- Katılım
- 22 Şub 2015
- Mesajlar
- 2,581
- Tepkime puanı
- 1,555
- Puanları
- 20
- Yaş
- 65
RİSALE-İ NUR'DA
CİFİR VE EBCED ilmi
(Mahiyeti,Hakikati ve Delilleri)
MUKADDEME
Ebced veya Cifir ilmi, menşe itibarıyla İslâm'ın öz kaynağından gelmediği gibi, islâm'ın birinci sınıf ilimlerinden de değildir. Buna göre, herkesin onu öğrenmesi ve uğraşması lâzım olan bir şey de değildir. Amma islâm'ın reddetmediği hususî ve sırlı ilimlerden bir ilim olup, müsaid ve müstaid bazı zâtların hususî şekilde meşgul olmalarına izin verilmiş ve bazı âlimlerin özel şekilde uğraştıkları ve onunla bazı gaybî istihraçları karine ve emarelere bina ederek bulup çıkardıkları bir ilim çeşididir.
Kim ne derse desin, bu ilim, esas ve menşe itibariyle islâm'dan direkt gelmediği halde, Resul-i Ekrem tarafından haramiyetine hükmedilip red ve yasak edilen bir ilim tarzı değildir. Öyle ise asliyeti islâm'dan gelmemiş olmakla birlikte, bâtıl ve merdud da değildir. Zira, bugün islâm'ın tâdil ve tensik ettiği fiilî, amelî ve kavlî bir çok işler ve hâller vardır ki; menşei Islâmiyetten evvel var olan şeylerdir.
Meselâ: Kölelik ve cariyelik mefhumu, islâm'dan önce de var olduğu halde, islâm dini onu tâdil edip en ehvene indirmiştir. Keza evlenmek ve sakal bırakmak gibi fiiller dahi islâm'dan evvel de mevcuttu. Lâkin islâm dini bunları en güzel şekle ve insanlığa yakışır bir tarza getirdi. Keza yazı ve harf işi dahi islâm'dan evvel vardı ve hakeza...
Demek herşey, her mes'ele ve her hâl bizzat islâm'ın öz kaynağından gelmiş olması şart değildir. Yeter ki, cahilî âdetler gibi bazı pis ve kerih şeyler tarzında olup islâmca reddedilmiş olmasın.
Faraza, Ebced ve Cifir ilmi, islâm'dan önce bazı yahudî ve Hristiyan âlimleri tarafından bazı şarlatanlıklarda kullanılmış olsa dahi, lâkin islâm'a girdikten sonra, yani bu ilim islâmlaşınca, başta İmam-ı Ali ve Ca'fer-i Sâdık ve Muhyiddin-i Arabî ve İmam-ı Gazalî ve Beyazıd-ı Bistamî gibi islâm büyükleri onu çok hayırlı ve menfaatlı işlerde istimal ettiler ve onu hakikî gaye ve hedefine yönlendirerek nurlandırdılar. Bu dediklerimizin isbatı gelecektir.
Hem Ebced ve Cifir, islâm'a girdikten sonra da, bazı nâ-ehillerce su-i isti'mal edilip asıl mecrasından saptırılmış da olabilir. Amma bu, onun asliyetine ve hayırlı cihetine bir zararı dokundurmaz. Çünki her meslekte nâ-ehillerin karışması ile, onun bazı taraflarını kötü ve dûn işlerde isti'mal etmiş olabilirler. Lâkin hiçbir zaman o gibi su-i isti'mal fiilleri noktasından o mesleğin veya o ilmin esas kıymetine ve hayırlı kaidelerine bakılmaz ve bakılmaması lâzımdır.
Bununla beraber, Cifir ve Ebced ilmine bazı islâm âlimleri tarafından itiraz edilmiş ve hatta reddedilmiş de olabilir. Hatta bazıları yanlış olarak: "Onunla uğraşmak haramdır" demiş de olabilirler. Amma bu mes'elede islâm âlimlerinin cumhuru ne demişler, onu bilmek lâzımdır. Evet cumhur-u ulemanın fikri, Cifır ilmi hakkında müsbet olduğu ilerde ispatlanacaktır.
"Hadîs ilmi" bölümünde kaydettiğimiz gibi; çeşitli meşreb ve meslek sahibleri olan islâm âlimleri, âdeta her şeye, her mes'eleye itiraz edebilmişler. Hatta İmam-ı A'zam'a ve İmam-ı Şafiî'ye bile bazı hususlarda haksız olarak ağır ittihamlarla itiraz eden âlimler de bulunmuş. Lâkin sonra cumhur-u ulemaca tebeyyün etmiş ki; o gibi mu'terizlerin itirazları mes'eleyi ve hakikat-ı hâli bilmemelerinden ve kavrayamamalarından ileri gelmiş bir su-i zandan ibaret olduğu anlaşılmıştır.
Öyle ise, her mes'elede ve her ilimde mutlaka ihtisas, meleke ve rüsûh lâzımdır. Bir kimse ihtisası dışındaki bir mes'eleye itiraz etse de, gabavetinin neticesi olur. Eğer birisi, yani bir âlim: "Ben islâm'ın bütün ilim dallarını en iyi şekilde biliyorum!" deyip dava etse, herhalde cehaletini ilân etmiş olur. O halde herkes mütehassıs olduğu ilminden konuşabilir. Yani haddini bilip aşmaması lâzımdır.
GİRİŞ
Ebced ve Cifir İlmi Meseleleri
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
اَلْحَمْدُ لِلَّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ وَ الصَّلاَةُ وَ السَّلاَمُ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَ عَلَى اَلِهِ وَ صَحْبِهِ اَجْمَعِينَ
Cifir ve Ebced ilmi, Risale-i Nur'un az bazı yerlerinde maksud-u bizzat olarak değil, bir âlet ve bir vasıta olarak isti'mal edilmiş ve bulunmuştur. Bu ilmin gaybî, sırrî ve hatta edebî bir istihraç âleti ve vasıtası olduğu, ehli olan ulema arasında mütearife bir hakikat halini almıştır. Bu ilmi esasıyla bilmeyen, içine girmeyen, dışarıdan ve uzaktan ona itiraz eden bir takım ulemalar da bulunmuş ve bulunabilir. Bir âlimin bu ilmi kabul etmemesi, dinî ve akidevî bakımdan bir günah, bir mahzuru olmadığı gibi; içine girip, onunla meşgul olmayı abes ve boş birşey sayması dahi normal sayılabilir. Ancak içine girip tahkik yapmadan, mahiyet ve asliyetini iyice öğrenmeden, ona karşı bir nevi ecnebî kaldığı halde, kökten i'tiraz edip reddetmesi ise, en azından bir cehalettir. Çünki: "İnsan bilmediğine düşmandır" hakikat ve kaidesi altına girmiş olur.
Şimdi bu ilmin, bazı İslâm âlimleri arasında hususî şekilde mütedavil ve meşhur ve medar-ı istihraç olduğu halde; öbür tarafta bir kısım ulemanın red ve itirazına hedef olmasıyla, hakikat ve mahiyeti nedir? diye bir araştırma yapacağız., ve onun etrafında bulunabilen bir kaç istifhamlı sualleri cevablandırmaya çalışmakla mahiyetine bakacağız:
Birinci Sual: Ebced nedir, Cifir Nedir?..
