Kefken ve çevresinin tarihine ilişkin bir araştırma yazısı;
Yine uzun bir yazı fakat bölge ile ilgilenenlerin okumasını tavsiye ederim, mutlaka fayda sağlayacaktır.
Ve yine Pdf den world e oradan da siteye aktardığım için yazım hataları olabilir.
Keyifli okumalar.
Kefken ve çevresi, tarihi ve coğrafyası
Tarihi coğrafya, tarihe yardımcı bilimdir. Bizde henüz istenilen düzeye ulaşmamıştır. Terim olarak, coğrafyanın zaman içindeki farklı isimlerini (şehir, dağlar ve ırmaklar) ele almaktadır. Şuana kadar da Kefken ve dolaylarının tarihi coğrafyası üzerinde durulmamıştır.
Kefken, Karadeniz'de sayılı adalardan biridir. Sahile yakındır. Anadolu kısmında, Sakarya Nehri ile Ağva çayı arasında kalan kuruluşu itibarı ile batıya bakan koyda ise Kerpe yer almaktadır.
Bölgeye ait ilk bilgiler yetersizdir. Ancak kolonileşme ve destanlar çağında, yörede bazı yer isimleri ortaya çıkmaktadır. İlk çağ kaynaklarına göre Bebrykler ilk sakinlerdir ve oturdukları bu bölgeye Bebrykia deniliyordu.
Karadeniz'in kuzeyinde başlayan kavimler hareketi ile Kimmerler, İstanbul Boğazının batısındaki Thrakia'daki Bithynler ve Thynleri yerlerinden oynattılar. Bunlar da ister istemez Boğazları geçtiler. Thynler, kendi isimleri ile bilinen şimdiki Kandıra-Kefken havalisine yerleştiler. Bu yüzden arazi Thynia adını almaştır. Bunlar Kefken adasına da kendi isimlerini vermişlerdir.
Thynlerin hâkimiyetini zorlayan ikinci Thrak kabilesi Bithynlerdir. Onlarda çok geniş alanda göze çarptılar. Marmara'nın güneyinde, Sakarya boylarında, Paphlagonia ya kadar Bebryklere ve Mariandynlere, Koukonlara karşı güçlenerek, bütün araziyi ele geçirdiler. Bithynler M.Ö 400'de Kalpe ve Kefken'e de hâkimdiler. Ksenephon'un onbinlerine karşı başarılı muharebeleri olmuştu.
469 Bithynler, Marmara güneyi ve Kocaeli yarımadasında hâkimdiler. Grek coğrafyacıları ve tarihçileri bu yüzden oturdukları bölgeye Bithynia demişlerdir. Thynias/ Thynia ismi de asırlarca varlığını koruyabilmiştir.
Grek kolonistler, İstanbul Boğazında, Anadolu kuzey sahillerinde birçok merkez meydana getirdiler. Bithynia"dakiler Riva, Ağva, Thynia Herakleia, Amastris, Sinope ve Trapezunt'dur. Kefken bu nedenle hem kuzey ve hem de güney sahilindeki ticaret nedeni ile ön plâna çıkacaktır. Herakleialılar, Koloni, Tiranlık, Cumhuriyet idaresi yaşarken Thynia'nın buraya da hâkim olmuşlardır. Bazı coğrafyacılara göre de Sakarya /Sangarios Nehri ilk zamanlarda Mariandynler, Bithynler ve Thynler arasında tabii sınır meydana getiriyordu.
Bithynler, kendi kralları ile bölgede mutlak bir hâkimiyet tesis ettiler. En önemlisi, Astakos Körfezinde, Astakos kenti karşısında yeni bir başkent meydana getirmeleri idi. Kral Nikomedes'in temellerini attığı Nikomedia asırlarca Bithynia merkezi olarak yaşayacaktır.
M.Ö 74'de, vasiyet gereği, Bithynia, eyâlet olarak Roma'ya bırakıldı. Hellenleşme ve Bithynleşme sürecinde iken böylece Latinleşme göze çarpacaktır. Kefken, sürekli Roma Eyâletinin bir adası konumundadır.
Roma'nın, M.S IV.yy sonlarında tabii mirasçısı Doğu Roma'dır. Krallar ve imparatorlar doğu işleri için Nikomedia'da oturmuşlardır. VILyüzyılda ise Bizanslılaşma Kefken ile Bithynia'yı içine almıştır.
XI.yüzyılda “Bithynia ve Thynia” coğrafi isim olarak göze çarpmaktadır. Selçuklular zamanında kısmi Türkleşme başlamıştır. Haçlı Seferlerinin doğuya taşıdığı italyan Cumhuriyetleri Venedik ve Geneoalılar Kefkende hâkimiyet mücadelesini devam ettirdiler. Bir ara Laskarislerin veya Komnenoslarm yöneticisi Kefken de, hadiseler içinde kalmıştır.
Bithynia'nm sona erişi, XIV.yüzyıldadır. Orhan Gazi zamanında fatihinin ismi ile (Akçakoca) Koca ili veya Kocaeli Türk devresinin adı olarak karşımıza çıkmaktadır. Osmanlı döneminde de aynı teşkilat devam etmiştir. Bazen Kocaeli Sancağı, bazen de İznikmid/İzmit Sancağı Mutasarrıflığı; Kefken'i, Kerpe'yi de içine almıştır. Şu anda Kocaeli İli mülki teşkilâtı içindedir.
Tarihi coğrafyada, Kefken ve Kerpe değişik isimlerde karşımıza çıkmaktadır. Şile, Ağva, Seyrek, Kandıra, Karasu, Şeyhler, Kaynarca mülki isimlerine Kefken ve Kerpe de katılmaktadır.
Kefken;
Kefken, günümüze kadar Thynias, Daphnoution, Finogonia ve Kefken sebilleri ile karşımıza çıkmaktadır. Thyn'lerin Kandıra ve sahilde yerleşmesi ile ada da Thynias/ Thyneis adaya verilen isim olmuştur. StehanosByzans'a göre, Thynias/ Tunias, Pontos Boğazı yakınında bir ada ve burundur. Scylax da, M.Ö V.yüzyıla ait eserinde “Mariandynlaren arkasında, Thracia Bithynleri, Sangarios Nehri, Artanes isimli bir diğer nehir; Thynias/ Tünuas Adası vardır. Orada Herakleialılar oturmaktadır ve Rhebas Nehri bulunur” bilgisini vermektedir.
Bizanslılar ise adanın define ile dolu oluşundan dolayı Kefken'i Daphnoutium/ Daphnatia diye isimlendirdiler. Boğaza 4O km uzaklıkta bulunuyordu. A.Gardner'deLaskarislere ait eserinde, Latinlerin adaya yaptığı seferi bahis konusu ettiğinde buna Daphnoutia Akını diye yazmaktadır. Düzce Ovasında, Kardüz Dağı'nın eteğindeki, şimdi kurutulmuş olan Efteni Gölü, Daphnusia' adını taşıyordu.
Ortaçağda, İspanyol kaynaklarına Finogonia diye geçen ada da Ş.Turan'ın da yazdığı gibi, eski çağın Thynias'ıdır. İtalyan haritalarında ise Penosia muhtemelen, Daphnousia'nın bozuk tespitidir.
Daphnoutium Adası, Türk döneminde Kefken şeklini almıştır. Bazen Kevken yazılışı da vardır. M.Bıjışkyan, Kefken'in ise taşlık anlamında Kafganos'dan türediğini ileri sürmektedir, “Burunönü kayalık olduğu için Kefken adı verilmiştir” demektedir. Osmanlılar döneminde İstanbul-Ereğli-Trabzon, İstanbul-Kefe arasında uğrak noktası idi. Osmanlı donanmasının birçok gemisi buradaki iskelede çatılmıştır. Faik Bey, Denize ait eserinde Kefken'in önemine değinerek “Boğaz Ağzı'ndan gündoğusu 2/3 kerte keşişleme cihetinin elli mil mesafesindeki orta yükseklikte Kefken Burnu ile Adası mevcuttur. Sahildeki dağların yüksekliğinden dolayı, belli bir mesafeden fark edilmesi zordur. Yıldız ile gündoğusu rüzgârlarına liman sayılan mevki dahi asıl sahil ile parçalı kayalar arasındadır. Gemilerin karayel tarafına demir atmaları ve kıçtan sahile palamar bağlamaları ile bazı mertebe barındırdıkları mecburidir” demektedir. Kefken-Karasu arasında sadece dereler ağzında basit iskeleler vardır. Kefken Adası, Pazarbaşı Burnu, Sarartma Burnu, Delikli Kaya, Karaboğaz iskelesi mevkii, Köse Pınar iskelesi mevkii, Acarlar Hatab (Odun) iskelesi, Hacılar iskelesi, Veniz Köy Mahallesi aşılınca karşılaşılan yer Sakarya Ağzıdır. Kefken, Kandıra'ya yakındır. Cebeci ve Kerpe geçilir. Pembe Kayalar, Kefken idmanı, Kefken Prof.Dr.N.Erim Tepesi, Kefken Köyü, Kapri Koyu Kumcağız, Gözetleme kulesi haritalara geçmiştir. Evliya Çelebi, Kefken Kasabasından şöyle bahsetmektedir: Kefken'in hamamı, hanı dükkânları vardır. Fakat o kadar bakımlı kasaba değildir. Kocaeli'nin iskelesidir”. Yalancı Kefken, küçük bir koydur. Fakat, gemiler burayı kullanmamaktadırlar. Kefken Denizi ise çevresindeki sulardır. Kefken Burnu, batıya doğru eğim kaybeder. Cumhuriyetin ilk yıllarında, Kefken Adası boştu. Harabesi ile dikkati çekiyordu. Üzerinde defne yığınları göze çarpmaktadır. Bu nedenle, Kefken yanında çevre halkının burasını Yeşilada diye isimlendirildiği görülmektedir. Kefken, eskiden olduğu gibi şimdi de eski stratejik mevkiini korumaktadır.
