Bir Küp Altın

Meltun

Bilgili Üye
Katılım
4 Şub 2019
Mesajlar
398
Tepkime puanı
333
Puanları
9
Melis çocukluğundan beri dedesinin anlattığıdefinecilik hikâyeleriyle büyümüştü.
Rahmetli dedesi define arama isine çok meraklı hatta bunu hastalık haline getirmişbir adamdı.
Zamanında bu ise aşırı derecede merak sarmış. Eline gecen her haritayı değerlendirmiş,birçok yeri kazmış. Bu kazıların birinde başına çok ilginç olaylar gelmiş, birkaçparçada olsa heykelcik bulup zor zahmet elden çıkarıp birkaç kuruşta olsa para kazanmıştı.
En sonunda bu islerin nasipten öte olmadığını anlamıştı anlamasına ama bu uğurdada yıllarını, gençliğinin en verimli yıllarını, tüm emeğini bu hayallere adamış.Olmayacak bir hayal uğruna karisini, çocuklarını, babadan kalma tarla, tokadınıbu hayallere harcamıştı.
Yıllar sonra bu hayallerini anlatırken hala heyecanlanır, gözleri parlardı. Babaannesiher zaman kızardı dedesinin define merakına.
Hakliydi. çünkü define isi yüzünden yıllarca kandırılmış, yıllarca acı ve yoklukçekmiş, yollarca endişe ve korkuyla yaşamıştı.
Melis daha mesleğe yani atılmış bir çaylak olduğu için bütün angarya isleri onayüklüyorlardı. Buna cay kahve servisi de dâhildi.
Kızıyordu bütün bunlara ama henüz en alt kademedeydi. Biliyordu ki yükselmek içinçalışmalı, çok çalışmalı, kendisini ispat etmeliydi. Gerçekten iyi bir haber yakalamalı,şefinin gözüne girmeyi başarmalıydı.
O gün gazeteye gittiğinde sıradan bir gündü. Bilgisayarını açmış maillerinikontrol ederken bir mail dikkatini çekti. Uzak bir şehirden uzun suredir görüşmediğibir arkadaşı köylerinde olan bir olayı haber yapmasını istiyordu. Bu haber tam Melislikbir haberdi. Belki terfi almasını sağlamayacaktı ama dedesinin anılarını tekraryasamak için onun hatırası için bu haberi yapmalıyım diye duşundu.
Esra köylerinde Osman amca diye birinin yıllardır define aradığını sonunda budefineyi bulmanın çok yakınına geldiğini ama başına çok ilginç gerçek üstü olaylargeldiğini söylemiş gelip bunu haber yapmasını istemişti.
Heyecanla şefinin yanına gitti. Gelen maili ve olayları anlattı. şefi pekistemese de Melis’in heyecanına ve ısrarına dayanamamış bu habere gitmesini kabuletmişti.
Melis ertesi gün erkenden yola çıkacaktı. akşamüstü hazırlanmak için evegittiğinde babaannesine gideceği haberi anlattı. Babaannesi ağlamaya başladı.
“Gitme kızım. Bu define isi uğursuz olur. Bizim ailemize uğursuzluk getirdi. Başımızagelmeyen kalmadı. simdi sende gideceksin, bu definecilik sana da uğursuzlukgetirecek” dedi. Melis:
“Korkma babaanne. Ben define aramaya gitmiyorum. Sadece define arayan bir adamınbaşına gelenleri haber yapmaya gidiyorum. Benim mesleğim bu.” dedi. Sakinleşmiştiartik babaannesi.
Melis sabah otobüsle çulluk köyüne doğru giderken yine aklında onlarca fikir geçiyordu.Dedesinin ona anlattığı anıları, defineciliğin kendine çeken büyüsü. Dedesi halaheyecanlı bir sesle anılarını anlatmaya başladığında sesi titrek, gözleri çakmak,çakmak olarak konuşurdu.
“İnsan bir kere bu isin büyüsüne kapıldıysa eğer bulamasa da, bulamayacağını bilsede vazgeçemiyor bir turlu. Ölümün esiğine geliyorsun, delirdim sanıyorsun ama nafile”derdi.
Sonra o gözlerindeki korkuyla köyün çıkısındaki mağaraya girip define aradıklarını,arkadaşı Mustafa ile birlikte ne çok korktuklarını anlatırdı. Sesi nasıl daheyecanla titrerdi onca seneye rağmen
“akşamın alacakaranlık zamanı, gündüz gidilmez Haa Gündüz gitsek hemen jandarmayahaber salarlar. Sonra ayıkla pirincin taşını. Sonra Mustafa dede’nle beraberepeyce bir meşale hazırladık kendimize. azık, su, kibrit, el feneri, pil, ihtiyacımızolan ne varsa doldurduk çantalarımıza vurduk sırtımıza çıktık yola.