İkinci Sual: Bu ilmin esası nereden gelmiş? Kur'an'ın ve menba-i Risaletin öz kaynağından mı? Yoksa hâriçten midir?..
Üçüncü Sual: Kur'an-ı Hakîm'de bu ilme dair herhangi bir delâlet ve işaret var mıdır?..
Dördüncü Sual: Peygamber'in (A.S.M.) hadîslerinde ona dair herhangi bir ifade ve beyan var mıdır?..
Beşinci Sual: Hadîs-i şeriflerde ona dair ifadeler varsa, ona teşvik mi, yoksa red ve tenfir tarzında mıdır?..
Altıncı Sual: Sahabe veya Tabiîn'den bu ilimle uğraşan olmuş mudur?..
Yedinci Sual: Sahabe ve Tabiîn'den sonra, hangi sınıf âlimler onunla uğraşmıştır?..
Sekizinci Sual: Hurûfîcilikle, Cifir ve Ebced ilmi arasında bir münasebet, bir bağlantı var mıdır?..
Dokuzuncu Sual: Bu ilimle meşgul olmuş olan âlimler, onu nasıl, nerede ve ne için kullanmışlardır?..
Onuncu Sual: Bu ilmin âletliği ve vasıtasıyla istihraç edilen gaybî sırlar, tekellüflü bir sun'ilikle mi, yoksa ilhamlı ve ihtarlı bir hal ile midir?..
Onbirinci Sual: Esrar-ı huruf tabir edilen Tılsım ve Havas ilmiyle, Cifir ve Ebced ilmi aynı mıdır? Ayrı ayrı mıdırlar?..
Onikinci Sual: Bu ilim, islâm'ın akidesi ve zarurî ilimlerine dâhil midir, değil midir?..
İşte tahmin ediyoruz ki; bu suallerin cevablan delilli ve ispatlı olarak verildikten sonra, hakikat meydana çıkacaktır. Hem eğer suallerin cevablarında, onu menfîce reddeden bir durum meydana çıkmazsa, o zaman Cifir ve Ebced bir derece makbul olan ilimlerden de sayılabilir. Hiç olmazsa, merdud ile makbul arasında kalan, mubah bir ilim olur. Şayet kabul yüzü gösteren emare ve işaretler onun lehinde tezahür ederse, o durumda reddedilmesi mümkün olmayan, makbul amma hususî bir ilim hâlini almış olur.
Tenbih: Cifir ve Ebced ilmi hususunda yapacağımız bu araştırma, herkesi ona davet etmek için değildir. Zaten böyle bir davetin ne icabı ve ne de imkânı vardır. Zira bu ilim hususîdir. Hassas ve ferasetli ve te'vil ilmine âşinâ ve mazhar bazı zâtların onunla hâs olarak bazı istihraçları yapmaya mahsus sırlı bir ilimdir. Amma araştırmamız inşâallah bazı kimselerin, bilmedikleri halde müstebidane ilimfuruşluk yaparak, boş yere olan itirazlarını onlara döndürüp ağızlarında bırakacak ümidindeyim.
Bununla beraber itirazlar, tenkidler bitmeyebilir. Amma o itirazlar ve tenkidlerin gerçek bir asıldan gelip gelmediği hususunda, araştırmamız bir ölçü olacağını da ümid ediyorum. Tevfik ve hidayeti Allah'tan istiyoruz.
Oniki Sualin Cevapları
Sual-1: Ebced nedir, Cifir nedir?..
Cevab: Ebced ve Cifir, mahiyet ve sonuç itibariyle ikisi aynı mânaya bakıyorsa da, lâkin suret ve şekil itibariyle ayrı ayrı şeylerdir. Şöyle ki:
A) Ebced Mes'elesi:
Ebcedin kelimeleri islâm'ın zuhurundan evvel, iki ehl-i kitap olan Yahudî ve Hristiyanlarda altı kelime ile, yirmii iki harf şeklinde isti'mal edilmekteydi. Çünki ibranî ve Süryanî lisanlarında hecâ harfleri o kadardır. Sonra, islâm âlimleri Kur'an harflerinin tamamı olan 28 harfi tamamlamak üzere, altı harfi daha içine alan iki kelimeyi ona ilave ettiler.
islam dan evvel اَبْجَدْ هَوَّزْ حُطّىِ كَلَمَنْ سَعْفَصْ قَرَشَتْ olarak yirmiiki harfi içine alan şekliyle gelmişken, İslâm âlimleri ona ثَخَذْ ضَظِغْلاً kelimelerini ilâve ettiler. Ancak son kelimenin son harfi Ebcedden değildir. O kelime bir mânayı ifade etmesi için ضَظِغْلاً deki لاً ilâve edilmiştir (1)
Bu kelimelerin herbirisi, Süryanî ve ibranî dillerinde aynı zamanda birer mânaya da geliyordu. Hatta Tılsım ve Havas ulemasına göre; "Bu kelimelerin herbirisi Allah'ın birer ismidir." diye kaydetmişlerdir. Bu husus Şems-ül Maarif gibi Havass kitaplarında mevcuddur.
İslâm'dan evvel ehl-i kitap âlimlerince اَبْجَدْ هَوَّزْ حُطّىِ كَلَمَنْ سَعْفَصْ قَرَشَتْin sırasına göre herbir harfe rakam olarak bir sayı değeri verilmiş. Şöyle:
Elif: 1, Be: 2, Cim: 3, Dal: 4
He: 5, Vav: 6, Ze: 7
Ha: 8, Tı: 9, Ya: 10
Kâf: 20, Lam: 30, Mim: 40, Nun: 50
Sin: 60, Ayın: 70, Fe: 80, Sad: 90
Kaf: 100,Ra: 200, Şın: 300, Ta: 400
Se: 500, Ha: 600, Zal: 700
Dad: 800, Za: 900, Gayın: 1000
İslâm âlimleri de, gelen bu tarzı aynen benimsemiş ve çeşitli mes'eleler ve hususlarda isti'mal etmişlerdir.
Meselâ kimisi, İbn-i Havkal gibi, dünyanın suret ve haritasında rakamlar yerine Ebced harflerini kullanmışlardır.
Kimisi de, Ebu-l Fida' gibi; Takvim-i Buldan'dan (memleketlerin takvimi) rakama ait hususlarda bu harfleri kullanmışlardır. (2)
Kimisi dahi şiir ve edebiyatta, kitabe ve sair gibi şeylerde tarih düşürmek üzere, Ebced sırasına göre olan harflerden müteşekkil, o tarihi söyleyen bir kelime bulmuşlardır.
Nihayet kimileri de, başta İmam-ı Ali ve Ca'fer-i Sâdık ve Muhyiddin-i Arabî misillü zâtlar, bir kısım âyet ve hadîslerin bazı kelimelerinden Ebced hesabıyla gaybî işleri istihraç etmede kullanmışlardır.
