Volçan ın dedeleri, "Antik çağda eşkiyalık faaliyetleri"

dersu

Bilgili Üye
Katılım
25 Eyl 2018
Mesajlar
269
Tepkime puanı
235
Puanları
7
Yaş
53
Yine alıntı bir araştırma yazısı, keyifli okumalar dilerim.

ANTİK ÇAĞDA EŞKIYALIK FAALİYETLERİNE KARŞI DEVLET POLİTİKALARI

Yol kesen, haraç alan, asayişi bozan kişi veya kişiler tarihin her devrinde görülmektedir. Sosyal düzeni olumsuz etkileyen bu kişileri devletler eşkıya, barbar, isyancı ve haydut olarak isimlendirmiştir. Özellikle devlet gücünün azaldığı zamanlarda veya devletin gücünün uzanamadığı yerlerde eşkıyalık faaliyetleri çok tehlikeli boyutlara ulaşmıştır. Savaş hallerinde, kıtlık zamanlarında görülen eşkıyalık olayları sosyal adaletsizliğin yaşandığı, ekonomik dengenin bozulduğu yerlerde de karşımıza çıkmaktadır. Farklı hayat tarzı yaşayan toplumların karşılaşması da bu tür suç olaylarının yaşanmasına neden olmuştur. Bazı durumlarda ise iklim ve coğrafi şartların da eşkıyalık faaliyetlerine yol açabildiği görülmektedir. Dağlık ve ormanlık alanlar eşkıyaların sığına bileceği yerlerdir. Yerleşik toplumları yağmalayan eşkıyalar çoğunlukla dağlık ve ormanlık alanlara sığınmışlardır.

Bunun yanında kervan yollarının geçtiği dar vadiler ve nehir yatakları kenarları da eşkıyalar için tuzak kurmaya müsait alanlar olmuştur. Antik dönemde de sosyal düzeni tehdit eden bu eşkıyalar ticareti, üretimi hatta uluslararası ilişkileri dahi olumsuz etkilemişlerdir. Sosyal düzeni korumak zorunda olan devletler bu suçlularla mücadele etmek için bazı politikalar geliştirmişlerdir. Eşkıyaların geçebileceği yollara karakollar kurmuşlar, yerleşik halkı koruya bilmek için şehirlerin etrafına kaleler yapmışlardır. Antik dönemdeki devletler de bu eşkıyalık faaliyetlerine karşı aldığı tedbirler sonucunda yakaladıkları çete mensuplarına ağır cezalar vermişlerdir. Bu çalışmada antik dönemde yaşanmış bazı eşkıyalık faaliyetlerine karşı devletlerin uyguladıkları güvenlik ve yargı politikaları üzerinde durulacaktır.

Devletler için dış tehdit ne kadar önemliyse iç tehditler de bir o kadar önemlidir. Bu durum antik dünya devletleri için de geçerlidir. Sosyal dengenin bozulması ekonomi ve iç güvenlik sorunlarını ortaya çıkarır. Halkın özgürce üretim yapıp ticaretle katma değerini satması bir devletin en önemli görevidir. Eşkıyalar üretim ekonomisini ve ticareti baltalayan faaliyetleri ile devletin temel görevi olan üretim ve ticaret güvenliği sağlama erkine darbe vururlar. Eşkıyalık sorunu ile ilgili tarihçiler genelde yakın dönem olayları ile ilgilenmişlerdir. Fakat son zamanlarda Avrupa ve Batı akademisinde Roma ve Roma öncesi eşkıyalık faaliyetleri ile ilgili makaleler, kitaplar, Doktora ve Yüksek Lisans tezleri dikkat çekmektedir. Roma döneminde Kilikya’daki eşkıyalık ve isyancı faaliyetlerine karşı Roma iktidarının mücadelesi hakkında bilgiler vermektedir.

Antik çağ dünyasında Eşkıyalık ile ilgili çalışmalar son yıllarda literatürde yerini almaya başlamıştır. Ancak bu çalışmalar çok sınırlı sayıda olup, yeterli değildir. Bu çalışmada antik dönemde yaşanan eşkıyalık olaylarına karşı devletlerin politikası nasıl olmuştur sorusuna cevaplar aranmaya çalışılmıştır. Mevcut siyasi yapıların önlemlerinin güvenliği sağlamada bazen yeterli bazen de yetersiz olduğu görülmüştür. Cezai yaptırımlar ağır olsa da eşkıyalık olaylarının tamamen yok edilemediği görülmüştür. Çünkü eşkıyalık olayları sosyal eşitsizliğin ve yaşam tarzı farklılığının devam etmesi halinde bir şekilde tekrar ortaya çıkmıştır.

