Mal bulanındır
BELKIDE INSANLARIN ELINDE KALAN SON SEY UMUTLARIDI
..Eminim severek okuyacaginiz sicacik bi hikaye...kahvede oyunla sahuru bekleyenlerede okutucam.
Ekli dosyayı görüntüle 243164
Sazan Recep defineciliğe meraklıydı. Özellikle kış günlerinde el fenerini, kazmasını alır, dağları, tepeleri arşınlar, eşkiyaların, İstiklal Savaşı yıllarında Ege’den kaçan Rumların gömdüğüne inanılan altınları arardı. Definecilikle ilgili tüm masallara inanırdı. Zaten bu yüzden kendisine ‘Sazan’ lakabı takılmıştı.
Sahildeki kır kahvehanesinde Arnavut Hasan ile sohbet eden oduncu Emin de bu özelliğini bildiği Sazan’a anlattığı türlü define hikayeleri sayesinde çayını bedavaya getirirdi.
KARA İNCİR AĞACI
Oduncu Emin, Arnavut Hasan’a,
“Hasan, bizim Sazan’ı biraz söğüşleyelim, çaktırma bak” dedi.
Arnavut Hasan’ın, “Bırak garibanı ya…
Günaha girme sabah sabah” uyarısına aldırmadan, yanlarına oturan Sazan Recep’e, “Gel bakalım defineciler kralı… İki laf edelim şurda” dedikten sonra, “Ya Recep Usta… Biliyon mu, üç yüz yıl önce bizim buralarda bir Köse Korsan yaşamış. Köseymiş ama Kıbrıs’tan Sicilya’ya kadar herkese aman diletmiş. Definesini de bu civara, büyük bir kara incir ağacının altına gömmüş… Sen bilirsin. Buralarda kara incir ağacı var mı?” diye devam etti.
Sazan biraz düşündü, “Hacı Kerimlerin bahçede var bir kara incir ama taş çatlasın yirmi beş otuz yıllıktır” dedi.
Ardından, “Benim bahçenin köşesinde de var ama o da yaşlı değil” deyince, oduncu Emin karşı çıktı: “Nasıl yaşlı değil. Bildiğim kadarıyla sen dikmedin onu, baban da dikmedi. Benim çocukluğumdan beri vardır o ağaç orada. Anacı kurur, yanından yeni filizler büyür. Orası olabilir.”
Arnavut Hasan, oduncu Emin’in kafasından bir kurnazlık geçtiğini anlamıştı. “Yok canım. Benim çocukluğumda orada ağaç mağaç yoktu” deyince, oduncu Emin var gücüyle Hasan’ın ayağına bastı, bacağını tekmeledi.
Hasan hemen lafı çevirdi. “Yok yok yanlış hatırladım. Vardı, vardı. Hatta dallarından ok yay yapardık” diye devam etti.
Sazan Recep, “Şimdi sen definenin benim kara incirin orada olduğunu mu söylüyon” deyince, oduncu Emin, “Neden olmasın. Söylenti hep kara incir üzerine… Kocaman bir küpmüş” deyince, Sazan Recep, “İyi öyleyse, kazayım ben oraları” dedi.
Oduncu Emin atıldı, “Öyle tek başına zengin olmak yok. Anca beraber kanca beraber. Bahçe senin, ağaç senin, istedimiz zaman kazarız. Hiç kimse de bir şey diyemez. Soran olursa ‘Çukur açıyoruz’ deriz.
Birlikte Sazan Recep’in bahçesine gittiler. Recep’in hanımı, oduncu Emin’i oldum olası sevmezdi.
“Hayrola Bey, ne iş” deyince Recep, “Yok bir şey… Sen bize çay demle” dedi.
Köşede bahçe duvarının yanında kocaman bir kaya vardı. İncir ağacı da onun yanından yükseliyordu. Oduncu Emin, “Aha şu kaya… Bak bu iyiye işaret… Zaten defineler taşlık, kayalık yerlere gömülür hep” dedi.
Perşembe günü akşam üzeri ilk kazmayı vurmak üzere anlaştılar. Bahçeden ayrılacakları sırada oduncu Emin, “Valla bravo. Şu çukurda senin gibi meyve yetiştireni görmedim hiç. Şunlara bak ya. Yanakları al kız gibi” deyince, Sazan Recep hanımına seslendi, “Getir ordan bir naylon. Birkaç meyve toplayalım misafirlere” dedi.