Daha sonraları ise havas, tılsımat ile uğraşan bazı ulema, Ebcedi iki tarzda hesablayarak, bazı âyetlerin tılsım ve tevafuklarını vücuda getirmişlerdir. Ebcedin bu iki tarzını
"El-Cümmel-ül Kebir" ve "El-Cümmel-üs Sagir" diye adlandırmışlardır. El-Cümmel-ül Kebir, "Büyük Cümmel", Ebcedin "Ebced, hevvez, huttî... ilh." sıralanan harflerin değer hesabı üzerinedir ki, buna "Hesab-ül Cümmel" de denilir. (3) El-Cümmel-üs Sagir "Küçük Cümmel" ise, mevcud İslâm harfi elif-bâ sırasına göre, harflere rakamlar tatbik edilerek hesablanır.
----------------------------------------
(1) Ebced mes'elesi için tarihî geniş ma'lûmat isteyenler, Doç.Dr. ismail Yakıt'ın "Türk-İslâm Kültüründe Ebced Hesabı" adlı kitabı sh: 23-38'e bakabilirler.
(2) Fehris-ü Ehadîs-il Müstedrek Dr. Yusuf El-Meraşlı sh: 19-20
(3) Mukaddemet-ü İbn-i Haldun sh: 333
B) Cifir Mes'elesi:
Türkçe telaffuzunda yanlış olarak Cifir diye kullanılıyorsa da, aslı Arabça'da "Cefir"dir. Lügat mânası:
"Küçük buzağı" demektir. Bu ilmin bu lâkabla iştiharının sebebi: Bir rivayette, İmam-ı Ali'nin (RA). diğer bir rivayette Cafer-i Sadık'ın bu ilmin esas plân ve krokisini bir küçük buzağı derisine yazmış olmasından ötürüdür.
İleriki sahifelerde arz edeceğimiz üzere, bu ilmin esası, Hazret-i Peygamber'in irşad ve talimiyle Hazret-i İmam-ı Ali'den gelmektedir. İmam-Cafer-i Sadık ise onu genişce Bazı kaideler altına aldığı mervîdir
Bu ilim, sadece Ebceddeki harflerin değerlerine göre, bazı âyât ve ehadîsin gaybî olan sırlarını istihraç etmekten ibaret değildir. Yine ileride İmam-ı Ali'nin "El-Cefr-ül Cami' Ven-Nur-ul Lâmi" eserinden nakledeceğimiz üzere, Cifir ilminin daha bir çok vecih ve tarafları vardır.
Meşhur feylesof İbn-i Haldun. "Mukaddeme" adlı eserinde (1)
bu ilmin ta'rifine kısaca temas etmiş, ancak mes'eleye fazla akılcılık yaklaşımıyla bakmıştır. İmam-ı Ca'fer-i Sâdık'tan şöhretle nakledilmiş olan bu ilmin yazılı belgelerini göremediğinden yakınmıştır. Bu arada bazı zâtların bu ilme dayanarak keşif ve istihraca dair bazı tarihlerin de, dava edildiği gibi zuhur etmediğine itiraz etmiştir. Bu zâtta akıl ve felsefe ziyade hâkim olduğu için, keşfen veya istihracen bildirilen her bir hâdisenin te'vilsiz, ta'birsiz ve tagayyürsüz aynı aynına çıkmasını beklemiştir. Amma düşünememiştir ki; evliyanın keşif ve istihraçları, bazan küçük ve cüz'î bir hâdiseyi, büyük ve umumî olarak., umumî ve büyük bazı hâdiseleri ise, cüz'î ve mahallî surette hissetmeleriyle; misal olarak; Bağdat'ta olacak bir hâdiseyi istanbul'da olacağını., yahut hususî bir yerde vuku' bulacak olan bir durumu, umumî ve her yerde zuhur edeceğini nazara almamalarıdır. Bunda da gayb perdesi altındaki hâdiselerin; eğer evliyanın keşfen hissettikleri tarzda aynı aynına zuhurları tahakkuk etmiş olsaydı, tabiî ve tesadüfi addedilmesine sebeb olacağı gibi; emir, irade ve meşiet-i İlahiyenin hâkimiyet ve hükümranlığı da zedelenmiş olacaktı.
Nitekim Osmanlı Devleti'nin son devrinin büyük ve muhakkik âlimlerinden olan Muhammed Zihni Efendi de, İbn-i Haldun'un şu akılcılık yaklaşımına itiraz etmiş ve bazı hâdiseleri misal göstererek onun felsefî görüşünün yanlışlığını göstermiştir. (2)
Şems-ül Maarif-il Kübra müellifi, büyük veli Şeyh Ahmed El-Bûnî Hazretleri Cifir mes'elesi hakkında der ki: "İmam-ı Ca'fer-i Sâdık demiştir ki: Cefr-i Ahmer "Kırmızı Cifir" Cefr-i Ebyaz "Beyaz Cifir" ve Cefr-i Cami' "Geniş ve umumî Cifir" her üçü de bizdendir... Ve İmam-ı Ca'fer'in evlâdından olan büyük bazı ulema, bu ilmin esrarına vâkıf olmuşlardır." ilh. (3)
Yine Şeyh Ahmed El-Bûnî der ki: "Sahih bir senedle İmam-ı Ca'fer-i Sadık'tan Cifir ilmi ve kaideleri ulemaya intikal etmiştir (4) Ve nihayet Şeyh Ahmed El-Bûnî Hazretleri Cifir ve Ebced'in umumî kaidelerinden bazılarını ve onu kullanma usûllerini kitabında yazmıştır.
Bu hususta daha geniş bilgi için, Nur-ul Ebsar eseri sh: 161 ve Edeb-üd Dünya Ve-d Din Kitabı sh: 23-25 gibi eserlere bakılabilir.
Hülâsa: Cifir ilmi, geniş bir ihataya sahiptir denilebilir. Ebcedî harflerin değerleriyle bazı sırları istihraç etme işi, Cifir ilminin sadece bir dalıdır. İnşâallah ileriki sahifelerde bu davanın bazı numuneleri gösterilecektir.
------------------------------------------
Mukaddemet-ü İbn-i Haldun sh: 334
(2) Türkçe Terceme Meşahir-ün Nisa Muhammed Zihni sh: 1/390
(3) Şems-ül Maarif sh: 335
(4) Aynı eser sh: 363 (1)
Sual-2: Bu ilmin esası nereden gelmiş? Kur'an'ın ve menba-ı Risalet'in öz kaynağından mı? Yoksa hâriçten midir?
Cevab: Giriş kısmında, bu ilmin aslının İslâm'dan önce de Yahudî ve Hristiyan âlimleri nezdinde bulunduğunu kaydetmişiz. O ise, Şems-ül Maarif kitabı sahibine göre, bu ilmin aslı Süleyman Aleyhisselâm'ın veziri ve celb ilmi âlimi Asaf bin Berhiya'ya dayandığını kaydetmiş (1)
Amma Kur'an'dan ve Menba-ı Risalet'in öz kaynağından olup olmadığı sualine karşı deriz ki:
Zahiren ve sarih olarak Cifır ve Ebced'in esasları Kur'an'dan ve hadîslerden gelmiş olduğu hakkında kesin bir malumat yoktur, yani görülmemiştir. Amma Kur'an'in imalı işaretlerinde ve hadîslerin onu reddetmeyip kabul ettiğini gösteren delâletlerinde bazı emareler vardır, şöyle ki: Evvelâ Kur'an'ın îma ve işaretlerinde hafi de olsa bazı emarelerin bulunduğu iki vecih iledir:
Birisi: Kur'an'ın umumî ifadelerinde, sık sık eşyanın ve mahlûkaün hesablı kitaplı bir tarzda olduğundan ve hatta yağmurun tanelerinin belli ve muayyen miktarlarda bulunduğundan bahseden âyetlerin lisan-ı hal îmalarında, elbette hesaba ve kitaba dayanan Cifir ve Ebced ilminin de Kur'an ilminin ihatasında bulunduğuna işaret vardır denilebilir.