Kaniş Krallığı Döneminde Eşkıyalık İle Mücadele:

M. Ö. 3. Binde Anadolu’da birçok şehir devletinin varlığı görülmektedir. Bu mahalli krallıklar bir ittifak kurarak Akkad kralı Sargon ve torunu Naram-Sin ile mücadeleye girmiş ve kaybetmişlerdir. Bu mücadelenin geri planında Anadolu’da ticaret yapan Akkadlı tüccarların güvenlik sorunları yattığı düşünülmektedir. Akkadlı tüccarlardan sonra Anadolu’ya Asurlu tüccarların ticaret için geldikleri görülmüştür. Asurluların gelişi ile Anadolu- Mezopotamya arasında oldukça yoğun bir ticaret trafiği yaşanmıştır. Bu trafiğin en parlak dönemine Asur Ticaret Kolonileri Çağı (M. Ö. 1975-1725) adı verilmiştir. Asurlu tüccarlar uzun ve tehlikeli yolları kat edip Anadolu şehir devletleri ve halkı ile ticaret yapmışlardır. Asurlular yine bu Anadolu şehirlerinde büyüklerine “karum” ve küçüklerine de “vabartum” adı verilen ticaret merkezleri kurmuşlardır. Anadolu’daki Karumların da merkezi Kaniş kentindeki Karum’dur. Burasının ne kadar önemli bir ticari merkez olduğu Kültepe örenyerinden çıkarılan tabletlerden anlaşılmaktadır. Fakat biraz önce de değinildiği gibi Asur’dan Kaniş’e kadar gelen yol oldukça meşakkatlidir. Hahhum, Urşu, Mama, Unapse, Şalahşuwa gibi duraklar üzerinden Kaniş’e ulaşmak isteyen tüccarlar eşek yüklü kervanlar ile tehlikeli vadilerden ve nehir yataklarından geçmek zorunda kalmışlardır. Bunun için tedbir amaçlı olarak birkaç tüccar bir araya gelerek büyük kervanlar oluşturarak kalabalık bir şekilde yolculuk yapmışlardır. Bu sayede olası bir eşkıya baskını halinde mukavemet gücünü artırmayı amaçlamışlardır. Tüccarların kendi başlarına aldıkları bu tedbirlerin yanında devletlerin de uyguladıkları tedbir politikaları olmuştur. Örnek olarak yerel krallar kervan yollarını gözetleyen muhafızlar bulundurmuşlardır. Fakat bu tedbirlere rağmen eşkıya saldırısı haydutlar için başaralı geçmişse tüccarların yapacağı tek şey siyasi güç olan mevcut devlete başvurmak olmuştur. Çünkü yerel Anadolu kralları hâkim olduğu bölgedeki ticaret yolunun güvenliğini garanti etmek ve tüccarların malının teminat altına almakla mükelleftir. Bu meyanda Asur ve Kaniş krallıkları arasında yapılan bir anlaşmada şöyle bir hüküm maddesi yer almaktadır:

“Anadolu ülkesinde bir Asurlu tüccar öldürülür ve malları çalınırsa, öldürülen Asurlu için yakınları kan parası alacak, kayıp mallarının bedeli ise yakınlarına ödenecektir.”

Buna benzer anlaşma metinleri Asur ve Anadolu’daki diğer krallıklar arasında da olduğu bilinmektedir. Buradaki bilgilerden Asurlu tüccarların malları olası bir haydut baskınına maruz kalması halinde olayın yaşandığı yer hangi Anadolu krallığının sınırları içerisinde ise o devletin zararı karşılama sözü verdiği anlaşılmaktadır.

Kaniş devletinin Asurlu tüccarların Kaniş’teki Karum’a ulaşmaları için gerekli güvenlik tedbirlerini alma noktasında başarılı olduğu söylenebilir. Çünkü Kültepe’den çıkarılan tabletlerden öğrenildiği kadarıyla henüz ciddi bir eşkıya baskınından söz edilmemektedir. Okunmamış tabletleri göz önünde bulundurduğumuzda bu vakayla karşılaşma ihtimali hala mevcutken, doğal bir durum olarak yol üzerinde hiç eşkıya olmadığı veya hiç böyle bir olayın yaşanmadığı anlamına gelmemektedir. Zira yukardaki anlaşma maddesi, devlet tarafından verilen garanti ve alınan muhafız tedbirleri bu tür olayların yaşanabildiğinin açık bir delilidir.

