Koray Kor
Editör
- Katılım
- 9 May 2017
- Mesajlar
- 570
- Tepkime puanı
- 962
- Puanları
- 11
Demirçağı'nda Anadolu'da Ölü Gömme
DEMİRÇAĞ'DA ANADOLU'DA ÖLÜ GÖMME GELENEKLERİ
Anadolu'da Demir çağın başlangıcı m.ö 1190 yıllında gerçekleşen Deniz Kavimleri Olayı ile başlatılmaktadır. Bu dönemde (m.ö 1200-900) Anadolu'da karanlık bir dönem yaşanmaktadır. Artık bu dönem ile Anadolu'da bir Miken kültürü etkisinden söz edilebilir. Ancak Orta Anadolu'da bir kültür kopukluğu ve yerleşmelerin azalması söz konusudur
Doğu Anadolu'da Erken Demir Çağ'da herhangi bir yazılı ele geçmemesine karşın burada Oda , Taş sandık ve Kuyu mezar türünde , ınhumasyon yada kremasyon türde gömülerin yapıldığı tespit edilmiştir. Bu dönemde Doğu Anadolu'da Extramural bir gömü tarzı yaygındır. Mezarların çoğunluğu toprak altına inşaa edilen oda , kuyu ,taş sandık türündedir. Basit toprak mezarlara bu dönemde Doğu Anadolu'da hiç rastlanmamıştır.
Oda mezarlar:
Çoğunlukla tek odalı olarak toprağın altına inşaa edilmişlerdir. kuyu şeklinde bir girişi olan dromoslu bir oda mezarlardır. Mezar odası tamamen taştan yapılmıştır. Oda mezarların ölçüleri 4 X 1.5 ile 1 X 2 m. arasında değişmektedir. Çatısı ise sözde kemer tekniği denilen taşların her seferinde birkez daha içeri çekilmesi sistemi ile mezarın üstü kapatılmıştır. Çok azda olsada bazı yerlerde çatının enlemesine veya uzunlamasına yerleştirilen sal taşları ile örtüldüğü mezarlarda görülmektedir. Genelde Dromoslar her zaman dar kenara yapılır. Dromoslar hiçbir zaman duvarın ortasına yapılmaz daima bir kenara daha yakın olarak yapılır.
Kuyu mezarlar: Kuyu şeklinde oval olarak taştan inşaa edilmiş , yukarıdan girişi olan mezarlardır.
Friglerde Ölü Gömme
Frigler’de başlıca iki farklı ölü gömme adeti vardır. Soylular ve zenginler için uygulandığı düşünülen bu tür ölü gömmelerin Frigya’da uzun süre uygulandığı anlaşılmaktadır. Yoksul halkın ise gömüldüğü ya da yakıldığı düşünülmektedir. Ancak yoksul halka ait mezarlar daha yeterli sayıda bulunamadığı için bu konuda bir şey söylemek için erkendir.
Ölü gömme adetlerinin biri kaya mezarlarına gömme idi. Frig döneminden kalma bir çok kaya mezarlarına rastlanmıştır. Midas şehri yakınlarında ve Frig topraklarının büyük bölümünde kaya mezarlarına rastlanmıştır. Bazıları anıt-mezar şeklinde olan bu kaya mezarları ne yazık ki defineciler (hatta Romalıları da katarsak yüzyıllar boyu) ağır tahribata uğramışlardır.
Frigler’in en tanınmış ölü gömme adetleri ise tümülüsler yani tepe şeklinde yığma mezarlardır. Gordion’da ve Ankara’da sık olmak üzere diğer Frig şehirlerinde de rastlanılan tümülüs adetinin Frigler’e Trakya’dan geldiği düşünülmektedir. Ahşap mezar odasının üzerine toprak yığarak oluşturulan tümülüslerde çeşitli şekillerde yapılmışlardır.
“Frygia tümülüslerindeki mezar odalarının ahşap konstrüksiyonu ileri bir tekniğin eseridir. Ölüler önceleri yakılmadan ahşap sedirler üzerinde uzatılmış, MÖ 7. yüzyılın sonlarından itibaren de , büyük bir olasılıkla batıdan, Yunanistan üzerinden gelen etkilerle yakılmaya başlanmıştır. Ahşap mezar odasına ölü ve ölü armağanlarının bırakılmasından ve ahşap çatının kapatılmasından sonra, odanın üzeri büyük bir yığma tepeyle örtülürdü. Mezar odasının üzerine yığılan tepenin yapımında bazı kurallara uyulması zorunluydu; aksi takdirde binlerce ton ağırlığındaki toprak yığınının ahşap mezar odasının üzerine yapacağı baskıyı önlemek olanaksızdı. […]Mezar odasının çatısı çatılıp, bunun üzerine taş ve toprak yığıldıktan sonra bir daha açılması olanaksızdı. Ancak tek tehlike mezar soyguncuları idi. Bu nedenle mezar odasının yer seçiminde dikkatli olmak gerekiyordu. Toprak yığını altında kalan mezar odalarının yeri büyük tümülüslerde tam ortada, zirvenin tam altına gelen bölümdeydi. […] Alçak tümülüslerde, mezar odasının yerini gizleyebilmek esastı ve bu nedenle mezar odaları merkezden uzak yerlere yerleştirilirdi.”
En meşhur tümülüs kuşkusuz Midas Tümülüsü ya da diğer adıyla Büyük Tümülüs’tür. Burada yapılan kazılarda bronz ölü eşyaları, ahşap eserler ve bir çok arkeolojik eser bulunmuştur.
Frig beyleri ölülerini ya kayalara oyulmuş mezarlara ya da tümülüslere gömerlerdi. Kaya mezarlarının çoğu soyulmuş oldukları için mimari dışında fazla bilgi vermezler. Buna karşın tümülüsler, yani yığma mezar tipleri Frig ölü gömme geleneğini öğrenmemizde önemli rol oynarlar. MÖ 8. yüzyıl başlarından MÖ 6. yüzyıl ortalarına kadar kullanıldıkları sanılan tümülüslerin büyük bölümü Gordion’dadır. Bu yığma toprak mezarları kentin sırtlarında yeralır ve sayısı 100’e yaklaşır.
Bu türde ölü gömme tekniği gelişmiş olarak birden ortaya çıkar. Bu durum tümülüs mezarlarının Frigya’ya dışarıdan gelmiş olduğuna işaret eder. Gerçekten de Arnavutluk ve Makedonya’da soylu kişileri gömmek amacıyla tümülüs mezarların MÖ 1800-1500’den itibaren kullanıldığı bilinmektedir.
Frigya tümülüslerindeki mezar odalarının ahşap yapısı çok ileri bir tekniğin eseridir. Ölüler önceleri yakılmadan ahşap sedirler üzerine uzatılmış, MÖ 7. yüzyılın sonlarından itibaren de, Yunanistan’dan gelen etkilerle yakılmaya başlamıştır. Ahşap mezar odasına ölü ve ölü armağanlarının bırakılasından ve ahşap çatının kapatılmasından sonra, odanın üzeri büyük bir yığma tepeyle örtülmüştür.
Toprak yığınının ahşap mezar odasına yapacağı baskıyı en aza indirmek için mezar şu şekilde yapılırdı: Ahşap mezar odasının üstü moloz taşlarla kaplanmış, bunun üzerine kalitesi ve direnci fazla olan, sulandırılarak bulamaç haline getirilmiş kil serilmiş , sonra da kuru kilden tepe yığılmıştı. Toprak kümesi, altındaki nemli kilin iyice kurumasından sonra yığılmış olmalıdır; çünkü ıslak kil kuruyunca mukavemeti artıyordu.
Tümülüslerin yüksekliği gömülen kişinin önemine göre 2-3 ile 60-70 metre arasında değişmektedir.
Frig tümülüslerini, Lidya ve Yunan mezarlarından ayıran; mezar odaları yapımında taş yerine tahta kullanılması, yığma tepe toprağının çevreye yayılmasını önlemeye yarayan krepis duvarı ve mezar odasınına geçit veren dromos kullanılmamasıdır.
Toprak yığını altında kalan mezar odalarının yeri büyük boy tümülüslerde ortada, alçak tümülüslerde ise mezar soyguncularına karşı alınan önlemle merkezden uzak yerlerde olurdu.
Soylular için kentlerin dışında görkemli yığma mezarlar yapılırken, geniş halk kiltleleri için gösterişsiz mezarlar kullanılmıştır. Pazarlı halkı, ölülerini kalenin içindeki basit mezarlara, sırt üstü yatırarak gömmüşlerdi. Boğazköy halkı ölülerini yakıp, küllerini küpler içine koyarak gömmüşlerdi. Ayrıca Boğazköy’de çocuk mezarı olarak kullanılan bir vazo bulunmuştur. Bu Boğazköy ve Pazarlı’daki ölü külleriyle iskeletlerin tümü geç Frig dönemine aittir ve sürekli kent içine gömülmüşlerdir. Ancak Ankara’da yakılmış ölülerin küpler içinde gömüldüğü kent dışı mezarlar da bulunmuştur. Bu Ankara’da bugünkü Hacıbayram Camisi çevresindeki Frig kentinde yaşayan farklı halk sınıflarının varlığını gösterir.
Antik Önasya'da Ölü Gömme
Antik Önasya'da ölü ruhlarının "Ölüler Ülkesi"nde yaşamaya devam ettiği inancı çerçevesinde mezarlara yiyecek ve içecek bırakılmış, tütsü yakılmış ve ölenlerin adları belirli dinî törenlerde anılmıştır "Ölü Kültü" olarak adlandırılan bu işler, ölen kişilerin vârislerinin göreviydi Aile bireylerinin atalarının mezarlarına bıraktığı sunular ise mezar kültü olarak tanımlanmaktadır
Eski Önasya'da ölü ruhunun bedenden ayrılıp "Ölüler Ülkesi"ne gidebilmesi için cesedin gömülmesi gerektiğine, aksi hâlde ruhunun acı çekeceğine inanılırdı. Bir Orta Assur kudurrusu üzerinde "Cesedi gömülemesin, ruhu atalarının ruhuna kavuşamasın" diye bir beddua yer alır Krallar düşmanlarının atalarının mezarlarını yağmalayarak onların ruhlarına acı çektirmek istemişlerdir Fenike Kralı Tabnit, mezarını tahrip edecek kişilerin
ruhlarının huzur bulamamasını dilemiştir
Cesedin toprağa gömülmesi en eski çağlardan itibaren uygulanan bir âdettir Bilinen en eski gömmeler âdeti, hayvan kemikleri ve çiçek demetleri ile gömülen Neandertal insanına aittir Ölünün yakılıp küllerinin gömülmesi Anadolu'da MÖ 3 binyıldan itibaren uygulanmış, Hitit krallarının cenaze törenlerini anlatan metinlerde bu gömme tarzının ayrıntıları verilmiştir Yakma gömme sonraki dönemlerde de sürmüştür, Hindu ve Hıristiyan dünyasında da hâlen uygulanmaktadır
Eskiçağ'da ölüler giysileri ve kişisel eşyaları ile gömülmüş kralların öteki dünyada kullanması için mezarlara bırakılan eşyaların listeleri yapılmıştır Yakın zamana kadar çocukların boncuklardan oluşan ziynet eşyaları ile ya da bazılarının alyansları ile gömülmesi gibi uygulamalar sürmüştür Anadolu'nun bazı bölgelerinde ölüler nadiren yatağı ve yorganı ile birlikte gömülmektedir Hıristiyan dünyasında ölü hâlen giysileri ile, bazıları çok sevdiği eşyaları ile birlikte gömülmektedir.
"Ölü Bakımı"nın büyük bölümünü mezarlara belirli aralıklarla su ve yiyecek bırakılması oluşturmuştur Erken Sümer Kralı Urnammu'nun yeraltına inişini anlatan metne göre, ölüler yeraltı dünyasında pis su ve acı yiyecekle beslenmektedirler Gılgamış Des-tanı'na göre, bir ölü ruhunun öteki dünyada yiyip içtiği besinlerin miktarı ve kalitesi, oğullarının sayısı ile orantılıdır Kralların öteki dünyada tanrılar ile aynı sofrada yemek yediğine inanılmış, kral mezarlarına bırakılması gereken sunuların listeleri yapılmıştır.
Ölü ruhunun rahat etmesi için onlara düzenli aralıklarla su verilmesi gerektiği inancı doğrultusunda III Ur kral mezarlarından Urartu Çağı'na kadar "Libasyon Sunakları" inşa edilmiş, ya da toprağa açılan "Libasyon Çukurları" kullanılmıştır Odysseus'un açtığı bir çukurdan Hades'e çeşitli sıvı sunular yaptığını konu alan anlatılar ile çeşitli dönemlere ait mezarların yanında bulunan çukurlar da bu uygulamanın Eski Yunan ve Roma'da da sürdüğünü gösterir Ugarit'te mezar toprağına dikey gömülmüş halde bulunan pişmiş toprak borular, sunulan suyun mezarın içine akması için üretilmiş "Libasyon Boruları"dırsıvalı libasyon çukurları libasyon sunakları olarak nitelenmektedir Bu uygulama Hesiod'daki, Danaos'un kızlarının öldürdükleri eşleri için dipsiz çömleğe su doldurmaya mahkum edilişleri ile benzeşir Anadolu'da hâlen gömme sonrasında mezar üzerine su dökülmesi bu eski uygulamaların devamıdır Mezar üzerindeki çiçekler büyüsün, kuşlar içsin ya da ölünün ruhu rahat etsin diye mezarlara su dökülmekte, bazı yörelerde mezarların başına içi su dolu bir kap bırakılmakta ya da kesilen kurbanın kanı mezara dökülmektedirEski Önasya'da mezarların yakınlarına açılan çukurlara, gömme sırasında ve sonrasında belirli aralıklarla yiyecek bırakılmıştır
Çeşitli çağlara tarihlenen mezarların yanına açılan çukurlara anma törenleri sırasında kurban edilen hayvanların bir parçası bırakılmıştır Ölü gömme ve anma törenleri sırasında yenen toplu yemek olan "Ölü Yemeği", ölüler ile canlıların katıldıkları ortak yemek olarak tanımlanır Mezarlara ve mezar dışındaki mekânlara bırakılan çok sayıda pişmiş toprak kap ölü yemeği ile ilişkilidir III Ur sülalesine ait bir kurbanlık hayvan listesine göre Sulgi ve Ninlila'nın libasyon yerinin mutfağı vardır Ur kral mezarlarının girişlerinde bulunan kül katmanlarında hayvan kemikleri ile kap parçaları bulunan alanlar ile çeşitli mezarlıklarda açığa çıkartılan mutfak mekânlar Ölü yemeği Hititler'de "Taş Ev" de, Ugarit'te anıt mezar komplekslerinde yenmiştir Mezopotamya takvimine göre Abu(m) ayının 29 günü, ölüler için kurban sunulmuş ve ölü yemeği yenmiştir, aynı gelenek Tevrat'ta ve Eski Yunan'da da uygulanmıştır 18 yüzyıla kadar Orta Asya şamanist kavimleri de definden sonra belirli günlerde mezara içki ve yemek koyarak ölü yemeği yemişlerdir Bu gelenek yakın zamana kadar Arnavutluk'taki Hıristiyan mezarlarında yaşatılmıştır Bazı Anadolu köylerinde hâlen yılın belirli zamanlarında mezar üzerinde kurban kesilip kanı mezara akıtıldıktan sonra bir parçası mezar üzerine bırakılmaktadır Günümüzde bu gelenek ölünün ardından lokma dökülmesi ya da helva kavrulması şeklinde sürmektedir Anadolu'da hâlen yöre insanının kutsal saydığı yatır, türbe ve evliya mezarlarının başında kurban kesip dağıtılmakta, toplu yemek yenmekte ve mezara yemek bırakılmaktadır
Mezaratahıl serpme geleneği, bitkilerin her yıl sonbaharda yapraklarını dökmesi ve tohumların toprağa atılması ile tohumun ve doğanın ölmesi ve bu tohumun ilkbaharda yeni bir bitkiye can vermesi, dolayısı ile doğanın canlanması inancına bağlıdır insan da ölünce toprağa düşen bir tohum gibi yeni bir yaşama başlayacaktır Tahıl, Mezopotamya'da Tammuz, Suriye'de Ba'al, Mısır'da Osiris ritüellerinde kullanılmış, Anadolu'da Telipinu ve Attis, Fenike'de Adon, Eski Yunan'da Adonis (Roma'da Bacchus) ve Demeter ile israel yaratılış inancında Yahweh adı ile devam etmiş, Ortaçağ'da Harran'daki Sabîler Ta'uz için ağıt yakarak bu geleneği uzun süre yaşatmışlardır Mezarlara tahıl serpilmesi geleneği Eski Önasya'da yaygındır Hititler mezarlara tahıl bırakmışlar, Mısır'da mezarlara Osiris'in kil ve tahıldan yapılan figürinleri bırakılmış ve bu tohumların köklenmesi ile Osiris'in, dolayısı ile ölünün dirildiğine inanılmıştır Yakın zamana kadar Bursa'daki I Murat Türbesi'ne bırakılan kavrulmuş buğdayın ziyaretçilerce yenmesi, Ortodoks kilisesinde cenaze törenleri sırasında haşlanmış tahıl yenmesi, Anadolu'da bazı dağ köylerinde hâlen mezar üzerine buğday ya da yem serpilmesi, bu uygulamaların günümüze yansımasıdır
Eski Önasya'da ölü ruhunun yolunu aydınlatmak için mezarlara lamba bırakılmış ve cenaze törenleri sırasında meşaleler yakılmıştır Musevi ve Hıristiyan dünyasında da cenaze töreni sırasında ölünün yanında mum yakılması, İran'da yakın zamana kadar ölülerin meşaleler ve tütsülerle gömülmesi ve Anadolu'da bir kişinin öldüğü mekânda ruhu sevinsin ve rahat dolaşsın diye ışık yakılması ya da kötü ruhların ölüye yaklaşmasını önlemek için mezar yanında ateş yakılması, ölü ruhunun tanrıya ulaşmasını sağlamaya yönelik eski uygulamaların devamıdır"Tütsü Yakma" ölü ruhunun bedenden çıkarak bir duman gibi göğe yükselmesini ve ölü ruhlarının yeryüzüne gelerek dinî törenlere katılmalarını sağlamak için cenaze ve ölü anma törenlerinde uygulanmıştır istar'ın yeraltına inişini konu alan edebi metinde ruhlar tütsü kokusu ile yeryüzüne çağrılmış, tütsü su ya da bira ile söndürülerek ruhlar ve hayaletler yer altına geri gönderilmiştir Anadolu'nun bazı bölgelerinde hâlen mezar yanında yakılan ateşe içki dökülmesi ve kesilen kurbanın yağının bu ateşe atılması, fiamanist kavimlerin ölülerin ruhuna gitsin diye uyguladıkları ritüellerin devamı niteliğindedir Bazı bölgelerde hâlen şeytan gelmesin, gökten melekler insin diye ölü yanında tütsü yakılır; kiliselerde ve türbelerde yakılan tütsü ve mumlar yerle gök arasında iletişimi, böylece dileklerin tanrıya ve ölünün ruhuna ulaşmasını amaçlamaktadır "Ölünün adının anılması" cenaze sırasında ve sonrasında ölünün hatırlanmasına ilişkin törenlerdir Eski Önasya'da insanların ölüme değil, son baharda ölen ve ilk baharda dirilen tanrıların sembolize ettikleri yeni bir yaşama gidecekleri inancı doğrultusunda her yıl ölü ve bereket kültü çerçevesinde yas törenleri ve şenlikler düzenlenip tanrılar ve ölü ruhları için sunular yapılmış, tören yemekleri yenmiştir
MezoAbu(m) Bayramı, Sümer Çağı sonuna kadar hasat bayramı olarak kutlanmış, Emar'dan bir metne göre Eski Babil'de Abu(m) ayının 25-27-29 günlerinde tütsü yakılmıştır Anadolu'da hâlen ürünün bereketi için mezar başında kurban kesilip yenen haziran bayramı ile temmuz ortasındaki hasat bayramı, Ağustos ortasında ziyaretlere ve mezarlara sunular bırakılması ve ziyafetler verilmesi bu eski geleneklere dayanır.
Eski Önasya'da "Oda Mezar" sunuların konulduğu bir anıt mezar; sunuların bırakılması için mezarların yanına veya üzerine inşa edilen mekânlardan oluşan mezar kompleksleri ise "Kırın Ölü Sunu Evi" olaraknitelendirilmiştir
günlerinde cenaze ritüelleri kısmen mezarın kapısında yapılmış ve bu ayın 28 Yezidîler'in nisan ayının ilk çarşamba günü kutladıkları yeni yıl bayramı sırasında68 aile mezarlarının ziyaret edilmesi ve oradan geçenlerin yemesi için yiyecek bırakılıp yatırlarda ateş yakılması ile 6 Mayıs'ta kutlanan Hıdrellez sırasında türbelerin ziyaret edilmesi de, bu eski geleneklerin günümüze yansımalarıdır
Eski Önasya'da açığa çıkartılan anıtsal mezar komplekslerinin ölü ruhuna yapılan sunuların konması için inşa edildikleri düşünülmektedir.
Eski Anadolu'da Ölüm Gelenekleri
Kazılardan elde edilen bilgilere göre Anadolu’da ölülerle ilgili işlemlerin en yoğun olduğu dönem Hititlerin yaşadıkları çağlardır. Ancak, onların ölülerle ilgili tüm uygulamaları ve inançları kendilerinin yarattığı söylenemez. İ.Ö.2000 yıllarının çok gerilerine giden birtakım geleneklerden etkilenmeleri, onları komşu ülkelerden aldıklarını, kendi buluşlarına katmaları olağandır, doğaldır. Bugün, ölü gömme geleneğinin çağını kesinlikle belirleme olanağı yoktur. Ancak eldeki buluntular Anadolu uygurlığının gelişmiş dönemlerinde ölü gömmeyle ilgili epeyce ilerleme olduğunu gösterir.
Kimi yörelerde ölülerin evlerin içine, döşemelerin altına, kimi yerlerde höyüklere, kimi bölgelerde kuyu biçimli kazılmış yerlere, özel küplere, odacıklara, kimi kesimlerde de taştan oyulmuş yerlere gömüldüğünü gösteren kanıtlar vardır.
Yalnız Hititlerde üç türlü gömme yapıldığını biliyoruz. Toprak içine, küpe, taş kap içine ölü gömülürdü. Gene Hititlerde, eti yakılan ölünün kemiklerinin bir kaba doldurulup gömüldüğünü gösteren kanıtlar vardır.
“Hitit İmparatorluk devrine tarihlenen, içinde kral ve kraliçenin öldüğü zaman yapılan dini bir töreni anlatan çivi yazılı metinler ölü yakma geleneğini detaylı bir şekilde tarif etmektedir. Ondört gün sürdüğü anlaşılan törenin ilk gününde hayvanlar kurban edilmekte, ölüye içki ve yemek sunulmakta, tanrılar ve ölenin ataları için rahipler dualar okumakta, aralarında kıymetli madenlerden yapılma nesneler de bulunan ölü hediyeleri verilmekte, ölen ve tanrılar için ağıtlar yakılmakta ve cenaze yemeği yenerek ölünün heykeli etrafında dolaşılmaktaydı. Söz konusu hediyeler ve kurbanlar yakılarak ölüye sunulmaktaydı. Törenin ikinci gününde ölü bir araba üzerinde yakılacağı odun yığınının bulunduğu meydana götürülmekte ve o akşam yakılmaktadır. Ertesi sabah köz yığını bira ve şarapla söndürüldükten sonra kadınlar geride kalan kemik artıklarını külün içinden ayıklayarak kokulu yağ dolu gümüş bir kaba yerleştirip, ardından bir keten bezine bohçalıyordu. Metnin devamında kemik parçalarının bir masa üzerine yerleştirildikten sonra karşısına konan bir başka masada ölüyle yemek yendiğini anlatmaktadır. Kemikler daha sonra Taş Ev denilen bir yere götürülerek yatak üzerine yerleştirilmekte ve önüne bir lamba konmaktadır.”
Eskiçağlarda, ölülerin yakılması, yakılma işleminde özel törenler düzenlenmesi, Anadolu’da yaygın bir gelenekti.
Hititlerle ilgili uygarlık buluntuları arasında ölü küllerinin, ölü kemiklerinin saklandığı özel kaplar görülmektedir. Bundan Hititlerin kimi ölüleri yaktığı, kimi ölülerin yalnız etlerini yakıp, kemiklerini sakladığı, kimi ölüleri de boynundan diz kapakları arkasına uzanan bir bağla sımsıkı bağlayarak, çömelmiş gibi bir durumda gömdükleri anlaşılıyor. Bu gömme şekillerinden biri de Hoker durumudur. Hoker durumundaki ölüler sağ veya sol yanlarına yatırılmış olup, sırtüstü bırakılanları pek azdır. Pek azının başı altında yastık görevini gören ufak yassı bir taş bulunmaktadır. Ölülerin hoker şeklinde (dizin göğse, çeneye doğru çekilmesi ve dizin karına doğru çekilmesi) gömülmesinin bize göre nedeni uyku durumunu temsil etmesi ve ölümün de bir çeşit uyku olarak algılanmasıdır.
