Neyi istedigini bil...

 

Kafkaslı

Süper Moderatör
Süper Moderatör
Katılım
3 Nis 2016
Mesajlar
2,931
Tepkime puanı
3,738
Puanları
23
Esselamualeykum

Sevgili.dosylar bilmelisin ki, her ne işlersen ondan senin kalbinde bir sıfat hâsıl olur. O sıfat öbür dünyaya seninle birlikte gider ve arkadaşın olur.
Bu sıfata ahlak derler. O halde hareket ve duruşlarını murakabe et. Böylelikle hangi huya uyduğun anlaşılır. Eğer sendeki kötü halleri yenip terbiye edersen kalbinde nezafet, kanaat, hayâ, zühd, sabır, tahammül, merhamet, sebat, cesaret, marifet, ilim, hikmet sıfatları meydana gelir.”seni kendini bulmaya yönlendirir.

“İnsanın kalbi ayna gibidir, kötü ahlak ise karanlık gibidir. O, aynayı karartıp Allah’ı bilmekten alıkoyar. Güzel ahlak ise nurdur, aynayı karanlıklardan temizler ve Allah’a ulaştırır.”

“Tüm bunlarla birlikte kalbin üstünlük hallerinden biri de ilim yönünden elde edilir. Eğer bir kimse, ‘üstünlük istemek insanın tabiatıdır’ derse; üstünlük de ilim ve kudretten başka bir şeyle olmaz. İlim istemek ise makbuldür ve ilim Allah’ın sıfatlarındandır.”

“İlim, hakikatini elde etmenin mümkün olduğu bir üstünlüktür. İnsan ile baki kalması da mümkündür. Mal üstünlüğü, makam üstünlüğü ise baki kalmaz, bunlar insanın ölümü ile kesilir. Bu üstünlükleri aramakla ömrü zayi etmek ise büyük cehalet olur. İlim, beden ile değil, ruh ile kaimdir. Ruh bu dünyadan göçünce ilim de onunla kalır. İlim, öyle bir nurdur ki onunla Cenab-ı Allah’a ulaşılır.”

“Bil ki, Peygamberimiz sallallâhu aleyhi ve sellem buyurur ki, ‘İlim öğrenmek her müslümana farzdır.’[1] Âlimler ise farz olan ilimlerin hangisi olduğu noktasında görüş ayrılığına düşmüşlerdir ve her grup da kendi ilmini yüceltmiştir; muhaddis hadis ilmini, fakih fıkıh ilmini. Bize göre ise farz olan yalnız bir ilim değildir. Bir ilmin her meselesini öğrenmek de farz değildir.

Kendisine ihtiyaç duyulan ilim çeşitleri farklıdır, herkese göre de aynı değildir. Zira kişinin ihtiyacının olduğu ilimleri öğrenmesi başta onun için farz-ı ayndır. İhtiyaç hali ise durum ve zaman itibariyle değişir. Fakat bir kimsenin ilimden ihtiyacı da kesilmez. Demek ki Peygamber Efendimiz sallallâhu aleyhi ve sellem bu sebeple böyle buyurdu: ‘Hiçbir müslüman yoktur ki onun için ilim farz olmasın.’”

Nihayetinde her müslümana farz olan ilme gelince, kul olması açısından hangi yolla olursa olsun Rabbini tanımasıdır diyebiliriz. Bu da kendini tanımakla mümkün…
İnşallah kendinizi bulanlardan olursunuz
 

dersu

Bilgili Üye
Katılım
25 Eyl 2018
Mesajlar
269
Tepkime puanı
235
Puanları
7
Yaş
53
Esselamualeykum

Sevgili.dosylar bilmelisin ki, her ne işlersen ondan senin kalbinde bir sıfat hâsıl olur. O sıfat öbür dünyaya seninle birlikte gider ve arkadaşın olur.
Bu sıfata ahlak derler. O halde hareket ve duruşlarını murakabe et. Böylelikle hangi huya uyduğun anlaşılır. Eğer sendeki kötü halleri yenip terbiye edersen kalbinde nezafet, kanaat, hayâ, zühd, sabır, tahammül, merhamet, sebat, cesaret, marifet, ilim, hikmet sıfatları meydana gelir.”seni kendini bulmaya yönlendirir.

“İnsanın kalbi ayna gibidir, kötü ahlak ise karanlık gibidir. O, aynayı karartıp Allah’ı bilmekten alıkoyar. Güzel ahlak ise nurdur, aynayı karanlıklardan temizler ve Allah’a ulaştırır.”