Kaniş’in etrafında çok fazla bu hadiseler yaşanmamış olsa da yine bir Kaniş metninde Akkad ülkesinden gelen kervanların sorun yaşadıklarına dair yerler bulunmaktadır. Buna örnek olarak habbatum adı verilen bir güruhun bu ticaret yolunu ve dağ eteklerini tuttuğu söylenmektedir.

“Tanrılara ve Şehre deki: Takmurlu tüccarlar şöyle der: Bilirsiniz ki yollar zorluklarla dolu. Bölgedeki isyan yüzünden ha-ba-tù (habbātus,) kervanları ve dağı kontrol ediyor.”

Bu habbatumların eşkıyalık faaliyetleri yaptıkları ve devlet otoritesinin zayıfladığı anlarda oldukça tehlikeli oldukları bilinmektedir. Bu tehdidin nasıl ortadan kalktığı noktasında kesin bir fikrimiz yoktur. Fakat siyasi otoritenin yaşattığı boşlukta onların aksiyona geçtiği anlaşılmaktadır. Antik çağ devletlerinin eşkıyalıkla mücadelesindeki ilk starteji kendilerinin güçlü olmalarıdır. Diğer bir ifade ile antik devletlerin eşkıyalıkla mücadele için önce mücadele edebilecek bir güç ve otoriteye sahip olmak gerekir,

Hitit ve Geç Hitit Dönemlerinde Eşkıyalıkla Mücadele:

Anadolu’da merkezi bir devlet kuran Hititler sosyal ilişkilerini kurdukları hukuk sistemiyle yürütmüşlerdi. Hitit hukukunda, hırsızlık ve gasp ciddi bir suç sayılıyordu. Bu suç eylemlerinin kimlere karşı yapıldığı da önemliydi. Fakat temelde Hitit kralları, topraklarında yaşayan insanların can ve mal güvenliklerini sağlamakla yükümlüydü. Bu yükümlülük hem Hititli hem de yabancı tüccarların can ve mal güvenliği için de geçerliydi. Bu teminata rağmen mahkemelere yansıyan davalara bakıldığında Hitit ülkesinde ticaret için seyahatte bulunan tüccarların sıkıntı çektiği anlaşılmaktadır. İki farklı eyaletin veya Hitit ile başka bir devletin tüccarları arasında ihtilaf çıktığı veya tüccarların saldırıya uğradığı durumlarda eyalet valileri hatta kral dahi konuya dâhil olabilmekteydi. Bununla birlikte yerel otorite aynı Kaniş çağında olduğu gibi bir eşkıyalık hadisesine maruz kalmış tüccarın zararını ödemekle mükellefti. Buna örnek olarak tabletlerdeki Urhiteşup ile Kargamış ve Ugarit Halkı arasında yapılan anlaşma verilebilir:

“Bir krallığın tüccarının diğer krallık topraklarında öldürülmesi durumunda tazminat olarak 3 mina gümüş ödemesi yapılacaktır”

Hitit döneminde tüccarların eşkıyalık olayları ile en çok karşılaştıkları bölge batı ticaret yolu olduğu düşünülmektedir. Zira Hitit-Ahhiyawa arasındaki yolun güvenli olmadığı bilinmektedir. Özellikle Arzawa ülkesindeki isyanlar bu yolu oldukça tekinsiz hale getirmiştir. Burada Hitit Devleti’nin yine aynı şekilde eşkıyalık ve hırsızlıkla mücadelede zarara uğrayan tüccarın zararını karşılamakta ve faillerin yakalanıp cezalandırılması yoluna gittiği açıktır. Fakat şurası bir gerçek ki, Hitit topraklarında merkezden uzaklaştıkça güvenlik doğal olarak azalmaktadır. Bunda coğrafi şartların etkisi de önemli rol oynamaktadır. Bunun için Hitit kralları kervan yolları üzerinde karakol mahiyetli kaleler yapma yollarına gittikleri bilinmektedir. Buna örnek olarak Kayseri Özvatan İlçesinde Zırha Kalesi verilebilir. Kale muhafızları bölgenin asayişinden sorumlu olmaktaydı. Fakat coğrafyanın daha sarp ve ormanlık olduğu yerlerde bu tedbirin de işe yaramadığı görülüyordu. Hititler’in Kaşkalarla olan mücadelesinde de bu coğrafi şartların Hititler’in aleyhine olduğu görülmektedir. Buna rağmen Hititlerin eşkıyalık olaylarına karşı güvenliği koruma noktasında sosyolojik olmasa da hukuki anlamda bir takım tedbirler aldığı görülmektedir. Coğrafi şartların eşkıyaların ve haydutların lehine olduğu yerler dağlık, vadilik ve ormanlık alanların olduğuna yukarıda değinilmişti. Bu bağlamda Çukurova bölgesi eşkıyalık faaliyetleri için oldukça müsait bir coğrafyadır. Burada kurulmuş olan bir Geç Hitit Devleti olan Que (Azatiwataya)’nin eşkıyalıkla mücadele ettiği Kral Azatiwata’nın çift dilli kitabesinden anlaşılmaktadır:

Fenikece:
“w-bn ’nk hmyt ‘zt b-kl qş yt ‘l glbm b-mqmm b-’š kn r‘m b‘l ’gddm”
Türkçe:
“Ve bütün sınırlarımın uç noktalarında güçlü duvarlar inşa ettim Eşkıyaların, kötü adamların olduğu yere kadar”

Azatiwatas’ın M. Ö. 7. asırda yaşadığı düşünülmektedir. Que ülkesi Suriye- Anadolu ticaret hattı üzerinde bulunmaktadır. Bölgenin dağlık ve ormanlık oluşu eşkıyalar için oldukça avantajlıdır. Fakat Azatiwatas yerel halkın gelirini arttırmış, rahat ticaret ve üretim yapmalarını sağlamış bu sayede halkının desteğini alarak haydutları topraklarından sürmüştür. Bunun yanında stratejik yerlere kurduğu karakol kaleleriyle bu eşkıyalarla mücadele edebilmiştir. Bu kalelerden biri Osmaniye’nin Kadirli İlçesindeki Karatepe Kalesi’dir. Bu kale Ceyhan Irmağının üzerindeki yol üzerine kurulmuştur. Bu yol Suriye-Anadolu hattı için oldukça önemlidir. Bu yol cumhuriyet devrinde bile kullanılan Ağyol (Akyol)’dur. Ağyol’un kadim bir kervan yolu olduğu bilinmektedir. Azatiwatas’ın bu istikamet üzerinde yaptığı kale ve aldığı tedbirlerin işe yaradığını yine kendi kitabesinde şöyle ifade etmiştir:

Fenikece:
“’š yšt‘ ’dm l-kt drk w-bytmy ’nk ’ št tk(?) lhdy dl plkm b- ’br b‘l w- ’lm”

Türkçe:
“Adamların korkarak yürüdüğü ve geçtiği yolları güvenli kıldım. Artık bu yollarda kadınlar ellerinde kirmenleriyle özgürce yürüyebilir”

Çukurova coğrafyasının eşkıyalığa olanak sağlaması siyasi otoritenin bu olguyla mücadele etmesine sebep olmuştur. Azatiwatas’ın mücadelesi sayesinde bu tehlike bir süre bertaraf edilmiştir. Fakat bölgede siyasi istikrarsızlık yeniden başladığında bu tehdidin tekrar ortaya çıkması olağan bir durum olacaktır.

Pers ve Roma Dönemlerinde Eşkıyalıkla Mücadele:

Büyük Kiros (M. Ö. 546) zamanında Anadolu Pers hâkimiyetine girmiştir. Ülke satraplıklara bölünerek idare edilemeye başlanmıştır. İran’da Susa’dan başlayıp Anadolu’yu doğu-batı doğrultusunda kat edip Efes’e (Selçuk) kadar uzanan bir ticaret hattı kurulmuştur. Bu yola “Kral Yolu” adı verilir. Kral Yolu ticareti Kiros zamanında başlamış fakat Darius’un zamanında yeniden organize edilmiştir. Kral yolunun kendi çağında en hareketli ticaret yolu olduğu düşünülmektedir. Fakat burada da tüccarların eşkıya baskınları ile karşı karşıya olacağı tabii bir durumdur. Yol üzerinde coğrafyanın zorlaşması eşkıyalara avantaj sağlamaktadır.