Kerpe;
Kefken ile birlikte zikredilen Kerpe, adanın güney-batısında Eski Kerpe ve Kerpe Burunları arasında koydadır. Babaçayının adını aldığı Baba Tepesi Kerpeye kuşbakışı hâkimdir. Kalpe ve Kirpe diye de söylenmektedir. İlkçağdaki adı Kalpe Limanı'dır. Ege Denizi”ndeki Karpathos Adası ile aynı ismi ve anlamı taşımaktadır. Filiz anlamına geldiğini yazanlar da vardır. Bithynlerin egemenliğindeki tasviri, Ksnephon tarafından güzel ve özlü bir şekilde yapılmıştır. Muhtemelen, söylenişte Kalpe/ Kerpe (yâni: Ep)olmuştur. Katib Çelebiye göre, Boğazdan 100 mil uzaklıkta, küçük bir iskele harici bölgedir. İskelesi, XIX. yüzyılda da son derece önem arz ediyordu. Kerpe, aynı zamanda Kefken Adası'nı Adapazarı, Kandıra, Seyrek ve Karasu'ya bağlayan yollar üzerindedir.
Kefken'de aynı adı taşıyan eski bir kale harabesi göze çarpmaktadır. Kerpe'nin de ayrı bir hisarı vardır. Seyrek Kalesinin doğudaki tahkimli mevkii gibidir. Kurt Yeri ile Gemici Pınarı buraya yakındır. Kadırga Adası'nın da civarında oluşu, önemini artırmaktadır.
Kepken ve Tarihteki İsimleri: Apolionia, Thynias, Daphhusia ve Kefken
Sadece ana kıtadakiler değil, bunları çeviren denizlerdeki adalar da önemlidir. Akdeniz, Ege, Marmara bir bakıma adalar cenneti sayılırken, Karadeniz'de, sadece sahillere yakın yerlerde bu tür kara parçaları göze çarpmaktadır. Bunlar içinde en az adaya sahip olan da Karadeniz'dir. Hele iç kısımlarda derinlikler nedeni ile hiç bir adaya rastlanmaz. İstanbul- Ereğli-Sinop ve Trabzon yolunda olduğu gibi tarihi seyirde yelkenlilerin Kırım veya Batı Karadeniz'den hareketlerinde rüzgâr, arkasından kopup gelen fırtınalar için İstanbul Boğazı yolundaki yelkenlilerin yegâne sığmak yeri Kefken oluyordu. Bu nedenle, bu ada beklenmedik öneme sahip olmuştur. Kefken yöresi, kaynaklardaki şekli ile Apollonia, Thynias, Daphnusion veya Daphnusia ve Türk döneminde de arazi, yapısındaki nitelikler sebebi ile Kefken adını almıştır. Kefken'in ilk sakinleri yukarıda temas edildiği gibi Bithynlerdir. Bunların adaya yakın yöresinde, Kandıra ile Boğaza tarafında Thynler olmuştur. OnlarınSakarya doğusundaki komşuları da Mariandynler olmuştur.”
Bithynlerin yörede yerleşmeleri, Hellenistik dönemde oldu. Bu arada kralları 1. Nikomedes, Astakos'daki başkenti biraz daha kuzey doğuya, şimdiki İzmit'in bulunduğu körfez ucuna taşıdı. Burada kendi ismini taşıyan modern bir Bithyn şehrini meydana getirdi. Kuzeyde, Kandıra ve çevresinde, arkeoloji buluntulara göre, yerleşmeler oldu ise de bunlar hiç bir zaman kasaba veya şehir özelliğine kavuşamadı. Kolonistler de, daha çok sahilleri, tercih ettiler.
Miletos ve Megaralılar başta olmak üzere, Karadeniz sahillerinde sömürgeci bir zihniyetten başka bir şeyi ifade etmeyen kolonistler, iç kısımlardan gelen mallar ile kendi getirdiklerini değiştirme imkânı buldular. Bu ticari ilişkiler zamanla Kefken'in de ününü artırdı, Karadeniz'in Anadolu sahillerinde, koloni trafiğine Boğaz, Riva, Şile Ağva, Kefken, Dia, Herakleia Pontika, Amastris ve Sinope de katıldı, Trabzon da doğuda en önemli ticari merkez statüsüne kavuştu. Kefken, kolonistlerin kasabası veya şehri hiç bir zaman olmadı. Onlar, Kenepzon'dan beri yakından tanıdıkları Kalpe şimdiki Kerpe'yi tercih ettiler. Zira burası Anadolu sahilinde, iç ile teması olan, korunaklı bir de iskelesi, olan yerleşim yeri idi. Ama, Kefken de, buna çok yakın en zorunlu şartlarda ticari yelkenlilerin sığmağı ve hayata döndüğü yer idi. Tarihi süreçte, Kefkenin ilk aldığı isim, Apollonia'dır. Ama daha çok ilk sakinleri nedeni ile Thynias ismi ile tarih kaynaklarında göze çarpmaya başlamıştır,
Thynias
Hemen fark edileceği gibi Thynlerin adaya isim verdikleri anlaşılmaktadır.*Antik kaynaklara göre, Karadeniz'in kuzeyindeki İskitler/Saka”lar, Kimmerleri sıkıştırınca, büyük göç hareketleri başlamıştır. Onlarla birlikte Thrak boylarından Thynler, Bitsrhler, Trerler Boğazları (Çanakkale ve İstanbul) aşarak, Anadolu topraklarına girdiler. Thynler de bu esnada, sonraki Bithynia'nın kuzeyine ve sahil kesimlerine yerleştiler. Böylece, Thynler, yeni ve kendi isimlerini yaşatacak adavı da görmüş ve yerleşmişlerdir. Sonraki tanıtımlarda “Sangarios, Karadenize döküldüğü yerde, Bithynia sınırını oluşturur. Bu kıyının ötesinde Thynias Adası bulunur” denilmiştir. Zaman geçtikçe, Thynias ve Thynia hakkındaki bilgiler de çoğalmıştır. Bithynler-Thynler ve Mariandynlerin komşuluğu sözkonusu edilmiştir. Bazı kaynaklar “Anadolu sahilinin ötesinde Thynia Adası vardır” derken, Scylaks “ Thynias Adası, burada Herakleialılar oturur, ileride, Boğaz tarafında Rhebas bulunur” diye yazar. StephanctsByzans ise Thynias, Pontos girişinde bir ada, bir burun, Thynlerin memleketi olduğuna dikkati çeker. E.Bosch, Argonau'ların adaya uğradıklarına da dikkati çekerek” Şair, onların (Argonautların) Sinplegadlar arasından geçerek, Thynias memleketi karşısındaki adaya nasıl geldiklerini anlatır”
Plinius da Kefken'den söz etmektedir. Ona göre, Thynias, Herakleia ile Bithynler arasında kalmaktadır. Kıyıda Thynler, iç kısımlarda Bithynler oturmakta idi.
Daphnusia
Thynias adı Romalıların bölgeyi gelmesi ve M.Ö 74'de, kendi ilkelerine, Bithynia ile birlikte katmasından sonra tabii yapısına göre yeni bir isimlendirmeye gitmişlerdir. Ayrıca, Karadeniz ve Doğu hâkimiyetlerini denizde sağlamak için de adaya önem verdiler. Kaynaklarda, artık Dapnusia veya Daphnusion ismine rastlanmaktadır. Eskiden olduğu gibi ticari hareketliliğin Karadenizdeki önemli merkezlerinden biri hâline gelmiştir. Daphnusius, Defne Ağacı veya yaprağı anlamındadır. Yaprakları güzel kokan, şenliklerde süs olarak kullanılan, taflan cinsinden tanınmış küçük ağaçtır.Daphne'den Defne olmuştur."Efsanelere göre de Daphne bayan adıdır. Bu, Zeua tarafından defne ağacına dönüştürülmüştür. Hristiyanlığın önemli merkezi olmuş, başında bir de piskopos bulunmuştur. Aziz Sabas isimli piskoposdan haberdarız.”
