Merhaba değerli arkadaşlar, ustalar. Foruma yeni üye oldum ancak buradaki sıcak ortam ve bilgi paylaşımı sizlere çok çabuk ısınmama vesile oldu. Hepinize ayrı ayrı teşekkür ediyorum bu konuda.
Anlatmak istediğim bir konu var. Yaşanmış ve rahmetli babaannemin başından geçen bir olay.
Kütahya'nın a ilçesine bağlı b köyündeniz aslen. Kendimiz ilçe merkezinde yaşadığımız için köye bayramdan bayrama veya piknik, eğlence gibi durumlar dışında pek gitmeyiz. Köyde dedem ve rahmetli babaannemin birlikte yaşadıkları ev var. Bu evin 10 metre altında, tahminimizce 1840 ya da 1850 yıllarında yapıldığını düşündüğümüz babaannemin dedesinin evi var. Ev zamanın aşırı lüks, şimdiki zamanın da dubleks villası diyebileceğimiz bir konumda.
Evin sahibi olan babaannemin dedesi olan Hacı dedem köyün en varlıklı kişisiymiş. Hayvan satar, civar köylere borç para verir, daha sonra süresi gelince alacaklarını toplamaya gidermiş.
Yine birgün yüklü miktarda alacağını toplayıp geldikten sonra bunları evin alt katındaki sofa bölümünde tepsiye koymuş ve altınları tek tek silerek küpün içine yerleştirmeye başlamış. Daha sonra küp dolunca evin altında hayvanların bulunduğu dam a girmiş ve ahar (hayvan sulanan yalak) ı duvardan çekip duvardan bir kaç taş çıkartmış ve küpü içine yerleştirmiş. Sonra üstünü sıvayla kapatırken hacı dedemin çobanı olan yine bir akrabamız bunu görmüş. Hacı dedem çobanın gördüğünü farkedince küpü yerinden çıkartmış ve başka bir yere koymuş. Ertesi gün ise köyde çıkan bir kavgada vurulmuş ve ölmüş. O gün bu gündür küpün nerde olduğunu, bulunup bulunmadığını bilen yok.
Buraya kadar herşey normal. Asıl önemli olay buradan sonra başlıyor.
Dedem ve babaannem 1993 yılında hacdan geldiler. Dedem emekli babaannem de ufak tefek tarla bahçe işleriyle ilgilenirdi. Köyde bu evin hikayesini bilmeyen yok tabi.
1998 senesinde bir akşam telefon geldi. Babaannemin şeker komasına girdiğini ve felç geçirdiğini söylediler. 2 sene kadar babaannem böyle kaldı sonra iyileşti. Tabi biz perde arkasında yaşananları bilmiyoruz.
Olayı bana amcam anlattı.
Dedem ve babaannem de defineyi bulmak için evi aramaya giriyorlar. Ancak tılsım ve cinlerden korktukları için bir tane bu işlerden anlayan hoca bulup geliyorlar. Hoca eve girip okuyor üflüyor daha sonra gitmeden önce bunların eline okumaları gerek duaları verip ayrılıyor. Ayrılırken de diyor ki: "Sakın ola tek kişi kazmayın, illa ki iki kişi olsun. Biriniz okusun biriniz kazsın. Tek kişi kesinlikle girmeyin"diye tembihliyor.
Hoca gittikten sonra bir gün dedem okuyor babaannem kazıyor, ertesi gün babaannem okuyor dedem kazıyor. Baya sağı solu iyice eşeliyorlar. Tabi birşey bulabildikleri yok henüz.
Bir gün dedem ikindi vakti namaza gittiğinde, olacak iş bu ya, babaannem tek başına kazmaya karar veriyor ve eve giriyor. Tabi babaanemin düşüncesi, dedem camiden gelene kadar bir taraftan okuyup bir taraftan kazmak. Ama hayatta herşey beklendiği gibi olmuyor.
Babaannem bir taraftan okuyup bir taraftan kazarken kazmayı daha önce bahsetmiş olduğum ahar tarafına vuruyor. Vurmasıyla birlikte topraktan kum gibi karınca çıkıyor ve babaannemin vücudunu sarıp yere yatırıyor. Babaannem bu sırada nefes almada sıkıntı çekiyor ve vücudu uyuşuyor.
Daha sonra babaannemi saran karıncalar toplanıp kara bir kedi halini alıyor ve evin yanında bulunan 35-40 metre yükseklikteki kavak ağacına tırmanıp saz çalmaya başlıyor.
Belki size komik gelebilir. Ama babaannem bu olay yaşandıktan sonra 2 yıl boyunca sadece KAVAKTA diyebildi. Konuşabildiği tek kelime buydu.
Daha sonra ilaçlar hocalar derken 2 yıl içinde iyileşti. O sıralar amcaoğluyla eve define aramaya gidelim diye konuşurduk kendi aramızda. Babaannem bu konuşmalara denk gelirse gözlerini fal taşı gibi açar kafasını sallardı.
İnanıp inanmamak size kalmış arkadaşlar. Herkesin fikrine düşüncesine saygımız sonsuz.
Ha bu arada evin üzerine 93 ya da 94 yılında kavak ağacı devrildi. Ev hala yıkılmadı ancak yıkılması an meselesi. Bana gelince ben bu hikayeden dolayı mı yoksa başka birşeyden dolayı mı bilmem, evin yakınından bile geçmek istemem. Hazine bulundu mu bulunmadı mı bu da tabi ayrı bir muamma.