Özellikle merkezden uzaklaştıkça güvenliğin azaldığı düşünülürse batıya yaklaşan kervanlar için yol daha tehlikeli bir hale gelmektedir. Bu duruma İyon bölgesi ve kıyı kentlerinin Pers iktidarına karşı takındıkları olumsuz tavır da eklenince Pers krallarının ticaretin devamı için bir takım önlemler alması da kaçınılmaz olmuştur. Daha Kiros zamanında yol üzerinde eşkıya baskınlarına karşı güvenlik karakolları kurulduğu görülmektedir. Perslerin eşkıyalara karşı mücadelesinde bu tedbirlerin yanında yakaladıkları eşkıya çete mensuplarına ağır cezalar uyguladığı da görülmüştür (Hyland 2015). Bu çetelerin dışında batıda boyunduruk altına alınan halkların özellikle de yukarıda bahsedildiği gibi İyonyalıların asayişi bozdukları ve buna bağlı olarak da Sardes’e giden veya oradan gelen kervanları tehdit ettiği yadsınamaz bir gerçektir. Bu tür kargaşa ortamlarında Persler merkezden değil daha çok en yakın saraplık üzerinden konuyu çözmeye çalışmıştır. Anadolu’daki satraplar isyan ve yağmayı durduramamışsa merkezden destek beklemişlerdir. Bu durum bazen satraplıkların çok kuvvetlenmesine neden olmuş ve onlarında isyan etme riskleri doğmuştur. Çünkü Kral Yolu üzerindeki satraplar akan ticaret sayesinde zenginleşmekte ve kuvvetli bir hal almışlardır. Zaten Pers iktidarı Anadolu’daki bazı satraplıklara özerklik de vermiştir. Kervan yollarının güvenlikleri bu düzenlemelerden sonra bu özerk satraplıklar ve de bu satraplıklara bağlı garnizonlara devredilmiş olabilir.

Eşkıya kelimesi Helence “leistés” olarak geçmektedir. Roma dilinde ise eşkıya “latrocinia” şeklinde ifade edilmiştir. Pers iktidarı sonrasında Helen egemenliği sırasında Batı Anadolu ve Akdeniz kıyılarında eşkıyalık faaliyetlerinin olduğu görülmektedir. Özellikle Selevkos hanedanın zayıflamasıyla bu eşkıyalık faaliyetlerinin arttığı görülmüştür. Batı Akdeniz’den Toroslar’a uzanan bölge eşkıyalar için oldukça verimli bir alan haline gelmiştir. Bu bağlamda Orta ve Batı Torosların kesiştiği yer olan Isauri’ daki eşkıyalık ve isyan olayları oldukça meşhurdur. Bölgeye Roma hâkimiyeti ulaştığında da durum değişmemiştir. Roma Kilikya bölgesini M. Ö 47’de Kapadokya Krallığına vermiştir. Fakat Kapadokya krallarının da bölgedeki eşkıyalar ve asilerle mücadele edemediği anlaşılmaktadır. Zira Roma bölgeyi doğrudan egemenliği altına aldığında bile tam anlamıyla huzur tesis edilememiştir. Roma Kilikya’ya merkezden önemli devlet adamlarından Cicero’yu vali olarak atamıştır. Cicero da Amanos Dağlarını mesken tutmuş bu asi eşkıyalarla mücadele etmek zorunda kalmıştır. Roma için bölgenin stratejik önemi büyüktür. Çünkü doğudaki Parth tehdidine karşı Kilikya’yı elinde bulundurması gerekmektedir. Amanos Dağlarının sık ağaçlarla dolu olması Cicero’nun askerleriyle bölgeye müdahale etmesini zorlaştırmıştır. Roma’nın buradaki eşkıyalarla uzun süre mücadele ettiği düşünülmektedir. Zira Cicero bu asilere karşı ciddi başarılar elde etse de tehlikenin büsbütün atlatıldığı söylenememektedir. Kilikya daha sonra Suriye eyaletine bağlanacaktır. Fakat bu idari değişiklik yaşansa bile Amanoslar Romalılar ve Kastabalalılar için hala pek güvenli değildir.