Komnenoslar döneminde. Alexiosun kızı Anna'nın tarihinde, “Selçuklu Süleyman Şah, İznik'i üs yaptı. Sürekli olarak, öteye beriye akıncılar gönderdi. Bithyha ile Thynia'nın komşu tüm bölümünü talan ettirdi” demekte, adaya kadar ki baskıdan söz etmektedir.
Yine aynı tarihçi, Daphnutium/ Daphnusia, Konstantinopolis'ten kırk stadion uzaklıkta eski bir kasaba diye yazmıştır.”
Venediklilerin 1261”deki Daphnuaia seferi de G. Akropolites, Pakhymeres gibi tarihçiler tarafından belirtilmiştir. Bu nedenle de adanın adından bir kere daha bahsetmişlerdir."
Adadan bu şekilde ismen bahsedenlerden biri de Rus gezgini 1. Smolfnsk tir. Temürlenk nezdine İspanyol elçilik heyeti ile birlikte giden Ruj Gonzales de Clavijo da, 1404'de Kefken uğramış ve buradan Daphnusia yerine “La Isla d e Finoja” yı kullanmıştır. Bu isim de Daphnusia'yı çağrıştırmaktadır."!
Kefken;
Osmanlılardan itibaren ada Kefken diye anılmaya başlanmıştır. Akçakoca ile yörede Türk yerleşmeleri başlamış ve gelişen zamanlarda ada ile yeni bir coğrafya da oluşmaya başlamıştır, isimlendirmede defne gibi bu defa arazinin toprak yapısı rol oynamışa
benzemektedir.
Kefken, Batı Karadeniz'de önemli bir adadır. Taşlık ve üzerinde bodur bitkiler göze çarpmaktadır. Kuzey kısmı, fırtınalara açık, güneyi ise Anadolu tarafında barınaktır. Kefken isimli diğer bir yerleşim yeri de Ereğli'de göze çarpmaktadır. Sakarya Ağzı'na kadar önemli coğrafi isimler: Kefken Adası, Pazarbaşı Burnu, Sarartma Burnu, Delikli Kaya, Karaboğaz İskelesi Boğazı, Acarlar Hatab(odun) İskelesi, Hacılar İskelesi, Deniz Köy Mahallesi ve Yeni Mahalle”de Sakarya Ağzı'dır. Kefken'in batısında, Ağva ve Şile”ye kadar sahildeki önemli yöreler de Cebeci İskelesi, Cebeci Burnu, Kefken (Mansuriye) Eski Kerpe Burnu, Kadırga Adası, Palamar Burnu, Seyrek Deresi (yanında kalesi vardır), Kesecik Burnu, Tarakçı Kışlası halkın kısaca Pargan dediği Bağırganlı, Tokat Ağzı, Kulfallı Ağzı, Örgük Burnu ve Ağva göze çarpmaktadır.
Kefken, Anadolu tarafında bir koy ve yerleşme yeridir. Bu kısma Mansuriye denilmektedir. Ama daha çok şimdiki Kefken kullanılıyor. Denizdeki çıkıntı ise Kefken Burnu'dur. P.MinasBıjişkyan, gezisinde bu burundan söz etmektedir. Denizciliğe ait eseri ile tanınan 11. Sultan Abdulhamid dönemi yazarlarından Faik Bey, Yalancı Kefken'in küçük bir koy olduğunu yazmaktadır. Ancak buraya gemilerin girmediğini de eklemektedir.
Kefken, çepeçevre kale ile korunuyordu. Ancak, zamanımıza kalıntıları gelebilmiştir. Bizans, Venedik ve Geneolılar zamanına ait bina vs. kalıntısı yoktur. XVIII. yy ortalarında Şeyhler / Kaynarca iskelesi olarak işaret edilen Kefken limanı, kereste nakliyatı bakımından oldukça hareketli idi. Belgelerde “ Resm-i İskele-i Kefken” ve “ Resm-i Keyl (kile) ve Bâc-ı Araba”dan bahsedilmektedir. Bâc, bir yerden bir yere nakilde eşyadan veya maldan, çoğu defa keresteden alınan vergi idi. Kefken Adası, son zamanlarda güzel ve korunaklı bir duruma sokulmuştur. İskeli, fener, gemi sicil daire si mevcuttur.
Kerpe
Kefken yöresinin en eski ve önemli bölgesi ve yerleşim yeri Kerpe'dir. Eski Kerpe Burnu ile Vizne Burnu arasında, bir koyda yer almaktadır. İlkçağdaki adı Kalpe'dir. Ege Denizinde de Kalpe değil Kerpe şekli ile iki yerleşim yeri vardır. Bunlar Karpathos ve Küçük Kerpe /Saria'dır. Bazı gezginler, kasabadan ve iskeleyi Kirpeh diye belirtivorlar.? Vivien de St. Martin'e göre, tarihi ve Xenephon' un geçtiği, bu arada tanıttığı Kalpe ile Kerpe aynı yerdir. Yazar, bu meyanda, Kerpe'nin manzarasını ve güzelliğini de aksettirmiştir. N.Fıratlı, kasabanın üzerinde, kayalıkta, halkın Ceneviz Kalesi dediği bir harabeden bahsetmektedir. Böylece bu çevrede, Seyrek, Kerpe ve Kefken Kaleleri bir sıklık meydana getirmektedir. Kasaba, orman içindedir ve bu orta nerede ise denizde sona ermektedir. Eski Kerpe Burnu kuzeyinde bir vadi vardır. Hıdır Köyü'nün bulunduğu Çalca Dağı kuzeyinde meşhur Baba Tepesi tarihi bir hatırayı böğründe saklamaktadır. Bu, eskiden de olduğu gibi, şimdi de aiyaret yeri olan Akçakoca Türbesi'dir. Kuru Dere ve Uzundüz çayı vadiden akarak, Kerpe batısında Karadenize dökülmektedir. Kerpe tabii bir iskeledir, tarih akışı içinde bu özelliğini korumuştur. 1328'den sonra da orman ürünlerinin sıkça kullanıldığı ve ihraç edildiği yer olmuştur. 1453'te İstanbul'un ele geçirilmesi ve Osmanlı Devletinin başkenti
yapılması ile Kerpe iskelesinin önemi artmıştır. Dağlardan indirilen kereste, odun ve kömür, bu iskeleden de başkente yollanmıştır. Üç denizdeki hâkimiyet donanmaya da ihtiyaç gösterdiğinden Kerpe, Kefken ile birlikte gemi yapımında önem kazandı ve bir tersaneye sahip oldu. Zamanımızda ise Kerpe, Karadeniz kenarında Şile, Ağva, Kefken, Karasu ve Akçakoca gibi sayfiye yeri olmuştur. Nüfusu özellikle yaz aylarında epeyce fazlalaşmaktadır.”
Kefken Kalesi
Kalenin inşa edildiği tarihe şahitlik edecek her hangi bir yazıt bulunmamaktadır. Thynias, Dapnussa ve son olarak Kefken adları ile anılmıştır. Şimdi defne ağaçlarının kapladığı Kefken, her zaman mavi renk fonunun yanında yeşili de hâkim kılmaktadır. Nezih Fıratlı, bu nedenle gök mavisi, deniz maviliği ve adının yeşilliğini de öne sürerek, buraya Yeşil Ada demektedir. Geçen asrın başlarında Fransız gezgini X.H.de Hell de bu ada ve kaleden söz etmiştir."*
Onun kısa ve kendisinin de gözlemlerini daha detaylı zikreden N.Fıratlı'nın yazdıkları şöyledir:”5
“Meskün değildir, üzeri defne ağaçlarıyla örtülüdür, bu sebeple civarda Yeşilada ismiyle de anılır. Karadeniz'in tehlikeli fırtınalarına karşı gemileri korumaktadır. Etrafı yer yer sağlam vaziyette olan kuvvetli bir sur ile çevrilidir.