İkinci Vecih: Büyük islâm âlimlerince, Ebced ve Cifir hesabıyla Kur'an'ın âyetlerinden çıkarılmış yüzlerce hâdiselerin doğruluğu dahi, Kur'an'ın kelime ve harflerinde Cifir ilmine dahi müraat edilmiş olduğunu gösterir. Bu mes'eleyi üçüncü sualin cevabında bazı âyetler nümûne verilerek kâfi izah verileceğinden burada bu kadarıyla bitiriyoruz.
Hadîs-i şeriflerde ise, Cifir ve Ebced ilminin esaslarını vaz' ederek değil, amma onu kabul edip reddetmediğini ve bir derece ona teşvik ettiğini gösteren ifadeler vardır. Bu hususun ise, Dördüncü Sualin cevabında misaller ile ispatı yapılacağından burada bu kısa işaretle iktifa ediyoruz.
-----------------------------------------
(1) Şems-ül Maarif sh: 335
Sual-3: Kur'an-ı Hakîm'de Cifir ve Ebced ilmine dair herhangi bir delâlet ve işaret var mıdır?..
Cevab: İkinci Sualin cevabında denildiği gibi; Kur'an'ın sarahatında öyle bir şey yoktur. Amma lisan-ı haliyle âyetlerinin ifadelerindeki îma ve işaretlerin remzleriyle; "Evet vardır!" denilebilir. Şöyle ki:
Madem Kur'an-ı Hakîm, sihir ilmini ve fiilen onun yapılmasını ve ona tevessül edilmesini sarihan men' ve haram olarak gösterdiği tarzda, Cifir ve Ebced ilminin haramlığına, yasaklığına dair herhangi bir şeyin zikri yoktur. O halde, onu îma ve işaretlerinde birçok şey gibi muhafaza etmektedir denilebilir. Zira madem Kur'an-ı Hakîm'de, Rabb-i izzet bütün haşmet ve heybeliyle وَلاَ رَطْبٍ وَلاَ يَابِسٍ إِلاَّ فِي كِتَابٍ مُبيِنٍ (En'am Sûresi âyet: 59) yani "Yaş ve kuru ne ki varsa mutlaka Kitab-ı Mübîn'de mevcuddur." diye ferman ediyor.
O halde ve elbette Cifir ve Ebced ilminin esasları da Kur'an'ın işarı ve remzî mânalarının perdeleri altında bulunmaktadır denilse herhalde hata olmaz. Çünki "Kitab-ı Mübîn" bir kavle göre Levh-i Mahfuz, diğer kavle göre Kur'an-ı Kerim'dir. Hakikatta her iki kavlin neticesi de aynı kapıya çıkar. Diyelim Kitab-ı Mübin'i biz Kur'an değil de, sadece Levh-i Mahfuz kabul ettik. O durumda, Levh-i Mahfuz'da Kur'an dahi mevcud olduğundan yine netice bir olur.
Hem .مَا فَرَّطْنَا فِي الكِتَابِ مِن شَيْءٍ .. الخ (En'am Sûresi, âyet:38)Meali: "Biz Allah-u Teâlâ hiçbir şeyi bırakmadık, illâ onu Kitab'da yazmışız."
Şimdi bu âyetteki "Kitab" lâfzı da, yine ya Kur'an'dır, yahutta Levh-i Mahfuz'dur. Netice olarak üstteki âyetin aynı mânasındadır.
Saniyen: Kur'an-ı Hakîm bir çok âyetlerinde, herşeyin hesaplı, kitaplı olduğunu, sayı ve adetlerinin malum ve muayyen bulunduğunu ve saire sık sık ilân etmektedir. İşte biz de o âyetlerden bazılarını buraya kaydetmek istiyoruz:
Meselâ:
Ve meselâ: يَعْلَمُ مَا يَلِجُ فِي اْلاَرْضِ وَمَا يَخْرُجُ مِنْهَا وَمَا يَنزِلُ مِنَ السَّمَاء وَمَا يَعْرُجُ (Hadid Sûresi âyet: 4)
Meali: "Allah-u Teâlâ; yere, yani toprağa giren ve ondan çıkan, göklerden inen ve yerden göklere yükselen herşeyi bilmektedir."
Ve: وَ اِنْ مِنْ شَيْءٍ إِلاَّ عِندَنَا خَزَائِنُهُ وَمَا نُنَزِّلُهُ إِلاَّ بِقَدَرٍ مَعْلوُمٍ (Hicr Sûresi âyet: 21)
Meali: "Herşeyin hazinesi ancak bizim yanımızdadır. O hazinelerden indirdiğimiz herşey belli bir miktar dahilindedir."
Ve: وَ كُلَّ شَيْءٍ عِنْدَهُ بِمِقْدَارٍ (Ra'd Sûresi âyet: 9) Meali: "Herşey Allah'ın yanında belli ve muayyen bir ölçü iledir."
Ve daha bu mânadaki âyetler çoktur.
Görüldüğü üzere bu âyetler sayıdan, adetten, miktardan ve ölçülerden bahsediyorlar. Elbette bunların sarih mânalarıyla Allah'ın azametini, kudretini ve lâtifliğini ilân ederek, imanın takviyesine medar olma ciheti herşeyin başındadır. Amma aynı zamanda lisan-ı hal îmalarıyla da; insanları ölçü, miktar ve sayı hesablarına teşvik edici bir hal gösteriyorlar gibidir. Elbette Cifir ve Ebced ilmini de manevi olarak irade etmişlerdir denilebilir.
Sâlisen: Hadîste ona işaret olduğu gibi; Kur'an'daki ondört sûrenin başlarındaki mukatta' harflerin çeşitli ve sırlı ve gizli mânalan olduğu halde, Cifir ve Ebced hesablanyla da bir vecih ile alâkadar oldukları muhtemeldir. Çünki bazı yüksek âlimler o yolda kanaat izhar etmişlerdir. İleride örnekleri gelecektir.
Râbian: Eskidenberi Kur'an'ın bu mukatta' harflerinden başka, sair kelimatından ve harflerinden Ebcedî ve Cifrî hesabla bazı istihracların yapılmış olması ve çoğu zaman bu istihraçların mutabık ve doğru çıkması dahi, Kur'an'ın kâinatı içine alan ilminin ve mânaların denizleri içinde elbette şu Ebced ve Cifir ilmi dahi müraat edilmiş olduğu anlaşılmakta ve hususî şekilde hissedilmektedir. وَكُلَّ شَيْءٍ أحْصَيْنَاهُ فِي إِمَامٍ مُبِينٍ (Yasin Sûresi âyet: 12) Meali: "Hem herşeyi biz, İmam-ı Mübîn'de saymışızdır."
sual-4: Peygamber'in (A.S.M.) hadîslerinde Ebced ve Cifire dair herhangi bir ifade ve beyan var mıdır?..