Hititlerde ölünün külleri kutsal sayılır, onlara karşı özel bir saygı gösterilirdi. Küllerin konduğu kap toprağa gömülürdü. Bu kaplar genellikle topraktan yapılmış küçük çömleklerdir. Öte yandan bu kül, kemik koyma kapları arasında tunç, başka türden alaşım kaplar da görülmüştür. Bu gelenek, maden kap yapma, Mezopotamya kaynaklıdır. Demek Hititler, bu alanda, komşu uluslardan birtakım inanç unsurları almakta sakınca görmemişlerdir. Bu durum inanç kaynaşmalarının kaçınılmaz bir sonucudur.
Hititler, ölen kralsa yalnız etlerini yakar, kemiklerini yağlarlar, güzel kokularla yıkıyarak özel bir kaba koyup gömerler. Onların gözünde kral kutsaldır, tanrısal niteliklerle donatılmıştır. Yine yukarıda dediğimiz gibi Hititler, kimi ölüleri diz çökmüş gibi boyundan, kollardan, diz kapakları arkasından bağlayıp gömerlerdi. Ölünün toprağa, ya da kendisine göre yapılmış özel küpe oturur gibi gömülmesi, dirilip yeryüzüne gelebileceği korkusundandı.
Frigyalılar da Hititler gibi ölülerine büyük saygı gösterirlerdi. Ölüler sırtüstü gömüldükten sonra üzerine bir tepe meydana getirecek şekilde toprak yığılırdı. Bu toprak yığınının altında bir mezar odası bulunur, ölünün yanında hediyeleri gömülürdü. Buradan Frigyalıların da Hititler gibi öldükten sonra dirilecekleri inancını taşıdıkları anlaşılıyor. Bu mezar biçimi çok uzun yıllar, Bizanslılara kadar sürmüştür.
Anadolu’da çeşitli gömme adetlerinin bulunması, bunun çağlarla ilgili olduğunu, etkilenme kaynaklarının başkalığıyla bağlantılı bulunduğunu göstermektedir. Bunun nedeni ise o çağlarda Anadolu’da yaşıyan toplulukların kendi bütünlükleri içerisinde ayrı birer uygarlık oluşturmalarıdır.
Yaşayan ölü düşüncesinin en büyük sonucu ölü hediyeleri, ölü yemeği ve içkisidir. “Ön tarih Anadolu’sunda, mezarlara hediye bırakmak, ölülere yemek, içki sunmak ve dünya işine yarayan eşyayı beraberinde götürmesini sağlamak adeti vardır.”
İncelenen Eski Anadolu mezarlarında hayvan iskeletlerine de rastlanmıştır; ancak bu iskeletlerin yenilebilen kısımları eksiktir. Bunlar da ölü gömülüp hediyeleri yerleştirildikten ve mezar kapandıktan sonra başlayan kurban merasimi ve ölü yemeği kalıntılarıdır. Ölü yemeğinde kurbanlar kesiliyor, yenilebilen yerleri yeniyor, baş ve bacakları da ölüye sunuluyordu. Bu hediyelerin yanında ölünün yanına öbür dünyada kendisine arkadaşlık etmesi için köpeğini de gömme adeti vardı.
Eski Anadolu inançları yukarıda da belirttiğimiz gibi animist unsurlar taşır. Buna göre “ruh, arada bir gövdeye gelir girer, mezarda ölü dirilirmiş. Bu yüzden ölüye, onun kemiklerine sövmek büyük suç sayılırdı.”
Peki bir kişi öldüğünde onun ruhu ne olmaktadır? “Hitit ölü ritüellerinde, bir Patili rahibi tanrılara ölü ruhunun nereye gittiğini sorar. Tekrar tekrar yöneltilen sorulara verilen cevaplar ise oldukça ilginçtir: O, sedir ormanları evine gitti. O, oraya gitti. O, şuraya gitti veya buraya gitti. Yedinci kez sorulduğunda tanrılar: Anne onun elinden tuttu ve ona refakat etti şeklinde cevap vermektedir. Bu ifade bir taraftan ölü ruhunun ata kültü gereği ataların ruhlarıyla birleştiğini gösterirken, diğer taraftan da annenin ölü ruhuna refakat etmesiyle bu yolculuğun kolay bir yolculuk olmadığını vurgulamaktadır. Daha önce ölmüş olduğu için anne yeraltı dünyasını belki de daha iyi tanımakta ve bu nedenle ölü ruhunu ölüler diyarına götürmek üzere elinden tutmaktadır.”
Ancak yeraltı dünyasına inen ruh bazı durumlarda yaşayanları ziyaret edebilir: “Hititlerde, özellikle zorla ve haksız yere öldürülmüş olan insanların ruhları ve kendilerine kurban sunulmayan, öfkeleri yatıştırılmamış ölü ruhlarının birtakım yollar bulup insanların dünyasına sızarak onları rahatsız ettiklerine inanıyorlardı. Ayrıca bu ruhların insanlara rüyaları aracılığıyla gözüktüğüne, hatta onlarla karşılaşmanın insanları kirlettiğine inanılmaktaydı.”
Eski Mezopotamya'da Ölü Gömme Geleneği
Eski Mezopotamya uygarlıkları totemizmin izlerini halen taşımaktaydı: "Sümerlerin pek eski hükümdarlarının hayvan adını taşımaları ve ekserisinin hayvani şekillerde tahayyül ve tasvir edilmiş olmaları, totemizm devrinin hâlâ yaşıyan bir telakkisi gibi izah olunabilir. Kiş krallarından bir çoğunun ismi, köpek, kuzu, akrep, kartal gibi hayvan isimleridir."
Bu totemist kalıntıların bu uygarlıkların ölüm ve ruh düşüncesini etkilemiş olduğunu varsayabiliriz. Nihayet cennet ve cehennem inancının ilk olarak ortaya çıktığı varsayılan Mezopotamya uygarlıklarının cehennem hakkındaki tasavvurları bu kalıntılar hakkında bize bilgi vermektedir: "Toprak altında, Apsu uçurumunun ilerisinde, dönüşü olmayan ülke bulunuyordu, buraya girerken yedi kapıdan geçmek ve her birinde bir örtüsünü bırakmak lazımdı. Son kapıdan geçen artık ebediyen hapis kalırdı. İştar bile oradan çıkamamıştır. Yalnız Enkidu, özel bir izinle gelip cehennemi tasvir etti. Karanlık ülkede ruhlar karma karışık olup, toprak ve çamurla beslenirlerdi, en talihli olanların yatakları ve temiz suları vardı."
Ruhların cehennemde de dünyadaki gibi, daha doğrusu insanlar gibi beslendikleri varsayılmaktadır. Yine kozmolojilerinde bu kalıntıları görmekteyiz. "Tanrılardan başka, Utukku adı verilen iyi veya kötü cinler vardı. İyi olanlar kanatlı ve insan başlı boğa şeklinde tapınak kapılarında bekçilik ederler, insanları korumak için de görünmez olarak yanlarında bulunurlardı... Kötü cinler ise bilhassa mezar bulamamış ve merasimleri yapılmamış ölülerdi. Tanrılara bile saldırdıklarından bir defasında Sin in ışığını saklamışlardı."
Cehenneme Arallu derler ve ışıksız, karanlık bir ülke olarak tasvir ederlerdi. "Arallu denilen karanlıklar ülkesinde canavarlar sürüsü ve ölümlerinde son gömülme ritüellerinden yoksun kalmış talihsiz ruhlar çirkin kuşlar biçiminde dolanıp dururlardı."
Ölümünden sonra bedenden ayrılan ruh Babil mitolojisine göre "kartal ya da başka bir kuş biçimine girip göğe yükselir."
Ölümden sonra (eğer kral veya kraliyet ailesinden bireyse) ölen için insan kurbanı oldukça yaygın bir gelenekti. "Ölen kimsenin yakınları, askerleri, karısı, cariyeleri, hayvanları da beraber gömülürdü." Bunun nedeni ölen kişinin öbür dünyada da bu dünyadakine benzer bir hayat sürdüğü ve ölen kişinin öbür dünyada da rahat etmesidir. Yine kazılarda ortaya çıkarılan mezarlar incelendiğinde, ölen kişiyle beraber, günlük eşyalarının da gömüldüğünü görüyoruz: "naaşların başuçlarına veya elleri arasına vazolar, avadanlıklar, gerdanlık, bilezik ve küpe gibi ziynet eşyaları konulmuş olduğu görülmüştür. Anlaşıldığına göre bu eşyalar, müteveffanın onları öteki dünyada kullanması için konuluyorlardı. Bu gösteriyor ki, Ön Sümerler, öldükten sonra bir nevi hayat başladığına inanıyorlardı."
Mezopotamya nın ilkel uygarlıklarında mezarlar kum içerisine açılırken daha sonraki yıllarda mezarlar tuğladan inşa edilerek üzerleri bir kümbetle kapatılmaya başlanmıştır. Ancak bu mezarların biçimi ölenin sosyal ve ekonomik konumuna göre değişebilmektedir: "Fakirler, mustatil bir kovukta tabutsuz olarak yatırılmışlardır. Yanlarında kaba keramikler vardır. Burjuva sınıfına ait cenazeler ise, pişmiş topraktan mamul beyzi bir kap içine konulmuşlardır. Yanlarında birçok eşya ve müzeyyenat vardır. Zenginlerin mezarlarına gelince, bunlar tuğlalarla örülmüş, kümbetli müstatil birer mahzen şeklindedir. Bu mahzenlerde toprak vazolar, çanak ve çömlekler, eşya ve aletler, renkli taşlardan, altın ve gümüşten mücevherler, ziynet eşyaları bulunmuştur.
Mezopotamyalılar ölenin ardından yas da tutarlardı. Bu konuda Gılgamış Destanı ndan bilgi edinebilmekteyiz. Arkadaşı Enkidu nun ölümüne çok üzülen Gılgamış: "Gözünü yokladı (Enkidu nun); fakat Engidu, artık gözünü açmadı. Kalbini yokladı; kalbi atmadı... duyduğu acıdan arslan gibi bir sayha kopardı. Tıpkı yavruları aşırılan dişi bir arslan gibi. O, Engidu nun yüzüne kapanıp saçlarını yoldu ve ortalığı dağıttı. Güzel elbiselerini parçalayıp yerlere fırlattı..."
Destanın başka bir yerinde de yasla ilgili olarak şöyle deniliyor: "Seni (Gılgamış Enkidu nun cenazesine sesleniyor) rahat yatakta yatıracağım. Evet, seni haşmetli bir yatakta rahat ettireceğim. Selamet olan bir makamda. Solumda bulunan bir makamda seni oturtacağım. Yeryüzünün bütün hükümdarları senin ayaklarını öpsünler. Senin için Uruk halkına ah ve figan ettireceğim; mesut kimselere etrafında matem tutturacağım, ve ben, senden sonra vücudumu murdar bir hale getirip, senin için kendimden geçeceğim. Sırtıma bir aslan postu atıp çöllere düşeceğim."
Eski Mezopotamya da ağıtçı kadınların bulunduğunu ise Gılgamış ın şu sözlerinden anlıyoruz. "Beni dinleyin! Siz, ihtiyarlar, beni dinleyin! Ben Engidu için ağlıyorum. Arkadaşım için. Ağıtçı kadınlar gibi acı sızı döküyorum."
Ruhun ölümden sonra nereye gittiği konusunda ise Gılgamış Destanı nda şunlar yazmaktadır. "Eceli ile öleni gördün mü? -Evet gördüm. Gece yatağında uyuyup su, soğuk su içiyor. Harp meydanında öleni gördün mü? -Evet gördüm. Ana ve babası onun için uğraşıyorlar. Karısı da onun için çalışıyor. Cesedi kırda bırakılmış (mezara gömülmeyen) olanı gördün mü? -Evet gördüm. Onun ruhu yeraltı aleminde uyuyor. Ruhu ile kimsenin alakadar olmadığını gördün mü? -Evet gördüm. Hayvanlara yedirilen tencere kazıntısı ve sokağa atılan yemek artıkları onun gıdasıdır."
Eski Mezopotamya uygarlıklarının Anadolu uygarlıklarını etkilediği muhakkaktır. Mezopotamya uygarlıklarından, örneğin Babil mitolojisine ait birçok söylence Hititçeye de tercüme edilmişti. Ölüm, ruh ve dini anlayışlarının da Anadolu yu etkilemediği düşünülemez.
Hristiyanlıkta Ölü Gömme Geleneği
İncil e göre ilk insan, Adem ve Havva cennette yaşarken ölümsüzdüler; ancak şeytanın kandırması sonucu ilk günahı işlediler ve cennetten kovuldular: "Bunun için, nasıl günah bir adam vasıtası ile dünyaya girdiyse, böylece ölüm de bütün insanlara geçti, çünkü hepsi günah işlediler." "Zira günahın ücreti ölümdür." Buna karşılık, Hıristiyanlık, daha baştan öteki dünyadaki yaşama dayalıdır. İncillerde ebedi hayata kavuşmanın formüllerinden sık sık söz edilir. Örneğin Yuhanna İncili nin 3. babında "Baba oğulu sever ve her şeyi onun eline vermiştir. Oğula iman edenin ebedi hayatı olur" demekte ve ebedi hayatın İsa yı sevmekten ve onu dinlemekten geçtiğini söylemektedir.
Hıristiyanlığa göre bir kişi öldüğünde, önce papaz ve ardından da vaftiz ailesi çağrılır ve sonra üzüntülerini belirtmek, yardımcı olmak amacıyla komşular ölü evini ziyaret ederler. Ölü kefene sarılmadan önce usullere uygun bir şekilde yıkanmalıdır. Ölen, bir diyakon ya da papaz ise, onu papazlar yıkarlar. Ölünün vücudu kefenlendikten sonra bir tabuta konur ve tabut dört kişi tarafından, papazlar ve diyakonların söyleyecekleri ilahilerin eşliğinde kiliseye kadar taşınır. İlahilerden biri "üyelerimizden birinin aramızdan ayrılışıyla" diye başlarken, bir diğeri "Ey havarilerin lordu -efendisi- onlar senin yüce merhametine güvenerek öldüler: Ve yine senin merhametin ve şefkatinle günahlarından arınacaklar..." bir başkası, "En sonunda gelerek ölene yeniden can verecek olan Yüce Kurtarıcımız, Kutsal İsa..." diye başlar. Mezar hazırlandıktan sonra, onun başında ayin ve cenaze töreni yapılır. Sonra herkes ölü evine gidip orada bir şeyler yedikten, üzüntülerini tekrar belirttikten sonra evlerine dönerler.
İkinci gün, ölü için yeniden bir tören yapılır ve ölünün akrabaları, kilisenin kapısında fakirlere yiyecek dağıtırlar. Üç gün boyunca komşular yas evine üzüntülerini bildirmeye sürekli olarak gelirler. Üçüncü gün de papaz sabah saat dörtte Qurbana yapmadan önce, yanında ölüye çok yakın bir kadın olmak üzere mezarlığa gider ve ölen kişinin mezarını tütsüler. Bu, tıpkı kadınların İsa nın mezarını ziyaret etmesine benzer. Herkes, ölünün sevdiklerinin mezarları üzerine de ateş yakar. Bu Paskalya Gecesi İbadeti nin bir parçası olarak yerine getirilen, anlamlı bir adettir. Yasta olan kişiye "Tanrı size ve ölünüze huzur versin ve ölünüzün yüzü Tanrı nın nuru ile aydınlansın..." diye teselli verilirken, mezarlar üzerine ışıklar yakılması ile amaçlanan ölünün ruhunu aydınlatmak, böylece ona huzur vermektir. Bazı yörelerde mezarlara yiyecek de konur ve bunun yapıldığı yerlerde, yiyecekleri ve lambaları koyabilmesi için, mezarların kenarına küçük hücreler yapılır. Bu adet, Büyük Perhiz den bir önceki perşembe günü yerine getirilir ki, bu büyük gün "Tüm Ruhların Günü"dür.
Hititlerde Ölü Gömme
Hitit devrinde Anadolu halkı genelde ölülerini gömmekteydi. I. Hattuşili vasiyetinde şöyle yazmaktadır: "Cesedimi yıka, gerektiği gibi. Beni göğsüne bastır ve göğsünde tutarak beni toprağa göm…" Ancak imparatorluk döneminde Hitit kral ve kraliçelerinin öldüklerinde yakıldıklarına dair metinler de bulunmaktadır. Arkeolojik veriler Orta ve Güneydoğu Anadolu’da erken Tunç çağından başlayarak ölü gömme ve ölü yakmanın birlikte varolduğunu göstermektedir.
Eldeki metinler Hititlerin ölüleri yakma törenleriyle Homeros’un aktardığı Troyalı Hektor un cenaze töreni arasında büyük benzerlikler ortaya koymaktadır.
O. R. Gurney’in saptadığı bu benzerlikler şöyle özetlenebilir:
1) Cenaze yakılır,
2) ateş içeceklerin dökülmesiyle söndürülür,
3) kemikler yağa bandırılır ya da yağla kaplanır,
4) kemikler keten bezi ya da iyi bir giysiyle kaplanır,
5) küller taş bir odaya yerleştirilir,
6) şölen yapılır. Törenlerin bu denli benzeşmesi Troyalılarla Hititler arasında varolmuş olan güçlü bir kültürel bağa işaret etmektedir.
HİTİTLERDE ÖLÜLER KÜLTÜ
İnsanların fiziksel beden ve ruhtan oluştuğu düşüncesi büyük olasılıkla Hititler’de de vardı ve ruhun ölümden sonra da varolduğu ve yeraltına gittiği düşünülmekteydi. Hatta burada ölüye annesinin yol gösterdiği de düşünülmekteydi. Muwatalli’den sonraki tabletlerde de ölüm gününün “anne günü” diye anılması bu ilişkiyi göstermektedir.
Ruhlar insanlara ancak rüyalar vasıtası ile gözükmekteydi. Bunu dışında da ruhların ziyareti olasıydı. Özellikle kendilerine kurban sunulmayan ya da haksızlık sonucu öldüğü düşünülen kişilerin ruhları yaşayanları sık sık rahatsız etmekteydi.
Tabletlerden ölülere kurban sunulduğu da anlaşılmaktadır. Ancak tabletler genelde krallardan sözettiği için bunun doğal olduğu düşünülebilir, çünkü kral öldükten sonra tanrı oluyordu ve tanrıya kurban sunmak gerekliydi. Bunun yanında halktan kişilerin de ölüye kurban sundukları bilinmektedir. Bu ölüleri yatıştırmak için olduğu gibi , Hitit ianaçlarına göre günahlar babadan oğula/kıza geçtiği için (aynı inanç Yunan mitolojisinde de vardır), günahlardan kurtulma amacıyla da olabiliyordu.
“ Hititçe kelime haznesinde, şimdiye kadarki bilgimize göre ‘düşünmek’ fiilinin olmadığına da değinmek gerekecektir. Öyle anlaşılıyor kii hititlerde ‘düşünmek’ insanın bizzat kendi ruhuyla konuşması, onunla diyalog kurması şeklinde ifade edilmiştir. “
Hititlerde ölü gömme adetleri zaman içinde farklılaşmıştır. Eski İmparatorluk çağında ölüler olduğu gibgi gömülürken daha sonraları yakılma ve küplere ya da taş sandık mezarlara gömme adeti uygulanmıştır.
En önemli cenaze karal ya da karaliçenin ölümü dolayısıyla yapılmaktadır.
«Eğer Hattuşaş’ta büyük bir hadise olursa,yani kral ve kraliçe tanrı olursa» etiketini taşıyan ölü metinleri ele geçmiştir. Bu metinlere göre kral veya kraliçe tanrı olunca, büyükler onun için ağlamaya başlardı. Hemen bir sığır kurban edilir ve ruhu için de şarapla içki kurbanı takdim edilirdi. Aynı günü akşamında yine bir keçi kesilir ve mevta bir arabaya konularak hususi surette kurulan bir çadıra götürülürdü. Burada tekrar kanlı kurban ve içki kurbanı yapılırdı. Bundan sonra tablet kırılmıştır. Fakar başka bir metinde ertesi günü ihtiyar kadınlar kızgın bir ateşi şarapla söndürdüklerine göre, ölü geceleyin yakılmaktadır. İhtiyar kadınlar ateşten kemik bakiyelerini toplayarak bunları içleri yağla doldurulmuş çömleklerin içine koymakta ve balahere bu kapları mabedde, belki de Yazılıkaya’nın küçük galerisindeki hücrelerde muhafaza etmekte idiler. “
Bu tür törenlere büyücü anlamındaki yaşlı kadının da eşlik ettiği olmaktaydı.
Ölüye sunulan eşyalar da çok zengin eşyalar olmayıp bazı süs eşyalarıydı.
Urartularda Ölü Gömme
Urartular’ın ölülerini nasıl defin ettiklerini ne yazılı lere ne de resimsel anlatımlara aktarmamışlardır. Gelenekler veya yapılan törenler kendileriyle beraber geçmiş zamana gömülmüşlerdir. Bizim bu konudaki bilgilerimiz arkeolojik kazılarda ve yüzey araştırmalarında elde ettiğimiz sonuçlarla açıklanmaktadır.
Urartular ölülerini, ya yakarak/kremasyon ya da yakmadan ceset gömme/inhumasyon olarak defin etmişlerdir. Kremasyon gelenekte, cesedin yakılması sonucu arta kalan kemikler urne adı verilen kaplara doldurularak gömü işlemi gerçekleştiriliyordu. Urneler ya kaya mezarlarındaki nişlere veya direk toprağa açılan çukurlara yanlarına destekler konularak gömülüyordu. Küpe, kolye veya mühür gibi sunular urnenin içine bırakılıyor, tunç kemer gibiler ise urnenin yanına gömülüyordu. Ceset gömüler ise değişik türde yapılmış mezarlara defin ediliyordu. Ölenin ekonomik gücü mezar mimarisinin tipini belirliyordu.
Urartu geleneğindeki mezar tipleri:
1. Mezarlıkta toprağa açılan çukurlara gömü;
Van - Dilkaya’da, Van Kalesi Höyük’te, Kalecik Kalesinde ve Ayanis Kalesinin doğusundaki mezarlık alanlarında ortaya çıkarılmıştır. Cesetler çukura hoker tarzında yatırılıyor ve yanlarına da basit sunular bırakılıyordu.
2. Taş sandık mezar;
Toprağa açılan çukurun etrafının yassı taşlarla örülmesi ve üstününde sal taşlarıyla kapatılmasından oluşur. Van-Dilkaya’da, Çavuştepe ve Giyimli’de, Bingöl Karlıova Suçatı nekropolünde ve Harmantepe’de bulunmuştur. Hoker tarzında yatırılan cesetlerin yanına sunular bırakılmıştır.
3. Küp veya Pitos Mezarlar;
Harmankaya, Suçatı ve Van Kalesi Höyükte ortaya çıkarılmıştır. Cesetler, toprağa dik gömülen küplerin içerisine, yanlarına veya yakınlarına sunular bırakılıyordu. Suçatı küp mezarında kırılmış ve kullanılmaz duruma getirilmiş tunç kemer ve tunçtan yayvan bir sunu kasesi ile fibulalar ele geçmiştir.
4. Kaya Mezarları;
Urartu mezar geleneğinde en önemli yeri bu tip mezarlar alır. Urartu topraklarında kayalık tepelere kurulan kalelere veya yakınlarındaki kayalara oyularak yapılan bir veya çok odadan oluşan mezarlardır, özellikle beyler veya krallar için yapılmışlardır. Anadolu’nun her tarafında uzun yıllar kullanılan kaya oda mezar geleneğini Urartular başlatmışlardır. Van Kalesi’nde, Varto Kayalıdere’de, Erzurum Umudumtepe’de Tercan Şirinlikale’de, Palu Kalesinde, İran-Bastam’da, Tutak Atabindi ve Dayıpınarı köylerinde ve Doğubeyazit Kalesinde en güzel örnekleri görülebilir. Kaya Mezarları kayaya oyularak yapılan tek veya çok odadan oluşurlar. Duvarlarında nişler bulunur veya sunu çukurları ve sekilere yer verilmiştir. Doğubeyaziteki mezar iki katlı ve cephesinde iki insan ve bir sunu keçi’nin işlendiği kabartma yer alır. Van Kalesindeki Horhor veya Argişti Mezar cephesinde Urartulara ait en uzun kitabe yazılmıştır.