Bu surda muhtelif devirlerde tamir ve ilâveler yapıldığı görülmektedir, batıdaki bazı daire plânlı kuleler on bir ve on ikinci yüzyıl tekniği gösteriyor; güney ve doğu tarafındaki duvarlar, mahalli “conglomerat” ile harç kullanılmadan rektogonal tekniğinde yapılmıştır. Bu duvarların tekniği helenistik çağ duvar tekniği ile büyük bir benzerlik göstermekte ise de, bunların helenistik çağa ait olduklarım iddia etmek güçtür. Zira taşların cinsi kötü olduğundan yüzlerinin asıl şekilleri tamamıyla kaybolmuştur. Bundan başka Bizans çağında yapılan kalelerde böyle büyük bloklarla harçsız yapılmış kısımlar
çok görülmektedir. Hommaire de Hell adanın geçen asırdaki vaziyetini tasvir etmekte, fakat bu duvarların tarihi için bir şey söylememektedir. Kalenin inşaasında kullanılan taşın, adanın kendi bünyesinden veya karşı sahildeki Vizne burnunda bulunan ve yakın zamanlara kadar işletilmekte olan ocaktan getirilmiş olması muhemeldir. Adada su temini için yapılmış halen kuru olan birkaç sarnıç da mevcuttur. İstihkâm yapmak için kazılan hendeklerde tetkik ettiğimiz kesitlerde görüldüğü üzere, ana toprak üzerinde siyah vernikli keramik ihtiva eden bir tabaka vardır. Kalenin horasan harç ile yapılmış Bizans çağma ait olduğu muhakkak olan bir parçasının temeli, kısmen bu tabaka tahrip edilerek yapılmıştır. Topladığım siyah vernikli parçaların en eskisi M.Ö. #üncü yüzyılın birinci yarısına tarihlenebilir. Bu parçalar, bir kylix, bir kotyle, bir kontaros ve bir geniş tabağa aittirler.”
Kefken ve Civarı
Kerpe Kalesi
Kerpe'de, kayalıklarda, halkın Ceneviz (Genoa) Kalesi dediği savunma ve gözetleme yeridir. Karadeniz'e oldukça hâkim noktadadır. Batısında, sahili takiben ilk kale de Seyrek olmaktadır. Kurt Yerine yakın, Baba Dağı görüşü içindedir. Kerpe Burnu, Eski Kerpe'de olup, kale burayı da görüşü içine almaktadır. Tabii olarak genişçe ve ilgi çeken bir koy vardır. Gâvur Harmanı'nın adından da anlaşılacağı üzere, eski dönemlere ait yerleşim izleri göze çarpmaktadır, Kale tabii bir kaya üzerindedir. XIV.yüzyıla ait kalıntılar görülmektedir.
Yayla Pınarı Buluntusu
Kefken'de sahile yakın birçok pınar dikkati çekmektedir. Düzler Deresi üzerindeki Gemici Pınarı, onun kemen kuzey-doğusundaki Fındık Pınarı, Aşağı Kovan Ağzı'nın Gök Dağ tarafındaki Gürgen Pınar örnekleri verilebilir. Gök Dağı'nın hemen yakınındaki Kokar ve Söğütlü Pınarları da dikkati çekmektedir.
Yayla Pınarı, Kefken İskelesi'nden üç kilometre güney-doğudadır. Denizden yüksekliği yaklaşık 60 m'dir. Burada ağaçlık içinde iki metre kadar yükseklikte pek az fark edilebilen ufak bir tepecik göze çarpmaktadır. Bilim alemine tanıtımını ise N.Fıratlı'ya borçluyuz. Tepe ve buluntu için “Yayla Pınarı civarındaki askerler tarafından talim maksadı ile kazıldığından, kireç taşından yapılmış bir lahde rastlanmıştır. İçinden olgun bir şahsa ait iskelet ile mersin yaprakları ihtiva eden altın bir diadem parçası ve gri renkte bir koku şişesi çıkmıştır.
Yayla Pınarı Höyüğü
Venediklilerin Kefken Seferi (1260)
1204'de, Latinler, Konstantinopolisi ele geçirdiler. Bu şehrin önemli ölçüde tahribi ile neticelendi. Bu nedenle IV. Haçlı Seferi, tarihin kara noktalarından biri oldu. Daha sonra, Nikeia'da Laskarisler kendilerini belli, ettiler ve geçici başkentte devlet işlerini yoluna soktular. Körfez sonundaki Nikomedia da Latin baskısı altına girdi. Kuzeyde, Karadeniz kıyılarında da durum pek farklı değildi. Baskaris-Komnenos mücâdelesi de bu sıralarda bütünşiddetiilemeydana geldi ve Trabzon daki Komnenoslu David, Gürcüleinde yardımını alarak Herakleia Pontika'ya kadar geldi. Karadan bu kent ile Sangarios Nehri arasındaki arazide mücâdele yapıldı ve Laskarisler, yine üstünlük sağlayabildiler. Moğolların da Selçukluları büyük bir yenilgiye uğratmasından sonra Paphlagonia dan Türkmenler, yine Rumların arazisine akışı hızlandırdılar. Herakleia ve Hefken gibi bu fırtınadan uzak kalan Karadeniz kıyısı bölgelerde, Latinler yine hâkimiyetlerini sürdürdüler.”
Pakhymeres, Karadeniz'de, Herakleia ve Bogaş arasında önemli bir ada olan Kefken'den söz etmekte ve burasının adını Daphnusia olarak vermektedir. Adanın Rum valisi ile Podesta genç Marco Grandenigo arasında görüşme olmuş ve sonunda Venedikliler adaya bir Latin seferinin yapılması gerekmişti. Venediklilerin adaya doğru yelken açmasından faydalanan Aleksios Strategopulos, fırsatı kaçırmayarak, Konstantinopolis'e ani bir baskın yaptı ve şehri ele geçirdi. Böylece, Dapnusia Seferi, Latin ve Venediklilerin, burasını kaybetmeleri ile sonuçlandı. VII. Mikhail Palaiologos, yaklaşık bir ay sonra 15 Ağustos 1260'da, İstanbul'a muzafferane girecektir.
Böylece, Daphnusia Seferi, Venediklilerin büyük kaybı ile sonuçlanmış, Dimyata pirince giderken evdeki bulgurdan olmuşlardı."
Donald M.Nicol, Konstantinopolis ve Daphnusia'nın gündeme gelimini, Akropolites ve Geanakoplos'u kullanarak, şunları kaydetmektedir:”
“1260 sonlarına doğru, Cenova'dan gelen bazı haberciler VI. Mikhail'in sarayına vardılar. Onları gittikçe artan bir ilgiyle dinledi. 1258'de, Suriye'deki amansız savaştan sonra, Venedikliler Cenevizliler'i Akka'daki ticaret merkezlerinden kovmuşlardı. İntikam peşindeki Cenevizliler, Venedikliler'i Konstantinopolis'ten çıkarması için İmparator'a gemilerini vermeyi önerdiler. Eğer her şey yolunda giderse, Bizans ticaretindeki Venedik tekeliyle ödüllendirilmeleri işten bile değildi. Mikhail bu öneriyi sevinçle karşıladı. Hızır gibi imdadına yetişmişti. Ayrıntılar gizlilikle tartışıldı ve Mart 1261'de Küçük Asya'daki Nymphaion'da (Nif) bir antlaşma taslağı hazırlandı. İmparatorda elçilerini Cenova'ya gönderdi; 10 Temmuz 1261'de, antlaşma Cenova meclisi tarafından onaylandı. Birincil amacının, Venedik'le savaşmak olduğu belirtiliyordu. Cenevizliler, İmparator'un hizmetine elli gemi vereceklerse de, gerekli insan gücünü bulmanın bedelini İmparator üstlenecekti. Karşılık olarak, imparatorluğun her yerinde ve bundan başka çeşitli kentlerdeki ve adalardaki özerk yönetimlerde, serbest ticaret imtiyazından yararlanacaklardı. Ayrıca önceki imparatorlar tarafından her zaman İtalyan gemilerine kapatılmış olan ve Venedikliler"in henüz 1204'ten beri daha yeni keşfetmeye başladıkları Karadeniz limanlarına da serbestçe girebileceklerdi. Konstantinopolis'teki tüccarlarına daha önce sahip oldukları semtin yanı sıra, Cenevizliler'in kentin canlandırılmasına acil ve etkili destek vermeleri halinde, Venedik semtiyle binalarının büyük bir kısmı da verilecekti.”