Cevab: Evet, vardır ve üç tarzdadır.
1- Hafif bir îma ile teşvik etmesi...
2- Sual eden Yahudi âlimlerine aynı ilimle cevab vermesi...
3- Ve ona gizli ve hafif surette işaret etmesi tarzındadır...
Birinci Tarz:
Ebcede teşvik eden bir hadîs-i şerif şöyledir:
عن ابن عبّاس رض تَعِلَّموُا اَبْجَدَ وَ تَفْسيِرَهَا وَوَيْلٌ لِعَالِمٍ جَاهِلٍ تَفْسِيرُهَا اَلف اللّه وَ اِلَى اللّه وَ حَرْفٌ مِنْ اِسْمِ اللّهِ وَالْبَاء فَبَرْوُ اللّهِ وَالْجيِمُُ فَبَهْجَةُ اللّهِ وَ الدَّالُ فَديِنُ اللّهِ عَزَّ وَ جَلَّ
(1)
Meali: "Ebcedi ve tefsirini öğreniniz! Veyl olsun câhil âlime!.. Elif, Allah ve İlellah'tır. Yahud Allah isminden bir harftir. "Ba" Allah'ın halk ve icadıdır. "Cim", Allah'ın behcetidir. "Dal" ise, Allah'ın dinidir."
Bu hadîs, belki meşhur ve mütedavil hadîs kitaplarında bulunmayabilir., ve bu durumuyla zaif bir hadîs de olabilir. Amma bu gibi makamlarda hüccetli ve geçerlidir. Çünki hiç olmazsa bir ilme teşvik ediyor. Hadîsin bu noktadaki hafi bir iması dahi büyük ehemmiyeti haizdir.
(1) Müsned-ül Firdevs 2/43
İkinci Tarz:
Sual eden yahudî âlimlerine Resulullah (A.S.M.) aynı ilim ile cevab vermesi hâdisesini bildiren şu gelen rivayettir:
Yahudî âlimlerinden Ebu Yâsir bin Ahtab bir kısım yahudî âlimleriyle birlikte, Resul-i Ekrem'in (A.S.M.) yanından geçtikleri bir sırada, Resul-i Ekrem (A.S.M.) Fatiha Sûresiyle, Bakara Sûresinin başı olan الم ذَلِكَ الْكِتَابُ لاَ رَيْبَ فِيهِ.. الخ âyetini okuyordu. Ebu Yâsir'in kardeşi Huyey bin Ahtab bunu işitti, kendi kardeşi Ebu Yâsir'e dedi ki: "Biliyor musunuz, ben Muhammed'i dinledim, ona nazil olmuş olan Kur'an'dan الم ذَلِكَ الْكِتَابُ لاَ رَيْبَ فِيهِ.. الخ yi okuyordu."
Yahudiler dediler: "Sen bizzat ondan bunu dinledin mi?" O dedi: "Evet, aynen dinledim."
Bunun üzerine, Huyey bin Ahtab ve Ebu Yâsir, bazı yahudî âlimleriyle birlikte kalkıp Resulullah'a geldiler, dediler: "Yâ Muhammed, sana nazil olmuş olan âyetlerden الم ذَلِكَ الْكِتَابُ لاَ رَيْبَ فِيهِ.. الخ yi okuduğunu hatırladın mı?"
Resul-i Ekrem (A.S.M.) dedi: "Evet, hatırladım."
Dediler: "Bu, sana Cebrail vasıtasıyla Allah'tan geldi değil mi?"
Dedi: "Evet aynen öyle..."
Yahudiler dediler: "Senden evvel gelmiş Peygamberlerden hiç birisinin müddeti ve ümmetinin zamanı seninkinden gayrı bilinmemektedir. Bu âyete göre, senin ümmetinin ömrü çok azdır.." Ve Huyey bin Ahtab yanındaki yahudîlere dönerek dedi ki: "Elif birdir, Lâm otuzdur, Mim ise kırkdır. Tamamı yetmişbir sene eder. Öyle ise, siz ey yahudîler! Ümmetinin ömrü sadece yetmişbir sene olan bir Peygamberin ümmeti olur musunuz?"
Sonra Peygamber'e dönerek dedi: "Yâ Muhammed! Senin yanında bu âyetten başka bir şey var mıdır?"
Resul-i Ekrem (A.S.M.) dedi: "Evet vardır..."
Dedi: "Nedir?"
Dedi: المص
Huyey bin Ahtab bunu hesaplayınca dedi ki: "Bu evvelkinden daha ağır ve uzundur, yüz altmış bir sene eder."
Huyey yine sordu: "Dahası var mıdır?"
Resul-i Ekrem (A.S.M.): "Evet var" dedi.
Huyey: "O hangisidir?" dedi.
Resul-i Ekrem (A.S.M.) الر kelimesini söyleyince, Huyey: "A.. bu daha ağır ve uzundur, ikiyüz otuzbir sene eder."
Yine Huyey Peygamber'e sordu: "Bundan başka da var mıdır?"
Resul-i Ekrem (A.S.M.): "Evet var" dedi ve المر yi okudu.
Yahudî Huyey bunu duyunca daha da afalladı, "Bu daha ağır ve uzun ve ikiyüz yetmişbir sene eder." dedi.
Huyey bütün bunları Peygamber'den duyunca: "Yâ Muhammed! Senin emrin, işin bizi şaşırttı. Bilemiyoruz, müddetin az mıdır, yoksa çok mudur?" Ve kalktılar gittiler. Giderken yolda Ebu Yâsir, kendi kardeşi Huyey'e ve beraberindeki yahudî âlimlerine dedi ki: "Mümkündür; bütün bu rakamların toplamı Muhammed'e verilmiş olsun. Bunların yekûnu ise, yedi yüz kırk üç yıldır."
işte bu rivayet, iki tarzda ve iki kanal ile gelmiş.
Birisi: Meşhur İbn-i İshak'ın tarihinde ve bu arada Buharî'nin tarih kitabında ve İbn-i Cerir'in tefsir ve tarih kitaplarında rivayet etmişlerdir.
ikincisi: İbn-ül Menzer ve İbn-ü Cüreyc kitaplarında ayrı bir kanaldan tahric etmişlerdir.
(Me'haz için, bakınız: Tefsir Ed-Dürr-ül Mensur İmam-ı Suyutî 2/22, Mukaddemet-ü İbn-i Haldun sh: 332, Kitab-ut Teshil Li-Ulûm-i Tenzil sh: 35, Tefsir-i İbn-i Cerir 1/68-71, Tefsir-i İbn-i Kesir 1/37)
Her ne kadar bu rivayet ve haber dahi -bir çok mes'eleler gibi- hakkında kelâm edilmiş olsa da, sadece zaif hadîsler sınıfından olabilir. Hiç kimse de buna mevzu'dur diyememiş. O halde bu gibi makamlarda bir hüccet sayılır.