5. Taş Oda Mezarlar;
Yönetici sınıfın oturduğu kalede veya hemen yakınında kayalık alan yoksa toprağın açılmasıyla oluşan geniş çukurlara düzgün işlenmiş taşlardan yeraltı odası veya odaları yapılmıştır. En güzel örneklerini Erzincan Altıntepe’nin güney yamacına mezar terasında görüyoruz. Diğer örnekler, Doğubeyazit Tanıktepe Köyünde Patnos Kamışlı Köyü ve Van Dilkaya Höyükte bulunmaktadır.
6. Urne Mezarlar;
Yakılan cesetlerin geriye kalan kemiklerin konulduğu omzunda delikler bulunan 60-70 cm. arasında değişen yüksekliklerdeki kaplardır. Bunlar ya direk toprağa, kaya yarıklarına veya kaya mezarlarındaki duvarlara oyulmuş nişlere bırakılmaştadır. Örnekleri, Patnos Atabindi kaya mezarı, Van Kayalıklarının güneydoğu tarafındaki küçük boyutlu kaya mezarı ve Şirinlikale mezarlarıdır.
Antik Yunanda Ölü Gömme
Ölülere, toprağın insanları ve Demeter in halkı adı verilir. Aynı şekilde ölülerle ilgili görülen yılan, hem bereket sembolü hem de ölülerin bir simgesi ve somutlaşmasıydı. Hellenler öncesinde ölüleri yatıştırmak için onlara insan kurban edildiği de olmuştur. Klasik devirde ise ölülere karşı ikili bir tavır takınılmıştır. Birincisi, ata ruhlarına dindarca bir saygı, ikincisi, her çeşit hastalık ve afetin taşıyıcısı olarak hortlaklardan korkmak.
İbadetlerin özellikle mezarlar etrafında yoğunlaşması Yunan dininin en önemli ve belirleyici özelliğidir. "Birer anıt haline gelen mezarlar, hazineler ve her çeşit ev eşyasını içermektedir. Mezarlara kurbanlar sunulur, ölülerin mezarlarında ikamet ettiklerine, gölgelerinin de Hades ülkesine gittiğine inanılırdı. Bu ülke bir ceza ve ödül ülkesi olmayıp, bu hayatın sadece hayalet biçiminde devamıdır."
Yunanlılarda ölülerin ruhları yılan, kuş ve özellikle kelebek biçiminde betimlenirdi. Nitekim Yunancadaki psykhe sözcüğü hem kelebek, hem ruh anlamındadır.
Yunanlılar ölümden sonraki yaşam hakkında birbirine karşıt düşüncelere sahip olmuşlar ve bunları bağdaştırmak için hiç uğraşmamışlardır. Ölüler yerin altında yaşamayı sürdürürler, onların torunları ve çocukları da kutsal armağanlar sunarak bu yaşamı hoş bir hale getirmeye çalışırlardı. Tanagralı sanatçılar, yaptıkları ve sundukları küçük heykellerle ölüleri mutlu etmeye çalışırlardı. Ancak ölüme karşı bu bakış açısı ölenin peşinden yas tutulmayacağı anlamına gelmezdi. "İlk çağda, Yunanistan da cenaze başında veya gömülme törenlerinde ağlamayı meslek edinmiş kadınlar vardı. Sözde derin acı duyuyormuş gibi yaparak, elleriyle üstlerini, başlarını yırtarak bu ağlayıcılar bir ağızdan yas ilahileri söylerlerdi."
Antik Yunan'da ölüm ve ölü gömme törenleri
Türkiye Eskiçağ Bilimleri Enstitüsü Yayınları`ndan çıkan Eski Yunan`da Ölü Gömme Gelenekleri isimli kitap eski Yunanlılar`ın inançları ve geleneklerine ilişkin önemli bilgiler veriyor
Antik Yunan`da ölüm ve cenaze
Her insan ayrı bir dünyadır, içinde farklı iklimler, renkler, sesler, anılar barındıran. Doğadaki her şey gibi insan da ölümlüdür. Yaşar, biriktirir, âşık olur, acı çeker, sever, sevişir, umut eder, savaşır, üretir ve günün birinde yaşanmışlıklarını da alarak yanına, ilerler bilinmezlikler ülkesinin derin uçurumlarına doğru. Geride kalanlar, bilinmezlikler ülkesinin kapısından geçen yakınları için ağıtlar yakarlar, ayrıntıları inançlarıyla belirlenmiş törenlerle uğurlarlar onu. Çünkü insan hayatı değerlidir ve hayatın, yaşayan hiç kimsenin gidip görmediği bir karanlıkta yitişi, geride kalanlara acı verir.
İnsanlar milyonlarca yıldır ölüm yolculuğuna çıkan yakınları için cenaze töreni düzenliyor. Henüz modern insanın yani Homo Sapiens`in yeryüzünde belirmediği zamanlarda bile ölülerin çeşitli seremonilerle gömüldüğüne dair arkeolojik kanıtlar var. Robert Zemeckis`in yönettiği ve başrollerini Michael J. Fox`la Christopher Lloyd`un paylaştığı Geleceğe Dönüş / Back to the Future filminin kahramanlarından biri olsak ve zaman makinesine dönüştürülmüş otomobilin koltuklarından birine oturup günümüzden 60 bin yıl öncesine gitsek, dünyanın en eski cenaze törenlerinden birine şahit olma şansımız olabilirdi. Bu cenaze töreninin mekânı günümüzde Irak sınırları içinde bulunan ve Paleolitik Çağ`ın en önemli yaşam alanlarından biri olan Şanidar mağarası. 1957 yılında yapılan kazılarda arkeologlar bu mağaraya gömülen yaşlı bir adamın üzerine çiçek polenleri serpildiğini tespit etti. Belli ki ölümün bir son olmadığına inanan Taş Devri insanları bile ölümle kucaklaşan sevdiklerinin yaşam ısısını kaybetmiş bedenlerini rastgele toprağa bırakmıyor ve onlar için cenaze töreni düzenliyorlardı.
İnsanların öldükten sonra yeraltı Tanrısı Hades`in karanlık ülkesine göç ettiğine inanan eski Yunanlılar`ın ölü gömme gelenekleri ve ölüm sonrasına ilişkin düşünceleri, onlarca kitaba konu olabilecek kadar zengindir. Ancak, Antik Yunan`da ölü gömme gelenekleri üzerine çalışan Yrd. Doç. Dr. Bilge Hürmüzlü bu geniş konuyu küçücük bir el kitabına sığdırmayı başarmış. Halen Isparta Süleyman Demirel Üniversitesi Arkeoloji Bölümü`nde öğretim üyesi olarak görev yapan Hürmüzlü`nün Türkiye Eskiçağ Bilimleri Enstitüsü Yayınları`ndan çıkan Eski Yunan`da Ölü Gömme Gelenekleri isimli kitabı, arkeolojiye ve antik çağ kültürlerine meraklı okuyucuların ilgisini çekecek bir çalışma. Batı Anadolu ve Yunanistan`daki nekropolis kazılarından elde edilen veriler ve antik kaynaklar dikkate alınarak hazırlanan kitapta, eski Yunanlılar`ın kullandığı mezar türleri, ölü gömme şekilleri, gömü gelenekleri ve cenaze törenleri hakkında bilgi veriliyor.
Yunan tarihinin en erken dönemlerine tekabül eden Protogeometrik ve Geometrik dönemlerde ölülerin bazen kent dışındaki mezarlık alanlarına, bazen de yerleşim sahasının içine gömüldüğünü öğreniyoruz Hürmüzlü`nün kitabından. Herhalde çocukların daha çok korunmaya ihtiyacı olduğu düşüncesiyle çocuk ve bebekleri genellikle yerleşim içine defnediyorlarmış. Kent kültürünün geliştiği M.Ö. 8. yüzyılın ortalarından itibarense, ölülerle yaşayanların dünyası birbirinden ayrılmış ve mezarlıklar tamamen şehir dışına taşınmış.
Hem kremasyon (cesedin yakılması) hem de inhumasyon, (ölünün beden bütünlüğünün korunarak defnedilmesi) eski Yunanlılar tarafından kullanılan gömü biçimleriydi. Yazar kitabında, kremasyon uygulamasına başvurulmasının nedenini şu ifadelerle açıklıyor: `Antik dönem inancında et ve kasların, psykheyi (=ruhu) yaşayanların dünyasına bağladığına ve hayaletlerin arasına girmesine engel olduğuna inanılırdı. Kremasyon, et ve kasları hızlıca yok etmek, dolayısıyla da ruhu serbest bırakmak için uygulanan bir yöntemdir.` Yakılan cesetten arta kalan kül ve kemikler urne adı verilen seramik kaplara yerleştirilir ve bu kap ölü hediyeleriyle birlikte toprağa gömülürdü. Yakma işlemi de nekropolislerde bu iş için ayrılmış çukurlarda yapılırdı. Eski Yunan dünyasında çocuk ve bebek cesetlerine kremasyon yönteminin asla uygulanmadığı yazar tarafından belirtiliyor.
Ölünün vücut bütünlüğünün korunduğu durumlarda lahit, sandık mezar, pithos, kiremit mezar ve basit toprak mezar gibi mezar türleri kullanılabiliyordu. Aşağı yukarı aynı kültürel özelliklere ve inançlara sahip Hellenler`de bu kadar değişik mezar türünün olması, geleneklerdeki ve ekonomik durumdaki farklılıklarla açıklanıyor. Örneğin basit toprak mezarlarda (cesedin herhangi muhafaza içine alınmadan direkt toprağa gömüldüğü mezar türü) bulunan ölü hediyelerinin basitliği, bu tür gömütlere sadece fakir insanların defnedilmiş olabileceğini düşündürüyor.
İnsanların pithos adı verilen devasa boyutlu küplere konduktan sonra gömülmelerinin de yaygın olduğunu öğreniyoruz kitaptan. Bu gömü biçiminde ceset, henüz soğumadan pithosun içine yerleştiriliyor ve ardından pithos, ölü hediyeleriyle birlikte gömülüyordu. Ölülerin büyük küpler içinde gömülmesi, Anadolu`da geçmişi M.Ö. 3. binyıla kadar giden bir uygulama.
Özellikle Likya ve Karya bölgesinde yaygın olan anıtsal mezar yapıları, Klasik ve Hellenistik dönemler boyunca kullanım gördü. Payeli mezarlar ve kaya mezarlar olarak iki kısma ayrılabilecek olan anıtsal mezarların en ünlüsü Karia`da bulunan ve payeli mezar türüne dâhil olan Mausoleum`dur. Payeli mezarların özelliği bir podyum üzerinde yükselmeleri ve bir tapınak ya da lahit biçiminde tasarlanmış olmalarıydı.
Mezar yerlerinin belirlenmesi için farklı yollar kullanıyordu eski Yunanlılar. Bazen gömütün üzerinde bir stel, bazen de bezemeli bir vazo yerleştiriyor, kimi zaman ise üzerine toprak ya da çakıl taşı yığarak mezarın yerini belirgin hale getirmeyi seçiyorlardı. Arkeolojik verilerden ölünün gömülmesinden sonra mezarlık alanında bir ölü yemeği düzenlendiği de anlaşılıyor.
Sadece arkeolojik buluntular değil, antik çağa ait yazılı kaynaklar ve Yunan vazolarındaki betimlemeler de dönemin ölü gömme törenleri hakkında bilgi veriyor. Başta Homeros`un İlyada ve Odysseia destanları olmak üzere antik kaynaklardan öğrenildiğine göre, prothesis ve ekphora olmak üzere iki bölümden oluşuyordu cenaze törenleri. Ölüye saygı gösterilmesi anlamına gelen prothesis, kişinin ölümünden mezarlığa getirilmesine kadar geçen süre içinde düzenlenen yas törenlerini ifade ediyor. Ekphora ise mezarlıkta yapılan defin merasimini anlatmak için kullanılan bir kelime. Antik Yunan`da toplum tarafından sevilen ve sayılan önemli kişilerin ölümünün ardından `cenaze oyunları` ile at ve araba yarışları düzenlendiği de biliniyor.
Antik Roma Ölü Gömme Adetleri
Antik mezarlıkların bize gösterdigi kadarıyla ölüler sehri esitlikçi bir yer degildir. Ölümün arkeolojik ve antropolojik incelemesi bizlere ölülere yaklasımın statü gösterimleri ile yakından iliskili oldugunu bizlere göstermektedir. Bir Roma mezarlıgı anıtsal mousoleumlar, cenotaphia (bahçeli mezarlar) ya da resmi devlet mezarları, columbarialar’daki (urneler için nisleri olan mezarlar) gösterisli gömüleri ve kentin alt tabakaları için toplu gömülerin yapılacagı katacompları içermektedir. Roma döneminde de ölüm, basit bir olay olarak algılanmamıs, cenaze törenlerine ve adetlerine büyük önem verilmistir. Ünlü Romalıların ölümlerinde uygun bir cenaze töreni yapılmıs, ölü maskeleri ve cenaze nutukları gibi çesitli uygulamalar ile ölüye verilen deger gösterilmeye çalısılmıstır.
Köleler ve suçlular dahil Romalıların tümü gömülme hakkına sahiptiler. Mitolojiye göre Styx ırmagında ruhları Hades’e götüren kayıkçı Charon bile gömülmemis bir kisinin ruhunu tasımayı reddediyordu. Roma’da gömülmeden bırakılan kisiler çok agır suçlar islemis olanlardı. Bu tür suçlardan bir tanesi kendini asarak intihar edenlerdi. Ancak bu tür bir uygulama ile cezalandırılan suçlar zaman içinde de degisiklik göstermis ve örnek olarak kendini asarak intihar etmek girisimi Tiberius zamanında eger uygun bir gerekçe var ise tam tersi bir muamele görmüs ve onurlandırılmıstır. Gömülmeme dısında bir baska cezalandırma ise cesedin tanınamayacak hale getirilmesidir. M.Ö. 87 yılında Cinna ve Marius’un terör esen dönemlerinde öldürülen senatörler vahsi hayvanlara ve köpeklere parçalattırılarak kimliklerinin tespiti imkansız hale getirilmistir. Roma’ya karsı ayaklanan gladyatör Spartaküs ve arkadaslarının kilometrelerce boyunca yol kenarlarındaki çarmıha gerilmis cesetlerinin çürüyene kadar çarmıhlarda bırakılması bu tür sıra dısı uygulamalara en bilinen örneklerden birisidir.
Romalıların kremasyon, inhumasyon ve ölü gömme islemlerinin sehir dısında yapılmasını ifade eden ‘hominem mortuum in urbe ne sepelito neve urito’ gibi ifadelerle ortaya konulmustur. Kent dısına gömmenin hijyenik nedenlerden çok dönemdeki inançların etkisiyle oldugu düsünülmektedir. Yunanlar gibi Romalılar da ölü ve yasayan arasındaki sınırların oldukça geçirgen olduguna inanmıslardır. Onlara göre Hades’e gitmis olan bir ruh bir amaçla (örnegin intikam için) dünyaya gelebiliyordu. Ruhların çesitli vesilelerle huzura erdirilmeleri önemliydi çünkü Romalılar ölünün gittigine ama aralarından ayrılmadıklarına inanmaktaydılar. Romalıların, ölüm ve sonrası ile ilgili inançları hakkında bilgiler almak için dönemin heykel, resim, mozaik, rölyefleri ile yazılı eserleri gibi pek çok veri bulunmaktadır.
Roma dünyasının pek çok kültür ile kaynasması ve daha sonrasında Hıristiyanlık dininin imparatorlukça kabulü ile inanç alanında büyük bir degisim yasaması ölü gömme adetlerinin de degisimler geçirmesine neden olmustur. mparatorlugun bünyesinde yasayan topluluklarda çok dogal ve bazen de baskın bir metot olarak tercih edilen kremasyonun yerine öncelikle Roma ve talya’da olmak üzere inhumasyonun tüm imparatorlukta baskın ölü gömme adeti hale gelmesi bu duruma en iyi örneklerden bir tanesidir. Ancak inhumasyonun baskın hale gelisinin tek nedenini de inanç ile açıklamak da kesin dogru kabul edilemez. Romalılar ölümden sonra bir hayatın olduguna ve kisinin bu hayatın daha soluk bir benzeri olan gölgeler içinde ölen kisinin hayatını sürdürdügüne inanmıslardır. Ölüm ve ölen kisi Roma uygarlıgının her döneminde saygı görmüs ve ölüye gerekli saygıyı göstermek için çesitli törenler yerine getirilmistir. Ancak antik dönemde büyük büyük bir cografya kaplayan Roma uygarlıgının her yöresinde aynıadetlerin sıkı sıkıya uygulandıgını düsünmek dogru olmayacaktır.
Eski Tunç Çağı Ölü Gömme
Küp mezarlar :
Mezar tipleri içinde Anadolu da Erken Tunç Çağı halkının çoğunlukla küpleri tercih ettiğini anlamaktayız. Cesetler bu dönemde pithoslara gömülmüştür , bu da daha kalıcı ve orda yaşayan halkın barınma özelliklerine bağlı , nitelikli olarak pithoslara gömüldüğü düşünülmektedir. Ölü hediyeleri arasında günlük kapların yanı sıra ,özel törenler için kaplarda konulmuş. Cesetler küp içine hoker tarzda yerleştirilmiş ve ölü hediyesi bırakılmış. Küplerin genelde ağız ı doğuya gelecek şekilde dipleri ise batıta bakar şekilde toprak içerisine hafif yatık biçimde gömülmüşlerdir. Küplerin ağzı plaka veya daha küçük taşlar ile kapatılmıştır. Bunun amacı mezar soygunlarını önlemek ve ölülerin içeriden çıkıp dünyaya dönmesini engellemek düşüncesi ile konulmuş olabilir. Küpler içinde özellikle bir kısmında ,birden fazla ölü gömülmesi, küplerin yerinin önüne konulan ve yüzeyden görülebilecek taş veya bir toprak yığını ile yerinin belirlendiği düşünülmektedir. Bazen bir pithos da 6 adet iskelete bile rastlanılmıştır.
Oda mezarlar : Küp mezarlar yanında sandık mezarlarda kullanılmıştır. 30 ayrı merkezde sandık mezar geleneğine rastlanılmıştır. genel olarak Taş sandık mezarlar plaka taşlardan yapılmış ve üzeri düz sal taşları ile kapatılmıştır. Taş sandık mezarların benzerlerine bazen kerpiçten yapılmış şekliyle rastlanılmıştır. Taş sandık mezarlara genelde tek gömü yapılmıştır ancak ikili veya üçlü gömülerede rastlanılmaktadır.
Oda mezarlar genelde yaygın olmasada 9 ayrı merkezde tespit edilmiştir. Taştan örülen duvarların üstü ahşap ile örtülmüştür. En önemli olanı Alacahöyük tür. Ölü gömme törenleri ile ilişkili olarak Alacahöyük Oda mezarları bize çok iyi bilgi vermektedir. Alacahöyük te ölü gömme geleneği il ilgili bir tören düzenlendiği ve bıurada bir kurban törenin yapıldığı anlaşılmaktadır. Kurban edilen hayvanın eti dışarıda yenilmiş ve kalan kafatasları ve sırt kemikleri belli bir düzende mezara yerleştirilmiştir.
Ölü gömme geleneğinde , yemek ile ilgili Girnevaz da da ele geçen kapların içindeki yemek atıklarından yola çıkılarak burada da bir ölü yemeğinden söz edilmektedir. Burada da kurban töreninden sonra bir takım yiyeceklerin mezara bırakıldığı anlaşılmaktadır.
Erken Tunç Çağı ölü gömme törenleri hakkında daha sonraki dönemlere ait olan Hitit metinlerinden daha detaylı olarak ip uçları vermektedir. Hitit dönemindeki bazı textlerde , ölü için yapılan bir takım kurban törenlerinden bahsedilmektedir. Bir metinde ekmeklerin bir altar üzerinde pişirildiği ve koyun kurban edildiği anlatılmaktadır. Birbaşka metinde fırında kurban edilip pişirilen kurbandan bahsedilmektedir. Boğazköy den çıkartılan bir Hurrice metinde Salaşu ritüelinde bir kurban çukuruna bağlı bir dinsel anlatım söz konusudur. Ayrıca tanrı Nerik i sakinleştirmek için kurban törenlerine ait kurban çukurlarından bahsedilmektedir. Hattuşa daki bir ritüel tasvirinde 9 adet kurban çukurundan bahsedilmektedir. Kuş , Koyun , ekmek , küçük heykelcikler bırakıldığı anlatılmıştır. Bir başka metinde Katapa şeklinde söylenen bir kült yerinde kral ve kraliçenin yaşamını sürdürmesi için bir çukur açıldığı anlatılmış.
Orta ve Geç Tunç Çağı Ölü Gömme
Bu dönemde ölü gömme geleneği Erken Tunç Çağı dan büyük bir farklılık göstermez. Yaygın mezar türleri yine basit toprak , taş sandık ve küp mezarlardır.
Taş sandık mezarlar içinde , çömlek ve kompozit mezarlara rastlanılmıştır. Çoğunlukla hoker tarzda gömülmüşler ve bazı mezarlarda yarıyarıya yakılmış insan kemiklerine rastlanılmakta. Ölü hediyesi olarak miken kaplar , tunç silahlar ve takılar şeklinde görülmektedir.
Taş Sandık mezar yapma geleneği İç Anadolu da Ilıca ve Gordion da görülmüştür
Tolos mezar: Çoğunlukla dromoslu olarak yapılır. Oda mezar türünde inşaa edilmelerine karşın mezarın üzeri kubbe şeklinde bir planla kapatılmıştır. Bunlar Ampul , Basit daire , daire şeklindedir.
Orta Tunç Çağda Küp mezarların olduğu yerler : Alacahöyük , Karahöyük , Acemhöyük , Gordion , Boğazköy , Ferzant/Büten (Alacahöyük yakınında) , Uluçayır (Eskişehir) , Kazankaya , Köşkerbaba (Malatya da yer alır burada O.T.Ç ait tek bir küp mezar tespit edilmiş. Ağzı bir çanak parçası ile kapatılmıştır. Hamuru açık rengidir , rengi astar , mavi ve kırmızı ile bezenmiştir.
Orta Tunç Çağda basit toprak mezarların görüldüğü yerler: Alişar , Kazankaya , Alacahöyük , Gordion , Ilıca , Osmankayası , Karaoğlan , Polatlı , Boğazköy , Gedikli , Tilmenhöyük , Kazane(Şanlıurfa) ve Girnevaz da görülür.
Orta Tunç Çağda Oda mezarlar: Anadolu da bu dönemde çok az sayıda rastlanılmıştır. Daha çok İç ve Doğu Anadolu bölgesinde görülmüştür.
ESKİ TÜRKLERDE ÖLÜM VE ÖLÜM GELENEKLERİ
Şamanist Türkler ölümün kötü ruhlardan kaynaklandığına inanırlar. Altay Türklerine göre, yeraltı dünyasının Tanrısı Erlik yeryüzüne gönderdiği görevlileri aracılığıyla insanların ruhlarını alarak hayatlarına son verirdi. Yakutlara göre ise ölüm, ruhun kötü ruhlar tarafından kapılıp yenmesidir. Bu ruhlar ise daha önce ölen atalarının serserice yeryüzünde dolaşan ruhlarıdır.
“Eski Türkler can ve ruh mefhumunu genel olarak tın (yani nefes) kelimesiyle ifade etmişlerdir.” Ancak genel olarak “insanın ölürken canının bir kuş gibi uçup gittiği varsayılır: Orhun Kitabeleri’nde ölmek; uçmak, uçup gitmek olarak anlatılmıştır. Herhangi birinin ölümünden söz ederken ölmek kelimesi yerine kuşu uçtu ifadesi kullanılırmış.”
Eski Türkler, ölen kişinin ruhunun, şaman tarafından özel bir merasimle yeraltı dünyasına götürülünceye kadar evde dolaştığına inanırlar; çünkü onlara göre ölü çevresinde olup bitenden haberdardır. Bu yüzden akrabalarına zarar verebileceği düşünülen ölü, merasimlerde etkisiz hale getirilmelidir.
Türklerin ölülerini nasıl gömdüklerine gelince en sağlıklı ve eski bilgileri Çin kaynaklarından edinebilmekteyiz: “Çin kaynaklarına göre, Türk uluslarında aşağı yukarı aynı devirlerde çeşitli gömme adetleri görüyoruz: yakma, ağaca asma, toprağa gömme.”
Gök Türkler “ölüyü çadıra korlar. Oğulları, torunları, erkek-kadın başka akrabası, atlar ve koyunlar keserler ve çadırın önüne sererler. Ölü bulunan çadırın etrafında at üzerinde yedi defa dolaşırlar. Kapının önünde bıçakla yüzlerini kesip””kanlı gözyaşı dökerler”. Bu töreni yedi defa tekrar ederler.”Sonra belli bir günde ölünün bindiği atı, kullandığı bütün eşyasını kendisiyle beraber ateşte yakarlar; külünü belli bir günde mezara gömerler. “İlkbaharda ölenleri sonbaharda, otların ve yaprakların sarardığı zaman gömerler. Kışın veya güzün ölenleri çiçeklerin açıldığı zaman (ilkbaharda) gömerler. Defin gününde ölünün akrabası, tıpkı öldüğü günde yaptıkları gibi, at üzerinde gezer ve yüzlerini keser, ağlarlar.”