Antlaşma metninde daha pek çok imtiyazlar vaat ediliyordu ve genel ifadeleri, İmparator açısından görülmedik bir cömertlik sergiliyordu. Amacını gerçekleştirmek için, Venedik'in hasmı olan bir deniz gücüyle işbirliği yapması şarttı. En azından İmparator böyle düşünüyordu. Konstantinopolis”e hâkim olur olmaz, sorunu tekrar ele alabilirdi. Cenevizliler, acil destek göndermelerine ilişkin şartı yerine getirmeye çok hevesliydiler. Antlaşma onaylanır onaylanmaz, on altı savaş gemisinden oluşan bir filo gönderdiler. Belki gerisi de gelecekti. Ama artık ne gemilere, ne de antlaşmaya gerek kalmıştı. Çünkü Konstantinopolis, bazılarının söylediği gibi, tesadüflerin birbirini izlemesi sonucu nasıl elli yedi yıl önce Haçlıların eline geçtiyse, şimdi de VIII. Mikhail Palaiologos'a teslim olmuştu. İmparator Baudouin'le yaptığı ateşkesin Ağustos 1261'de sona ermesini beklediği sırada, Mikhail generali Aleksios Strategopoulos”u küçük bir birlikle beraber, Konstantinopolis'in savunmalarını incelemeye gönderdi. Latinler çok uzun zamandan beri surların dışındaki
topraklarından ayrılmış ve buraları kente serbestçe girip çıkan Yunanlı köylülere bırakmışlardı. Strategopoulos, Latin karargâhının neredeyse tamamının o sırada boş olduğunu bu köylülerden öğrendi. Karadeniz'deki Bithynia kıyısı açıklarındaki Daphnusia (Kefken) Adası'na saldırmak için otuz gemiyle onları göndermeye Baudouin'i ikna eden Podestâ Marco Gradenigo'ydu. Ada, Nikaia İmparatorluğu'na aitti; Podestd'nın düşüncesi, alçakgönüllü bir çapta olsa bile, Yunanlı düşmanlarına doğrudan bir saldırı yapmanın Latinler'in moralini düzeltmeye yarayacağı yönündeydi. Çok düşüncesizce bir hareketti bu; çünkü kenti dermansız II. Baudouin'in hizmetindeki güçlü kuvvetli adamlardan neredeyse tümüyle yoksun bırakmış ve surların içindeki hainlerin komplo ve planlarına zemin hazırlamıştı. Venedik filosunun tam o anda orada olmamasını, İmparator Mikhail ya da ajanlarının ayarladığını düşünmek baştan çıkarıcı bir komplo teorisidir. Ama bütün bu olanların, talihin küçük bir oyunundan öteye gittiğini gösteren hiçbir kanıt yoktur. Strategopoulos bu fırsatı çok iyi kullanacaktı.Yunanlılar, kente giden bir yeraltı geçidi ve tırmanma merdivenlerinin güvenle konulabileceği bir yer biliyorlardı. Strategopoulos yaradılış itibarıyla ihtiyatlıydı; ama bu fırsat kaçıramayacak kadar iyi gibi göründü. Gecenin sessizliğinde, birliklerinden bir kısmı kara surlarının altından ve üstünden girdiler; Çeşme Kapısı'ndaki muhafızı gafil avladılar ve alarm duyulmadan kapıyı içeriden açmayı başardılar. 25 Temmuz 1261'de, Yunan ordusu sonunda yeniden Konstantinopolis'e girmişti. Sokaklarda biraz çatışma oldu, ama şafağın sökmesiyle Yunanlılar'm kara surlarını ele geçirmiş olduğu görüldü, imparatorluk sarayına yaklaşırlarken, İmparator Baudouin limana koştu ve bir Venedik ticaret gemisine binip Negroponte'yekaçtı.Taçıyla imparatorluk giysi ve nişanların sarayda bıraktığı anlaşıldı. Daphnusia'dan Venedik filosu ve ordunun dönüşünden önce gelen Strategopoulos”a kentin Venedikliler'e ait kesimini ateşe vermesi tavsiye edildi; felaketi işiterek askerlerle birlikte dönen sahipleri evlerini ve mülklerini alevler içinde, ailelerini de tıpkı dumanın kovanlarından attığı arılar gibi rıhtımlarda birikmiş buldular. Tek yapabildikleri, geride kalanları kurtarmak, gemilerine çıkmak ve yelken açmak oldu. Podestâ Gradenigo da aralarındaydı. Rıhtımda muazzam bir Sicilya teknesi de dahil olmak üzere pek çok başka gemi olmakla birlikte Gradenigo'nun otuz gemisi kentin tahliyesini gerçekleştirdi. Bir anlatıya göre, mültecilerin sayısı 3 bin kadardı. Bazıları güvertelerde dizilmiş, sabah ışıkları altında Altın Boynuz'dan uzaklaşırlarken, kendilerinin olduğunu söyledikleri kente hoşçakal diyorlardı. Venedik adası Negroponte'ye doğru yöneldiler. Ama yiyecek ve suları çok azdı; gemiler aşırı kalabalıktı; birçoğu güvenliğe ulaşamadan açlıktan ve susuzluktan öldü.”
Kerpe ve Kefken Yöresinde İlk Osmanlılar(1323)
Sakarya Boylarının ve doğusu ile batısının Türk hâkimiyetine sokulması ve buralarda Osmanlı Beyliğinin yerleşmesini sağlayanlar, Osman ile Orhan'ın komutanlarıdır. Akçakoca Bizanslıları İzmit hariç yarımadadan atmış, kuzeye doğru çıkılarak Kandıra'da ele geçirilmiştir. Devrin tarihlerinde bu gelişmelere az da olsa izler vardır. Aşıkpaşazade, “ Akçakoca'yı Kandıra'ya varmağa..”, ©“ Akçakoca, Kandıra'yı ve Ermeniyye(Ermeşe)'yi müsahhar idüb.., içlerine er kodı., ” Andan Samandıra'ya gitti...”. Bu kayıdlar, Kefken dolaylarında, o zaman büyük bir yerleşim yeri olan Kandıra'nın ele geçirildiğini vurgulamaktadır. Akçakoca, Abdurrahman ve kadim dostu Konuralp ile İzmit ve sahil dışındaki yerleri ele geçirmek için at üzerinden inmez oldular. Akçakoca, yerleştiği Kandıra'dan, Samandıra üzerine yürüdü ve Aydos ile birlikte Bizans tekfurlarının hâkimiyetine son verdi. Buna rağmen, gazalar durmadı. Akçakoca, Kandıra'da oturdu. Karadeniz'in engin parıltısını buradan seyretti. Kefken ise, bulutlar arasından ışıldayan bir Hristiyan adası durumunda idi. Bir müddet daha böyle kendi başına kalabilecektir. Akçakoca, hayatı gazalarda geçmiş alperen idi. Nihayet Tanrı'nın hükmü ona da yazıldı. Orhan'ın ilk saltanat yıllarında hayata veda etti. Kandıra-Kefken/ Kerpe yolu üzerindeki Baba Dağı'nda, beylik töresine göre toprağa verildi. Orhan Gazi'nin cenazeye katılıp katılmadığı bilinmiyor.
Orhan Gazi, az sonra deniz ve körfez sonundaki, bir kadın idaresindeki İzmit'i ele geçirdi. Yönetimine Süleyman Paşa'yı bıraktı. Akçakoca'nın ölümü sonrası, Aşıkpaşazâde, Neşri ve İbn Kemal, Orhan'ın, Akçakoca'nın yerini dolduracak bir kahramanın, askeri yönlendirdiğini yazmaktadırlar. Buna dair kısa kayıt “Kandıra Vilâyetini Akbaş'a verdiler” şeklindedir.İbn Kemal de küçük bir farkla “ Orhan, Kandıra diyarının subaşılığını Akbaş'a verdi “ demektedir. İbn Kemal, kendisine mahsus tasvirine devam ederek “ Akbaşdirlerdi, bir server-i safdır ki, zikr olman dilseverlerin yoldaşı, savaş yüzünde kalb-şiken tığ-zenlerin başıydı. Cihanda muradı hemancihâd idi. Mahbu ve mergubun tır ü şimşir müjgân: ve gamzesi, peykân ü keman gözi ve kaşı idi. Karadeniz yalısına Kandıra havalisine havale oldu. Kenarda olan diyar mevcaşub, behr-i harb ile doldı..” bilgisini vermektedir.
Akbaş'tan sonra Süleyman Paşa da kısa bir zaman Kocaelinin yöneticisi olarak kaldı. Ancak, babasının emri ile Karesi ve Rumeli işlerine eğildi. Bolayır'da bir av esnasında kaza eseri öldü.
Kandıra, Anadolu Beylerbeyliği kurulunca, Kocaeli Sancağı içinde yer aldı. Kandıra bu yörenin en önemli kenti idi. Kerpe ve Kefkenin ilişkileri de bu kaza merkezi ile olmuştur.
Yıldırım Bayezid zamanında, 1396'dan az önce, Kefken batısında önemli bir hadise de, bu Osmanlı'nın Şile'yi barış yolu ile ele geçirmesidir. Aşıkpaşazâde'nin, Leşker-i azim cemm etti. Kocaeli'nden Yorus'a çıktı. Yahşi Beyi gönderdi. Şile Hisarını, ahd ilen aldı. Bayezid Han, kendü Yorus'a geçti, Boğaz Keseninüsti yanında bir hisar yaptı. Güzelce Hisar dirler.”, kaydı yarımadadaki son ilhakı dile getirmektedir.
Ankara Meydan Savaşında Osmanlıların Temürleng karşısında yenilmesi, dengeleri alt üst etti. Şehzadeler, fetret devrini başlatarak, bütünlüğü zedelediler. Süleyman Çelebi, Ruj Gonzales de Clavijo'nun yazdıklarına göre, Karadeniz yalısına hâkimdi. Kefken ve Kerpe de bunlar arasında idi.