Netice olarak: Rivayetteki hâdise hakikattir ve Ebced ilmi hususunda Peygamber'in (A.S.M.) kabulünü göstermektedir diyebiliriz, itirazcılar bilmedikleri halde itirazlarına devam edebilirler. Ne ederlerse, etsinler. Hakikatta hak olan bir mes'eleye hiçbir te'siri olmaz.
Yahudî âlimlerinden Ebu Yâsir bin Ahtab bir kısım yahudî âlimleriyle birlikte, Resul-i Ekrem'in (A.S.M.) yanından geçtikleri bir sırada, Resul-i Ekrem (A.S.M.) Fatiha Sûresiyle, Bakara Sûresinin başı olan الم ذَلِكَ الْكِتَابُ لاَ رَيْبَ فِيهِ.. الخ âyetini okuyordu. Ebu Yâsir'in kardeşi Huyey bin Ahtab bunu işitti, kendi kardeşi Ebu Yâsir'e dedi ki: "Biliyor musunuz, ben Muhammed'i dinledim, ona nazil olmuş olan Kur'an'dan الم ذَلِكَ الْكِتَابُ لاَ رَيْبَ فِيهِ.. الخ yi okuyordu."
Yahudiler dediler: "Sen bizzat ondan bunu dinledin mi?" O dedi: "Evet, aynen dinledim."
Bunun üzerine, Huyey bin Ahtab ve Ebu Yâsir, bazı yahudî âlimleriyle birlikte kalkıp Resulullah'a geldiler, dediler: "Yâ Muhammed, sana nazil olmuş olan âyetlerden الم ذَلِكَ الْكِتَابُ لاَ رَيْبَ فِيهِ.. الخ yi okuduğunu hatırladın mı?"
Resul-i Ekrem (A.S.M.) dedi: "Evet, hatırladım."
Dediler: "Bu, sana Cebrail vasıtasıyla Allah'tan geldi değil mi?"
Dedi: "Evet aynen öyle..."
Yahudiler dediler: "Senden evvel gelmiş Peygamberlerden hiç birisinin müddeti ve ümmetinin zamanı seninkinden gayrı bilinmemektedir. Bu âyete göre, senin ümmetinin ömrü çok azdır.." Ve Huyey bin Ahtab yanındaki yahudîlere dönerek dedi ki: "Elif birdir, Lâm otuzdur, Mim ise kırkdır. Tamamı yetmişbir sene eder. Öyle ise, siz ey yahudîler! Ümmetinin ömrü sadece yetmişbir sene olan bir Peygamberin ümmeti olur musunuz?"
Sonra Peygamber'e dönerek dedi: "Yâ Muhammed! Senin yanında bu âyetten başka bir şey var mıdır?"
Resul-i Ekrem (A.S.M.) dedi: "Evet vardır..."
Dedi: "Nedir?"
Dedi: المص
Huyey bin Ahtab bunu hesaplayınca dedi ki: "Bu evvelkinden daha ağır ve uzundur, yüz altmış bir sene eder."
Huyey yine sordu: "Dahası var mıdır?"
Resul-i Ekrem (A.S.M.): "Evet var" dedi.
Huyey: "O hangisidir?" dedi.
Resul-i Ekrem (A.S.M.) الر kelimesini söyleyince, Huyey: "A.. bu daha ağır ve uzundur, ikiyüz otuzbir sene eder."
Yine Huyey Peygamber'e sordu: "Bundan başka da var mıdır?"
Resul-i Ekrem (A.S.M.): "Evet var" dedi ve المر yi okudu.
Yahudî Huyey bunu duyunca daha da afalladı, "Bu daha ağır ve uzun ve ikiyüz yetmişbir sene eder." dedi.
Huyey bütün bunları Peygamber'den duyunca: "Yâ Muhammed! Senin emrin, işin bizi şaşırttı. Bilemiyoruz, müddetin az mıdır, yoksa çok mudur?" Ve kalktılar gittiler. Giderken yolda Ebu Yâsir, kendi kardeşi Huyey'e ve beraberindeki yahudî âlimlerine dedi ki: "Mümkündür; bütün bu rakamların toplamı Muhammed'e verilmiş olsun. Bunların yekûnu ise, yedi yüz kırk üç yıldır
Üçüncü Tarz:
devam edecek
CİFİR VE EBCED ilmi
(Mahiyeti,Hakikati ve Delilleri)
MUKADDEME
Ebced veya Cifir ilmi, menşe itibarıyla İslâm'ın öz kaynağından gelmediği gibi, islâm'ın birinci sınıf ilimlerinden de değildir. Buna göre, herkesin onu öğrenmesi ve uğraşması lâzım olan bir şey de değildir. Amma islâm'ın reddetmediği hususî ve sırlı ilimlerden bir ilim olup, müsaid ve müstaid bazı zâtların hususî şekilde meşgul olmalarına izin verilmiş ve bazı âlimlerin özel şekilde uğraştıkları ve onunla bazı gaybî istihraçları karine ve emarelere bina ederek bulup çıkardıkları bir ilim çeşididir.
Kim ne derse desin, bu ilim, esas ve menşe itibariyle islâm'dan direkt gelmediği halde, Resul-i Ekrem tarafından haramiyetine hükmedilip red ve yasak edilen bir ilim tarzı değildir. Öyle ise asliyeti islâm'dan gelmemiş olmakla birlikte, bâtıl ve merdud da değildir. Zira, bugün islâm'ın tâdil ve tensik ettiği fiilî, amelî ve kavlî bir çok işler ve hâller vardır ki; menşei Islâmiyetten evvel var olan şeylerdir.
Meselâ: Kölelik ve cariyelik mefhumu, islâm'dan önce de var olduğu halde, islâm dini onu tâdil edip en ehvene indirmiştir. Keza evlenmek ve sakal bırakmak gibi fiiller dahi islâm'dan evvel de mevcuttu. Lâkin islâm dini bunları en güzel şekle ve insanlığa yakışır bir tarza getirdi. Keza yazı ve harf işi dahi islâm'dan evvel vardı ve hakeza...
Demek herşey, her mes'ele ve her hâl bizzat islâm'ın öz kaynağından gelmiş olması şart değildir. Yeter ki, cahilî âdetler gibi bazı pis ve kerih şeyler tarzında olup islâmca reddedilmiş olmasın.
Faraza, Ebced ve Cifir ilmi, islâm'dan önce bazı yahudî ve Hristiyan âlimleri tarafından bazı şarlatanlıklarda kullanılmış olsa dahi, lâkin islâm'a girdikten sonra, yani bu ilim islâmlaşınca, başta İmam-ı Ali ve Ca'fer-i Sâdık ve Muhyiddin-i Arabî ve İmam-ı Gazalî ve Beyazıd-ı Bistamî gibi islâm büyükleri onu çok hayırlı ve menfaatlı işlerde istimal ettiler ve onu hakikî gaye ve hedefine yönlendirerek nurlandırdılar. Bu dediklerimizin isbatı gelecektir.
Hem Ebced ve Cifir, islâm'a girdikten sonra da, bazı nâ-ehillerce su-i isti'mal edilip asıl mecrasından saptırılmış da olabilir. Amma bu, onun asliyetine ve hayırlı cihetine bir zararı dokundurmaz. Çünki her meslekte nâ-ehillerin karışması ile, onun bazı taraflarını kötü ve dûn işlerde isti'mal etmiş olabilirler. Lâkin hiçbir zaman o gibi su-i isti'mal fiilleri noktasından o mesleğin veya o ilmin esas kıymetine ve hayırlı kaidelerine bakılmaz ve bakılmaması lâzımdır.