Oduncu Emin gözüne kestirdiği kayısıları, şeftalileri koparıp torbaya doldurdu. Üzerine de kısa saplı al kirazlardan koydu. Kır kahvehanesinde birkaç meyve yıkayıp yediler. Arnavut Hasan, “Günaha giriyoruz Emin” dedikçe Emin, “Oğlum çalmadık ya… Adam kendisi koparıp koydu torbaya, niye günah olsun ki” diyor, bir yandan da suyunu döke döke şeftaliden ısırıyordu.
Kazı işi, kayısı, şeftali mevsimi geçinceye kadar sürdü. Sadece incir ağacının çevresi değil, evin duvarına kadar kazmadık yer bırakmadılar. Ama defineye, hazineye benzer hiçbir şeye de ulaşamadılar.
OĞLAK ÇEVİRME
Oduncu Emin’in gözü oğlaktaydı. İçinden, “Şu oğlaktan ne güzel çevirme olur” diye geçiriyordu. Yine kır kahvehanesinde, “Dün akşam rüyamda ak sakallı bir ihtiyar gördüm… ‘O ağacın altında kan akıtmadıkça o hazineye ulaşamazsınız’ dedi bana. Ama kurban parası da yok ki anasını satayım… Şöyle bir oğlak falan olsa…” diye konuştu.
“Ya bırak şimdi. Rüya ile define mi bulunur” diyen Arnavut Hasan’ı, ayağına basarak yine susturdu.
Oduncu Emin ne yaptı, etti, Sazan Recep’in semiz oğlağını incir ağacının dibince kesmeye ikna etti. Sazan Recep, hanımından korkardı. Kadını üç günlüğüne annesine gönderdi, sonra da üçü birlikte incir ağacının altında oğlağı define uğruna kestiler, kanını kayaya sürdüler. Meşe ateşinde çevrilen oğlakla kendilerine iki gün ziyafet çektiler.
Sazan Recep, dördüncü gün eve dönen hanımına, oğlağın hastalandığı, kasaba satmak zorunda kaldığı yalanını uydurdu. Kadın kuşkulandı ama Recep, cüzdanından çıkardığı yüz elli lirayı kendisine gösterince inandı.
Güze doğru artık Sazan’ın bahçesinde yenecek, toplanacak meyve kalmamıştı. Zaten hanımı da gelenlere iyi davranmıyor, laflarıyla dövmekten beter ediyordu. Kara incir ağacının altında define olmadığına kanaat getirip kazı işini bıraktılar.
Kahvehanede konu açıldıkça oduncu Emin, “Nasıl de yedik kerizin oğlağını” derken, Arnavut Hasan, “Valla beni de günahına ortak ettin Emin. Yapmayacaktık bunu” diyor, vicdan azabı çekiyordu.
Yaz sonuna doğru Sazan Recep, oduncu Emin’i sahile çağırdı, “Ben incir ağacının yanındaki kayayı patlattım, altındaki defineyi buldum, ama ses etme. Arnavut Hasan’a da belli etme. Üçe bölüneceğine ikiye bölünsün” dedi kısık sesle…
Şartını da ekledi. “Ben bunları bozdurmaya korkarım Emin. Bu işleri sen iyi bilirsin ama sonunda para işi bu. Kendimi biraz garantiye almam lazım. Önce on bin liranı isterim, hepsini satınca da parayı bölüşürüz” dedi.
Oduncu Emin kıvrandı, “Bende o kadar para ne gezer Recep” dedi. Işıl ışıl altınla dolu küpü görünce de yedi bin liralık kayığı ile mirastan kalan bir dönümlük bahçesini Recep’in üzerine geçirdi. Sonra da küpü aldığı gibi eskiden tanıdığı Turgutlu’daki bir kuyumcuya koştu.
Bir küp altını bozdurmak üzere sarrafın önüne koydu. Kendisinden bir daha haber alınamadı.
Sazan Recep ise ertesi gün kır kahvehanesinde hem keyifle çayını yudumluyor hem de “Uyanık defineci” başlığı altında Yeni Asır gazetesinin üçüncü sayfasında yer alan ve bir küp sahte altını Turgutlu’daki bir kuyumcuya satmaya çalışırken yakalanan tarihi eser kaçakçısının haberini okuyordu.....