Mağaranın kapısına geldiğimizde ilk önce helalleştik Mustafa Dede’nle Beli olmazdıgirip de çıkmayıverirdik mağaradan. Korkuyorduk.
Mağaraya girdik, yürüyoruz, yürüyoruz. Sanırsın günler boyu yürüdük. Belki ikisaat kadar yürüdük. Mağaranın bir yerine geldik ki artik yürüyemiyoruz. Mağara gittikçedaralmış ayakta durabilmek mümkün değil. Nerdeyse sürünerek ilerliyorduk. İçeridehava almak çok zordu. Sık.sık meşaleler sönüyordu. Sonunda meşale ile yapamayacağımızıanladık. Meşaleleri orada öylece birikip karanlıkta sürüne, suruna ilerledik. acıkmıştık,susamıştık ve çok yorulmuştuk, en kötüsü de nefes alamıyorduk ve çökkorkuyorduk. ama bir kez yola çıkmıştık ne olursa olsun ilerleyecektik.
Bir sure daha süründükten sonra dinlenmeye karar verdik. Birere sigara yaktık.İkimizde kendi düşüncelerimize dalmışken uzaklardan bir su sesinin geldiğini farkettik. Birazcık kendimiz toparlayıp zorda olsa su sesine doğru ilerledik. Susesinin gittikçe kuvvetlendiği bir yere geldik.
aman yarabbi. O da ne? Toprak içeri çökmeye başladı. Sanırsın deprem oluyor.Birden toprak tamamen içeri çöktü ve biz toprağın içine yuvarlandık.
Oda gibi, mezar gibi bir yere düşmüştük. Mustafa deden bayıldı korkudan. Öldü sandımbir an ama görsen nasıl korkuyorum.
Odanın içi ayağa kalkılabilecek kadar yüksekti ama bacaklarım öyle bir tutulmuşki kalkamıyorum. Ne kadar zaman geçti bilmiyorum. Mustafa deden ayıldı. Geceninkaçıydı bilmiyoruz. Zar zor ayağa kalktık. ayaklarımıza kemikler çarpıyordu. Elfenerini yaktığımızda gördük ki bir mezarlıktı burası.
Belki bir düzineye yakin heykel vardı. Korka, korka mezarın içinde dolaştığımızdabakir bir bakraç bulduk ama görsen içi silme altın dolu.
Bir sevindik, bir sevindik ama sorma. Hazineyi bulmuştuk sonunda. Heykellerisimize yaramazdı belki ama bu altınlarla zengin olmuştuk.
Bakracı aldık. Ne olur ne olmaz diye heykelleri de aldık yanımıza. Mezradan dışarıcıktık ama ne zorluk, ne emek, güç, kuvvet kalmamıştı.
Mezardan dışarı çıktığımızda bu mağaradan çıkamadan ölüp kalacağız burada diyeöyle çok korktuk ki Mustafa deden ağlamaya başladı.
“Hiç girmeyecektik bu ise. Ben bu mağarada öldükten sonra ne yapayım bu kadar altınla.Kim bakar benim sabilere” diye hıçkıra, hıçkıra ağlıyordu. Bende çokkorkuyordum orada ölmekten ama elimizde bir küp dolusu altınla orada ölümü bekleyemezdim.
“Hadi” dedim Mustafa dede’ne. “Biraz daha gideceğiz. Bak su sesinin olduğu yeredoğru ilerleyeceğiz. Sonra kurtulacağız” dedim. Su sesine doğru sürünmeye devamettik.
Yine epeyce süründük,süründük. Su sesi giderek yaklaşıyordu. Biraz daha ilerlediğimizdebir ışık göründü. Öyle çok sevindik ki. artik tavanda yükselmeye başlamıştı.Bir çeyrek saat daha kâh yürümeye çalışarak, kâh sürünerek ilerledik. Ve çıkışavardık.
Bilmediğimiz, daha önce hiç görmediğimiz bir şelaleye gelmiştik. Gün yeni, yeniışıyordu. Deli gibi sarıldık birbirimize. Sonra etrafıma bakmaya başladık şaşkınlıkla.İkimizde köyü ve çevresini avucumuzun içi gibi bildiğimiz halde burayı değilgörmek bu ormanın, bu şelalenin adini bile duymamıştık.
Ne yapacağız diye kara, kara düşünürken bir de ne görelim. Tepemizde cübbeli, sarıklıama kapkara yüzlü, kalın dudaklı bir adam dikliyor. Boynunda tuhaf işaretli birkolye var. Sanki gözlerinde ateş fışkırıyor gibi bakıyor bize.