Bununla beraber, Cifir ve Ebced ilmine bazı islâm âlimleri tarafından itiraz edilmiş ve hatta reddedilmiş de olabilir. Hatta bazıları yanlış olarak: "Onunla uğraşmak haramdır" demiş de olabilirler. Amma bu mes'elede islâm âlimlerinin cumhuru ne demişler, onu bilmek lâzımdır. Evet cumhur-u ulemanın fikri, Cifır ilmi hakkında müsbet olduğu ilerde ispatlanacaktır.
"Hadîs ilmi" bölümünde kaydettiğimiz gibi; çeşitli meşreb ve meslek sahibleri olan islâm âlimleri, âdeta her şeye, her mes'eleye itiraz edebilmişler. Hatta İmam-ı A'zam'a ve İmam-ı Şafiî'ye bile bazı hususlarda haksız olarak ağır ittihamlarla itiraz eden âlimler de bulunmuş. Lâkin sonra cumhur-u ulemaca tebeyyün etmiş ki; o gibi mu'terizlerin itirazları mes'eleyi ve hakikat-ı hâli bilmemelerinden ve kavrayamamalarından ileri gelmiş bir su-i zandan ibaret olduğu anlaşılmıştır.
Öyle ise, her mes'elede ve her ilimde mutlaka ihtisas, meleke ve rüsûh lâzımdır. Bir kimse ihtisası dışındaki bir mes'eleye itiraz etse de, gabavetinin neticesi olur. Eğer birisi, yani bir âlim: "Ben islâm'ın bütün ilim dallarını en iyi şekilde biliyorum!" deyip dava etse, herhalde cehaletini ilân etmiş olur. O halde herkes mütehassıs olduğu ilminden konuşabilir. Yani haddini bilip aşmaması lâzımdır.
GİRİŞ
Ebced ve Cifir İlmi Meseleleri
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
اَلْحَمْدُ لِلَّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ وَ الصَّلاَةُ وَ السَّلاَمُ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَ عَلَى اَلِهِ وَ صَحْبِهِ اَجْمَعِينَ
Cifir ve Ebced ilmi, Risale-i Nur'un az bazı yerlerinde maksud-u bizzat olarak değil, bir âlet ve bir vasıta olarak isti'mal edilmiş ve bulunmuştur. Bu ilmin gaybî, sırrî ve hatta edebî bir istihraç âleti ve vasıtası olduğu, ehli olan ulema arasında mütearife bir hakikat halini almıştır. Bu ilmi esasıyla bilmeyen, içine girmeyen, dışarıdan ve uzaktan ona itiraz eden bir takım ulemalar da bulunmuş ve bulunabilir. Bir âlimin bu ilmi kabul etmemesi, dinî ve akidevî bakımdan bir günah, bir mahzuru olmadığı gibi; içine girip, onunla meşgul olmayı abes ve boş birşey sayması dahi normal sayılabilir. Ancak içine girip tahkik yapmadan, mahiyet ve asliyetini iyice öğrenmeden, ona karşı bir nevi ecnebî kaldığı halde, kökten i'tiraz edip reddetmesi ise, en azından bir cehalettir. Çünki: "İnsan bilmediğine düşmandır" hakikat ve kaidesi altına girmiş olur.
Şimdi bu ilmin, bazı İslâm âlimleri arasında hususî şekilde mütedavil ve meşhur ve medar-ı istihraç olduğu halde; öbür tarafta bir kısım ulemanın red ve itirazına hedef olmasıyla, hakikat ve mahiyeti nedir? diye bir araştırma yapacağız., ve onun etrafında bulunabilen bir kaç istifhamlı sualleri cevablandırmaya çalışmakla mahiyetine bakacağız:
Birinci Sual: Ebced nedir, Cifir Nedir?..
İkinci Sual: Bu ilmin esası nereden gelmiş? Kur'an'ın ve menba-i Risaletin öz kaynağından mı? Yoksa hâriçten midir?..
Üçüncü Sual: Kur'an-ı Hakîm'de bu ilme dair herhangi bir delâlet ve işaret var mıdır?..
Dördüncü Sual: Peygamber'in (A.S.M.) hadîslerinde ona dair herhangi bir ifade ve beyan var mıdır?..
Beşinci Sual: Hadîs-i şeriflerde ona dair ifadeler varsa, ona teşvik mi, yoksa red ve tenfir tarzında mıdır?..
Altıncı Sual: Sahabe veya Tabiîn'den bu ilimle uğraşan olmuş mudur?..
Yedinci Sual: Sahabe ve Tabiîn'den sonra, hangi sınıf âlimler onunla uğraşmıştır?..
Sekizinci Sual: Hurûfîcilikle, Cifir ve Ebced ilmi arasında bir münasebet, bir bağlantı var mıdır?..
Dokuzuncu Sual: Bu ilimle meşgul olmuş olan âlimler, onu nasıl, nerede ve ne için kullanmışlardır?..
Onuncu Sual: Bu ilmin âletliği ve vasıtasıyla istihraç edilen gaybî sırlar, tekellüflü bir sun'ilikle mi, yoksa ilhamlı ve ihtarlı bir hal ile midir?..
Onbirinci Sual: Esrar-ı huruf tabir edilen Tılsım ve Havas ilmiyle, Cifir ve Ebced ilmi aynı mıdır? Ayrı ayrı mıdırlar?..
Onikinci Sual: Bu ilim, islâm'ın akidesi ve zarurî ilimlerine dâhil midir, değil midir?..
İşte tahmin ediyoruz ki; bu suallerin cevablan delilli ve ispatlı olarak verildikten sonra, hakikat meydana çıkacaktır. Hem eğer suallerin cevablarında, onu menfîce reddeden bir durum meydana çıkmazsa, o zaman Cifir ve Ebced bir derece makbul olan ilimlerden de sayılabilir. Hiç olmazsa, merdud ile makbul arasında kalan, mubah bir ilim olur. Şayet kabul yüzü gösteren emare ve işaretler onun lehinde tezahür ederse, o durumda reddedilmesi mümkün olmayan, makbul amma hususî bir ilim hâlini almış olur.
Tenbih: Cifir ve Ebced ilmi hususunda yapacağımız bu araştırma, herkesi ona davet etmek için değildir. Zaten böyle bir davetin ne icabı ve ne de imkânı vardır. Zira bu ilim hususîdir. Hassas ve ferasetli ve te'vil ilmine âşinâ ve mazhar bazı zâtların onunla hâs olarak bazı istihraçları yapmaya mahsus sırlı bir ilimdir. Amma araştırmamız inşâallah bazı kimselerin, bilmedikleri halde müstebidane ilimfuruşluk yaparak, boş yere olan itirazlarını onlara döndürüp ağızlarında bırakacak ümidindeyim.
Bununla beraber itirazlar, tenkidler bitmeyebilir. Amma o itirazlar ve tenkidlerin gerçek bir asıldan gelip gelmediği hususunda, araştırmamız bir ölçü olacağını da ümid ediyorum. Tevfik ve hidayeti Allah'tan istiyoruz.