Mezar üzerinde kurulan yapının duvarlarına ölünün resmini, hayatında yaptığı savaşların tasvirini yaparlar. Türklerde bulunan bu balbal geleneğine uygun olarak “ölü” ömründe bir adam öldürmüş ise mezar üzerine bir taş korlar” “İnanışa göre, bir adamın öldürdüğü kimse veya kimseler, cennette öldürenin hizmetçileri olacaklardır””Gömülme işi bittikten sonra, ölünün atları kesilerek yenirdi ki, bu da Türk kavimlerinde görülen yuğu aşı veya ölü aşı geleneği idi” Bu atların ve kurban edilen koyunların kafaları ise kazıklara asılırdı.
Oğuzların defin törenleri de Gök Türklerin defin törenlerinden farklı değildi. “IX. yüzyıl Oğuz boylarının defin töreni Gök Türklerin defin törenlerinden farksız olduğu İbn Fadlan’ın verdiği malumattan anlaşılmaktadır. Oğuzların defin törenlerini İbn Fadlan şöyle tasvir ediyor: Onlardan biri hastalanırsa köleler ve cariyeleri bakar; ev adamlarından hiç kimse hastaya yaklaşmaz. Haneden uzak bir çadır dikip hastayı oraya korlar; iyileşince yahut ölünceye kadar çadırda kalır. Yoksul ve köle hastalanırsa onu kırlara bırakıp giderler. Onlardan biri ölürse ev gibi büyük bir çukur hazırlarlar. Ölüye ceket giydirirler, kuşağını kuşandırır, yayını yanına korlar; eline nebiz dolu tahta kadeh tutturup önüne de nebiz dolu bir tahta kap korlar. Bütün mal ve eşyasını bu eve /çukura/ doldurup ölüyü buraya oturturlar. Sonra çukurun üzerine topraktan kubbe gibi döşeme yaparlar. Atlarından, servetine göre, yüz yahut iki yüz, yahut bir baş at keserler, etlerini yerler. Başını, derisini, ayaklarını ve kuyruğunu sırıklara asıp – bu onun atıdır. Bununla cennete gider derler. Bu ölü hayatında adam öldürmüş ve cesur bir kişi ise öldürdüğü adamlar sayısı kadar ağaçtan suret yontarlar; ve mezarın üzerine korlar. Derler ki – bunlar uşaklarıdır, cennette ona hizmet edecekler.”
Oğuzlar dini inanışlarının tesiri ile suya girmiyorlardı; çünkü “bütün Türklerdeki köklü bir inanışa göre, su kutludur ve arıdır. Yıkanmak kutlu ve arı olan suyu kirletmek ve böylece büyük günah işlemek demektir. Bu ise uğursuzluğa ve felakete sebep olur.”Bu yüzden Oğuzlar ölülerini yıkamazlardı.
Altaylı Türkler ise cenaze törenlerini şu şekilde yaparlardı: “Altaylı öldükten sonra dul kadın, ceset yurtta kaldığı müddetçe kocası için ağlamak mecburiyetindedir. Defin işi gizlice ve hiçbir merasim yapılmadan icra edilir. Altaylılar ölülerini umumiyetle dağ üzerindeki gizli yerlerde toprağa gömerler. Ölü tam giyinmiş vaziyette mezara konur ve yanına, yol için bir torba yiyecek de yerleştirilir. Zenginler birlikte binek atı da gömerlermiş. Ölünün dört değnek üzerine kurulmuş iskeleye yerleştirilmek suretiyle defni adeti Altay’da ancak bazı yerlerde tatbik edilirmiş, ben buna ancak Soyonlar arasında rastladım. Ancak ölü gömüldükten sonra akraba ve komşular yurtta toplanarak ziyafet tertip ederler. Geri kalanlar, ziyafetten sonra yurdu şamanlara temizlettirerek başka bir yere naklederler. Ağaç kabuğundan ve kütüklerden yapılmış olan yurtlar, aileden birinin ölümü üzerine terk edilerek olduğu yerde bırakılır ve aile kendisine başka bir yerde yeni bir yurt yapar.”
Eski zamanlarda Uygurlar ölüyü yakarak gömerlerdi: “O çağlarda cesedi gömerken yeni elbise giydirilip kazılan mezarın içine sedir yapılıp, sedir üzerine kamıştan yapılmış hasır serilip, üstüne ceset konurmuş. Cesedi gömmeden önce büyük törenler düzenlenirmiş. Mezarın yanına ölen kişinin öz geçmişini anlatan, oyularak yazılan abide taş dikilirmiş. Kağan ölürse eşiyle birlikte gömülürmüş. Cesedin konulduğu çadırın etrafında yedi defa dolaşılır, bıçak ile alınlarını çizip kan akıtarak ağlarlarmış.”
Yine Uygurların cenaze merasimleri hakkında en iyi bilgileri Çin kaynaklarından edinebiliyoruz. “Miladi 518 yılında Çinli gezgin Huy Sing ile Sun Yong, Luo Yang’dan yola çıkıp 519 yılında Odun’a (Hotan) gelmişler. Orada gördükleri hakkında yazmış oldukları Luo Yang ibadethane Hatıraları adlı kitabının beşinci bölümünde Odun (Hotan)’daki cenaze törenlerinden şöyle bahsetmektedirler: Ölen adamın cesedi ateşte yakılır, cesedin külü yere gömülür. Sık sık anmak için yanına put dikilir. Ağıt yakanlar saçlarını kesip, yüzünü boyarlar. Kağanın cesedi ateşe verilmez, tabuta konularak uzak ıssız yerlere gömülürdü. Sık sık anmak için mezarın yanına put hane yapılır.”
“Orta Asya’da, Hunlar’ın ve Gök Türkler’in egemenliği devirlerinde, daha iptidai basamaklarda bulunan boylardan bazıları ölülerini tabutlara koyup ağaçlara asarlardı. Bu uluslar arasında Moğollar’dan Hıtay (Kidan)’lar, Şveyler, Türkler’den Dubo (Tuba)’lar vardı. Bu adet Yakutlar’da XVIII. yüzyıla kadar devam etmiştir. Bazı haberlere göre Kırgızlar’da bu adet vardı. Müslümanlıktan sonra Kırgızlar bu adeti bırakmışlardır. Bununla beraber Kırgızlar’da bu adetin hatırası olarak defin törenine süyök kötürü derler ki, harfiyen kemik kaldırma demektir.”
Eski Türklerde “ölünün mezarına, et, süt gibi yiyecekler, silahı ile ölünün atı binilmeye hazır halde mezara gömülürmüş. Mezarın başında bir at kurban edilip eti yendikten sonra ise ölenin evi ve arabası tahrip edilirmiş.”Bütün bunlar ölenin ruhunun gideceği dünyada; yoksul, silahsız, yalnız ve güçsüz kalmasını önleyerek geri dünyaya gelip yaşayanları rahatsız etmemesini sağlamaktır.
Eski Türklerde ayrıca mezarlara bayrak asma geleneği vardır. “Bu gelenek, Anadolu’da da görülmüştür. Özellikle evliyaların ve büyük kişilerin mezarlarında. Mezarlara bazı Türkler bayrak veya bez asmışlar; daha eski proto- Türk geleneklerini saklayan Türkler ise, at perçemli tuğlar asmışlardır. Bazıları da, yalnızca ölü veya yas evine asmışlar.”
Eski Türkler ölülerine “aş vermeyi” en önemli görev sayar ve yoğ töreni dedikleri törenler düzenlerlerdi. İlk çağlarda aş doğrudan doğruya ölüye verilir, yani mezarına konulur veya dökülürdü. İslamiyet’in Türkler arasında yayılmasından sonra bu tören “sevabını ölü ruhuna bağışlamak üzere fakirlere yemek, helva vermek” şeklini almıştır.
“Anlaşılıyor ki aş törenini en eski devirlerden beri din ayrılıklarına bakmadan bütün Türk ulusları devam ettirmişlerdir. Bu törenin en iptidai şekli ormanlı bazı Altay oymaklarında görüldüğü gibi doğrudan doğruya ölünün kendisine aş-yemek vermek olmuştur. Sonraları ölünün ruhuna ateş tanrısı vasıtasıyla göndermek, kurban sunmak, daha sonraları ölünün ruhunun da iştirak ettiği tasavvur edilen ziyafetler tertip ederek kurbanlar kesmek şeklini almıştır. Bu ziyafetler ulusun ve boyların kültür seviyeleri ve servetleriyle mütenasip olarak gelişmiş, çok zengin boylarda muhteşem bayram şeklini almıştır.
Eski Türklerin yas tutup tutmadıklarına gelince “Eski Türklerin en başta Orta Asya uluslarının yas tutma adetlerine dair Çin kaynaklarında bazı kayıtlar bulunmaktadır. Bu kayıtlara göre, yas tutanlar bağıra çağıra ağlarlar, yüzlerini parçalarlar, keserlerdi.” Bunlara “sağıtçılar (Ağlayıcılar)” denirdi.
“Orhon yazıtlarında Kül Tegin ve Bilge Hakan’a yapılan matem törenlerinin tasvirlerinden anlaşıldığına göre, Gök Türkler yas tutarken saçlarını, kulaklarını… keserler, feryat ederek ağlarlardı. Kül Tegin için yapılan yastan bahsederken Bilge Hakan şöyle diyor: Çok yaşlandım. İki şad, küçük kardeşlerim, yeğenlerim, oğullarım, beylerim ve ulusumun gözleri, kaşları berbat olacak diye kaygılandım. Bilge Hakan’ın oğlu, babası için diktiği yazıtta şöyle diyor: …bunca kavim saçlarını ve kulaklarını biçtiler.
Türklerin yas geleneklerinden biri de elbiseleri ters giyinmedir. “Altay dağlarında yaşayan Kuznitsk Şamanist Türk göçebelerinin kadınları yas tutarken elbiselerini yedi gün ters giyerler.
YAHUDİLİKTE ÖLÜM VE ÖLÜM GELENEKLERİ
Yahudilikte ölümün sebebi ilk günahta aranır. Çünkü bundan önce insan ölümsüzdü. Tevrat’ın ilk bölümü olan Tekvin’in 2. babının 16. ve 17. ayetlerinde şöyle denir: “Ya Rab Allah, Adama (Adem’e) emredip dedi: Bahçenin her ağacından istediğin gibi ye. Fakat, iyilik ve kötülüğü bilme ağacından yemeyeceksin. Çünkü, ondan yediğin günde mutlaka ölürsün.” Tevrat’ın Tesniye bölümünün 30. babının 15. ayetinde, Yehova, Yahudi toplumuna şöyle seslenir. “Bak bugün senin önüne, hayatla iyiliği ve ölümle kötülüğü koydum.”Bunu izleyen ayetlerde de, “Tanrıyı sevip O’nun yolundan yürümenin ve O’nun koyduğu kurallara uymanın olabildiğince yaşamaya, tersine davranmanınsa “ölüm”e yol açacağı anlatılır. Demek ki, “günah” Adem’den sonra da Tevrat’a göre ölüm nedeni olarak görülmektedir. Hezekiel bölümünün 18. babının 30. 31. 32. ayetlerinde şöyle denmektedir. “Bundan dolayı ey İsrail Evi, size herkese kendi yollarına göre hükmedeceğim. Rab Yehova’nın sözü: Dönün ve kendinizi bütün günahlardan döndürün ve kötülük size helak (ölüm) getirmesin. İşlemiş olduğunuz günahların hepsini üzerinizden atın. Ve kendinize yeni yürek, yeni ruh sağlayın. Niçin ölesiniz ey İsrail Evi? Çünkü ölenin ölümünden ben hoşnutluk duymuyorum. Öyleyse (günahtan) dönün de yaşayın.”
Yahudilikte ölüler insanüstü bir güç ve bilgi edinirler, ruhlar (elohimler) haline gelirler.Eski İbrani inançlarında da “ölüler” elohimler (ruhlar) haline gelirler ve insanüstü bir güce erişirler, her şeyi bilirler, ölmekle tüm bilgiye ulaşmışlardır.”Yahudilikte, ölülere yüklenen bu kutsallık günlük hayat içerisinde birçok pratiklere yansır: “Mezarlık anahtarları, zor doğumları kolay kılar. Mezar taşlarının üzerindeki donmuş çiğ damlaları bayılma hastalığına tutulmuş bir çocuğu iyileştirir. Ağır hasta olan bir çocuğun yaşayıp yaşayamayacağı 24 saat boyunca burada yatırıldıktan sonra anlaşılır.”
Yahudilikte ölüye yüklenen bu kutsallık yanında ölü ve ölüm tabu sayılır. Ona dokunulmaz. Bir ölüm olduğunda nasıl davranılacağını Tevrat şu şekilde açıklamaktadır: “Herhangi bir insan ölüsüne dokunan yedi gün murdar olacaktır; üçüncü günde ve yedinci günde kendisini onunla tathir edecek ve tahir olacak; fakat üçüncü günde ve yedinci günde kendisini tathir etmezse, tahir olmayacak. Bir ölüye, her hangi bir insan cesedine dokunan ve kendisini tathir etmeyen adam Rabbin meskenini murdar eder; ve o can İsrail’den atılacaktır; murdarlık suyu onun üzerine serpilmediği için murdar olacaktır; onun murdarlığı daha kendisindedir. Şeriat şudur: Çadırda bir adam öldüğü zaman, çadıra giren her adam ve çadırda olan herkes yedi gün murdar olacaktır. Ve üzerinde örtüsü bağlı olmayan her açık kap murdar olacaktır. Ve kırda kılıçla öldürülmüş olana, yahut bir ölüye, yahut insan kemiğine, yahut kabre kim dokunursa yedi gün murdar olacak. Ve murdar adam için, yanmış saç takdimesi külünden alacaklar; ve onun üzerine bir kaba akar su konulacak; ve tahir bir adam zufa otunu alıp suya batıracak ve çadır üzerine ve bütün kaplar üzerine ve orada olan adamlar üzerine ve kemiğe, yahut öldürülmüş adama, yahut ölüye, yahut kabre dokunanın üzerine serperek; ve tahir adam murdar adam üzerine üçüncü günde ve yedinci günde serpecek; ve yedinci günde onu tathir edecek; ve esvabını yıkayacak ve suda yıkanacak ve akşamleyin tahir olacaktır. Fakat murdar olup kendisini tathir etmeyen adam cümhurun arasından atılacaktır, çünkü Rabbin makdisini murdar etmiştir; onun üzerine murdarlık suyu serpilmemiştir; murdardır. Ve bu onlara ebedi kanun olacaktır; ve murdarlık suyu serpen adam esvabını yıkayacak; ve murdarlık suyuna dokunan adam akşama kadar murdar olacaktır. Ve murdar adamın dokunduğu her şey murdar olacaktır; ve ona dokunan adam akşama kadar murdar olacaktır.”
Yahudilikte ölen kişi “şeol” denen başka bir dünyaya gider. Ruhu ise mezarda kalır. Tevrat’a göre ölüm ruh anlamına gelen soluğun alınmasıyla meydana gelir: “Yüzünü gizlersin, onlar şaşırırlar: Soluklarını alırsın ölürler, ve topraklarına dönerler.”
“Yahudilikte cenaze gömüldükten sonra matemli kimse yedi gün evde kalıp taziyeleri kabul eder.”
HIRİSTİYANLIKTA ÖLÜM VE ÖLÜM GELENEĞİ
Hıristiyanlığa göre bir kişi öldüğünde, önce papaz ve ardından da vaftiz ailesi çağrılır ve sonra üzüntülerini belirtmek, yardımcı olmak amacıyla komşular ölü evini ziyaret ederler. Ölü kefene sarılmadan önce usullere uygun bir şekilde yıkanmalıdır. Ölen, bir diyakon ya da papaz ise, onu papazlar yıkarlar. Ölünün vücudu kefenlendikten sonra bir tabuta konur ve tabut dört kişi tarafından, papazlar ve diyakonların söyleyecekleri ilahilerin eşliğinde kiliseye kadar taşınır. Mezar hazırlandıktan sonra, onun başında ayin ve cenaze töreni yapılır. Sonra herkes ölü evine gidip orada bir şeyler yedikten, üzüntülerini tekrar belirttikten sonra evlerine dönerler. İkinci gün, ölü için yeniden bir tören yapılır ve ölünün akrabaları, kilisenin kapısında fakirlere yiyecek dağıtırlar. Üç gün boyunca komşular yas evine üzüntülerini bildirmeye sürekli olarak gelirler. Üçüncü gün de papaz sabah saat dörtte Qurbana yapmadan önce, yanında ölüye çok yakın bir kadın olmak üzere mezarlığa gider ve ölen kişinin mezarını tütsüler. Bu, tıpkı kadınların İsa’nın mezarını ziyaret etmesine benzer. Herkes, ölünün sevdiklerinin mezarları üzerine de ateş yakar. Bu Paskalya Gecesi İbadeti’nin bir parçası olarak yerine getirilen, anlamlı bir adettir. Yasta olan kişiye “Tanrı size ve ölünüze huzur versin ve ölünüzün yüzü Tanrı’nın nuru ile aydınlansın…” diye teselli verilirken, mezarlar üzerine ışıklar yakılması ile amaçlanan ölünün ruhunu aydınlatmak, böylece ona huzur vermektir. Bazı yörelerde mezarlara yiyecek de konur ve bunun yapıldığı yerlerde, yiyecekleri ve lambaları koyabilmesi için, mezarların kenarına küçük hücreler yapılır. Bu adet, Büyük Perhiz’den bir önceki perşembe günü yerine getirilir ki, bu büyük gün “Tüm Ruhların Günü”dür.
İSLAMİYETE GÖRE ÖLÜM VE ÖLÜM TÖRENİ
İslamiyet’e göre ölünün ardından ağlamak, yas tutmak doğru değildir; çünkü ardından ağlanan ölü kabirde rahat edemez, kabir azabı görür. Peygamber ölünün ardından yas tutmakla ilgili şu hadisi söylemiştir. “Başına, yüzüne vuran, üstünü başını yırtan, cahiliyetteki gibi ağıtlarla yas tutan, bizden değildir.” Ancak kadınların ölen kocalarından sonra yeniden evlenmeleri için geçecek süre anlamında yas kabul edilmektedir. Bununla ilgili peygamber şöyle demiştir. “Allah’a ve ahirete inanan bir kadına üç günden çok ölü yası tutması (süslenmesi anlamında) helal olmaz, meğer ki ölen kocası ola. İslamiyet’te mezarlara yalvarmak, mezarları türbe haline getirmek hoş bir davranış olarak görülmez.
ÖLÜM SONRASI
Taziye
Ölünün yakınları, komşuları, akrabaları tarafından ziyaret edilerek teselli edilirler. Taziye üç gündür; ancak uzakta olanlar daha sonra da taziyeye gelebilirler. Bu süre içinde komşular yemek yaparak ölü evine getirirler.
Antik Çağda Ölü Gömme ile İlgili Terimler
Abaton- Heroon: Öldükten sonra tanrılaştırılmış ya da yarı tanrılaştırılmış olan, daha çok “kent kurucu” kişilerin girişe kapalı olan kutsallaştırılmış mezar alanı.
Alabastron: Sıklıkla alabasterden yapılan ve parfüm için kullanılan kulpsuz vazo
Amphora: Özellikle şarap ya da yağ olmak üzere sıvıları taşımak ve depolamak için kullanılan iki kulplu kap,
Anthesteria: anthesterion ayında (şubattan marta kadar) düzenlenen yıllık festival
Aoros: genç ölen kişi
Aponimma: muhtemelen cenaze sonrasında mezara bir suyolu kazma ile gerçekleştirilen suyla ilgili bir tören
Ardanion: ölünün evinin dışına konulan bir kase su
Arkosolium : (lat.Arcus:kemer, solium: taht mezar) özellikle katakomblarda bulunan mezar biçimi, üstü kemerli mezar
Aryballos: Yağ, koku ve benzeri şeyler için kullanılan küçük küresel bir kap
Ataphos: gömülmeden bırakılan kişi
Autocheir: intihar
Barathron: Atina’da lanetlenmiş suçluların cesetlerinin atıldığı çukur
Biaiothanatos: intihar ya da katil (yazıda ‘şiddetli bir ölüme sebep olan kişi’)
Bomos : Kurban sunağı
Bomos: kaide, sunak; nekropolis yazıtlarında lahitlerin konduğu kaide olarak geçer
Choai: ölüye sunulan içecek
Chous: çok genç bir çocuğun mezarına konulan küçük bir testi
chytroi (çanaklar) adı verilen üçüncü günde ölünün mezarlığı terk ettiği ve eski evlerini ziyaret ettiği düşünülmesi.
Çanaklar mezarlara konan meyveleri içermektedir.
Cippus : Bir mezarı veya mezarlık sınırını belirleyen, ucu sivriltilmiş taş ya da ahşap bir işarettir ki, bu mezarın kendiside olabilir. Arkeolojide, içine kül konulmayan mezar veya mezar üstüne yerleştirilen çeşitli şekildeki taslardır.
Columbarium: içine urnelerin yerleştirildiği nişler. Mezar odalarının duvarları içine veya kayaların yüzeyine açılarak vücuda getirilen mezarlıklardır.
Daimon: Doğaüstü varlık. Bazen de ölüye öteki dünya yolunda rehberlik eden rehber ruh
Danake: (aynı zamanda naulon) Ölüyü taşımakla görevli Charon için kayık ücreti
Demetrioi: orijinal olarak ölüler için genel kullanılmış bir kelime. Muhtemelen Eleusis’teki Demeter’in gizemine giren kişiler için ayrılmış bir terim olabilir.
Demosion Sema: “İnsanların Mezarı”. Atina’nın batı yakasında Dipylon Kapısından Akademi’ye doğru giden büyük tören yolu
Deuteropotmos: (aynı zamanda hysteropotmos) : ölü olarak ilan edildikten sonra tekrar canlanan kişi ( ‘iki kadere sahip’ ya da ‘ikinci kaderli’ )
Dexiosis: Yunan sanatında el sıkışmanın modern bir gösterimidir. Hades’te tekrar birleşmeyi tasvir ettiği düşünülmektedir.
Diobletos (aynı zamanda makarites) :kahramanlaştırılmış ya da yakın zamanda ölmüş kişilere özel olarak kullanılan bir kelime (yazıda ‘kutsanmış’)
Dromos: Mezar yapılarında mezara geçisi sağlayan dar uzun geçide verilen ad
Eidolon: ölmüş kişinin dünya üzerinde, rüyalarda ya da Hades’deki bir görüntüsü
Ekei: Ölülerin dünyası
Ekphora: ölü bedeninin gömülmek üzere mezarlığa taşınması
Enagismata: ölüye sunulan yiyecek ya da daha genel olarak ölü için sunulan besin
Enata: (aynı zamanda ennata) : ölü ya da gömüden sonraki dokuzuncu günde gerçekleştirilen ayin
Enchtristia: Cenazede çanak ya da chytra kullanmakla görevli kadını tarif için kullanılan kelime
Endyma: Bir kefen
Eniausia: yıllık gerçekleştirilen ayinler
Enthade: yasayanların dünyası
Epiblema: Kefenin üzerine sarılan gevsek bir örtü
Epikedeion: Mersiye ya da ağıt
Erion: Cenaze höyüğü: bir aile mezar alanı
Exegetai: Katliam ya da intihar gibi durumlarda ortaya çıkan ölü kirliliği üzerine öğüt veren kutsal kanun yorumlayıcıları veya açıklayıcıları
Genesia : ölünün onuruna düzenlenen yıllık festival.
Geras thanonton : ölünün ayrıcalığı ya da onunla bağlantılı şey
Goös: Ölünün yakınları tarafından söylenen doğaçlama ağıt
Haimakouriai: ölü için kan sunmak
Hero: Öldükten sonra tanrılaştırılmış ya da yarı tanrılaştırılmış kahraman
Heroon: Bir kahramanın gömülü olduğu düşünülen noktanın üzerine yapılan tapınak
Heroon: kahraman kültü için yapılan küçük kült merkezi ya da mezar yapısı
Holokutomata: tümüyle yakılmış sunular
Hydria: Su taşımak için kullanılan üç kulplu oval gövdeli ve düz omuzlu kap,
Hypogeum:: Yeraltı mezarı
Kallysmata: ölünün evinden alınmış mezarın üzerine konulan süprüntüler
Kaneon: (aynı zamanda kanoun, kaniskion) ölüye hediyeleri taşımak için kullanılan yuvarlak sepet
Katabasis: bir yasayan ya da kutsal varlıkla yeraltına inmek, böyle bir inisin tanımlanması
Katadesmos: Mezarın içine yerleştirilen ve yasayanları bir büyü ile bağlamayı amaçlayan kursun bir tablet
Kathedra: yas tutanların, yasının bittiğini belirleyen tören. Bu törende akrabalar yatmak yerine otururlar.