Kefken ve çevresinde, Sakarya Nehri taraflarında sahile kadar aşamalı bir şekilde yörük yerleşmeleri oldu.
Osmanlı Devletinin deniz hâkimiyeti nedeni ile bazı gemi yapım iskeleleri meydana getirildi. Bunlara gerekli malzemenin başlıca kaynağı Akyazı, Hendek, Düzce, Akçaşehir, Sapanca, Kaynarca ve İncili / Karasu ormanları idi.
Çelebi Mehmed zamanında, Marmara Denizi uzantısı İzmit Körfezi kıyısındaki küçük kaleler ele geçirdi, Hereke bunlar arasındadır. Böylece, Kocaeli fetihleri en geç bu zamanda gerçekleştirilmiştir.
Fatih Sultan Mehmed'in İstanbul'u alması ile Kefken ve Kerpe'yi de etkileyen dinamikler ortaya çıkmaya başlamıştır.”
Hayatı ve gezileri hakkında pek az bilgi bulunan Rus gezgini İgnace de Smolensk, 1389'da, pek az Rus'un gerçekleştirdiği Karadeniz gezisini yapmıştır. Moskova'dan yola çıkan Smolensk, önce Karadeniz'i ve onun engin dalgalarını aşarak, Kırım ile Anadolu arasında en kısa mesafe olan Sinop Limanı'na ulaşmıştır. Daha sonra Genoalılarm elindekive İsfendiyarlı sınırındaki Amasra'yı görmüş, sahili takiben Tieion sonrası Herakleia Pontika veya yeni oluşan Bender-i Ereğli'ye ayak basmıştır. Sonraki uğrak noktası, Kırım veya Romanya ve Bulgaristan iskelelerinden fırtınaya tutulup, Anadolu sahillerine düşen yelkenlilerin uğrak ve sığınma yeri, adası Kefken'e gelmiştir. Ancak, sadece gezginin adaya uğradığı ama pek bilgi vermediği görülmektedir. Daha sonra, kendisini taşıyan yelkenli ile Konstantinopolis'e doğru hareket etmiş ve bu defa halitalarda işaret edilen Şile'ye varmıştır. Gezgin burası hakkında da Kefken gibi sadece adını zikretmekten öteye gitmez.”
Şile'nin Alınışı (1395)
Aydın ili, Osmanlı hâkimiyetine Yıldırım Bayezid zamanında dâhil edildi. Emir Süleyman, tarihçinin belirttiğine göre “ ulu oğlu Mir Süleyman'a” vermişti. Tekrar Bursa'ya dönen Yıldırım Bayezid, Karadeniz yalısında ve Boğaz'da, yeni bir takım faaliyetlere girişti. Ordu ile İzmit üzerinden Kocaili'ne çıktı. Maiyetteki Yahşi Bey in sahildeki şimdiye kadar alınmayan, İtalyan Cumhuriyetlerinden Venedik ve Cenevizlilerin üssü durumundaki Şile Kalesi ve kasabası, kolayca ele geçirildi. Hemen hemen Yıldırım Bayezid'den bahseden Osmanlı tarihçileri bu olayı benzer şekilde anlatırlar. Aşıkpaşazâde ve Mehmud Neşri Efendi gibi Hadidi de Şile'nin barış yolu ile Osmanlı topraklarına katılışını şöyle ifade
etmiştir.”
Türkistan hâkimi Temürleng ile Osmanlı Sultanı Yıldırım Bayezid arasındaki Ankara Meydan Savaşı, güç dengesini tek taraflı olarak bozdu. Bu savaşın galibi olan Temürleng aynı yılı Anadolu'da geçirdi. İzmid-Bursa arasındaki, Sakarya Boyları atlarının nalları altında epeyce kötü günler geçirdi. Onun nüfuzu Kandıra ve Karasu'ya asla ulaşamadı. Kardeşler arasındaki mücadelede, sahil kısmı Süleyman Çelebi'nin elinde kalmıştı.
Enrigue ile Temür arasındaki elçilik ilişkileri devam etti. Kaynaklarda El- Cagi diye geçen bir Çağataylı, İspanyol Kralı tarafından Temürleng nezdinde görevlendirilen Ruy Gonçal's de Clavijo/ Ruj Ganzales de Clavijo ile birlikte Anadolu sahilini takiben İstanbul'dan Trabzon'a hareket etti. Bir müddet Manuel Palaiologos”un İstanbul'unda kalan elçi, Trabzon seyahati sırasında, Şile ve Kefken kıyılarını takip etti. Bindikleri yelkenli büyük Karadeniz fırtınasına yakalandı. Az sonra, tekrar İstanbul'a geri döndü. Uygun hava ve rüzgârların çıkması ile yine sahili takip ederek, Herakleia Pontika/Ponto Raauia'ya yani Karadeniz Ereğlisi'ne yol aldı. Bu sırada Sakarya Nehri ağzını da gördü. Karadeniz'de seyahat eden ve Karasu sahil bölgesinin ilk gördüğü kimse olan Clavijo'nun izlenimleri şöyledir:
“Bize anlatıldığına göre, eskiden karşılıklı sahiller arasında bir zincir uzatılır ve bu suretle boğazın methali muhafaza olunurdu. Karadeniz'e çıkacak gemiler, mükellef oldukları resimleri tediye etmeden Karadeniz'e çıkamazlar. Biz Karadeniz'in methaline akşamleyin varmıştık. Ortalık karardığı için geceyi burada geçirmeyi muvafık bulduk. Boğazın sağ tarafı Türklerin, sol tarafı Rumların elindedir. Sahilin her iki tarafında hali hazırda harap olan kiliseler görünmektedir. Gece yarısı demir alarak hareket ettik. Perşembe günü saat dokuz raddelerinde güzel bir hava ile ilerliyorken yelken direği kırıldığından tayfalar küreğe sarıldı ve gemi sahile yaklaştırıldı. Burada icap eden tamirler yapılmış, ve gemi öğleden sonra hareket etmişti, ileride, Türk sahilinin üzerinde bir tepenin başına taç gibi geçen bir kale görünüyordu. Deniz, kaleyi her taraftan sarıyor, kale yalnız bir noktadan kara ile bitişiyordu. Kalenin ismi Sekolyo'dur. Güneş gurup ederken Finogonya limanına vardık.Bu liman, ayni isimle tanılan bir adacık içindedir ve Cinevizlilere aittir. Pera'daki hükümet, son günlerde buralarını keşf için, iki gemi göndermişti. Keşiften maksat, Azak denizinden gelmekte olan Venedik gemilerini yakalamaktı. Düşman sayılan Venedik gemileri, birçok mallarla yüklü idi. Bunlar hiçbirtaarruza uğramayacaklarından emindiler. Hâlbuki Cinevizlilerle Venedikliler arasında harp başladığından Cinevizliler bu gemileri müsaere edecek ve gemileri idare edenleri esir alacaklardı. Finogonya'ya vardığımız zaman, Cinevizlilerin gemilerinden biri orada bulunuyordu.