Öyle çök korkmuştuk ki Hiçbir şey diyemedik. adam bize baktı, baktı. Sonra “Hayır,Olmaz” der gibi başını salladı ve o anda yanımızdaki bakraçtan bir alev topu çıktı.alevin çıkmasıyla adamın kaybolması bir oldu. ama artik bakracın içinde çil,çilaltın yerine bir bakraç dolusu kül vardı.
Öyle çok korkmuştuk ki. Korkudan ikimizde bayılmıştık. Gözümüzü açtığımızda mağarayagirdiğimiz yerdeydik. Gördüklerimiz, yaşadıklarımız rüyamıydı, hayal miydi bilemedikbir sure. Sonra etrafıma bakındığımızda gördük ki içi kul dolu bakraç ve birkaçparça heykel yanımızdaydı.
çok korktuk. Ömrümüzden ömür gitti. Sonra bir hışımla etrafta ne varsa toplayıpeve geldik. ama günlerce ikimizde ölümlerden dönesiye hasta olduk.”
Melis dedesinin anlattığı hikâye aklına gelince içi ürperdi yine. Dedesidoğrumu anlatırdı yoksa masal mı bilemezdi ama her dinlediğinde, her hatırladığındaiçi ürperir, etkisini günler boyunca üzerinden atamazdı.


Çulluk köyüne giderek yaklaşıyordu. Otobüsten indiğinde arkadaşı Esra onuterminalde bekliyordu. Terminalde Esra ile buluştuktan sonra kısa bir sohbettensonra konu Osman amca’ya geldi.
“ah bu Osman amcayı yılladır tanırım. Çocukluğumuzdan beri hep onun define merakınıanlatırlar köyde. Simdi de adamcağız hem bacağı koptu hem de ağzı yamuldu. En yakinarkadaşının da korkudan ödü patladı ve öldü” dedi.
Esra bunları anlatınca Melis’in kani dondu. Böyle bir hikayeyi dinlemek, daha çokkabus görmek demekti ama bir kez gelmişti buraya.
Esra’ların evine gittiler. Esra’nın annesi yemek hazırladı. Yemeklerini yiyip, çaylarınıiçtikten sonra bir an önce Osman amca’yı görmek istediğini söyledi Melis Esra’ya.Toparlanıp Osman amcanın evine gittiler.
Osman amca’nın evi sanki cenaze evi gibiydi. Karisi, kızı hala ağlıyorlardı. MelisOsman amca’nın yanına gitti. Kendisini tanıttı. Yasadığı olayları gazetede yazmakistediğini söyledi.
Osman amca’nın gözleri hala korkuyla bakıyordu. Zor konuşuyordu. Kesik bacağınıdivana uzatmıştı. Elleri sinirli, sinirli titriyordu. Zor da olsa konuşmaya başladıama heyecanlıydı. Çok belliydi heyecanlı olduğu.
“Benim küçüklüğümden beri anlatır durular su tepenin ardındaki yamaçta birgâvur mezarlığı olduğunu, o mağarada çok büyük hazineler olduğunu anlatıp durdularyıllarca. Herkes anlatırdı ya kimse cesaret edemezdi bakmaya.
Bizde Emin’le beraber ilk gençliğimizden beri oraya gitmenin, orayı kazıp hazineyiçıkarıp zengin olmanın hayallerini kurardık.
En sonunda karar verdik. Hayallerimizi gerçekleştirecektik. O gün birbirimiziikna ettik. Bu iste korkulacak bir şey olmadığına ikna ettik birbirimizi.
Akşamüstü hazırlıklarımızı yaptık. Vardık tepeye. Etrafta mezar falan yoktu. Sadecebirkaç tane taş kalıntısı vardı. Ağacın dibine oturduk. Korkuyorduk. Ama kararlıydık.Heyecanlıydık. Hayallerimiz gerçek olacaktı sonunda.
Kalktım, ilk kazmayı ben vurdum. Saatlerce kazdık, baya bir derine gelmiştik.Bu arada hava iyice karanlık olmuştu. Nöbetleşe birbirimize ışık tutuyor, nöbetleşekazıyorduk. Sekiz, on metre kadar kazdık ki karsımıza büyük bir kaya cıktı.Epey bir uğraştık o kayayı yerinden kıpırdatabilmek için. Belki bir saate yakinkayayla uğraştık. Tam ümidimizi kesmişken kayaya son kez yüklendik ve kaya kalkıverdi.,
Kayanın altında uzun boylu olduğu belli olan bir iskelet vardı ama iskeletin onparmağında on yüzük, hepsi yakut taşlı, boynunda yakut taşlı bir kolye iskeletinüzerinde ne varsa topladık. Sevinmiştik.
Oradaki hazinenin hepsini topladıktan sonra taşı yerine attık üzerine toprağı doldurduk.O kadar mutluyduk ki. Elimizde çok değerli olduğunu tahmin ettiğimiz on yüzük, üçkolye vardı. Birer sigara içip biraz dinlendikten sonra o hırsla birkaç metreötesini kazmaya başladık.