“Tüm bunlarla birlikte kalbin üstünlük hallerinden biri de ilim yönünden elde edilir. Eğer bir kimse, ‘üstünlük istemek insanın tabiatıdır’ derse; üstünlük de ilim ve kudretten başka bir şeyle olmaz. İlim istemek ise makbuldür ve ilim Allah’ın sıfatlarındandır.”

“İlim, hakikatini elde etmenin mümkün olduğu bir üstünlüktür. İnsan ile baki kalması da mümkündür. Mal üstünlüğü, makam üstünlüğü ise baki kalmaz, bunlar insanın ölümü ile kesilir. Bu üstünlükleri aramakla ömrü zayi etmek ise büyük cehalet olur. İlim, beden ile değil, ruh ile kaimdir. Ruh bu dünyadan göçünce ilim de onunla kalır. İlim, öyle bir nurdur ki onunla Cenab-ı Allah’a ulaşılır.”

“Bil ki, Peygamberimiz sallallâhu aleyhi ve sellem buyurur ki, ‘İlim öğrenmek her müslümana farzdır.’[1] Âlimler ise farz olan ilimlerin hangisi olduğu noktasında görüş ayrılığına düşmüşlerdir ve her grup da kendi ilmini yüceltmiştir; muhaddis hadis ilmini, fakih fıkıh ilmini. Bize göre ise farz olan yalnız bir ilim değildir. Bir ilmin her meselesini öğrenmek de farz değildir.

Kendisine ihtiyaç duyulan ilim çeşitleri farklıdır, herkese göre de aynı değildir. Zira kişinin ihtiyacının olduğu ilimleri öğrenmesi başta onun için farz-ı ayndır. İhtiyaç hali ise durum ve zaman itibariyle değişir. Fakat bir kimsenin ilimden ihtiyacı da kesilmez. Demek ki Peygamber Efendimiz sallallâhu aleyhi ve sellem bu sebeple böyle buyurdu: ‘Hiçbir müslüman yoktur ki onun için ilim farz olmasın.’”

Nihayetinde her müslümana farz olan ilme gelince, kul olması açısından hangi yolla olursa olsun Rabbini tanımasıdır diyebiliriz. Bu da kendini tanımakla mümkün…
İnşallah kendinizi bulanlardan olursunuz
Kalemine yüreğine sağlık güzel insan.
 

eski

Editör
Katılım
25 Ocak 2013
Mesajlar
550
Tepkime puanı
544
Puanları
11
Yaş
58
Konum
İSTANBUL - SAKARYA
Evde otururken çocuklardan biri haberin olmadan bir tabak tatlı getirip ikram ederler mutlu olursun...
@Kafkaslı Hakkını helal et Mübarek , yazdıkların bazen habersiz aniden gelen bir tabak tatlı tadında geliyor.
 

Kafkaslı

Süper Moderatör
Süper Moderatör
Katılım
3 Nis 2016
Mesajlar
2,931
Tepkime puanı
3,738
Puanları
23
Esselamualeykum
Kendini bilmek" kadar büyük bir erdem yoktur. Çünkü "Kendini bilen Rabbini bilir." denmiştir. Peki neden kendini bilen Rabbini bilir. Bunu hiç düşündük mü? Kendimizle Rabbimiz arasında nasıl bir münasebet var ki; kendimizi biliyor olmamız, Rabbimizi de bilmemize neden olsun? Bunun en kolay cevabı şu olsa gerek: Yaratılan her varlık yaratıcısından ve her sanat eseri sanatçısından izler taşır. Bu böyle olunca insanoğlunun da yaratıcısı olan Allah'ından izler taşıması, aklın ve mantığın bir gereğidir. Peki, o halde bu izlerin izini sürmek insanı Rabbisine götürür mü?

Her sanat eseri sanatçısından izler taşır; ama bu izler onu sanatçısıyla özdeşleştirmez elbette. Yani, resmedilen bir tabloda kırmızı renklerin hakimiyeti, ressamın kırmızı rengi sevdiğini gösterir; fakat ressamın kırmızı olduğunu göstermez. Demek ki, kendimizi ne kadar iyi tanırsak, Rabbimizi de o kadar iyi tanıyacağız. Kendimizi -ene denilen benlik duygumuzu- tahlil ederek Rabbimizi tanımaya çalışırken, karşılaşacağımız bazı güçlükler var ki, onları tanımadan 'ben'deki açılımların bizleri yanlış neticeye götüreceğini de bilvesile belirtmiş olalım.