Ertesi cuma günü hareket etmek istedik. Fakat muhalif rüzgârlarla karşılaştığımızdan buna imkân bulamadık ve Cineviz gemisi de yerinden kımıldayamadı. Finogonya adasında yerli ve yerleşik ahali yoktur. Türk sahilinden iki mil mesafede olan bu adanın kalesi, hemen hemen bütün adayı kaplamış gibi idi. Fakat buradaki liman pek emin olmadığından bir an evvel buradan hareket ederek şarka doğru altı mil mesafede olan Firika'ya gitmek istedik. Cinevizlilerin diğer gemisi orada bulunuyordu. Fakat gemideki tayfalar, Finogonya'da kalmayı münasip görmüş, onun için gemi kaleye daha yakın bir yere demirlemişti. Gece yarısı müthiş bir fırtına kopmuş; tayfa limandan çıkarak Cineviz harp gemisinin bulunduğu yere gittiğimiz takdirde daha emin olacağımızı söylemişti, sonra demir alarak küreklere sarılmışlar, fakat fırtınanın şiddeti yüzünden Cineviz gemisinin yanma varmağa imkân hasıl olmamıştı. Fırtınanın şiddeti gittikçe artmakta idi. Bir taraftan yağmur bardaktan boşanırcasına yağdığı için, Cineviz gemisinin yanına gitmekten vazgeçerek eski yerimize dönmeğe karar verdik. Eskiden bulunduğumuz yerde demirledik ve tek demir yerine çift demir attık, Fakat fırtınanın şiddeti devam ettiğinden gemi, demirleriyle beraber sürüklenmeğe başladı. Fırtınanın bizi sürükleye sürükleye bir kayaya çarpmasından korkuyorduk. Allah'ın inayetiyle demirler tutmuş, biz de kayaya çarpmaktan kurtulmuştuk. Çarpsaydık hepimiz mahvolacaktık. Fırtına gittikçe şiddetini arttırıyordu. Buna karşı hepimiz toplandık. Dua ve niyaza başladık. Denizin dalgaları o derece yükseliyordu ki, gemimizin direklerine çarpıyor ve öte tarafa atıyordu. Gemi su ile dolmağa başladı ve hepimiz ye'se düştük. Sonumuz, Allanın merhametine kalmıştı. Gündüz olsaydı, yelken açarak sahile yaklaşırdık. Fakat ortalık zifiri karanlıktı. Birbirimize bir şey yapmak kudretinde değildik. Fırtınanın hızını en son dereceye götürdüğü sırada Cinevizlilerin gemisi yerinden hareket etti ve bize çarpacakmış gibi üzerimize geldi. Allah'ın lütfu inayeti sayesinde bize çarpmadan geçti. Onun böyle ansızın hareketine sebep, demirlerinin sürüklenmesiydi. Fırtına koca gemiyi çekmiş, sürükleye sürükleye kayaya çarpmış ve parça parça etmişti. Geminin tayfaları bir sandal indirmeğe muvaffak olduklarından hepsi de sahile çıkarak kurtulmuşlar, fakat geminin içindeki bütün eşya mahvolmuştu. Batan geminin direği bizim gemimize çarpmış, fakat gemimiz bu çarpmadan müteessir olmamıştı. Fırtına bu direği de alıp götürmüştü. Bizim gemimiz de su iledolmakta olduğundan hepimiz suyu taşıyor ve döküyorduk. Sabaha kadar bu vaziyet devam etti. Sabahleyin rüzgâr değişmiş, fakat hepimiz de ölü sayılacak derecede bitkinleşmiştik. Buna rağmen yelkenleri i açarak Türk sahiline yaklaştık. Cineviz gemisinden kurtulan tayfalar, bizim büsbütün mahvolduğumuzu sanıyorlardı. Onun için bizim yelkenlerimizi açmakla meşgul olduğumuzu görünce şaşırmışlardı. Türk sahiline yaklaşınca hepimiz de kendimizi suya atarak sahile çıktık. Müteakiben eşyamızı çıkardık. İspanya kiralının Timur'a gönderdiği, hediyeler zarara uğramamıştı. Hepsini yere yaydık. Gemimiz sahile yanaştığı halde dalgalar onu tekrar çektiyse de, tayfalar yüklerimizi sahile atmış, bu suretle Kral tarafından bize teslim olunan her şey kurtarılmıştı. Kurtarılan eşyayı bir tepeye götürdük ve bunu müteakip, gemidekiler bize Türkler tarafından görüldüğümüz takdirde Cinevizli olduğumuzu söylememizi hatırlattılar. Biz de Türkler tarafından görüldüğümüz takdirde Cinevizli olduğumuzu ve Sultana götürülecek eşya taşıdığımızı söylemeğe karar verdik. Çok geçmeden Türkler bizi gördüler ve bize kim olduğumuzu sordular. Biz de kararımız veçhile cevap verdik ve dün gece parçalanan geminin tayfasından olduğumuzu bildirdik. Maksadımız, taşıdığımız eşyayı «Girin» de duran Cineviz gemisine yüklemekti. Eşyamızı nakil için hayvan istedik. Türkler de civardaki köylere haber gönderip hayvan getirteceklerini, bunların ancak yarın gelebileceğini söylediler.
Ertesi gün bütün eşyamızı taşıyacak atlar geldi. Biz de «Girin» e doğru hareket ettik.
Cinevizlilere ait iki gemi hâlâ burada idi. Geminin kaptanı Amiros ile görüşecek, başımızdan geçenleri anlatacaktık. Amiros, bizi çok iyi karşıladı ve ispanya kiralının bu gemiyi kendi gemisi sayabileceğim anlattı. Biz de bütün eşyamızı bu gemiye yükledik. Kaptan da Türklere bizim, batan gemiye mensup olduğumuzu bildirdi. Yanımızda Timur'un İspanya'ya gönderdiği elçi bulunuyordu. Türkler tarafından tanınmaması için, ona da bizim elbiselerimize uygun elbiseler giydirdik. O da bu sayede bizim gibi bir İspanyol oldu. Böyle yapmasaydık, Timur'un elçisi büyük bir tehlike ile karşılaşır, belki de idam olunurdu. Gemiye çıktığımız zaman, bütün eşyamızın yerleştirilmiş olduğunu gördük ve canlarımızı kurtardığımız için şükrettik. Çünkü bu geminin kaptanı on iki senedir böyle bir fırtına görmediğini temin etti. Hem kendimizin, hem de eşyamızın bu afetten kurtulması, büyük bir nimet, belki de bir mucize idi. Gerek denizdeki tayfalar, gerek karaya çıktığımız zaman Türkler mallarımızın bir kılma dokunmadılar. Kaptanın anlatışına göre, bu gemi de öteki gemi gibi mahvolacaktı. Fakat bu limana iltica ettiği için, bu feci akıbetten kurtuldu.
Gemiye sığındıktan sonra, müsait bir rüzgâr beklemeğe başladık. Fakat o gün Türklerden biri gelerek bizimle konuşmak istediğini bildirdi. Gelen Türk, bir köyün ağası idi. Bu zat, bizim Sultana ait araziden geçtiğimizi ve Sultana götürülecek malları taşıdığımızı, onun için gümrük resmi vermemiz icap ettiğini anlattı. Biz bu talebi reddettik. Türklerin bu talebi ileri sürmelerinin sebebi, bizim Cinevizli olmadığımızı anlamaları idi. Ertesi gün gemimiz yelkenlerini açtı ve İstanbul'a dönmek üzere hareket etti. İkinci teşrinin 22 inci günü İstanbul'un Beyoğlu tarafına avdet ettik. Eşyamızı eski oturduğumuz yere yerleştirdik. Buradaki bütün dostlarımız, Karadeniz'in o müthiş fırtınasından kurtuluşumuzun bir mucize olduğunu söylediler.
Ertesi gün seyahatimize devam için çareler aramakla meşgul olduk. Fakat bu mevsimde bu seyahati göze alacak bir gemi bulamıyorduk. Birçok gemiler Trabzon'a gitmek üzere hazırlandığı halde, yola çıkmağa cesaret edemiyordu. Büyük fırtınadan önce hareket eden gemiler ters dönmüş, kışı burada geçirmek mecburiyetinde kalmıştı. Hepsi baharın Mart ayım bekliyorlardı.
Karadeniz'in bu derece tehlikeli olmasının ve denizcileri bu derece korkutmasının sebebi, denizin üç bin mil kutrunda olduğu halde İstanbul Boğazı'ndan başka bir menfezi bulunmamasıdır. Bundan başka bu deniz, her taraftan yüksek dağlarla çevrilidir.
Onun sahillerine, her tarafta ilticaya imkân yoktur. Sonra denize birçok nehirler akmakta, bundan dolayı denizin suları köpürmekte ve girdaplar vücuda gelmektedir. Bu yüzden Karadeniz'in dalgaları müthiş oluyor, bilhassa rüzgâr Şimalden veya Şimali garbiden estiği zaman fırtınalar şiddetleniyor, gemiler, bilhassa Boğaza yaklaştıkları zaman müthiş tehlikelerle karşılaşıyorlar. Çünkü Boğazın ağzını bulmak çok güçtür. Gemi Boğazın ağzını bulmazsa, sahile çarparak hurdahaş olmaktadır. Birçok gemiler, burada bu feci akıbete uğramıştır. Fakat bir gemi Boğazın ağzını bularak içeri girse de, Şimal veya Garp rüzgârı şiddetli esiyorsa, tehlikeden kurtulamıyor.
Nitekim Kefe'den gelen bir gemi bu akıbete uğramıştı. Bu sırada Azak denizinden gelmekte olan altı Venedik gemisi, Cinevizlilerin Venediklilerle harp halinde olmalarına rağmen, İstanbul İmparatorunun müsaadesiyle Halice iltica etmiş, İmparator Cinevizlere haber göndererek Halicin kendi hükmü altında oldu.”
Clavijo, bu defa güzel bir havada Karadeniz'deki yoluna devam etti. Akşamüzeri Şile'deki meşhur kaleyi geride bıraktı. Ertesi gün öğleden sonra Kefken Adası'na ulaştı. Akşama doğru, 23 Mart 1404'te büyükçe bir nehrin, ağzını gördü. Burası Sakarya Nehri'nin Karadeniz'e döküldüğü yerdi. Yani Karasu'nun hemen yanıbaşı idi. Mavi ile çamur renginin iyice görüldüğü bu yeri geride bırakarak, Karadeniz Ereğlisi'ne doğru yol aldı.