Ekli dosyayı görüntüle 243164
Sazan Recep defineciliğe meraklıydı. Özellikle kış günlerinde el fenerini, kazmasını alır, dağları, tepeleri arşınlar, eşkiyaların, İstiklal Savaşı yıllarında Ege’den kaçan Rumların gömdüğüne inanılan altınları arardı. Definecilikle ilgili tüm masallara inanırdı. Zaten bu yüzden kendisine ‘Sazan’ lakabı takılmıştı.
Sahildeki kır kahvehanesinde Arnavut Hasan ile sohbet eden oduncu Emin de bu özelliğini bildiği Sazan’a anlattığı türlü define hikayeleri sayesinde çayını bedavaya getirirdi.
KARA İNCİR AĞACI
Oduncu Emin, Arnavut Hasan’a,
“Hasan, bizim Sazan’ı biraz söğüşleyelim, çaktırma bak” dedi.
Arnavut Hasan’ın, “Bırak garibanı ya…
Günaha girme sabah sabah” uyarısına aldırmadan, yanlarına oturan Sazan Recep’e, “Gel bakalım defineciler kralı… İki laf edelim şurda” dedikten sonra, “Ya Recep Usta… Biliyon mu, üç yüz yıl önce bizim buralarda bir Köse Korsan yaşamış. Köseymiş ama Kıbrıs’tan Sicilya’ya kadar herkese aman diletmiş. Definesini de bu civara, büyük bir kara incir ağacının altına gömmüş… Sen bilirsin. Buralarda kara incir ağacı var mı?” diye devam etti.
Sazan biraz düşündü, “Hacı Kerimlerin bahçede var bir kara incir ama taş çatlasın yirmi beş otuz yıllıktır” dedi.
Ardından, “Benim bahçenin köşesinde de var ama o da yaşlı değil” deyince, oduncu Emin karşı çıktı: “Nasıl yaşlı değil. Bildiğim kadarıyla sen dikmedin onu, baban da dikmedi. Benim çocukluğumdan beri vardır o ağaç orada. Anacı kurur, yanından yeni filizler büyür. Orası olabilir.”
Arnavut Hasan, oduncu Emin’in kafasından bir kurnazlık geçtiğini anlamıştı. “Yok canım. Benim çocukluğumda orada ağaç mağaç yoktu” deyince, oduncu Emin var gücüyle Hasan’ın ayağına bastı, bacağını tekmeledi.
Hasan hemen lafı çevirdi. “Yok yok yanlış hatırladım. Vardı, vardı. Hatta dallarından ok yay yapardık” diye devam etti.
Sazan Recep, “Şimdi sen definenin benim kara incirin orada olduğunu mu söylüyon” deyince, oduncu Emin, “Neden olmasın. Söylenti hep kara incir üzerine… Kocaman bir küpmüş” deyince, Sazan Recep, “İyi öyleyse, kazayım ben oraları” dedi.
Oduncu Emin atıldı, “Öyle tek başına zengin olmak yok. Anca beraber kanca beraber. Bahçe senin, ağaç senin, istedimiz zaman kazarız. Hiç kimse de bir şey diyemez. Soran olursa ‘Çukur açıyoruz’ deriz.
Birlikte Sazan Recep’in bahçesine gittiler. Recep’in hanımı, oduncu Emin’i oldum olası sevmezdi.
“Hayrola Bey, ne iş” deyince Recep, “Yok bir şey… Sen bize çay demle” dedi.
Köşede bahçe duvarının yanında kocaman bir kaya vardı. İncir ağacı da onun yanından yükseliyordu. Oduncu Emin, “Aha şu kaya… Bak bu iyiye işaret… Zaten defineler taşlık, kayalık yerlere gömülür hep” dedi.
Perşembe günü akşam üzeri ilk kazmayı vurmak üzere anlaştılar. Bahçeden ayrılacakları sırada oduncu Emin, “Valla bravo. Şu çukurda senin gibi meyve yetiştireni görmedim hiç. Şunlara bak ya. Yanakları al kız gibi” deyince, Sazan Recep hanımına seslendi, “Getir ordan bir naylon. Birkaç meyve toplayalım misafirlere” dedi.