Kedeia: Cenaze töreni
DEMİRÇAĞ'DA ANADOLU'DA ÖLÜ GÖMME GELENEKLERİ
Anadolu'da Demir çağın başlangıcı m.ö 1190 yıllında gerçekleşen Deniz Kavimleri Olayı ile başlatılmaktadır. Bu dönemde (m.ö 1200-900) Anadolu'da karanlık bir dönem yaşanmaktadır. Artık bu dönem ile Anadolu'da bir Miken kültürü etkisinden söz edilebilir. Ancak Orta Anadolu'da bir kültür kopukluğu ve yerleşmelerin azalması söz konusudur
Doğu Anadolu'da Erken Demir Çağ'da herhangi bir yazılı ele geçmemesine karşın burada Oda , Taş sandık ve Kuyu mezar türünde , ınhumasyon yada kremasyon türde gömülerin yapıldığı tespit edilmiştir. Bu dönemde Doğu Anadolu'da Extramural bir gömü tarzı yaygındır. Mezarların çoğunluğu toprak altına inşaa edilen oda , kuyu ,taş sandık türündedir. Basit toprak mezarlara bu dönemde Doğu Anadolu'da hiç rastlanmamıştır.
Oda mezarlar:
Çoğunlukla tek odalı olarak toprağın altına inşaa edilmişlerdir. kuyu şeklinde bir girişi olan dromoslu bir oda mezarlardır. Mezar odası tamamen taştan yapılmıştır. Oda mezarların ölçüleri 4 X 1.5 ile 1 X 2 m. arasında değişmektedir. Çatısı ise sözde kemer tekniği denilen taşların her seferinde birkez daha içeri çekilmesi sistemi ile mezarın üstü kapatılmıştır. Çok azda olsada bazı yerlerde çatının enlemesine veya uzunlamasına yerleştirilen sal taşları ile örtüldüğü mezarlarda görülmektedir. Genelde Dromoslar her zaman dar kenara yapılır. Dromoslar hiçbir zaman duvarın ortasına yapılmaz daima bir kenara daha yakın olarak yapılır.
Kuyu mezarlar: Kuyu şeklinde oval olarak taştan inşaa edilmiş , yukarıdan girişi olan mezarlardır.
Friglerde Ölü Gömme
Frigler’de başlıca iki farklı ölü gömme adeti vardır. Soylular ve zenginler için uygulandığı düşünülen bu tür ölü gömmelerin Frigya’da uzun süre uygulandığı anlaşılmaktadır. Yoksul halkın ise gömüldüğü ya da yakıldığı düşünülmektedir. Ancak yoksul halka ait mezarlar daha yeterli sayıda bulunamadığı için bu konuda bir şey söylemek için erkendir.
Ölü gömme adetlerinin biri kaya mezarlarına gömme idi. Frig döneminden kalma bir çok kaya mezarlarına rastlanmıştır. Midas şehri yakınlarında ve Frig topraklarının büyük bölümünde kaya mezarlarına rastlanmıştır. Bazıları anıt-mezar şeklinde olan bu kaya mezarları ne yazık ki defineciler (hatta Romalıları da katarsak yüzyıllar boyu) ağır tahribata uğramışlardır.
Frigler’in en tanınmış ölü gömme adetleri ise tümülüsler yani tepe şeklinde yığma mezarlardır. Gordion’da ve Ankara’da sık olmak üzere diğer Frig şehirlerinde de rastlanılan tümülüs adetinin Frigler’e Trakya’dan geldiği düşünülmektedir. Ahşap mezar odasının üzerine toprak yığarak oluşturulan tümülüslerde çeşitli şekillerde yapılmışlardır.
“Frygia tümülüslerindeki mezar odalarının ahşap konstrüksiyonu ileri bir tekniğin eseridir. Ölüler önceleri yakılmadan ahşap sedirler üzerinde uzatılmış, MÖ 7. yüzyılın sonlarından itibaren de , büyük bir olasılıkla batıdan, Yunanistan üzerinden gelen etkilerle yakılmaya başlanmıştır. Ahşap mezar odasına ölü ve ölü armağanlarının bırakılmasından ve ahşap çatının kapatılmasından sonra, odanın üzeri büyük bir yığma tepeyle örtülürdü. Mezar odasının üzerine yığılan tepenin yapımında bazı kurallara uyulması zorunluydu; aksi takdirde binlerce ton ağırlığındaki toprak yığınının ahşap mezar odasının üzerine yapacağı baskıyı önlemek olanaksızdı. […]Mezar odasının çatısı çatılıp, bunun üzerine taş ve toprak yığıldıktan sonra bir daha açılması olanaksızdı. Ancak tek tehlike mezar soyguncuları idi. Bu nedenle mezar odasının yer seçiminde dikkatli olmak gerekiyordu. Toprak yığını altında kalan mezar odalarının yeri büyük tümülüslerde tam ortada, zirvenin tam altına gelen bölümdeydi. […] Alçak tümülüslerde, mezar odasının yerini gizleyebilmek esastı ve bu nedenle mezar odaları merkezden uzak yerlere yerleştirilirdi.”
En meşhur tümülüs kuşkusuz Midas Tümülüsü ya da diğer adıyla Büyük Tümülüs’tür. Burada yapılan kazılarda bronz ölü eşyaları, ahşap eserler ve bir çok arkeolojik eser bulunmuştur.
Frig beyleri ölülerini ya kayalara oyulmuş mezarlara ya da tümülüslere gömerlerdi. Kaya mezarlarının çoğu soyulmuş oldukları için mimari dışında fazla bilgi vermezler. Buna karşın tümülüsler, yani yığma mezar tipleri Frig ölü gömme geleneğini öğrenmemizde önemli rol oynarlar. MÖ 8. yüzyıl başlarından MÖ 6. yüzyıl ortalarına kadar kullanıldıkları sanılan tümülüslerin büyük bölümü Gordion’dadır. Bu yığma toprak mezarları kentin sırtlarında yeralır ve sayısı 100’e yaklaşır.
Bu türde ölü gömme tekniği gelişmiş olarak birden ortaya çıkar. Bu durum tümülüs mezarlarının Frigya’ya dışarıdan gelmiş olduğuna işaret eder. Gerçekten de Arnavutluk ve Makedonya’da soylu kişileri gömmek amacıyla tümülüs mezarların MÖ 1800-1500’den itibaren kullanıldığı bilinmektedir.
Frigya tümülüslerindeki mezar odalarının ahşap yapısı çok ileri bir tekniğin eseridir. Ölüler önceleri yakılmadan ahşap sedirler üzerine uzatılmış, MÖ 7. yüzyılın sonlarından itibaren de, Yunanistan’dan gelen etkilerle yakılmaya başlamıştır. Ahşap mezar odasına ölü ve ölü armağanlarının bırakılasından ve ahşap çatının kapatılmasından sonra, odanın üzeri büyük bir yığma tepeyle örtülmüştür.
Toprak yığınının ahşap mezar odasına yapacağı baskıyı en aza indirmek için mezar şu şekilde yapılırdı: Ahşap mezar odasının üstü moloz taşlarla kaplanmış, bunun üzerine kalitesi ve direnci fazla olan, sulandırılarak bulamaç haline getirilmiş kil serilmiş , sonra da kuru kilden tepe yığılmıştı. Toprak kümesi, altındaki nemli kilin iyice kurumasından sonra yığılmış olmalıdır; çünkü ıslak kil kuruyunca mukavemeti artıyordu.
Tümülüslerin yüksekliği gömülen kişinin önemine göre 2-3 ile 60-70 metre arasında değişmektedir.
Frig tümülüslerini, Lidya ve Yunan mezarlarından ayıran; mezar odaları yapımında taş yerine tahta kullanılması, yığma tepe toprağının çevreye yayılmasını önlemeye yarayan krepis duvarı ve mezar odasınına geçit veren dromos kullanılmamasıdır.
Toprak yığını altında kalan mezar odalarının yeri büyük boy tümülüslerde ortada, alçak tümülüslerde ise mezar soyguncularına karşı alınan önlemle merkezden uzak yerlerde olurdu.
Soylular için kentlerin dışında görkemli yığma mezarlar yapılırken, geniş halk kiltleleri için gösterişsiz mezarlar kullanılmıştır. Pazarlı halkı, ölülerini kalenin içindeki basit mezarlara, sırt üstü yatırarak gömmüşlerdi. Boğazköy halkı ölülerini yakıp, küllerini küpler içine koyarak gömmüşlerdi. Ayrıca Boğazköy’de çocuk mezarı olarak kullanılan bir vazo bulunmuştur. Bu Boğazköy ve Pazarlı’daki ölü külleriyle iskeletlerin tümü geç Frig dönemine aittir ve sürekli kent içine gömülmüşlerdir. Ancak Ankara’da yakılmış ölülerin küpler içinde gömüldüğü kent dışı mezarlar da bulunmuştur. Bu Ankara’da bugünkü Hacıbayram Camisi çevresindeki Frig kentinde yaşayan farklı halk sınıflarının varlığını gösterir.
Antik Önasya'da Ölü Gömme
Antik Önasya'da ölü ruhlarının "Ölüler Ülkesi"nde yaşamaya devam ettiği inancı çerçevesinde mezarlara yiyecek ve içecek bırakılmış, tütsü yakılmış ve ölenlerin adları belirli dinî törenlerde anılmıştır "Ölü Kültü" olarak adlandırılan bu işler, ölen kişilerin vârislerinin göreviydi Aile bireylerinin atalarının mezarlarına bıraktığı sunular ise mezar kültü olarak tanımlanmaktadır
Eski Önasya'da ölü ruhunun bedenden ayrılıp "Ölüler Ülkesi"ne gidebilmesi için cesedin gömülmesi gerektiğine, aksi hâlde ruhunun acı çekeceğine inanılırdı. Bir Orta Assur kudurrusu üzerinde "Cesedi gömülemesin, ruhu atalarının ruhuna kavuşamasın" diye bir beddua yer alır Krallar düşmanlarının atalarının mezarlarını yağmalayarak onların ruhlarına acı çektirmek istemişlerdir Fenike Kralı Tabnit, mezarını tahrip edecek kişilerin
ruhlarının huzur bulamamasını dilemiştir
Cesedin toprağa gömülmesi en eski çağlardan itibaren uygulanan bir âdettir Bilinen en eski gömmeler âdeti, hayvan kemikleri ve çiçek demetleri ile gömülen Neandertal insanına aittir Ölünün yakılıp küllerinin gömülmesi Anadolu'da MÖ 3 binyıldan itibaren uygulanmış, Hitit krallarının cenaze törenlerini anlatan metinlerde bu gömme tarzının ayrıntıları verilmiştir Yakma gömme sonraki dönemlerde de sürmüştür, Hindu ve Hıristiyan dünyasında da hâlen uygulanmaktadır
Eskiçağ'da ölüler giysileri ve kişisel eşyaları ile gömülmüş kralların öteki dünyada kullanması için mezarlara bırakılan eşyaların listeleri yapılmıştır Yakın zamana kadar çocukların boncuklardan oluşan ziynet eşyaları ile ya da bazılarının alyansları ile gömülmesi gibi uygulamalar sürmüştür Anadolu'nun bazı bölgelerinde ölüler nadiren yatağı ve yorganı ile birlikte gömülmektedir Hıristiyan dünyasında ölü hâlen giysileri ile, bazıları çok sevdiği eşyaları ile birlikte gömülmektedir.
"Ölü Bakımı"nın büyük bölümünü mezarlara belirli aralıklarla su ve yiyecek bırakılması oluşturmuştur Erken Sümer Kralı Urnammu'nun yeraltına inişini anlatan metne göre, ölüler yeraltı dünyasında pis su ve acı yiyecekle beslenmektedirler Gılgamış Des-tanı'na göre, bir ölü ruhunun öteki dünyada yiyip içtiği besinlerin miktarı ve kalitesi, oğullarının sayısı ile orantılıdır Kralların öteki dünyada tanrılar ile aynı sofrada yemek yediğine inanılmış, kral mezarlarına bırakılması gereken sunuların listeleri yapılmıştır.
Ölü ruhunun rahat etmesi için onlara düzenli aralıklarla su verilmesi gerektiği inancı doğrultusunda III Ur kral mezarlarından Urartu Çağı'na kadar "Libasyon Sunakları" inşa edilmiş, ya da toprağa açılan "Libasyon Çukurları" kullanılmıştır Odysseus'un açtığı bir çukurdan Hades'e çeşitli sıvı sunular yaptığını konu alan anlatılar ile çeşitli dönemlere ait mezarların yanında bulunan çukurlar da bu uygulamanın Eski Yunan ve Roma'da da sürdüğünü gösterir Ugarit'te mezar toprağına dikey gömülmüş halde bulunan pişmiş toprak borular, sunulan suyun mezarın içine akması için üretilmiş "Libasyon Boruları"dırsıvalı libasyon çukurları libasyon sunakları olarak nitelenmektedir Bu uygulama Hesiod'daki, Danaos'un kızlarının öldürdükleri eşleri için dipsiz çömleğe su doldurmaya mahkum edilişleri ile benzeşir Anadolu'da hâlen gömme sonrasında mezar üzerine su dökülmesi bu eski uygulamaların devamıdır Mezar üzerindeki çiçekler büyüsün, kuşlar içsin ya da ölünün ruhu rahat etsin diye mezarlara su dökülmekte, bazı yörelerde mezarların başına içi su dolu bir kap bırakılmakta ya da kesilen kurbanın kanı mezara dökülmektedirEski Önasya'da mezarların yakınlarına açılan çukurlara, gömme sırasında ve sonrasında belirli aralıklarla yiyecek bırakılmıştır
Çeşitli çağlara tarihlenen mezarların yanına açılan çukurlara anma törenleri sırasında kurban edilen hayvanların bir parçası bırakılmıştır Ölü gömme ve anma törenleri sırasında yenen toplu yemek olan "Ölü Yemeği", ölüler ile canlıların katıldıkları ortak yemek olarak tanımlanır Mezarlara ve mezar dışındaki mekânlara bırakılan çok sayıda pişmiş toprak kap ölü yemeği ile ilişkilidir III Ur sülalesine ait bir kurbanlık hayvan listesine göre Sulgi ve Ninlila'nın libasyon yerinin mutfağı vardır Ur kral mezarlarının girişlerinde bulunan kül katmanlarında hayvan kemikleri ile kap parçaları bulunan alanlar ile çeşitli mezarlıklarda açığa çıkartılan mutfak mekânlar Ölü yemeği Hititler'de "Taş Ev" de, Ugarit'te anıt mezar komplekslerinde yenmiştir Mezopotamya takvimine göre Abu(m) ayının 29 günü, ölüler için kurban sunulmuş ve ölü yemeği yenmiştir, aynı gelenek Tevrat'ta ve Eski Yunan'da da uygulanmıştır 18 yüzyıla kadar Orta Asya şamanist kavimleri de definden sonra belirli günlerde mezara içki ve yemek koyarak ölü yemeği yemişlerdir Bu gelenek yakın zamana kadar Arnavutluk'taki Hıristiyan mezarlarında yaşatılmıştır Bazı Anadolu köylerinde hâlen yılın belirli zamanlarında mezar üzerinde kurban kesilip kanı mezara akıtıldıktan sonra bir parçası mezar üzerine bırakılmaktadır Günümüzde bu gelenek ölünün ardından lokma dökülmesi ya da helva kavrulması şeklinde sürmektedir Anadolu'da hâlen yöre insanının kutsal saydığı yatır, türbe ve evliya mezarlarının başında kurban kesip dağıtılmakta, toplu yemek yenmekte ve mezara yemek bırakılmaktadır
Mezaratahıl serpme geleneği, bitkilerin her yıl sonbaharda yapraklarını dökmesi ve tohumların toprağa atılması ile tohumun ve doğanın ölmesi ve bu tohumun ilkbaharda yeni bir bitkiye can vermesi, dolayısı ile doğanın canlanması inancına bağlıdır insan da ölünce toprağa düşen bir tohum gibi yeni bir yaşama başlayacaktır Tahıl, Mezopotamya'da Tammuz, Suriye'de Ba'al, Mısır'da Osiris ritüellerinde kullanılmış, Anadolu'da Telipinu ve Attis, Fenike'de Adon, Eski Yunan'da Adonis (Roma'da Bacchus) ve Demeter ile israel yaratılış inancında Yahweh adı ile devam etmiş, Ortaçağ'da Harran'daki Sabîler Ta'uz için ağıt yakarak bu geleneği uzun süre yaşatmışlardır Mezarlara tahıl serpilmesi geleneği Eski Önasya'da yaygındır Hititler mezarlara tahıl bırakmışlar, Mısır'da mezarlara Osiris'in kil ve tahıldan yapılan figürinleri bırakılmış ve bu tohumların köklenmesi ile Osiris'in, dolayısı ile ölünün dirildiğine inanılmıştır Yakın zamana kadar Bursa'daki I Murat Türbesi'ne bırakılan kavrulmuş buğdayın ziyaretçilerce yenmesi, Ortodoks kilisesinde cenaze törenleri sırasında haşlanmış tahıl yenmesi, Anadolu'da bazı dağ köylerinde hâlen mezar üzerine buğday ya da yem serpilmesi, bu uygulamaların günümüze yansımasıdır
Eski Önasya'da ölü ruhunun yolunu aydınlatmak için mezarlara lamba bırakılmış ve cenaze törenleri sırasında meşaleler yakılmıştır Musevi ve Hıristiyan dünyasında da cenaze töreni sırasında ölünün yanında mum yakılması, İran'da yakın zamana kadar ölülerin meşaleler ve tütsülerle gömülmesi ve Anadolu'da bir kişinin öldüğü mekânda ruhu sevinsin ve rahat dolaşsın diye ışık yakılması ya da kötü ruhların ölüye yaklaşmasını önlemek için mezar yanında ateş yakılması, ölü ruhunun tanrıya ulaşmasını sağlamaya yönelik eski uygulamaların devamıdır"Tütsü Yakma" ölü ruhunun bedenden çıkarak bir duman gibi göğe yükselmesini ve ölü ruhlarının yeryüzüne gelerek dinî törenlere katılmalarını sağlamak için cenaze ve ölü anma törenlerinde uygulanmıştır istar'ın yeraltına inişini konu alan edebi metinde ruhlar tütsü kokusu ile yeryüzüne çağrılmış, tütsü su ya da bira ile söndürülerek ruhlar ve hayaletler yer altına geri gönderilmiştir Anadolu'nun bazı bölgelerinde hâlen mezar yanında yakılan ateşe içki dökülmesi ve kesilen kurbanın yağının bu ateşe atılması, fiamanist kavimlerin ölülerin ruhuna gitsin diye uyguladıkları ritüellerin devamı niteliğindedir Bazı bölgelerde hâlen şeytan gelmesin, gökten melekler insin diye ölü yanında tütsü yakılır; kiliselerde ve türbelerde yakılan tütsü ve mumlar yerle gök arasında iletişimi, böylece dileklerin tanrıya ve ölünün ruhuna ulaşmasını amaçlamaktadır "Ölünün adının anılması" cenaze sırasında ve sonrasında ölünün hatırlanmasına ilişkin törenlerdir Eski Önasya'da insanların ölüme değil, son baharda ölen ve ilk baharda dirilen tanrıların sembolize ettikleri yeni bir yaşama gidecekleri inancı doğrultusunda her yıl ölü ve bereket kültü çerçevesinde yas törenleri ve şenlikler düzenlenip tanrılar ve ölü ruhları için sunular yapılmış, tören yemekleri yenmiştir
MezoAbu(m) Bayramı, Sümer Çağı sonuna kadar hasat bayramı olarak kutlanmış, Emar'dan bir metne göre Eski Babil'de Abu(m) ayının 25-27-29 günlerinde tütsü yakılmıştır Anadolu'da hâlen ürünün bereketi için mezar başında kurban kesilip yenen haziran bayramı ile temmuz ortasındaki hasat bayramı, Ağustos ortasında ziyaretlere ve mezarlara sunular bırakılması ve ziyafetler verilmesi bu eski geleneklere dayanır.
Eski Önasya'da "Oda Mezar" sunuların konulduğu bir anıt mezar; sunuların bırakılması için mezarların yanına veya üzerine inşa edilen mekânlardan oluşan mezar kompleksleri ise "Kırın Ölü Sunu Evi" olaraknitelendirilmiştir
günlerinde cenaze ritüelleri kısmen mezarın kapısında yapılmış ve bu ayın 28 Yezidîler'in nisan ayının ilk çarşamba günü kutladıkları yeni yıl bayramı sırasında68 aile mezarlarının ziyaret edilmesi ve oradan geçenlerin yemesi için yiyecek bırakılıp yatırlarda ateş yakılması ile 6 Mayıs'ta kutlanan Hıdrellez sırasında türbelerin ziyaret edilmesi de, bu eski geleneklerin günümüze yansımalarıdır
Eski Önasya'da açığa çıkartılan anıtsal mezar komplekslerinin ölü ruhuna yapılan sunuların konması için inşa edildikleri düşünülmektedir.
Eski Anadolu'da Ölüm Gelenekleri
Kazılardan elde edilen bilgilere göre Anadolu’da ölülerle ilgili işlemlerin en yoğun olduğu dönem Hititlerin yaşadıkları çağlardır. Ancak, onların ölülerle ilgili tüm uygulamaları ve inançları kendilerinin yarattığı söylenemez. İ.Ö.2000 yıllarının çok gerilerine giden birtakım geleneklerden etkilenmeleri, onları komşu ülkelerden aldıklarını, kendi buluşlarına katmaları olağandır, doğaldır. Bugün, ölü gömme geleneğinin çağını kesinlikle belirleme olanağı yoktur. Ancak eldeki buluntular Anadolu uygurlığının gelişmiş dönemlerinde ölü gömmeyle ilgili epeyce ilerleme olduğunu gösterir.
Kimi yörelerde ölülerin evlerin içine, döşemelerin altına, kimi yerlerde höyüklere, kimi bölgelerde kuyu biçimli kazılmış yerlere, özel küplere, odacıklara, kimi kesimlerde de taştan oyulmuş yerlere gömüldüğünü gösteren kanıtlar vardır.
Yalnız Hititlerde üç türlü gömme yapıldığını biliyoruz. Toprak içine, küpe, taş kap içine ölü gömülürdü. Gene Hititlerde, eti yakılan ölünün kemiklerinin bir kaba doldurulup gömüldüğünü gösteren kanıtlar vardır.
“Hitit İmparatorluk devrine tarihlenen, içinde kral ve kraliçenin öldüğü zaman yapılan dini bir töreni anlatan çivi yazılı metinler ölü yakma geleneğini detaylı bir şekilde tarif etmektedir. Ondört gün sürdüğü anlaşılan törenin ilk gününde hayvanlar kurban edilmekte, ölüye içki ve yemek sunulmakta, tanrılar ve ölenin ataları için rahipler dualar okumakta, aralarında kıymetli madenlerden yapılma nesneler de bulunan ölü hediyeleri verilmekte, ölen ve tanrılar için ağıtlar yakılmakta ve cenaze yemeği yenerek ölünün heykeli etrafında dolaşılmaktaydı. Söz konusu hediyeler ve kurbanlar yakılarak ölüye sunulmaktaydı. Törenin ikinci gününde ölü bir araba üzerinde yakılacağı odun yığınının bulunduğu meydana götürülmekte ve o akşam yakılmaktadır. Ertesi sabah köz yığını bira ve şarapla söndürüldükten sonra kadınlar geride kalan kemik artıklarını külün içinden ayıklayarak kokulu yağ dolu gümüş bir kaba yerleştirip, ardından bir keten bezine bohçalıyordu. Metnin devamında kemik parçalarının bir masa üzerine yerleştirildikten sonra karşısına konan bir başka masada ölüyle yemek yendiğini anlatmaktadır. Kemikler daha sonra Taş Ev denilen bir yere götürülerek yatak üzerine yerleştirilmekte ve önüne bir lamba konmaktadır.”
Eskiçağlarda, ölülerin yakılması, yakılma işleminde özel törenler düzenlenmesi, Anadolu’da yaygın bir gelenekti.
Hititlerle ilgili uygarlık buluntuları arasında ölü küllerinin, ölü kemiklerinin saklandığı özel kaplar görülmektedir. Bundan Hititlerin kimi ölüleri yaktığı, kimi ölülerin yalnız etlerini yakıp, kemiklerini sakladığı, kimi ölüleri de boynundan diz kapakları arkasına uzanan bir bağla sımsıkı bağlayarak, çömelmiş gibi bir durumda gömdükleri anlaşılıyor. Bu gömme şekillerinden biri de Hoker durumudur. Hoker durumundaki ölüler sağ veya sol yanlarına yatırılmış olup, sırtüstü bırakılanları pek azdır. Pek azının başı altında yastık görevini gören ufak yassı bir taş bulunmaktadır. Ölülerin hoker şeklinde (dizin göğse, çeneye doğru çekilmesi ve dizin karına doğru çekilmesi) gömülmesinin bize göre nedeni uyku durumunu temsil etmesi ve ölümün de bir çeşit uyku olarak algılanmasıdır.