Roma’nın eşkıyalık olaylarını sert askeri yaptırımlarla engellemeye çalıştığı görülmektedir. Yakaladıkları eşkıya mensuplarına ağır işkenceler uyguladığı ve onları öldürdüğü de bilinmektedir. Örnek olarak ele geçirdikleri Varus adında bir çete üyesine uyguladıkları işkenceler kayıtlara geçmiştir. Roma döneminde en dikkate değer eşkıyalık faaliyeti Spartakus’un başını çektiği isyan hareketidir. Basit bir köle ayaklanması olarak görünen hadise Spartakus’un Roma’da kuvvetlenmesiyle boyut değiştirmiştir. Bu isyan hareketine katılanların sayısının artmasıyla birlikte isyancıların doyma ve barınma sıkıntıları baş göstermiştir. Bu nedenle Spartakus talan ve yağma hareketlerine başvurarak isyancı ordusunu doyurmaya çalışmıştır. Halkın ve zenginlerin can ve mallarına tasallut eden Spartakus’un bu eylemleri Roma kayıtlarına latrocinia yani eşkıya faaliyetleri olarak geçmiştir. Spartakus 10 binlerce adamıyla bütün Güney İtalya’ya sahip olmuş fakat Roma senatosu ona karşı Marcus Crassus’u görevlendirmiştir. Crassus, Spartakus ile savaşmış ve bu savaşı Spartakus kaybetmiştir. Bu savaşın sonucunda Spartakus’ün birçok adamı yakalanıp çarmıha gerilerek öldürülmüştür. Kendisi de başta sağ kurtulduysa da M. Ö. 71’de yakalanıp öldürülmüştür .


Sonuç

Eşkıyalık sorunu sadece yakın ve modern zaman devletlerinin problemi değildi.

Uzak bir tarihte yaşamış olan antik çağ ülkeleri de eşkıyalar, gasıplar ve haydutlarla uğraşmak zorunda kalmışlardı. Hareketli ve silahlı olan bu tehlikeli güruhla mücadele etmek kolay değildi. Çünkü onlar istedikleri zaman ortaya çıkıyorlar istedikleri zaman görünmez oluyorlardı. Vadilerde yol tutan, köyleri basıp yağma eden, kolluk kuvvetleri gelmeden ormanlara ve sarp dağlara sığınan bu mobilize katil hırsızlara karşı eskiçağ devletleri bir takım tedbirler almışlardı. Kervan yolları üzerine karakol kaleler yapmak, yakaladıkları eşkıya mensuplarına ağır cezalar vermek bu tedbir ve mücadelenin en önemli parçalarıydı. Ne var ki antik dünyanın siyasi otoriteleri bu eşkıyaların faaliyetlerini sadece adi birer asayiş vakası olarak görüyorlardı. Antik devletlerin eşkıyalık olgusuna bu şekilde bakmaları, problemi giderme noktasında yetersiz kaldı. Zira devlet otoritesinin biraz zayıfladığı zaman ve mekânlarda bu tür çeteleşme yerleşik hayatı tehdit etmeye başlıyordu.
Eskiçağ devletleri merkezi otoritenin kendini oldukça hissettirdiği bir yönetim felsefesine sahipti. Diğer taraftan geniş topraklara sahip eskiçağ devletleri o zamanki şartlarda her yerde aynı nispette asayişi korumakta zorluk çekebiliyordu. Bu nedenle devletlerin yaşadıkları eşkıyalık sorunu merkezi otoritenin sarsıldığı anlarda ve merkezden uzak devlet kuvvetlerinin uzanamadığı coğrafyalarda görünür hale geliyordu. Bu bağlamda eşkıyalık vakaları devletlerin güçlerinin zayıfladığı veya gücünün ulaşamadığı yerlerde viral bir enfeksiyon gibi artıyordu.

Eskiçağ devletlerinin eşkıyalık problemine sadece bir asayiş meselesi olarak görmeleri aslında doğru bir bakış açısı yakalayamadıklarının göstergesidir. Çünkü asayişi bozan bu eşkıyalık olgusunun ekonomik ve sosyolojik sorunların bir sonucu olduğu yadsınamaz bir gerçektir. Zamanla yerleşik hayata geçişin artması nüfusun çoğalması, tarım alanlarının afetler ve iklim değişimleriyle zarar görmesi ülkeler arası savaşların şiddetlenmesi gibi birçok ekonomik, siyasi ve toplumsal sıkıntı eşkıyalığa zemin hazırlayan faktörlerdir. Bu bağlamda eşkıyalığı başlı başına asayişi bozan bir sebep olarak değil birçok olumsuz şartların getirdiği doğal bir sonuç olarak görmek gerekir.
 
Moderatör tarafında düzenlendi:

The Thing

C*
Süper Moderatör
Katılım
27 May 2017
Mesajlar
4,609
Tepkime puanı
6,935
Puanları
24
Emeğine sağlık usta.
 
Üst