Okuyan herkese teşekkürler.
Anlatmak istediğim bir konu var. Yaşanmış ve rahmetli babaannemin başından geçen bir olay.
Kütahya'nın a ilçesine bağlı b köyündeniz aslen. Kendimiz ilçe merkezinde yaşadığımız için köye bayramdan bayrama veya piknik, eğlence gibi durumlar dışında pek gitmeyiz. Köyde dedem ve rahmetli babaannemin birlikte yaşadıkları ev var. Bu evin 10 metre altında, tahminimizce 1840 ya da 1850 yıllarında yapıldığını düşündüğümüz babaannemin dedesinin evi var. Ev zamanın aşırı lüks, şimdiki zamanın da dubleks villası diyebileceğimiz bir konumda.
Evin sahibi olan babaannemin dedesi olan Hacı dedem köyün en varlıklı kişisiymiş. Hayvan satar, civar köylere borç para verir, daha sonra süresi gelince alacaklarını toplamaya gidermiş.
Yine birgün yüklü miktarda alacağını toplayıp geldikten sonra bunları evin alt katındaki sofa bölümünde tepsiye koymuş ve altınları tek tek silerek küpün içine yerleştirmeye başlamış. Daha sonra küp dolunca evin altında hayvanların bulunduğu dam a girmiş ve ahar (hayvan sulanan yalak) ı duvardan çekip duvardan bir kaç taş çıkartmış ve küpü içine yerleştirmiş. Sonra üstünü sıvayla kapatırken hacı dedemin çobanı olan yine bir akrabamız bunu görmüş. Hacı dedem çobanın gördüğünü farkedince küpü yerinden çıkartmış ve başka bir yere koymuş. Ertesi gün ise köyde çıkan bir kavgada vurulmuş ve ölmüş. O gün bu gündür küpün nerde olduğunu, bulunup bulunmadığını bilen yok.
Buraya kadar herşey normal. Asıl önemli olay buradan sonra başlıyor.
Dedem ve babaannem 1993 yılında hacdan geldiler. Dedem emekli babaannem de ufak tefek tarla bahçe işleriyle ilgilenirdi. Köyde bu evin hikayesini bilmeyen yok tabi.
1998 senesinde bir akşam telefon geldi. Babaannemin şeker komasına girdiğini ve felç geçirdiğini söylediler. 2 sene kadar babaannem böyle kaldı sonra iyileşti. Tabi biz perde arkasında yaşananları bilmiyoruz.
Olayı bana amcam anlattı.
Dedem ve babaannem de defineyi bulmak için evi aramaya giriyorlar. Ancak tılsım ve cinlerden korktukları için bir tane bu işlerden anlayan hoca bulup geliyorlar. Hoca eve girip okuyor üflüyor daha sonra gitmeden önce bunların eline okumaları gerek duaları verip ayrılıyor. Ayrılırken de diyor ki: "Sakın ola tek kişi kazmayın, illa ki iki kişi olsun. Biriniz okusun biriniz kazsın. Tek kişi kesinlikle girmeyin"diye tembihliyor.
Hoca gittikten sonra bir gün dedem okuyor babaannem kazıyor, ertesi gün babaannem okuyor dedem kazıyor. Baya sağı solu iyice eşeliyorlar. Tabi birşey bulabildikleri yok henüz.
Bir gün dedem ikindi vakti namaza gittiğinde, olacak iş bu ya, babaannem tek başına kazmaya karar veriyor ve eve giriyor. Tabi babaanemin düşüncesi, dedem camiden gelene kadar bir taraftan okuyup bir taraftan kazmak. Ama hayatta herşey beklendiği gibi olmuyor.
Babaannem bir taraftan okuyup bir taraftan kazarken kazmayı daha önce bahsetmiş olduğum ahar tarafına vuruyor. Vurmasıyla birlikte topraktan kum gibi karınca çıkıyor ve babaannemin vücudunu sarıp yere yatırıyor. Babaannem bu sırada nefes almada sıkıntı çekiyor ve vücudu uyuşuyor.
Daha sonra babaannemi saran karıncalar toplanıp kara bir kedi halini alıyor ve evin yanında bulunan 35-40 metre yükseklikteki kavak ağacına tırmanıp saz çalmaya başlıyor.
Belki size komik gelebilir. Ama babaannem bu olay yaşandıktan sonra 2 yıl boyunca sadece KAVAKTA diyebildi. Konuşabildiği tek kelime buydu.
Daha sonra ilaçlar hocalar derken 2 yıl içinde iyileşti. O sıralar amcaoğluyla eve define aramaya gidelim diye konuşurduk kendi aramızda. Babaannem bu konuşmalara denk gelirse gözlerini fal taşı gibi açar kafasını sallardı.
İnanıp inanmamak size kalmış arkadaşlar. Herkesin fikrine düşüncesine saygımız sonsuz.
Ha bu arada evin üzerine 93 ya da 94 yılında kavak ağacı devrildi. Ev hala yıkılmadı ancak yıkılması an meselesi. Bana gelince ben bu hikayeden dolayı mı yoksa başka birşeyden dolayı mı bilmem, evin yakınından bile geçmek istemem. Hazine bulundu mu bulunmadı mı bu da tabi ayrı bir muamma.
Okuyan herkese teşekkürler.