Hititlerde ölünün külleri kutsal sayılır, onlara karşı özel bir saygı gösterilirdi. Küllerin konduğu kap toprağa gömülürdü. Bu kaplar genellikle topraktan yapılmış küçük çömleklerdir. Öte yandan bu kül, kemik koyma kapları arasında tunç, başka türden alaşım kaplar da görülmüştür. Bu gelenek, maden kap yapma, Mezopotamya kaynaklıdır. Demek Hititler, bu alanda, komşu uluslardan birtakım inanç unsurları almakta sakınca görmemişlerdir. Bu durum inanç kaynaşmalarının kaçınılmaz bir sonucudur.
Hititler, ölen kralsa yalnız etlerini yakar, kemiklerini yağlarlar, güzel kokularla yıkıyarak özel bir kaba koyup gömerler. Onların gözünde kral kutsaldır, tanrısal niteliklerle donatılmıştır. Yine yukarıda dediğimiz gibi Hititler, kimi ölüleri diz çökmüş gibi boyundan, kollardan, diz kapakları arkasından bağlayıp gömerlerdi. Ölünün toprağa, ya da kendisine göre yapılmış özel küpe oturur gibi gömülmesi, dirilip yeryüzüne gelebileceği korkusundandı.
Frigyalılar da Hititler gibi ölülerine büyük saygı gösterirlerdi. Ölüler sırtüstü gömüldükten sonra üzerine bir tepe meydana getirecek şekilde toprak yığılırdı. Bu toprak yığınının altında bir mezar odası bulunur, ölünün yanında hediyeleri gömülürdü. Buradan Frigyalıların da Hititler gibi öldükten sonra dirilecekleri inancını taşıdıkları anlaşılıyor. Bu mezar biçimi çok uzun yıllar, Bizanslılara kadar sürmüştür.
Anadolu’da çeşitli gömme adetlerinin bulunması, bunun çağlarla ilgili olduğunu, etkilenme kaynaklarının başkalığıyla bağlantılı bulunduğunu göstermektedir. Bunun nedeni ise o çağlarda Anadolu’da yaşıyan toplulukların kendi bütünlükleri içerisinde ayrı birer uygarlık oluşturmalarıdır.
Yaşayan ölü düşüncesinin en büyük sonucu ölü hediyeleri, ölü yemeği ve içkisidir. “Ön tarih Anadolu’sunda, mezarlara hediye bırakmak, ölülere yemek, içki sunmak ve dünya işine yarayan eşyayı beraberinde götürmesini sağlamak adeti vardır.”
İncelenen Eski Anadolu mezarlarında hayvan iskeletlerine de rastlanmıştır; ancak bu iskeletlerin yenilebilen kısımları eksiktir. Bunlar da ölü gömülüp hediyeleri yerleştirildikten ve mezar kapandıktan sonra başlayan kurban merasimi ve ölü yemeği kalıntılarıdır. Ölü yemeğinde kurbanlar kesiliyor, yenilebilen yerleri yeniyor, baş ve bacakları da ölüye sunuluyordu. Bu hediyelerin yanında ölünün yanına öbür dünyada kendisine arkadaşlık etmesi için köpeğini de gömme adeti vardı.
Eski Anadolu inançları yukarıda da belirttiğimiz gibi animist unsurlar taşır. Buna göre “ruh, arada bir gövdeye gelir girer, mezarda ölü dirilirmiş. Bu yüzden ölüye, onun kemiklerine sövmek büyük suç sayılırdı.”
Peki bir kişi öldüğünde onun ruhu ne olmaktadır? “Hitit ölü ritüellerinde, bir Patili rahibi tanrılara ölü ruhunun nereye gittiğini sorar. Tekrar tekrar yöneltilen sorulara verilen cevaplar ise oldukça ilginçtir: O, sedir ormanları evine gitti. O, oraya gitti. O, şuraya gitti veya buraya gitti. Yedinci kez sorulduğunda tanrılar: Anne onun elinden tuttu ve ona refakat etti şeklinde cevap vermektedir. Bu ifade bir taraftan ölü ruhunun ata kültü gereği ataların ruhlarıyla birleştiğini gösterirken, diğer taraftan da annenin ölü ruhuna refakat etmesiyle bu yolculuğun kolay bir yolculuk olmadığını vurgulamaktadır. Daha önce ölmüş olduğu için anne yeraltı dünyasını belki de daha iyi tanımakta ve bu nedenle ölü ruhunu ölüler diyarına götürmek üzere elinden tutmaktadır.”
Ancak yeraltı dünyasına inen ruh bazı durumlarda yaşayanları ziyaret edebilir: “Hititlerde, özellikle zorla ve haksız yere öldürülmüş olan insanların ruhları ve kendilerine kurban sunulmayan, öfkeleri yatıştırılmamış ölü ruhlarının birtakım yollar bulup insanların dünyasına sızarak onları rahatsız ettiklerine inanıyorlardı. Ayrıca bu ruhların insanlara rüyaları aracılığıyla gözüktüğüne, hatta onlarla karşılaşmanın insanları kirlettiğine inanılmaktaydı.”
Eski Mezopotamya'da Ölü Gömme Geleneği
Eski Mezopotamya uygarlıkları totemizmin izlerini halen taşımaktaydı: "Sümerlerin pek eski hükümdarlarının hayvan adını taşımaları ve ekserisinin hayvani şekillerde tahayyül ve tasvir edilmiş olmaları, totemizm devrinin hâlâ yaşıyan bir telakkisi gibi izah olunabilir. Kiş krallarından bir çoğunun ismi, köpek, kuzu, akrep, kartal gibi hayvan isimleridir."
Bu totemist kalıntıların bu uygarlıkların ölüm ve ruh düşüncesini etkilemiş olduğunu varsayabiliriz. Nihayet cennet ve cehennem inancının ilk olarak ortaya çıktığı varsayılan Mezopotamya uygarlıklarının cehennem hakkındaki tasavvurları bu kalıntılar hakkında bize bilgi vermektedir: "Toprak altında, Apsu uçurumunun ilerisinde, dönüşü olmayan ülke bulunuyordu, buraya girerken yedi kapıdan geçmek ve her birinde bir örtüsünü bırakmak lazımdı. Son kapıdan geçen artık ebediyen hapis kalırdı. İştar bile oradan çıkamamıştır. Yalnız Enkidu, özel bir izinle gelip cehennemi tasvir etti. Karanlık ülkede ruhlar karma karışık olup, toprak ve çamurla beslenirlerdi, en talihli olanların yatakları ve temiz suları vardı."
Ruhların cehennemde de dünyadaki gibi, daha doğrusu insanlar gibi beslendikleri varsayılmaktadır. Yine kozmolojilerinde bu kalıntıları görmekteyiz. "Tanrılardan başka, Utukku adı verilen iyi veya kötü cinler vardı. İyi olanlar kanatlı ve insan başlı boğa şeklinde tapınak kapılarında bekçilik ederler, insanları korumak için de görünmez olarak yanlarında bulunurlardı... Kötü cinler ise bilhassa mezar bulamamış ve merasimleri yapılmamış ölülerdi. Tanrılara bile saldırdıklarından bir defasında Sin in ışığını saklamışlardı."
Cehenneme Arallu derler ve ışıksız, karanlık bir ülke olarak tasvir ederlerdi. "Arallu denilen karanlıklar ülkesinde canavarlar sürüsü ve ölümlerinde son gömülme ritüellerinden yoksun kalmış talihsiz ruhlar çirkin kuşlar biçiminde dolanıp dururlardı."
Ölümünden sonra bedenden ayrılan ruh Babil mitolojisine göre "kartal ya da başka bir kuş biçimine girip göğe yükselir."
Ölümden sonra (eğer kral veya kraliyet ailesinden bireyse) ölen için insan kurbanı oldukça yaygın bir gelenekti. "Ölen kimsenin yakınları, askerleri, karısı, cariyeleri, hayvanları da beraber gömülürdü." Bunun nedeni ölen kişinin öbür dünyada da bu dünyadakine benzer bir hayat sürdüğü ve ölen kişinin öbür dünyada da rahat etmesidir. Yine kazılarda ortaya çıkarılan mezarlar incelendiğinde, ölen kişiyle beraber, günlük eşyalarının da gömüldüğünü görüyoruz: "naaşların başuçlarına veya elleri arasına vazolar, avadanlıklar, gerdanlık, bilezik ve küpe gibi ziynet eşyaları konulmuş olduğu görülmüştür. Anlaşıldığına göre bu eşyalar, müteveffanın onları öteki dünyada kullanması için konuluyorlardı. Bu gösteriyor ki, Ön Sümerler, öldükten sonra bir nevi hayat başladığına inanıyorlardı."
Mezopotamya nın ilkel uygarlıklarında mezarlar kum içerisine açılırken daha sonraki yıllarda mezarlar tuğladan inşa edilerek üzerleri bir kümbetle kapatılmaya başlanmıştır. Ancak bu mezarların biçimi ölenin sosyal ve ekonomik konumuna göre değişebilmektedir: "Fakirler, mustatil bir kovukta tabutsuz olarak yatırılmışlardır. Yanlarında kaba keramikler vardır. Burjuva sınıfına ait cenazeler ise, pişmiş topraktan mamul beyzi bir kap içine konulmuşlardır. Yanlarında birçok eşya ve müzeyyenat vardır. Zenginlerin mezarlarına gelince, bunlar tuğlalarla örülmüş, kümbetli müstatil birer mahzen şeklindedir. Bu mahzenlerde toprak vazolar, çanak ve çömlekler, eşya ve aletler, renkli taşlardan, altın ve gümüşten mücevherler, ziynet eşyaları bulunmuştur.
Mezopotamyalılar ölenin ardından yas da tutarlardı. Bu konuda Gılgamış Destanı ndan bilgi edinebilmekteyiz. Arkadaşı Enkidu nun ölümüne çok üzülen Gılgamış: "Gözünü yokladı (Enkidu nun); fakat Engidu, artık gözünü açmadı. Kalbini yokladı; kalbi atmadı... duyduğu acıdan arslan gibi bir sayha kopardı. Tıpkı yavruları aşırılan dişi bir arslan gibi. O, Engidu nun yüzüne kapanıp saçlarını yoldu ve ortalığı dağıttı. Güzel elbiselerini parçalayıp yerlere fırlattı..."
Destanın başka bir yerinde de yasla ilgili olarak şöyle deniliyor: "Seni (Gılgamış Enkidu nun cenazesine sesleniyor) rahat yatakta yatıracağım. Evet, seni haşmetli bir yatakta rahat ettireceğim. Selamet olan bir makamda. Solumda bulunan bir makamda seni oturtacağım. Yeryüzünün bütün hükümdarları senin ayaklarını öpsünler. Senin için Uruk halkına ah ve figan ettireceğim; mesut kimselere etrafında matem tutturacağım, ve ben, senden sonra vücudumu murdar bir hale getirip, senin için kendimden geçeceğim. Sırtıma bir aslan postu atıp çöllere düşeceğim."
Eski Mezopotamya da ağıtçı kadınların bulunduğunu ise Gılgamış ın şu sözlerinden anlıyoruz. "Beni dinleyin! Siz, ihtiyarlar, beni dinleyin! Ben Engidu için ağlıyorum. Arkadaşım için. Ağıtçı kadınlar gibi acı sızı döküyorum."
Ruhun ölümden sonra nereye gittiği konusunda ise Gılgamış Destanı nda şunlar yazmaktadır. "Eceli ile öleni gördün mü? -Evet gördüm. Gece yatağında uyuyup su, soğuk su içiyor. Harp meydanında öleni gördün mü? -Evet gördüm. Ana ve babası onun için uğraşıyorlar. Karısı da onun için çalışıyor. Cesedi kırda bırakılmış (mezara gömülmeyen) olanı gördün mü? -Evet gördüm. Onun ruhu yeraltı aleminde uyuyor. Ruhu ile kimsenin alakadar olmadığını gördün mü? -Evet gördüm. Hayvanlara yedirilen tencere kazıntısı ve sokağa atılan yemek artıkları onun gıdasıdır."
Eski Mezopotamya uygarlıklarının Anadolu uygarlıklarını etkilediği muhakkaktır. Mezopotamya uygarlıklarından, örneğin Babil mitolojisine ait birçok söylence Hititçeye de tercüme edilmişti. Ölüm, ruh ve dini anlayışlarının da Anadolu yu etkilemediği düşünülemez.
Hristiyanlıkta Ölü Gömme Geleneği
İncil e göre ilk insan, Adem ve Havva cennette yaşarken ölümsüzdüler; ancak şeytanın kandırması sonucu ilk günahı işlediler ve cennetten kovuldular: "Bunun için, nasıl günah bir adam vasıtası ile dünyaya girdiyse, böylece ölüm de bütün insanlara geçti, çünkü hepsi günah işlediler." "Zira günahın ücreti ölümdür." Buna karşılık, Hıristiyanlık, daha baştan öteki dünyadaki yaşama dayalıdır. İncillerde ebedi hayata kavuşmanın formüllerinden sık sık söz edilir. Örneğin Yuhanna İncili nin 3. babında "Baba oğulu sever ve her şeyi onun eline vermiştir. Oğula iman edenin ebedi hayatı olur" demekte ve ebedi hayatın İsa yı sevmekten ve onu dinlemekten geçtiğini söylemektedir.
Hıristiyanlığa göre bir kişi öldüğünde, önce papaz ve ardından da vaftiz ailesi çağrılır ve sonra üzüntülerini belirtmek, yardımcı olmak amacıyla komşular ölü evini ziyaret ederler. Ölü kefene sarılmadan önce usullere uygun bir şekilde yıkanmalıdır. Ölen, bir diyakon ya da papaz ise, onu papazlar yıkarlar. Ölünün vücudu kefenlendikten sonra bir tabuta konur ve tabut dört kişi tarafından, papazlar ve diyakonların söyleyecekleri ilahilerin eşliğinde kiliseye kadar taşınır. İlahilerden biri "üyelerimizden birinin aramızdan ayrılışıyla" diye başlarken, bir diğeri "Ey havarilerin lordu -efendisi- onlar senin yüce merhametine güvenerek öldüler: Ve yine senin merhametin ve şefkatinle günahlarından arınacaklar..." bir başkası, "En sonunda gelerek ölene yeniden can verecek olan Yüce Kurtarıcımız, Kutsal İsa..." diye başlar. Mezar hazırlandıktan sonra, onun başında ayin ve cenaze töreni yapılır. Sonra herkes ölü evine gidip orada bir şeyler yedikten, üzüntülerini tekrar belirttikten sonra evlerine dönerler.
İkinci gün, ölü için yeniden bir tören yapılır ve ölünün akrabaları, kilisenin kapısında fakirlere yiyecek dağıtırlar. Üç gün boyunca komşular yas evine üzüntülerini bildirmeye sürekli olarak gelirler. Üçüncü gün de papaz sabah saat dörtte Qurbana yapmadan önce, yanında ölüye çok yakın bir kadın olmak üzere mezarlığa gider ve ölen kişinin mezarını tütsüler. Bu, tıpkı kadınların İsa nın mezarını ziyaret etmesine benzer. Herkes, ölünün sevdiklerinin mezarları üzerine de ateş yakar. Bu Paskalya Gecesi İbadeti nin bir parçası olarak yerine getirilen, anlamlı bir adettir. Yasta olan kişiye "Tanrı size ve ölünüze huzur versin ve ölünüzün yüzü Tanrı nın nuru ile aydınlansın..." diye teselli verilirken, mezarlar üzerine ışıklar yakılması ile amaçlanan ölünün ruhunu aydınlatmak, böylece ona huzur vermektir. Bazı yörelerde mezarlara yiyecek de konur ve bunun yapıldığı yerlerde, yiyecekleri ve lambaları koyabilmesi için, mezarların kenarına küçük hücreler yapılır. Bu adet, Büyük Perhiz den bir önceki perşembe günü yerine getirilir ki, bu büyük gün "Tüm Ruhların Günü"dür.
Hititlerde Ölü Gömme
Hitit devrinde Anadolu halkı genelde ölülerini gömmekteydi. I. Hattuşili vasiyetinde şöyle yazmaktadır: "Cesedimi yıka, gerektiği gibi. Beni göğsüne bastır ve göğsünde tutarak beni toprağa göm…" Ancak imparatorluk döneminde Hitit kral ve kraliçelerinin öldüklerinde yakıldıklarına dair metinler de bulunmaktadır. Arkeolojik veriler Orta ve Güneydoğu Anadolu’da erken Tunç çağından başlayarak ölü gömme ve ölü yakmanın birlikte varolduğunu göstermektedir.
Eldeki metinler Hititlerin ölüleri yakma törenleriyle Homeros’un aktardığı Troyalı Hektor un cenaze töreni arasında büyük benzerlikler ortaya koymaktadır.
O. R. Gurney’in saptadığı bu benzerlikler şöyle özetlenebilir:
1) Cenaze yakılır,
2) ateş içeceklerin dökülmesiyle söndürülür,
3) kemikler yağa bandırılır ya da yağla kaplanır,
4) kemikler keten bezi ya da iyi bir giysiyle kaplanır,
5) küller taş bir odaya yerleştirilir,
6) şölen yapılır. Törenlerin bu denli benzeşmesi Troyalılarla Hititler arasında varolmuş olan güçlü bir kültürel bağa işaret etmektedir.
HİTİTLERDE ÖLÜLER KÜLTÜ
İnsanların fiziksel beden ve ruhtan oluştuğu düşüncesi büyük olasılıkla Hititler’de de vardı ve ruhun ölümden sonra da varolduğu ve yeraltına gittiği düşünülmekteydi. Hatta burada ölüye annesinin yol gösterdiği de düşünülmekteydi. Muwatalli’den sonraki tabletlerde de ölüm gününün “anne günü” diye anılması bu ilişkiyi göstermektedir.
Ruhlar insanlara ancak rüyalar vasıtası ile gözükmekteydi. Bunu dışında da ruhların ziyareti olasıydı. Özellikle kendilerine kurban sunulmayan ya da haksızlık sonucu öldüğü düşünülen kişilerin ruhları yaşayanları sık sık rahatsız etmekteydi.
Tabletlerden ölülere kurban sunulduğu da anlaşılmaktadır. Ancak tabletler genelde krallardan sözettiği için bunun doğal olduğu düşünülebilir, çünkü kral öldükten sonra tanrı oluyordu ve tanrıya kurban sunmak gerekliydi. Bunun yanında halktan kişilerin de ölüye kurban sundukları bilinmektedir. Bu ölüleri yatıştırmak için olduğu gibi , Hitit ianaçlarına göre günahlar babadan oğula/kıza geçtiği için (aynı inanç Yunan mitolojisinde de vardır), günahlardan kurtulma amacıyla da olabiliyordu.
“ Hititçe kelime haznesinde, şimdiye kadarki bilgimize göre ‘düşünmek’ fiilinin olmadığına da değinmek gerekecektir. Öyle anlaşılıyor kii hititlerde ‘düşünmek’ insanın bizzat kendi ruhuyla konuşması, onunla diyalog kurması şeklinde ifade edilmiştir. “
Hititlerde ölü gömme adetleri zaman içinde farklılaşmıştır. Eski İmparatorluk çağında ölüler olduğu gibgi gömülürken daha sonraları yakılma ve küplere ya da taş sandık mezarlara gömme adeti uygulanmıştır.
En önemli cenaze karal ya da karaliçenin ölümü dolayısıyla yapılmaktadır.
«Eğer Hattuşaş’ta büyük bir hadise olursa,yani kral ve kraliçe tanrı olursa» etiketini taşıyan ölü metinleri ele geçmiştir. Bu metinlere göre kral veya kraliçe tanrı olunca, büyükler onun için ağlamaya başlardı. Hemen bir sığır kurban edilir ve ruhu için de şarapla içki kurbanı takdim edilirdi. Aynı günü akşamında yine bir keçi kesilir ve mevta bir arabaya konularak hususi surette kurulan bir çadıra götürülürdü. Burada tekrar kanlı kurban ve içki kurbanı yapılırdı. Bundan sonra tablet kırılmıştır. Fakar başka bir metinde ertesi günü ihtiyar kadınlar kızgın bir ateşi şarapla söndürdüklerine göre, ölü geceleyin yakılmaktadır. İhtiyar kadınlar ateşten kemik bakiyelerini toplayarak bunları içleri yağla doldurulmuş çömleklerin içine koymakta ve balahere bu kapları mabedde, belki de Yazılıkaya’nın küçük galerisindeki hücrelerde muhafaza etmekte idiler. “
Bu tür törenlere büyücü anlamındaki yaşlı kadının da eşlik ettiği olmaktaydı.
Ölüye sunulan eşyalar da çok zengin eşyalar olmayıp bazı süs eşyalarıydı.
Urartularda Ölü Gömme
Urartular’ın ölülerini nasıl defin ettiklerini ne yazılı lere ne de resimsel anlatımlara aktarmamışlardır. Gelenekler veya yapılan törenler kendileriyle beraber geçmiş zamana gömülmüşlerdir. Bizim bu konudaki bilgilerimiz arkeolojik kazılarda ve yüzey araştırmalarında elde ettiğimiz sonuçlarla açıklanmaktadır.
Urartular ölülerini, ya yakarak/kremasyon ya da yakmadan ceset gömme/inhumasyon olarak defin etmişlerdir. Kremasyon gelenekte, cesedin yakılması sonucu arta kalan kemikler urne adı verilen kaplara doldurularak gömü işlemi gerçekleştiriliyordu. Urneler ya kaya mezarlarındaki nişlere veya direk toprağa açılan çukurlara yanlarına destekler konularak gömülüyordu. Küpe, kolye veya mühür gibi sunular urnenin içine bırakılıyor, tunç kemer gibiler ise urnenin yanına gömülüyordu. Ceset gömüler ise değişik türde yapılmış mezarlara defin ediliyordu. Ölenin ekonomik gücü mezar mimarisinin tipini belirliyordu.
Urartu geleneğindeki mezar tipleri:
1. Mezarlıkta toprağa açılan çukurlara gömü;
Van - Dilkaya’da, Van Kalesi Höyük’te, Kalecik Kalesinde ve Ayanis Kalesinin doğusundaki mezarlık alanlarında ortaya çıkarılmıştır. Cesetler çukura hoker tarzında yatırılıyor ve yanlarına da basit sunular bırakılıyordu.
2. Taş sandık mezar;
Toprağa açılan çukurun etrafının yassı taşlarla örülmesi ve üstününde sal taşlarıyla kapatılmasından oluşur. Van-Dilkaya’da, Çavuştepe ve Giyimli’de, Bingöl Karlıova Suçatı nekropolünde ve Harmantepe’de bulunmuştur. Hoker tarzında yatırılan cesetlerin yanına sunular bırakılmıştır.
3. Küp veya Pitos Mezarlar;
Harmankaya, Suçatı ve Van Kalesi Höyükte ortaya çıkarılmıştır. Cesetler, toprağa dik gömülen küplerin içerisine, yanlarına veya yakınlarına sunular bırakılıyordu. Suçatı küp mezarında kırılmış ve kullanılmaz duruma getirilmiş tunç kemer ve tunçtan yayvan bir sunu kasesi ile fibulalar ele geçmiştir.
4. Kaya Mezarları;
Urartu mezar geleneğinde en önemli yeri bu tip mezarlar alır. Urartu topraklarında kayalık tepelere kurulan kalelere veya yakınlarındaki kayalara oyularak yapılan bir veya çok odadan oluşan mezarlardır, özellikle beyler veya krallar için yapılmışlardır. Anadolu’nun her tarafında uzun yıllar kullanılan kaya oda mezar geleneğini Urartular başlatmışlardır. Van Kalesi’nde, Varto Kayalıdere’de, Erzurum Umudumtepe’de Tercan Şirinlikale’de, Palu Kalesinde, İran-Bastam’da, Tutak Atabindi ve Dayıpınarı köylerinde ve Doğubeyazit Kalesinde en güzel örnekleri görülebilir. Kaya Mezarları kayaya oyularak yapılan tek veya çok odadan oluşurlar. Duvarlarında nişler bulunur veya sunu çukurları ve sekilere yer verilmiştir. Doğubeyaziteki mezar iki katlı ve cephesinde iki insan ve bir sunu keçi’nin işlendiği kabartma yer alır. Van Kalesindeki Horhor veya Argişti Mezar cephesinde Urartulara ait en uzun kitabe yazılmıştır.
5. Taş Oda Mezarlar;
Yönetici sınıfın oturduğu kalede veya hemen yakınında kayalık alan yoksa toprağın açılmasıyla oluşan geniş çukurlara düzgün işlenmiş taşlardan yeraltı odası veya odaları yapılmıştır. En güzel örneklerini Erzincan Altıntepe’nin güney yamacına mezar terasında görüyoruz. Diğer örnekler, Doğubeyazit Tanıktepe Köyünde Patnos Kamışlı Köyü ve Van Dilkaya Höyükte bulunmaktadır.