Oduncu Emin gözüne kestirdiği kayısıları, şeftalileri koparıp torbaya doldurdu. Üzerine de kısa saplı al kirazlardan koydu. Kır kahvehanesinde birkaç meyve yıkayıp yediler. Arnavut Hasan, “Günaha giriyoruz Emin” dedikçe Emin, “Oğlum çalmadık ya… Adam kendisi koparıp koydu torbaya, niye günah olsun ki” diyor, bir yandan da suyunu döke döke şeftaliden ısırıyordu.
Kazı işi, kayısı, şeftali mevsimi geçinceye kadar sürdü. Sadece incir ağacının çevresi değil, evin duvarına kadar kazmadık yer bırakmadılar. Ama defineye, hazineye benzer hiçbir şeye de ulaşamadılar.
OĞLAK ÇEVİRME
Oduncu Emin’in gözü oğlaktaydı. İçinden, “Şu oğlaktan ne güzel çevirme olur” diye geçiriyordu. Yine kır kahvehanesinde, “Dün akşam rüyamda ak sakallı bir ihtiyar gördüm… ‘O ağacın altında kan akıtmadıkça o hazineye ulaşamazsınız’ dedi bana. Ama kurban parası da yok ki anasını satayım… Şöyle bir oğlak falan olsa…” diye konuştu.
“Ya bırak şimdi. Rüya ile define mi bulunur” diyen Arnavut Hasan’ı, ayağına basarak yine susturdu.
Oduncu Emin ne yaptı, etti, Sazan Recep’in semiz oğlağını incir ağacının dibince kesmeye ikna etti. Sazan Recep, hanımından korkardı. Kadını üç günlüğüne annesine gönderdi, sonra da üçü birlikte incir ağacının altında oğlağı define uğruna kestiler, kanını kayaya sürdüler. Meşe ateşinde çevrilen oğlakla kendilerine iki gün ziyafet çektiler.
Sazan Recep, dördüncü gün eve dönen hanımına, oğlağın hastalandığı, kasaba satmak zorunda kaldığı yalanını uydurdu. Kadın kuşkulandı ama Recep, cüzdanından çıkardığı yüz elli lirayı kendisine gösterince inandı.
Güze doğru artık Sazan’ın bahçesinde yenecek, toplanacak meyve kalmamıştı. Zaten hanımı da gelenlere iyi davranmıyor, laflarıyla dövmekten beter ediyordu. Kara incir ağacının altında define olmadığına kanaat getirip kazı işini bıraktılar.
Kahvehanede konu açıldıkça oduncu Emin, “Nasıl de yedik kerizin oğlağını” derken, Arnavut Hasan, “Valla beni de günahına ortak ettin Emin. Yapmayacaktık bunu” diyor, vicdan azabı çekiyordu.
Yaz sonuna doğru Sazan Recep, oduncu Emin’i sahile çağırdı, “Ben incir ağacının yanındaki kayayı patlattım, altındaki defineyi buldum, ama ses etme. Arnavut Hasan’a da belli etme. Üçe bölüneceğine ikiye bölünsün” dedi kısık sesle…
Şartını da ekledi. “Ben bunları bozdurmaya korkarım Emin. Bu işleri sen iyi bilirsin ama sonunda para işi bu. Kendimi biraz garantiye almam lazım. Önce on bin liranı isterim, hepsini satınca da parayı bölüşürüz” dedi.
Oduncu Emin kıvrandı, “Bende o kadar para ne gezer Recep” dedi. Işıl ışıl altınla dolu küpü görünce de yedi bin liralık kayığı ile mirastan kalan bir dönümlük bahçesini Recep’in üzerine geçirdi. Sonra da küpü aldığı gibi eskiden tanıdığı Turgutlu’daki bir kuyumcuya koştu.
Bir küp altını bozdurmak üzere sarrafın önüne koydu. Kendisinden bir daha haber alınamadı.
Sazan Recep ise ertesi gün kır kahvehanesinde hem keyifle çayını yudumluyor hem de “Uyanık defineci” başlığı altında Yeni Asır gazetesinin üçüncü sayfasında yer alan ve bir küp sahte altını Turgutlu’daki bir kuyumcuya satmaya çalışırken yakalanan tarihi eser kaçakçısının haberini okuyordu.....