Karadeniz Fırtınaları
Ruj Gonzales de Clavijo, Temür Beye İspanya Kralının gönderdiği elçilik heyetinde bulunan bir gezgindir. Cadiz'den Semerkand'a kadar gitmiş ve elçilik görevini bitirdikten sonra ülkesine geri dönmüştür. Gezi notları içinde Karadeniz ve sahile ait bilgiler mevcuttur. Gezi 1404 Kasım ayında Karadenizde bir yelkenli içinde idi. Bu ayda veya kış mevsiminde, yolculuğun ne kadar zor şaftlar aftında yapıldığını onun notlarında da anlamaktayız. Glavijo'nun zaman zaman ölüm tehlikesi geçirildiği günler ve Karadeniz'e ait bilgiler şöyledir;
“Yolumuzda bir gün gecikmeden ilk rastladığımız gemi ile harekete karar verdik. Kaptan Sokono idi. Cenevizlidir. 14 Kasım 1404”de, Konstantinopolis ten ayrıldık. Boğaza girdik. Buranın sonunda sahilin iki tepesini taçlandıran kaleleri gördük. Sonra Karadeniz'e girdik.(Anadolu Kavağı) kalesi Türklere, diğeri de Bizanslılara aitti. Türklerinki asker
ile doludur. Sekolio/Şilekalesini geçtik. Ki busırada güneş batmak üzere idi. Biraz sonra Finogonia iskelesine ulaştık. Burası, aynı ismi tanıyan adadadır.(Kefken Adası'dır)Kale, Cenevizlilere/ Genois'lılara aittir. Pera'daki(Beyoğlu)kiler son günlerde buraları araştırmak için iki Yelkenli göndermiştir. Genois'lıların gayesi, Azak Denizinden dönmekte olan Venedik yelkenlilerini ele geçirmekti. İşte, Finogonia/Kefken'e geldiğimizde bir Venedik yelkenlisi burada göze çarpıyordu. Ertesi gün cuma idi ve hareketi düşünüyorduk. Karşı rüzgâr nedeni ile her iki yelkenlide kımıldama görülmedi. Ada'da yerleşik kimse yoktur. Türk sahiline iki mil uzaklıkta idi(Gezgin, Kerpe'yi ve bulunduğu Anadolu tarafını kastetmektedir). Adadaki kale, hemen hemen bütün adayı içine alıyordu. Liman ise bizim için elverişli değildi. Niyetimiz, Anadolu sahilindeki, altımil uzaklıktaki yöreye gitmekti. Genois'lılarm bir başka yelkenlisi orada demirli idi. Kaptanımız, adadan uzaklaşmamızın gerektiğimi biliyordu. Kaleye yakın yerde demirlemeye devam edildi. Fırtınanın şiddeti gittikçe artıyordu. Eski yerimizde demirlemeye devam ettik, ikinci bir demir atılması zorunlu oldu. Karadeniz dalgaları, fırtına nedeni ile iyice kabardı. Yelkenlimizin demir taraması yaparak, kayalıklara oturması ve çarpmasından korkuyorduk. Tanrının yardımı ile demirlere tutunmuş ve bundan kurtulmuştuk. Dalgalar zaman zaman güverte üzerinden diğer tarafa akıyordu. Zifiri karanlıkta ne yaptığımızı seçemiyorduk. Yelkenli su almaya da başladı. Genois' lıların Yelkenlisi demir tarayarak, yanı başımızdan geçti. Çarpmaması için hep birlikte dua ettik. Az sonra bu yelkenli kayalara sürüklendi ve çarparak parçalandı. Tayfaların tamamı sahile çıkmaya muvaffak olabildiler ve böylece canlarını kurtardılar. Batan yelkenliden gelen direk bize de az kalsın zarar verecekti. Bu esnada herkes su ile dolmaya başlayan yelkenliden boşaltma yapıyorduk. Ölü sayılabilecek derecede yorulmuştuk. Kaptan, emir vererek Türk sahiline yanaştı. Bizi gören batık yelkenli tayfaları batmak tehlikesi ile karşı karsıya kaldığımızı görüyorlar ve endişe ediyorlardı. Türk sahiline yaklaşınca hep birlikte kendimizi karaya attık. Sonra, eşyalarımızı kurtardık. Bunlar, İspanya Kralının, Temür Bek'e gönderdiği hediyeler idi. Bunları bir tepeye çıkardık. Yelkenlideki Türkler, bizi uyardılar. Türkler kendilerini fark ederler ise elçilik heyeti değil, Genois'lı olduğumuzu söylememizi tembih ettiler. Az sonra sahildeki Türkler bizi fark ettiler. Kim olduğumuzu sondular. Dün parçalanan yelkenlinin tayfaları olduğumuzu söyledik. Edalarımızı emniyet altına aldık. Ancak, bu Türkler, yarından evvel hayvan tedarik edilemeyeceğini söylediler. Sonunda atlar geldi. Bunların yardımı ile eşyalarımızı yelkenliye taşıyabildik. Genois'lıların iki gemisi hâlâ ada yakınında idi. Kaptanı Amiros ile görüştük. İspanyol olduğumuzu öğrendikten sonra da alâka gösterdi. Eşyalarımız gemiye alındı. Kaptan, bu arada kendilerinin batan gemiye mensup kimseler olduğunu söyledi. Temür Bek'e giden ve bizimle bulunan Çağataylı elçiye de kendi elbiselerimizden giydirdik. Böyle yapmasa idik, tanınır ve hemen öldürülürdü.”
Clavijo'nun kaybından anlaşıldığına göre, Osmanlı Türkleri hâlâ sönmemiş bir kine sahiptiler. Temürlü kimselere karşı nefret içinde idiler. Kerpe ve arkasındaki köylerin Türklerle dolu olması, bu kısımlarda, Temurlülerin hâkim olamadığını göstermektedir ki zaten buna imkân da yoktu. Fırtına devam ettiği için yelkenliler, tehlike nedeni ile Kefken civarından ayrılamıyorlardı. Clavijo ve beraberindekiler müsait havada tekrar geriye dönerek, Konstantinopolis'e gittiler. Kış aylarını mecburen Pera/ Beyoğlu'nda geçirdiler. Mart 1404'te kendileri yine hareket imkânı elde ettiler. 20 Mart 1404'te tekrar yelken açıldı. Karadeniz artık dingindi. Şile ve Kefken'den geçerek Sakarya ağzına vardılar. Clavijo bu büyük Nehrin denizi döküldüğü ağzı gördü. Yelkenlinin rotası anlaşıldığına göre, Akçaşehir'e uğramaksızın, doğruca, güzel bir barınak olan Karadeniz Ereğlisi'ne ulaşmaktı. Düzce Pazarı'nın kuzey-doğusundaki eskeli, aslında tarihi bir kent idi. Yelkenlilerin uğrak merkezi olarak göze çarpıyordu. Clavijo, Ponto Raguia adını verdiği Ereğli'yi de aşağıdaki gibi tanıtmaktadır: Enver KONUKÇU |
“Pazar günü akşama doğru Ponto Raguia adındaki Türk (Osmanlı ) memleketine vardık. Burası ve çevresi ( Düzce tarafları da dâhil) Bayezid'in büyük oğlu Süleyman Çelebi'ye aitti. Geceyi burada geçirdik. Pazartesi günü ters rüzgâr nedeni ile hareket edilemedi. PontoRaguia/ Ereğli, bir kaç tepenin eteklerinde yayılmaktadır. Sahile yakın bir yerleşim yeridir. Tepelerin en yükseğinde bir kalesi görünmektedir. Burası pek kalabalık değildir. Nüfusunun çoğu Rum olmakla birlikte Türkler de vardır. Eskiden burası Konstantinopolis / Bizanslılara aitti. Fakat bize söylendiğine göre aşağı yukarı otuz yıl kadar önce (yani: 1364 İmparator 11. Manuel Palaiologos, Süleyman Çelebi'nin babası Sultan Bayezid'a, birkaç bin duka karşılısında satmıştı. Ponto Raguia'nın mükemmel bir iskelesi vardır. Bundan dolayı meşhur ve zengindi. Kurucusu Ponto Raguia adında bir hükümdardır.”
Ruj Gonzales de Claijo, 25 Mart 1404 salı günü Ereğli'den ayrıldı. Türk sahilinde bir kaleye geldiler ki burası Filyos ağzındaki Tieum/ Kisar Öni'dür.
Clavijo'nun Ereğli'deki Türk fethinin tarihini yaklaşık 1364 olarak vermesi, hatalı olarak Bayezid'ın hükmüne girdiğini söylemesi, doğru, değildir. Kale ve şehir, Orhan Gazi zamanında ele geçirilmiştir. Galiba karışıklık, Süleyman isminden ortaya çıkmaktadır. Bu Süleyman Çelebi değil, oğul Süleyman Paşa dır. Orhan Bey'in sağlığında, Gelibolu'da hayata veda etmiş ve orada Bolayır'da toprağa verilmiştir. Orhan Bey ise 1360 öncesi veya yakın bir zamanda vefat etmiştir.”