeologları, köylüler tarafından “çukurdan bir b.k çıkmadı" şeklinde tercüme edilen bir rapor tuttu.
Peki, neredeyse bir asırdır beslene beslene heyula gibi büyüyen umutlar, başta “Frenkler çeşme altına define gömmüş olabilir" tahminiyle başlayıp bugün “Vallahi de billahi de kazanlar dolusu define nah şurda" şeklindeki kesin kanaate varan tahminler bitti mi? Hayır! Muhtar Cemal, “Enayiler yanlış yeri eşeledi. Bir metre sağını eşeleselerdi bulacaklardı" deyip bir sonrakine inisiyatifi kaptırmama, Selahattinciler ise kazı iznini uzatıp defineyi bir metre öteden çıkarma kararı aldı. Hikayenin dışında kalan komşu köylülere gelince. Örneğin Ali Yiğit’e göre, Selahattinciler aslında kazı sırasında kazanları buldu. Buldu ama, yüzde altmışı devlete kaptırmamak için bulmamış gibi yaptı. Zaten kendisi dikkat etmişti:
Bazı yerlerde kazanın “dann" sesi gelmesin diye kazmayı çok hafif vurmuşlardı. Ne yapacaklardı şimdi? Resmi heyet gittikten sonra kazanları gizlice çıkaracaklardı. Bu rivayet ve dolayısıyla husumet daha çok çukurlar boyu sürecek gibi...