Baykuşların ötüşü, yaptığımız is bizi ürkütüyordu ama biz öylesine hırslanmıştıkki orayı da kazdık. Vakit artık gece yarısına yaklaşıyordu. Orada da ayni seklidebir kaya cıktı. Bu kez kayayı daha kolay kaldırdık. Kayanın altından yine aynişekilde kolları, parmakları, boynu dolu bir iskelet cıktı. Ondaki hazineyi de alıponu da kapattık.
Her neyse uzatmayayım. Biz bu şekilde o gece beş mezar açıp kapattık. Artik vakitsabaha yaklaşmıştı. Alacakaranlık. Sabah ezani okundu, okunacak. Bu artik son olsundedik.
Yine kazmaya başladık. Kazdık, kazdık. Bu seferki her zamankinden dahaderinde.On beş metre olmuştu ama hala bir belirti yoktu. Ben artık bitti kalmadıdiye düşünürken yine ayni seklide kayaya denk geldik. Kayaya yüklendik. Buseferki kaya hepsinden zor kalktı. Kayayı kenara çektiğimizde bir den ne görelim.
Mezarın içinde üç küp altın ama bunda iskelet değil de, basında sarığı üzerindemavi kaftanı sanki padişah yatmakta ve sanki dun gömülmüş gibi.
Çok korktuk. Almayalım dedik ama bir kez girmiştik bu ise ve açmıştık bu mezarıda. Hem üç küp altınla bunca hazine bırakılmaz diye düşündük.
Küpleri çıkardık. Cesedin üzerindeki hazineleri topladık. Tam mezarı kapatacağızsabah ezani başladı. Ezan la birlikte ceset dirildi ve
“Ne yapıyorsunuz siz. Siz ne yaptığınız sanıyorsunuz” dedi.
Mezarından kalkmış üzerimize geliyordu. Gözlerini patlatmış sanki hazinelerini aldığımıziçin bizi boğacaktı. Hala ezan okunuyordu.
O arada Emin’in gözleri kaydı. Yeşil, yeşil bir şeyler kusmaya başladı ve yığılıpöldü oracıkta. Ödü patlamıştı korkudan. Korkudan öldü. Ölünmeyecek gibi değildiki.
Sonra cesedin üzerine doğru gittim. O’nu tekrar mezarına gömmek istiyordum. Bu aradaezan’ın bitmesine az kalmıştı
Ceset dikilmiş öfkeyle bana bakıyordu. Ezan bitti, ölü gidip mezarına yattı vegözlerini kapattı. Onun üzerine hemen kayayı kapatmalıydım. İste o kayayı kapatmayaçalışırken bacağımın yarısı da mezarın içinde kaldı.
O mezarı nasıl kapattım hatırlamıyorum. Sabah bizi bulmuşlar. Benimde Emin gibiöldüğümü sanmışlar ama yasıyorum iste.
Tabii buna yasamak denirse”
Hikâyesini bitirdiğinde korkudan ağlıyordu. Sonra Melis;
“Peki, bulduğunuz hazineler ne oldu?” diye sordu.
“Hiç kimse bilmiyor. Bizi bulduklarında hazine falan yokmuş. Her şey, her şey kaybolmuş.Hatta bizim kazma kürekler bile.
Yani o geceden sonra koskocaman bir hiç uğruna, sırf hırsımız uğruna Emincanından oldu. Bende bacağımdan oldum ve her gece mezarlarını açıp rahatsızettiğimiz ölüler benim üstüme, üstüme gelirler.
O mavi kaftanlı adam her gece sabah ezanında dikilir tepeme ayni öfkeli gözlerlebakar bana. Gözümü kapatsam da görürüm onu. Ezan biter ve kaybolur.”
Sonra Osman amca’nın bakışları daldı gitti. Esra ve Melis sessizce kalktılar yanlarından.
Melis eve dönmek için terminale geldiğinde duyduklarından çok etkilenmişti. artikgecelerce uykusuz kalacak. Kâbuslarla boğuşacaktı.
Bu definecilik işiyle uğrasan insanlar hırslarının kurbanları oluyorlardı.Tıpkı dedesi, Mustafa dedesi, Osman amca ve Emin amca gibi.
Hırslarının kurbanı olan diğer insanlar gibi.
Alıntıdır
 

hepastios

Editör
Katılım
27 Kas 2018
Mesajlar
623
Tepkime puanı
321
Puanları
9
Yaş
52
Konum
Elazığ
Defineciligin hobi olarak aranmasına herzaman katılmışımdır zaten öylede olmalıdır gözünü para hırsı bürümüş kişilerle bu işlere girilirse akrabanda olsa sonu hüsranla biter
 
Üst