6. Urne Mezarlar;
Yakılan cesetlerin geriye kalan kemiklerin konulduğu omzunda delikler bulunan 60-70 cm. arasında değişen yüksekliklerdeki kaplardır. Bunlar ya direk toprağa, kaya yarıklarına veya kaya mezarlarındaki duvarlara oyulmuş nişlere bırakılmaştadır. Örnekleri, Patnos Atabindi kaya mezarı, Van Kayalıklarının güneydoğu tarafındaki küçük boyutlu kaya mezarı ve Şirinlikale mezarlarıdır.
Antik Yunanda Ölü Gömme
Ölülere, toprağın insanları ve Demeter in halkı adı verilir. Aynı şekilde ölülerle ilgili görülen yılan, hem bereket sembolü hem de ölülerin bir simgesi ve somutlaşmasıydı. Hellenler öncesinde ölüleri yatıştırmak için onlara insan kurban edildiği de olmuştur. Klasik devirde ise ölülere karşı ikili bir tavır takınılmıştır. Birincisi, ata ruhlarına dindarca bir saygı, ikincisi, her çeşit hastalık ve afetin taşıyıcısı olarak hortlaklardan korkmak.
İbadetlerin özellikle mezarlar etrafında yoğunlaşması Yunan dininin en önemli ve belirleyici özelliğidir. "Birer anıt haline gelen mezarlar, hazineler ve her çeşit ev eşyasını içermektedir. Mezarlara kurbanlar sunulur, ölülerin mezarlarında ikamet ettiklerine, gölgelerinin de Hades ülkesine gittiğine inanılırdı. Bu ülke bir ceza ve ödül ülkesi olmayıp, bu hayatın sadece hayalet biçiminde devamıdır."
Yunanlılarda ölülerin ruhları yılan, kuş ve özellikle kelebek biçiminde betimlenirdi. Nitekim Yunancadaki psykhe sözcüğü hem kelebek, hem ruh anlamındadır.
Yunanlılar ölümden sonraki yaşam hakkında birbirine karşıt düşüncelere sahip olmuşlar ve bunları bağdaştırmak için hiç uğraşmamışlardır. Ölüler yerin altında yaşamayı sürdürürler, onların torunları ve çocukları da kutsal armağanlar sunarak bu yaşamı hoş bir hale getirmeye çalışırlardı. Tanagralı sanatçılar, yaptıkları ve sundukları küçük heykellerle ölüleri mutlu etmeye çalışırlardı. Ancak ölüme karşı bu bakış açısı ölenin peşinden yas tutulmayacağı anlamına gelmezdi. "İlk çağda, Yunanistan da cenaze başında veya gömülme törenlerinde ağlamayı meslek edinmiş kadınlar vardı. Sözde derin acı duyuyormuş gibi yaparak, elleriyle üstlerini, başlarını yırtarak bu ağlayıcılar bir ağızdan yas ilahileri söylerlerdi."
Antik Yunan'da ölüm ve ölü gömme törenleri
Türkiye Eskiçağ Bilimleri Enstitüsü Yayınları`ndan çıkan Eski Yunan`da Ölü Gömme Gelenekleri isimli kitap eski Yunanlılar`ın inançları ve geleneklerine ilişkin önemli bilgiler veriyor
Antik Yunan`da ölüm ve cenaze
Her insan ayrı bir dünyadır, içinde farklı iklimler, renkler, sesler, anılar barındıran. Doğadaki her şey gibi insan da ölümlüdür. Yaşar, biriktirir, âşık olur, acı çeker, sever, sevişir, umut eder, savaşır, üretir ve günün birinde yaşanmışlıklarını da alarak yanına, ilerler bilinmezlikler ülkesinin derin uçurumlarına doğru. Geride kalanlar, bilinmezlikler ülkesinin kapısından geçen yakınları için ağıtlar yakarlar, ayrıntıları inançlarıyla belirlenmiş törenlerle uğurlarlar onu. Çünkü insan hayatı değerlidir ve hayatın, yaşayan hiç kimsenin gidip görmediği bir karanlıkta yitişi, geride kalanlara acı verir.
İnsanlar milyonlarca yıldır ölüm yolculuğuna çıkan yakınları için cenaze töreni düzenliyor. Henüz modern insanın yani Homo Sapiens`in yeryüzünde belirmediği zamanlarda bile ölülerin çeşitli seremonilerle gömüldüğüne dair arkeolojik kanıtlar var. Robert Zemeckis`in yönettiği ve başrollerini Michael J. Fox`la Christopher Lloyd`un paylaştığı Geleceğe Dönüş / Back to the Future filminin kahramanlarından biri olsak ve zaman makinesine dönüştürülmüş otomobilin koltuklarından birine oturup günümüzden 60 bin yıl öncesine gitsek, dünyanın en eski cenaze törenlerinden birine şahit olma şansımız olabilirdi. Bu cenaze töreninin mekânı günümüzde Irak sınırları içinde bulunan ve Paleolitik Çağ`ın en önemli yaşam alanlarından biri olan Şanidar mağarası. 1957 yılında yapılan kazılarda arkeologlar bu mağaraya gömülen yaşlı bir adamın üzerine çiçek polenleri serpildiğini tespit etti. Belli ki ölümün bir son olmadığına inanan Taş Devri insanları bile ölümle kucaklaşan sevdiklerinin yaşam ısısını kaybetmiş bedenlerini rastgele toprağa bırakmıyor ve onlar için cenaze töreni düzenliyorlardı.
İnsanların öldükten sonra yeraltı Tanrısı Hades`in karanlık ülkesine göç ettiğine inanan eski Yunanlılar`ın ölü gömme gelenekleri ve ölüm sonrasına ilişkin düşünceleri, onlarca kitaba konu olabilecek kadar zengindir. Ancak, Antik Yunan`da ölü gömme gelenekleri üzerine çalışan Yrd. Doç. Dr. Bilge Hürmüzlü bu geniş konuyu küçücük bir el kitabına sığdırmayı başarmış. Halen Isparta Süleyman Demirel Üniversitesi Arkeoloji Bölümü`nde öğretim üyesi olarak görev yapan Hürmüzlü`nün Türkiye Eskiçağ Bilimleri Enstitüsü Yayınları`ndan çıkan Eski Yunan`da Ölü Gömme Gelenekleri isimli kitabı, arkeolojiye ve antik çağ kültürlerine meraklı okuyucuların ilgisini çekecek bir çalışma. Batı Anadolu ve Yunanistan`daki nekropolis kazılarından elde edilen veriler ve antik kaynaklar dikkate alınarak hazırlanan kitapta, eski Yunanlılar`ın kullandığı mezar türleri, ölü gömme şekilleri, gömü gelenekleri ve cenaze törenleri hakkında bilgi veriliyor.
Yunan tarihinin en erken dönemlerine tekabül eden Protogeometrik ve Geometrik dönemlerde ölülerin bazen kent dışındaki mezarlık alanlarına, bazen de yerleşim sahasının içine gömüldüğünü öğreniyoruz Hürmüzlü`nün kitabından. Herhalde çocukların daha çok korunmaya ihtiyacı olduğu düşüncesiyle çocuk ve bebekleri genellikle yerleşim içine defnediyorlarmış. Kent kültürünün geliştiği M.Ö. 8. yüzyılın ortalarından itibarense, ölülerle yaşayanların dünyası birbirinden ayrılmış ve mezarlıklar tamamen şehir dışına taşınmış.
Hem kremasyon (cesedin yakılması) hem de inhumasyon, (ölünün beden bütünlüğünün korunarak defnedilmesi) eski Yunanlılar tarafından kullanılan gömü biçimleriydi. Yazar kitabında, kremasyon uygulamasına başvurulmasının nedenini şu ifadelerle açıklıyor: `Antik dönem inancında et ve kasların, psykheyi (=ruhu) yaşayanların dünyasına bağladığına ve hayaletlerin arasına girmesine engel olduğuna inanılırdı. Kremasyon, et ve kasları hızlıca yok etmek, dolayısıyla da ruhu serbest bırakmak için uygulanan bir yöntemdir.` Yakılan cesetten arta kalan kül ve kemikler urne adı verilen seramik kaplara yerleştirilir ve bu kap ölü hediyeleriyle birlikte toprağa gömülürdü. Yakma işlemi de nekropolislerde bu iş için ayrılmış çukurlarda yapılırdı. Eski Yunan dünyasında çocuk ve bebek cesetlerine kremasyon yönteminin asla uygulanmadığı yazar tarafından belirtiliyor.
Ölünün vücut bütünlüğünün korunduğu durumlarda lahit, sandık mezar, pithos, kiremit mezar ve basit toprak mezar gibi mezar türleri kullanılabiliyordu. Aşağı yukarı aynı kültürel özelliklere ve inançlara sahip Hellenler`de bu kadar değişik mezar türünün olması, geleneklerdeki ve ekonomik durumdaki farklılıklarla açıklanıyor. Örneğin basit toprak mezarlarda (cesedin herhangi muhafaza içine alınmadan direkt toprağa gömüldüğü mezar türü) bulunan ölü hediyelerinin basitliği, bu tür gömütlere sadece fakir insanların defnedilmiş olabileceğini düşündürüyor.
İnsanların pithos adı verilen devasa boyutlu küplere konduktan sonra gömülmelerinin de yaygın olduğunu öğreniyoruz kitaptan. Bu gömü biçiminde ceset, henüz soğumadan pithosun içine yerleştiriliyor ve ardından pithos, ölü hediyeleriyle birlikte gömülüyordu. Ölülerin büyük küpler içinde gömülmesi, Anadolu`da geçmişi M.Ö. 3. binyıla kadar giden bir uygulama.
Özellikle Likya ve Karya bölgesinde yaygın olan anıtsal mezar yapıları, Klasik ve Hellenistik dönemler boyunca kullanım gördü. Payeli mezarlar ve kaya mezarlar olarak iki kısma ayrılabilecek olan anıtsal mezarların en ünlüsü Karia`da bulunan ve payeli mezar türüne dâhil olan Mausoleum`dur. Payeli mezarların özelliği bir podyum üzerinde yükselmeleri ve bir tapınak ya da lahit biçiminde tasarlanmış olmalarıydı.
Mezar yerlerinin belirlenmesi için farklı yollar kullanıyordu eski Yunanlılar. Bazen gömütün üzerinde bir stel, bazen de bezemeli bir vazo yerleştiriyor, kimi zaman ise üzerine toprak ya da çakıl taşı yığarak mezarın yerini belirgin hale getirmeyi seçiyorlardı. Arkeolojik verilerden ölünün gömülmesinden sonra mezarlık alanında bir ölü yemeği düzenlendiği de anlaşılıyor.
Sadece arkeolojik buluntular değil, antik çağa ait yazılı kaynaklar ve Yunan vazolarındaki betimlemeler de dönemin ölü gömme törenleri hakkında bilgi veriyor. Başta Homeros`un İlyada ve Odysseia destanları olmak üzere antik kaynaklardan öğrenildiğine göre, prothesis ve ekphora olmak üzere iki bölümden oluşuyordu cenaze törenleri. Ölüye saygı gösterilmesi anlamına gelen prothesis, kişinin ölümünden mezarlığa getirilmesine kadar geçen süre içinde düzenlenen yas törenlerini ifade ediyor. Ekphora ise mezarlıkta yapılan defin merasimini anlatmak için kullanılan bir kelime. Antik Yunan`da toplum tarafından sevilen ve sayılan önemli kişilerin ölümünün ardından `cenaze oyunları` ile at ve araba yarışları düzenlendiği de biliniyor.
Antik Roma Ölü Gömme Adetleri
Antik mezarlıkların bize gösterdigi kadarıyla ölüler sehri esitlikçi bir yer degildir. Ölümün arkeolojik ve antropolojik incelemesi bizlere ölülere yaklasımın statü gösterimleri ile yakından iliskili oldugunu bizlere göstermektedir. Bir Roma mezarlıgı anıtsal mousoleumlar, cenotaphia (bahçeli mezarlar) ya da resmi devlet mezarları, columbarialar’daki (urneler için nisleri olan mezarlar) gösterisli gömüleri ve kentin alt tabakaları için toplu gömülerin yapılacagı katacompları içermektedir. Roma döneminde de ölüm, basit bir olay olarak algılanmamıs, cenaze törenlerine ve adetlerine büyük önem verilmistir. Ünlü Romalıların ölümlerinde uygun bir cenaze töreni yapılmıs, ölü maskeleri ve cenaze nutukları gibi çesitli uygulamalar ile ölüye verilen deger gösterilmeye çalısılmıstır.
Köleler ve suçlular dahil Romalıların tümü gömülme hakkına sahiptiler. Mitolojiye göre Styx ırmagında ruhları Hades’e götüren kayıkçı Charon bile gömülmemis bir kisinin ruhunu tasımayı reddediyordu. Roma’da gömülmeden bırakılan kisiler çok agır suçlar islemis olanlardı. Bu tür suçlardan bir tanesi kendini asarak intihar edenlerdi. Ancak bu tür bir uygulama ile cezalandırılan suçlar zaman içinde de degisiklik göstermis ve örnek olarak kendini asarak intihar etmek girisimi Tiberius zamanında eger uygun bir gerekçe var ise tam tersi bir muamele görmüs ve onurlandırılmıstır. Gömülmeme dısında bir baska cezalandırma ise cesedin tanınamayacak hale getirilmesidir. M.Ö. 87 yılında Cinna ve Marius’un terör esen dönemlerinde öldürülen senatörler vahsi hayvanlara ve köpeklere parçalattırılarak kimliklerinin tespiti imkansız hale getirilmistir. Roma’ya karsı ayaklanan gladyatör Spartaküs ve arkadaslarının kilometrelerce boyunca yol kenarlarındaki çarmıha gerilmis cesetlerinin çürüyene kadar çarmıhlarda bırakılması bu tür sıra dısı uygulamalara en bilinen örneklerden birisidir.
Romalıların kremasyon, inhumasyon ve ölü gömme islemlerinin sehir dısında yapılmasını ifade eden ‘hominem mortuum in urbe ne sepelito neve urito’ gibi ifadelerle ortaya konulmustur. Kent dısına gömmenin hijyenik nedenlerden çok dönemdeki inançların etkisiyle oldugu düsünülmektedir. Yunanlar gibi Romalılar da ölü ve yasayan arasındaki sınırların oldukça geçirgen olduguna inanmıslardır. Onlara göre Hades’e gitmis olan bir ruh bir amaçla (örnegin intikam için) dünyaya gelebiliyordu. Ruhların çesitli vesilelerle huzura erdirilmeleri önemliydi çünkü Romalılar ölünün gittigine ama aralarından ayrılmadıklarına inanmaktaydılar. Romalıların, ölüm ve sonrası ile ilgili inançları hakkında bilgiler almak için dönemin heykel, resim, mozaik, rölyefleri ile yazılı eserleri gibi pek çok veri bulunmaktadır.
Roma dünyasının pek çok kültür ile kaynasması ve daha sonrasında Hıristiyanlık dininin imparatorlukça kabulü ile inanç alanında büyük bir degisim yasaması ölü gömme adetlerinin de degisimler geçirmesine neden olmustur. mparatorlugun bünyesinde yasayan topluluklarda çok dogal ve bazen de baskın bir metot olarak tercih edilen kremasyonun yerine öncelikle Roma ve talya’da olmak üzere inhumasyonun tüm imparatorlukta baskın ölü gömme adeti hale gelmesi bu duruma en iyi örneklerden bir tanesidir. Ancak inhumasyonun baskın hale gelisinin tek nedenini de inanç ile açıklamak da kesin dogru kabul edilemez. Romalılar ölümden sonra bir hayatın olduguna ve kisinin bu hayatın daha soluk bir benzeri olan gölgeler içinde ölen kisinin hayatını sürdürdügüne inanmıslardır. Ölüm ve ölen kisi Roma uygarlıgının her döneminde saygı görmüs ve ölüye gerekli saygıyı göstermek için çesitli törenler yerine getirilmistir. Ancak antik dönemde büyük büyük bir cografya kaplayan Roma uygarlıgının her yöresinde aynıadetlerin sıkı sıkıya uygulandıgını düsünmek dogru olmayacaktır.
Eski Tunç Çağı Ölü Gömme
Küp mezarlar :
Mezar tipleri içinde Anadolu da Erken Tunç Çağı halkının çoğunlukla küpleri tercih ettiğini anlamaktayız. Cesetler bu dönemde pithoslara gömülmüştür , bu da daha kalıcı ve orda yaşayan halkın barınma özelliklerine bağlı , nitelikli olarak pithoslara gömüldüğü düşünülmektedir. Ölü hediyeleri arasında günlük kapların yanı sıra ,özel törenler için kaplarda konulmuş. Cesetler küp içine hoker tarzda yerleştirilmiş ve ölü hediyesi bırakılmış. Küplerin genelde ağız ı doğuya gelecek şekilde dipleri ise batıta bakar şekilde toprak içerisine hafif yatık biçimde gömülmüşlerdir. Küplerin ağzı plaka veya daha küçük taşlar ile kapatılmıştır. Bunun amacı mezar soygunlarını önlemek ve ölülerin içeriden çıkıp dünyaya dönmesini engellemek düşüncesi ile konulmuş olabilir. Küpler içinde özellikle bir kısmında ,birden fazla ölü gömülmesi, küplerin yerinin önüne konulan ve yüzeyden görülebilecek taş veya bir toprak yığını ile yerinin belirlendiği düşünülmektedir. Bazen bir pithos da 6 adet iskelete bile rastlanılmıştır.
Oda mezarlar : Küp mezarlar yanında sandık mezarlarda kullanılmıştır. 30 ayrı merkezde sandık mezar geleneğine rastlanılmıştır. genel olarak Taş sandık mezarlar plaka taşlardan yapılmış ve üzeri düz sal taşları ile kapatılmıştır. Taş sandık mezarların benzerlerine bazen kerpiçten yapılmış şekliyle rastlanılmıştır. Taş sandık mezarlara genelde tek gömü yapılmıştır ancak ikili veya üçlü gömülerede rastlanılmaktadır.
Oda mezarlar genelde yaygın olmasada 9 ayrı merkezde tespit edilmiştir. Taştan örülen duvarların üstü ahşap ile örtülmüştür. En önemli olanı Alacahöyük tür. Ölü gömme törenleri ile ilişkili olarak Alacahöyük Oda mezarları bize çok iyi bilgi vermektedir. Alacahöyük te ölü gömme geleneği il ilgili bir tören düzenlendiği ve bıurada bir kurban törenin yapıldığı anlaşılmaktadır. Kurban edilen hayvanın eti dışarıda yenilmiş ve kalan kafatasları ve sırt kemikleri belli bir düzende mezara yerleştirilmiştir.
Ölü gömme geleneğinde , yemek ile ilgili Girnevaz da da ele geçen kapların içindeki yemek atıklarından yola çıkılarak burada da bir ölü yemeğinden söz edilmektedir. Burada da kurban töreninden sonra bir takım yiyeceklerin mezara bırakıldığı anlaşılmaktadır.
Erken Tunç Çağı ölü gömme törenleri hakkında daha sonraki dönemlere ait olan Hitit metinlerinden daha detaylı olarak ip uçları vermektedir. Hitit dönemindeki bazı textlerde , ölü için yapılan bir takım kurban törenlerinden bahsedilmektedir. Bir metinde ekmeklerin bir altar üzerinde pişirildiği ve koyun kurban edildiği anlatılmaktadır. Birbaşka metinde fırında kurban edilip pişirilen kurbandan bahsedilmektedir. Boğazköy den çıkartılan bir Hurrice metinde Salaşu ritüelinde bir kurban çukuruna bağlı bir dinsel anlatım söz konusudur. Ayrıca tanrı Nerik i sakinleştirmek için kurban törenlerine ait kurban çukurlarından bahsedilmektedir. Hattuşa daki bir ritüel tasvirinde 9 adet kurban çukurundan bahsedilmektedir. Kuş , Koyun , ekmek , küçük heykelcikler bırakıldığı anlatılmıştır. Bir başka metinde Katapa şeklinde söylenen bir kült yerinde kral ve kraliçenin yaşamını sürdürmesi için bir çukur açıldığı anlatılmış.
Orta ve Geç Tunç Çağı Ölü Gömme
Bu dönemde ölü gömme geleneği Erken Tunç Çağı dan büyük bir farklılık göstermez. Yaygın mezar türleri yine basit toprak , taş sandık ve küp mezarlardır.
Taş sandık mezarlar içinde , çömlek ve kompozit mezarlara rastlanılmıştır. Çoğunlukla hoker tarzda gömülmüşler ve bazı mezarlarda yarıyarıya yakılmış insan kemiklerine rastlanılmakta. Ölü hediyesi olarak miken kaplar , tunç silahlar ve takılar şeklinde görülmektedir.
Taş Sandık mezar yapma geleneği İç Anadolu da Ilıca ve Gordion da görülmüştür
Tolos mezar: Çoğunlukla dromoslu olarak yapılır. Oda mezar türünde inşaa edilmelerine karşın mezarın üzeri kubbe şeklinde bir planla kapatılmıştır. Bunlar Ampul , Basit daire , daire şeklindedir.
Orta Tunç Çağda Küp mezarların olduğu yerler : Alacahöyük , Karahöyük , Acemhöyük , Gordion , Boğazköy , Ferzant/Büten (Alacahöyük yakınında) , Uluçayır (Eskişehir) , Kazankaya , Köşkerbaba (Malatya da yer alır burada O.T.Ç ait tek bir küp mezar tespit edilmiş. Ağzı bir çanak parçası ile kapatılmıştır. Hamuru açık rengidir , rengi astar , mavi ve kırmızı ile bezenmiştir.
Orta Tunç Çağda basit toprak mezarların görüldüğü yerler: Alişar , Kazankaya , Alacahöyük , Gordion , Ilıca , Osmankayası , Karaoğlan , Polatlı , Boğazköy , Gedikli , Tilmenhöyük , Kazane(Şanlıurfa) ve Girnevaz da görülür.
Orta Tunç Çağda Oda mezarlar: Anadolu da bu dönemde çok az sayıda rastlanılmıştır. Daha çok İç ve Doğu Anadolu bölgesinde görülmüştür.
ESKİ TÜRKLERDE ÖLÜM VE ÖLÜM GELENEKLERİ
Şamanist Türkler ölümün kötü ruhlardan kaynaklandığına inanırlar. Altay Türklerine göre, yeraltı dünyasının Tanrısı Erlik yeryüzüne gönderdiği görevlileri aracılığıyla insanların ruhlarını alarak hayatlarına son verirdi. Yakutlara göre ise ölüm, ruhun kötü ruhlar tarafından kapılıp yenmesidir. Bu ruhlar ise daha önce ölen atalarının serserice yeryüzünde dolaşan ruhlarıdır.
“Eski Türkler can ve ruh mefhumunu genel olarak tın (yani nefes) kelimesiyle ifade etmişlerdir.” Ancak genel olarak “insanın ölürken canının bir kuş gibi uçup gittiği varsayılır: Orhun Kitabeleri’nde ölmek; uçmak, uçup gitmek olarak anlatılmıştır. Herhangi birinin ölümünden söz ederken ölmek kelimesi yerine kuşu uçtu ifadesi kullanılırmış.”
Eski Türkler, ölen kişinin ruhunun, şaman tarafından özel bir merasimle yeraltı dünyasına götürülünceye kadar evde dolaştığına inanırlar; çünkü onlara göre ölü çevresinde olup bitenden haberdardır. Bu yüzden akrabalarına zarar verebileceği düşünülen ölü, merasimlerde etkisiz hale getirilmelidir.
Türklerin ölülerini nasıl gömdüklerine gelince en sağlıklı ve eski bilgileri Çin kaynaklarından edinebilmekteyiz: “Çin kaynaklarına göre, Türk uluslarında aşağı yukarı aynı devirlerde çeşitli gömme adetleri görüyoruz: yakma, ağaca asma, toprağa gömme.”
Gök Türkler “ölüyü çadıra korlar. Oğulları, torunları, erkek-kadın başka akrabası, atlar ve koyunlar keserler ve çadırın önüne sererler. Ölü bulunan çadırın etrafında at üzerinde yedi defa dolaşırlar. Kapının önünde bıçakla yüzlerini kesip””kanlı gözyaşı dökerler”. Bu töreni yedi defa tekrar ederler.”Sonra belli bir günde ölünün bindiği atı, kullandığı bütün eşyasını kendisiyle beraber ateşte yakarlar; külünü belli bir günde mezara gömerler. “İlkbaharda ölenleri sonbaharda, otların ve yaprakların sarardığı zaman gömerler. Kışın veya güzün ölenleri çiçeklerin açıldığı zaman (ilkbaharda) gömerler. Defin gününde ölünün akrabası, tıpkı öldüğü günde yaptıkları gibi, at üzerinde gezer ve yüzlerini keser, ağlarlar.”