"Ben"deki özelliklerin direkt olarak Yaratıcıda da olduğunu söylemek, "Ben"in tahlil sürecinde bizleri yanıltan bir açılım olarak karşımıza çıkacaktır. Sözgelimi, bir misal verecek olursak: "Ben acıkıyorum, demek ki Rabbim de acıkıyor", "Ben uyuyorum, demek ki Rabbim de uyuyor." demek, eser-müessir, sanat-sanatçı ilişkisinin çok iyi anlaşılamadığını gösterir. Çünkü bedihi bir hakikattır ki; yaratılan, Yaratıcısından izler taşır; ama yaratıcısının cinsinden değildir. Rabbimizi bilmek için kendimizi bilmek bir önkoşuldur; ancak Rabbimizi tanımak için daha fazlasına ihtiyaç vardır. Bilmenin tanımayı netice vereceğini söylemek oldukça güçtür.

Muhyiddin Arabî, Fahreddin Raziye yazdığı bir mektupta demişki: "Allah'ı bilmek, varlığını bilmenin gayrıdır." Yani Allah'ın var olduğunu bilmek, onu tanıdığımız manasına gelmiyor. Allah'ı bilmek için kendimizi tanımaya ihtiyacımız vardır. Nitekim Selimiye camiinin mimarının kim olduğunu bilmek, Mimar Sinan'ı tanıdığımız manasına gelmez.

Bilmek ile tanımak arasındaki ilişki, müslim ile mümin arasındaki ilişki gibidir, desem haddimi aşmış olur muyum bilemiyorum. Fakat şu ayet-i kerimeyi bu bağlamda değerlendirebileceğimizi sanıyorum.


Bedevîler, biz îman ettik, dediler. Onlara de ki, siz îman etmediniz; ama, Müslüman olduk deyiniz. Henüz îman kalplerinize girip yerleşmedi..."(Hucurât, 49/14)
 

Kafkaslı

Süper Moderatör
Süper Moderatör
Katılım
3 Nis 2016
Mesajlar
2,931
Tepkime puanı
3,738
Puanları
23
Devam edelim ayni konuya
İmanın kalplere yerleşmesi, bilmekten öte bir olgu olmalı o halde?

Tanımanın ilk şartı bilmek olduğuna göre, mümin olmanın da ilk basamağı Müslüman olmak, yani teslim olmaktır. Tanımak suretiyle 'bilmek-marifet' ziyadeleştikçe imani hakikatler kalbe daha iyi yerleşerek kök salmaya başlar. "Seven sevdiğine itaatkârdır." sırrınca, sevgimiz ölçüsünde itaatimiz ve hürmetimiz artar. Tanımak hem sevgiyi ziyadeleştirir, hem de korkuyu. Yüce yaratıcımızı Rahmaniyyeti ile bilmek, ona karşı muhabbetimizi; O'nu Kahhar sıfatı ile bilmek ise korkumuzu ziyadeleştirir. Her iki isme birden muttali olmak ise, bizleri havf-reca denilen korku ile sevgi arasında bir halete mazhar eder ki, bu hal kuşanmamız gereken ruhi kıvama işaret eder. Bu misalin eşliğinde diyebiliriz ki, Rabbimizi diğer isimleri ile de tanımak ve bu tanımanın neticesi olan ruhi ve bedeni hale bürünerek iman ve amel bütünlüğüne kavuşabilmek, bizlere kamil bir mümin olmanın tarifini verir. İnsanlardaki benlik duygusu olan "enaniyet" bir yönüyle kişinin Rabbine karşı acziyetini ve zafiyetini anlamasına bir anahtar olurken, diğer taraftan bu duygunun yanlış istimaliyle, kişiye vehmi bir güç ve iktidar atfeder. Esas anlaşılması gereken kudretin O'ndan (c.c.) olduğudur, kendimizden değil...

Hakikatta ne kadar zayıf ve fakir olduğumuzun anlaşılması ise, mutlak kudretin nazarımızda hissedilerek O'na (c.c) karşı ubudiyet tavrı alabilmemiz içindir. Mesele bu şekilde tavazzuh edince, iki tarafı keskin bir bıçak olan 'enaniyet duygusunun' bize bakan tarafını kalbimize saplayarak maneviyatta dirilmeli, harice bakan tarafıyla ise O'nu (c.c.) daha iyi tanıma adına istimal etmeliyiz.
 
Üst