Mezar üzerinde kurulan yapının duvarlarına ölünün resmini, hayatında yaptığı savaşların tasvirini yaparlar. Türklerde bulunan bu balbal geleneğine uygun olarak “ölü” ömründe bir adam öldürmüş ise mezar üzerine bir taş korlar” “İnanışa göre, bir adamın öldürdüğü kimse veya kimseler, cennette öldürenin hizmetçileri olacaklardır””Gömülme işi bittikten sonra, ölünün atları kesilerek yenirdi ki, bu da Türk kavimlerinde görülen yuğu aşı veya ölü aşı geleneği idi” Bu atların ve kurban edilen koyunların kafaları ise kazıklara asılırdı.
Oğuzların defin törenleri de Gök Türklerin defin törenlerinden farklı değildi. “IX. yüzyıl Oğuz boylarının defin töreni Gök Türklerin defin törenlerinden farksız olduğu İbn Fadlan’ın verdiği malumattan anlaşılmaktadır. Oğuzların defin törenlerini İbn Fadlan şöyle tasvir ediyor: Onlardan biri hastalanırsa köleler ve cariyeleri bakar; ev adamlarından hiç kimse hastaya yaklaşmaz. Haneden uzak bir çadır dikip hastayı oraya korlar; iyileşince yahut ölünceye kadar çadırda kalır. Yoksul ve köle hastalanırsa onu kırlara bırakıp giderler. Onlardan biri ölürse ev gibi büyük bir çukur hazırlarlar. Ölüye ceket giydirirler, kuşağını kuşandırır, yayını yanına korlar; eline nebiz dolu tahta kadeh tutturup önüne de nebiz dolu bir tahta kap korlar. Bütün mal ve eşyasını bu eve /çukura/ doldurup ölüyü buraya oturturlar. Sonra çukurun üzerine topraktan kubbe gibi döşeme yaparlar. Atlarından, servetine göre, yüz yahut iki yüz, yahut bir baş at keserler, etlerini yerler. Başını, derisini, ayaklarını ve kuyruğunu sırıklara asıp – bu onun atıdır. Bununla cennete gider derler. Bu ölü hayatında adam öldürmüş ve cesur bir kişi ise öldürdüğü adamlar sayısı kadar ağaçtan suret yontarlar; ve mezarın üzerine korlar. Derler ki – bunlar uşaklarıdır, cennette ona hizmet edecekler.”
Oğuzlar dini inanışlarının tesiri ile suya girmiyorlardı; çünkü “bütün Türklerdeki köklü bir inanışa göre, su kutludur ve arıdır. Yıkanmak kutlu ve arı olan suyu kirletmek ve böylece büyük günah işlemek demektir. Bu ise uğursuzluğa ve felakete sebep olur.”Bu yüzden Oğuzlar ölülerini yıkamazlardı.
Altaylı Türkler ise cenaze törenlerini şu şekilde yaparlardı: “Altaylı öldükten sonra dul kadın, ceset yurtta kaldığı müddetçe kocası için ağlamak mecburiyetindedir. Defin işi gizlice ve hiçbir merasim yapılmadan icra edilir. Altaylılar ölülerini umumiyetle dağ üzerindeki gizli yerlerde toprağa gömerler. Ölü tam giyinmiş vaziyette mezara konur ve yanına, yol için bir torba yiyecek de yerleştirilir. Zenginler birlikte binek atı da gömerlermiş. Ölünün dört değnek üzerine kurulmuş iskeleye yerleştirilmek suretiyle defni adeti Altay’da ancak bazı yerlerde tatbik edilirmiş, ben buna ancak Soyonlar arasında rastladım. Ancak ölü gömüldükten sonra akraba ve komşular yurtta toplanarak ziyafet tertip ederler. Geri kalanlar, ziyafetten sonra yurdu şamanlara temizlettirerek başka bir yere naklederler. Ağaç kabuğundan ve kütüklerden yapılmış olan yurtlar, aileden birinin ölümü üzerine terk edilerek olduğu yerde bırakılır ve aile kendisine başka bir yerde yeni bir yurt yapar.”
Eski zamanlarda Uygurlar ölüyü yakarak gömerlerdi: “O çağlarda cesedi gömerken yeni elbise giydirilip kazılan mezarın içine sedir yapılıp, sedir üzerine kamıştan yapılmış hasır serilip, üstüne ceset konurmuş. Cesedi gömmeden önce büyük törenler düzenlenirmiş. Mezarın yanına ölen kişinin öz geçmişini anlatan, oyularak yazılan abide taş dikilirmiş. Kağan ölürse eşiyle birlikte gömülürmüş. Cesedin konulduğu çadırın etrafında yedi defa dolaşılır, bıçak ile alınlarını çizip kan akıtarak ağlarlarmış.”
Yine Uygurların cenaze merasimleri hakkında en iyi bilgileri Çin kaynaklarından edinebiliyoruz. “Miladi 518 yılında Çinli gezgin Huy Sing ile Sun Yong, Luo Yang’dan yola çıkıp 519 yılında Odun’a (Hotan) gelmişler. Orada gördükleri hakkında yazmış oldukları Luo Yang ibadethane Hatıraları adlı kitabının beşinci bölümünde Odun (Hotan)’daki cenaze törenlerinden şöyle bahsetmektedirler: Ölen adamın cesedi ateşte yakılır, cesedin külü yere gömülür. Sık sık anmak için yanına put dikilir. Ağıt yakanlar saçlarını kesip, yüzünü boyarlar. Kağanın cesedi ateşe verilmez, tabuta konularak uzak ıssız yerlere gömülürdü. Sık sık anmak için mezarın yanına put hane yapılır.”
“Orta Asya’da, Hunlar’ın ve Gök Türkler’in egemenliği devirlerinde, daha iptidai basamaklarda bulunan boylardan bazıları ölülerini tabutlara koyup ağaçlara asarlardı. Bu uluslar arasında Moğollar’dan Hıtay (Kidan)’lar, Şveyler, Türkler’den Dubo (Tuba)’lar vardı. Bu adet Yakutlar’da XVIII. yüzyıla kadar devam etmiştir. Bazı haberlere göre Kırgızlar’da bu adet vardı. Müslümanlıktan sonra Kırgızlar bu adeti bırakmışlardır. Bununla beraber Kırgızlar’da bu adetin hatırası olarak defin törenine süyök kötürü derler ki, harfiyen kemik kaldırma demektir.”
Eski Türklerde “ölünün mezarına, et, süt gibi yiyecekler, silahı ile ölünün atı binilmeye hazır halde mezara gömülürmüş. Mezarın başında bir at kurban edilip eti yendikten sonra ise ölenin evi ve arabası tahrip edilirmiş.”Bütün bunlar ölenin ruhunun gideceği dünyada; yoksul, silahsız, yalnız ve güçsüz kalmasını önleyerek geri dünyaya gelip yaşayanları rahatsız etmemesini sağlamaktır.
Eski Türklerde ayrıca mezarlara bayrak asma geleneği vardır. “Bu gelenek, Anadolu’da da görülmüştür. Özellikle evliyaların ve büyük kişilerin mezarlarında. Mezarlara bazı Türkler bayrak veya bez asmışlar; daha eski proto- Türk geleneklerini saklayan Türkler ise, at perçemli tuğlar asmışlardır. Bazıları da, yalnızca ölü veya yas evine asmışlar.”
Eski Türkler ölülerine “aş vermeyi” en önemli görev sayar ve yoğ töreni dedikleri törenler düzenlerlerdi. İlk çağlarda aş doğrudan doğruya ölüye verilir, yani mezarına konulur veya dökülürdü. İslamiyet’in Türkler arasında yayılmasından sonra bu tören “sevabını ölü ruhuna bağışlamak üzere fakirlere yemek, helva vermek” şeklini almıştır.
“Anlaşılıyor ki aş törenini en eski devirlerden beri din ayrılıklarına bakmadan bütün Türk ulusları devam ettirmişlerdir. Bu törenin en iptidai şekli ormanlı bazı Altay oymaklarında görüldüğü gibi doğrudan doğruya ölünün kendisine aş-yemek vermek olmuştur. Sonraları ölünün ruhuna ateş tanrısı vasıtasıyla göndermek, kurban sunmak, daha sonraları ölünün ruhunun da iştirak ettiği tasavvur edilen ziyafetler tertip ederek kurbanlar kesmek şeklini almıştır. Bu ziyafetler ulusun ve boyların kültür seviyeleri ve servetleriyle mütenasip olarak gelişmiş, çok zengin boylarda muhteşem bayram şeklini almıştır.
Eski Türklerin yas tutup tutmadıklarına gelince “Eski Türklerin en başta Orta Asya uluslarının yas tutma adetlerine dair Çin kaynaklarında bazı kayıtlar bulunmaktadır. Bu kayıtlara göre, yas tutanlar bağıra çağıra ağlarlar, yüzlerini parçalarlar, keserlerdi.” Bunlara “sağıtçılar (Ağlayıcılar)” denirdi.
“Orhon yazıtlarında Kül Tegin ve Bilge Hakan’a yapılan matem törenlerinin tasvirlerinden anlaşıldığına göre, Gök Türkler yas tutarken saçlarını, kulaklarını… keserler, feryat ederek ağlarlardı. Kül Tegin için yapılan yastan bahsederken Bilge Hakan şöyle diyor: Çok yaşlandım. İki şad, küçük kardeşlerim, yeğenlerim, oğullarım, beylerim ve ulusumun gözleri, kaşları berbat olacak diye kaygılandım. Bilge Hakan’ın oğlu, babası için diktiği yazıtta şöyle diyor: …bunca kavim saçlarını ve kulaklarını biçtiler.
Türklerin yas geleneklerinden biri de elbiseleri ters giyinmedir. “Altay dağlarında yaşayan Kuznitsk Şamanist Türk göçebelerinin kadınları yas tutarken elbiselerini yedi gün ters giyerler.
YAHUDİLİKTE ÖLÜM VE ÖLÜM GELENEKLERİ
Yahudilikte ölümün sebebi ilk günahta aranır. Çünkü bundan önce insan ölümsüzdü. Tevrat’ın ilk bölümü olan Tekvin’in 2. babının 16. ve 17. ayetlerinde şöyle denir: “Ya Rab Allah, Adama (Adem’e) emredip dedi: Bahçenin her ağacından istediğin gibi ye. Fakat, iyilik ve kötülüğü bilme ağacından yemeyeceksin. Çünkü, ondan yediğin günde mutlaka ölürsün.” Tevrat’ın Tesniye bölümünün 30. babının 15. ayetinde, Yehova, Yahudi toplumuna şöyle seslenir. “Bak bugün senin önüne, hayatla iyiliği ve ölümle kötülüğü koydum.”Bunu izleyen ayetlerde de, “Tanrıyı sevip O’nun yolundan yürümenin ve O’nun koyduğu kurallara uymanın olabildiğince yaşamaya, tersine davranmanınsa “ölüm”e yol açacağı anlatılır. Demek ki, “günah” Adem’den sonra da Tevrat’a göre ölüm nedeni olarak görülmektedir. Hezekiel bölümünün 18. babının 30. 31. 32. ayetlerinde şöyle denmektedir. “Bundan dolayı ey İsrail Evi, size herkese kendi yollarına göre hükmedeceğim. Rab Yehova’nın sözü: Dönün ve kendinizi bütün günahlardan döndürün ve kötülük size helak (ölüm) getirmesin. İşlemiş olduğunuz günahların hepsini üzerinizden atın. Ve kendinize yeni yürek, yeni ruh sağlayın. Niçin ölesiniz ey İsrail Evi? Çünkü ölenin ölümünden ben hoşnutluk duymuyorum. Öyleyse (günahtan) dönün de yaşayın.”
Yahudilikte ölüler insanüstü bir güç ve bilgi edinirler, ruhlar (elohimler) haline gelirler.Eski İbrani inançlarında da “ölüler” elohimler (ruhlar) haline gelirler ve insanüstü bir güce erişirler, her şeyi bilirler, ölmekle tüm bilgiye ulaşmışlardır.”Yahudilikte, ölülere yüklenen bu kutsallık günlük hayat içerisinde birçok pratiklere yansır: “Mezarlık anahtarları, zor doğumları kolay kılar. Mezar taşlarının üzerindeki donmuş çiğ damlaları bayılma hastalığına tutulmuş bir çocuğu iyileştirir. Ağır hasta olan bir çocuğun yaşayıp yaşayamayacağı 24 saat boyunca burada yatırıldıktan sonra anlaşılır.”
Yahudilikte ölüye yüklenen bu kutsallık yanında ölü ve ölüm tabu sayılır. Ona dokunulmaz. Bir ölüm olduğunda nasıl davranılacağını Tevrat şu şekilde açıklamaktadır: “Herhangi bir insan ölüsüne dokunan yedi gün murdar olacaktır; üçüncü günde ve yedinci günde kendisini onunla tathir edecek ve tahir olacak; fakat üçüncü günde ve yedinci günde kendisini tathir etmezse, tahir olmayacak. Bir ölüye, her hangi bir insan cesedine dokunan ve kendisini tathir etmeyen adam Rabbin meskenini murdar eder; ve o can İsrail’den atılacaktır; murdarlık suyu onun üzerine serpilmediği için murdar olacaktır; onun murdarlığı daha kendisindedir. Şeriat şudur: Çadırda bir adam öldüğü zaman, çadıra giren her adam ve çadırda olan herkes yedi gün murdar olacaktır. Ve üzerinde örtüsü bağlı olmayan her açık kap murdar olacaktır. Ve kırda kılıçla öldürülmüş olana, yahut bir ölüye, yahut insan kemiğine, yahut kabre kim dokunursa yedi gün murdar olacak. Ve murdar adam için, yanmış saç takdimesi külünden alacaklar; ve onun üzerine bir kaba akar su konulacak; ve tahir bir adam zufa otunu alıp suya batıracak ve çadır üzerine ve bütün kaplar üzerine ve orada olan adamlar üzerine ve kemiğe, yahut öldürülmüş adama, yahut ölüye, yahut kabre dokunanın üzerine serperek; ve tahir adam murdar adam üzerine üçüncü günde ve yedinci günde serpecek; ve yedinci günde onu tathir edecek; ve esvabını yıkayacak ve suda yıkanacak ve akşamleyin tahir olacaktır. Fakat murdar olup kendisini tathir etmeyen adam cümhurun arasından atılacaktır, çünkü Rabbin makdisini murdar etmiştir; onun üzerine murdarlık suyu serpilmemiştir; murdardır. Ve bu onlara ebedi kanun olacaktır; ve murdarlık suyu serpen adam esvabını yıkayacak; ve murdarlık suyuna dokunan adam akşama kadar murdar olacaktır. Ve murdar adamın dokunduğu her şey murdar olacaktır; ve ona dokunan adam akşama kadar murdar olacaktır.”
Yahudilikte ölen kişi “şeol” denen başka bir dünyaya gider. Ruhu ise mezarda kalır. Tevrat’a göre ölüm ruh anlamına gelen soluğun alınmasıyla meydana gelir: “Yüzünü gizlersin, onlar şaşırırlar: Soluklarını alırsın ölürler, ve topraklarına dönerler.”
“Yahudilikte cenaze gömüldükten sonra matemli kimse yedi gün evde kalıp taziyeleri kabul eder.”
HIRİSTİYANLIKTA ÖLÜM VE ÖLÜM GELENEĞİ
Hıristiyanlığa göre bir kişi öldüğünde, önce papaz ve ardından da vaftiz ailesi çağrılır ve sonra üzüntülerini belirtmek, yardımcı olmak amacıyla komşular ölü evini ziyaret ederler. Ölü kefene sarılmadan önce usullere uygun bir şekilde yıkanmalıdır. Ölen, bir diyakon ya da papaz ise, onu papazlar yıkarlar. Ölünün vücudu kefenlendikten sonra bir tabuta konur ve tabut dört kişi tarafından, papazlar ve diyakonların söyleyecekleri ilahilerin eşliğinde kiliseye kadar taşınır. Mezar hazırlandıktan sonra, onun başında ayin ve cenaze töreni yapılır. Sonra herkes ölü evine gidip orada bir şeyler yedikten, üzüntülerini tekrar belirttikten sonra evlerine dönerler. İkinci gün, ölü için yeniden bir tören yapılır ve ölünün akrabaları, kilisenin kapısında fakirlere yiyecek dağıtırlar. Üç gün boyunca komşular yas evine üzüntülerini bildirmeye sürekli olarak gelirler. Üçüncü gün de papaz sabah saat dörtte Qurbana yapmadan önce, yanında ölüye çok yakın bir kadın olmak üzere mezarlığa gider ve ölen kişinin mezarını tütsüler. Bu, tıpkı kadınların İsa’nın mezarını ziyaret etmesine benzer. Herkes, ölünün sevdiklerinin mezarları üzerine de ateş yakar. Bu Paskalya Gecesi İbadeti’nin bir parçası olarak yerine getirilen, anlamlı bir adettir. Yasta olan kişiye “Tanrı size ve ölünüze huzur versin ve ölünüzün yüzü Tanrı’nın nuru ile aydınlansın…” diye teselli verilirken, mezarlar üzerine ışıklar yakılması ile amaçlanan ölünün ruhunu aydınlatmak, böylece ona huzur vermektir. Bazı yörelerde mezarlara yiyecek de konur ve bunun yapıldığı yerlerde, yiyecekleri ve lambaları koyabilmesi için, mezarların kenarına küçük hücreler yapılır. Bu adet, Büyük Perhiz’den bir önceki perşembe günü yerine getirilir ki, bu büyük gün “Tüm Ruhların Günü”dür.
İSLAMİYETE GÖRE ÖLÜM VE ÖLÜM TÖRENİ
İslamiyet’e göre ölünün ardından ağlamak, yas tutmak doğru değildir; çünkü ardından ağlanan ölü kabirde rahat edemez, kabir azabı görür. Peygamber ölünün ardından yas tutmakla ilgili şu hadisi söylemiştir. “Başına, yüzüne vuran, üstünü başını yırtan, cahiliyetteki gibi ağıtlarla yas tutan, bizden değildir.” Ancak kadınların ölen kocalarından sonra yeniden evlenmeleri için geçecek süre anlamında yas kabul edilmektedir. Bununla ilgili peygamber şöyle demiştir. “Allah’a ve ahirete inanan bir kadına üç günden çok ölü yası tutması (süslenmesi anlamında) helal olmaz, meğer ki ölen kocası ola. İslamiyet’te mezarlara yalvarmak, mezarları türbe haline getirmek hoş bir davranış olarak görülmez.
ÖLÜM SONRASI
Taziye
Ölünün yakınları, komşuları, akrabaları tarafından ziyaret edilerek teselli edilirler. Taziye üç gündür; ancak uzakta olanlar daha sonra da taziyeye gelebilirler. Bu süre içinde komşular yemek yaparak ölü evine getirirler.
Antik Çağda Ölü Gömme ile İlgili Terimler
Abaton- Heroon: Öldükten sonra tanrılaştırılmış ya da yarı tanrılaştırılmış olan, daha çok “kent kurucu” kişilerin girişe kapalı olan kutsallaştırılmış mezar alanı.
Alabastron: Sıklıkla alabasterden yapılan ve parfüm için kullanılan kulpsuz vazo
Amphora: Özellikle şarap ya da yağ olmak üzere sıvıları taşımak ve depolamak için kullanılan iki kulplu kap,
Anthesteria: anthesterion ayında (şubattan marta kadar) düzenlenen yıllık festival
Aoros: genç ölen kişi
Aponimma: muhtemelen cenaze sonrasında mezara bir suyolu kazma ile gerçekleştirilen suyla ilgili bir tören
Ardanion: ölünün evinin dışına konulan bir kase su
Arkosolium : (lat.Arcus:kemer, solium: taht mezar) özellikle katakomblarda bulunan mezar biçimi, üstü kemerli mezar
Aryballos: Yağ, koku ve benzeri şeyler için kullanılan küçük küresel bir kap
Ataphos: gömülmeden bırakılan kişi
Autocheir: intihar
Barathron: Atina’da lanetlenmiş suçluların cesetlerinin atıldığı çukur
Biaiothanatos: intihar ya da katil (yazıda ‘şiddetli bir ölüme sebep olan kişi’)
Bomos : Kurban sunağı
Bomos: kaide, sunak; nekropolis yazıtlarında lahitlerin konduğu kaide olarak geçer
Choai: ölüye sunulan içecek
Chous: çok genç bir çocuğun mezarına konulan küçük bir testi
chytroi (çanaklar) adı verilen üçüncü günde ölünün mezarlığı terk ettiği ve eski evlerini ziyaret ettiği düşünülmesi.
Çanaklar mezarlara konan meyveleri içermektedir.
Cippus : Bir mezarı veya mezarlık sınırını belirleyen, ucu sivriltilmiş taş ya da ahşap bir işarettir ki, bu mezarın kendiside olabilir. Arkeolojide, içine kül konulmayan mezar veya mezar üstüne yerleştirilen çeşitli şekildeki taslardır.
Columbarium: içine urnelerin yerleştirildiği nişler. Mezar odalarının duvarları içine veya kayaların yüzeyine açılarak vücuda getirilen mezarlıklardır.
Daimon: Doğaüstü varlık. Bazen de ölüye öteki dünya yolunda rehberlik eden rehber ruh
Danake: (aynı zamanda naulon) Ölüyü taşımakla görevli Charon için kayık ücreti
Demetrioi: orijinal olarak ölüler için genel kullanılmış bir kelime. Muhtemelen Eleusis’teki Demeter’in gizemine giren kişiler için ayrılmış bir terim olabilir.
Demosion Sema: “İnsanların Mezarı”. Atina’nın batı yakasında Dipylon Kapısından Akademi’ye doğru giden büyük tören yolu
Deuteropotmos: (aynı zamanda hysteropotmos) : ölü olarak ilan edildikten sonra tekrar canlanan kişi ( ‘iki kadere sahip’ ya da ‘ikinci kaderli’ )
Dexiosis: Yunan sanatında el sıkışmanın modern bir gösterimidir. Hades’te tekrar birleşmeyi tasvir ettiği düşünülmektedir.
Diobletos (aynı zamanda makarites) :kahramanlaştırılmış ya da yakın zamanda ölmüş kişilere özel olarak kullanılan bir kelime (yazıda ‘kutsanmış’)
Dromos: Mezar yapılarında mezara geçisi sağlayan dar uzun geçide verilen ad
Eidolon: ölmüş kişinin dünya üzerinde, rüyalarda ya da Hades’deki bir görüntüsü
Ekei: Ölülerin dünyası
Ekphora: ölü bedeninin gömülmek üzere mezarlığa taşınması
Enagismata: ölüye sunulan yiyecek ya da daha genel olarak ölü için sunulan besin
Enata: (aynı zamanda ennata) : ölü ya da gömüden sonraki dokuzuncu günde gerçekleştirilen ayin
Enchtristia: Cenazede çanak ya da chytra kullanmakla görevli kadını tarif için kullanılan kelime
Endyma: Bir kefen
Eniausia: yıllık gerçekleştirilen ayinler
Enthade: yasayanların dünyası
Epiblema: Kefenin üzerine sarılan gevsek bir örtü
Epikedeion: Mersiye ya da ağıt
Erion: Cenaze höyüğü: bir aile mezar alanı
Exegetai: Katliam ya da intihar gibi durumlarda ortaya çıkan ölü kirliliği üzerine öğüt veren kutsal kanun yorumlayıcıları veya açıklayıcıları
Genesia : ölünün onuruna düzenlenen yıllık festival.
Geras thanonton : ölünün ayrıcalığı ya da onunla bağlantılı şey
Goös: Ölünün yakınları tarafından söylenen doğaçlama ağıt
Haimakouriai: ölü için kan sunmak
Hero: Öldükten sonra tanrılaştırılmış ya da yarı tanrılaştırılmış kahraman
Heroon: Bir kahramanın gömülü olduğu düşünülen noktanın üzerine yapılan tapınak
Heroon: kahraman kültü için yapılan küçük kült merkezi ya da mezar yapısı
Holokutomata: tümüyle yakılmış sunular
Hydria: Su taşımak için kullanılan üç kulplu oval gövdeli ve düz omuzlu kap,
Hypogeum:: Yeraltı mezarı
Kallysmata: ölünün evinden alınmış mezarın üzerine konulan süprüntüler
Kaneon: (aynı zamanda kanoun, kaniskion) ölüye hediyeleri taşımak için kullanılan yuvarlak sepet
Katabasis: bir yasayan ya da kutsal varlıkla yeraltına inmek, böyle bir inisin tanımlanması
Katadesmos: Mezarın içine yerleştirilen ve yasayanları bir büyü ile bağlamayı amaçlayan kursun bir tablet
Kathedra: yas tutanların, yasının bittiğini belirleyen tören. Bu törende akrabalar yatmak yerine otururlar.
Kedeia: Cenaze töreni