Oniki Sualin Cevapları
Sual-1: Ebced nedir, Cifir nedir?..
Cevab: Ebced ve Cifir, mahiyet ve sonuç itibariyle ikisi aynı mânaya bakıyorsa da, lâkin suret ve şekil itibariyle ayrı ayrı şeylerdir. Şöyle ki:
A) Ebced Mes'elesi:
Ebcedin kelimeleri islâm'ın zuhurundan evvel, iki ehl-i kitap olan Yahudî ve Hristiyanlarda altı kelime ile, yirmii iki harf şeklinde isti'mal edilmekteydi. Çünki ibranî ve Süryanî lisanlarında hecâ harfleri o kadardır. Sonra, islâm âlimleri Kur'an harflerinin tamamı olan 28 harfi tamamlamak üzere, altı harfi daha içine alan iki kelimeyi ona ilave ettiler.
islam dan evvel اَبْجَدْ هَوَّزْ حُطّىِ كَلَمَنْ سَعْفَصْ قَرَشَتْ olarak yirmiiki harfi içine alan şekliyle gelmişken, İslâm âlimleri ona ثَخَذْ ضَظِغْلاً kelimelerini ilâve ettiler. Ancak son kelimenin son harfi Ebcedden değildir. O kelime bir mânayı ifade etmesi için ضَظِغْلاً deki لاً ilâve edilmiştir (1)
Bu kelimelerin herbirisi, Süryanî ve ibranî dillerinde aynı zamanda birer mânaya da geliyordu. Hatta Tılsım ve Havas ulemasına göre; "Bu kelimelerin herbirisi Allah'ın birer ismidir." diye kaydetmişlerdir. Bu husus Şems-ül Maarif gibi Havass kitaplarında mevcuddur.
İslâm'dan evvel ehl-i kitap âlimlerince اَبْجَدْ هَوَّزْ حُطّىِ كَلَمَنْ سَعْفَصْ قَرَشَتْin sırasına göre herbir harfe rakam olarak bir sayı değeri verilmiş. Şöyle:
Elif: 1, Be: 2, Cim: 3, Dal: 4
He: 5, Vav: 6, Ze: 7
Ha: 8, Tı: 9, Ya: 10
Kâf: 20, Lam: 30, Mim: 40, Nun: 50
Sin: 60, Ayın: 70, Fe: 80, Sad: 90
Kaf: 100,Ra: 200, Şın: 300, Ta: 400
Se: 500, Ha: 600, Zal: 700
Dad: 800, Za: 900, Gayın: 1000
İslâm âlimleri de, gelen bu tarzı aynen benimsemiş ve çeşitli mes'eleler ve hususlarda isti'mal etmişlerdir.
Meselâ kimisi, İbn-i Havkal gibi, dünyanın suret ve haritasında rakamlar yerine Ebced harflerini kullanmışlardır.
Kimisi de, Ebu-l Fida' gibi; Takvim-i Buldan'dan (memleketlerin takvimi) rakama ait hususlarda bu harfleri kullanmışlardır. (2)
Kimisi dahi şiir ve edebiyatta, kitabe ve sair gibi şeylerde tarih düşürmek üzere, Ebced sırasına göre olan harflerden müteşekkil, o tarihi söyleyen bir kelime bulmuşlardır.
Nihayet kimileri de, başta İmam-ı Ali ve Ca'fer-i Sâdık ve Muhyiddin-i Arabî misillü zâtlar, bir kısım âyet ve hadîslerin bazı kelimelerinden Ebced hesabıyla gaybî işleri istihraç etmede kullanmışlardır.
Daha sonraları ise havas, tılsımat ile uğraşan bazı ulema, Ebcedi iki tarzda hesablayarak, bazı âyetlerin tılsım ve tevafuklarını vücuda getirmişlerdir. Ebcedin bu iki tarzını
"El-Cümmel-ül Kebir" ve "El-Cümmel-üs Sagir" diye adlandırmışlardır. El-Cümmel-ül Kebir, "Büyük Cümmel", Ebcedin "Ebced, hevvez, huttî... ilh." sıralanan harflerin değer hesabı üzerinedir ki, buna "Hesab-ül Cümmel" de denilir. (3) El-Cümmel-üs Sagir "Küçük Cümmel" ise, mevcud İslâm harfi elif-bâ sırasına göre, harflere rakamlar tatbik edilerek hesablanır.
----------------------------------------
(1) Ebced mes'elesi için tarihî geniş ma'lûmat isteyenler, Doç.Dr. ismail Yakıt'ın "Türk-İslâm Kültüründe Ebced Hesabı" adlı kitabı sh: 23-38'e bakabilirler.
(2) Fehris-ü Ehadîs-il Müstedrek Dr. Yusuf El-Meraşlı sh: 19-20
(3) Mukaddemet-ü İbn-i Haldun sh: 333
B) Cifir Mes'elesi:
Türkçe telaffuzunda yanlış olarak Cifir diye kullanılıyorsa da, aslı Arabça'da "Cefir"dir. Lügat mânası:
"Küçük buzağı" demektir. Bu ilmin bu lâkabla iştiharının sebebi: Bir rivayette, İmam-ı Ali'nin (RA). diğer bir rivayette Cafer-i Sadık'ın bu ilmin esas plân ve krokisini bir küçük buzağı derisine yazmış olmasından ötürüdür.
İleriki sahifelerde arz edeceğimiz üzere, bu ilmin esası, Hazret-i Peygamber'in irşad ve talimiyle Hazret-i İmam-ı Ali'den gelmektedir. İmam-Cafer-i Sadık ise onu genişce Bazı kaideler altına aldığı mervîdir
Bu ilim, sadece Ebceddeki harflerin değerlerine göre, bazı âyât ve ehadîsin gaybî olan sırlarını istihraç etmekten ibaret değildir. Yine ileride İmam-ı Ali'nin "El-Cefr-ül Cami' Ven-Nur-ul Lâmi" eserinden nakledeceğimiz üzere, Cifir ilminin daha bir çok vecih ve tarafları vardır.
Meşhur feylesof İbn-i Haldun. "Mukaddeme" adlı eserinde (1)
bu ilmin ta'rifine kısaca temas etmiş, ancak mes'eleye fazla akılcılık yaklaşımıyla bakmıştır. İmam-ı Ca'fer-i Sâdık'tan şöhretle nakledilmiş olan bu ilmin yazılı belgelerini göremediğinden yakınmıştır. Bu arada bazı zâtların bu ilme dayanarak keşif ve istihraca dair bazı tarihlerin de, dava edildiği gibi zuhur etmediğine itiraz etmiştir. Bu zâtta akıl ve felsefe ziyade hâkim olduğu için, keşfen veya istihracen bildirilen her bir hâdisenin te'vilsiz, ta'birsiz ve tagayyürsüz aynı aynına çıkmasını beklemiştir. Amma düşünememiştir ki; evliyanın keşif ve istihraçları, bazan küçük ve cüz'î bir hâdiseyi, büyük ve umumî olarak., umumî ve büyük bazı hâdiseleri ise, cüz'î ve mahallî surette hissetmeleriyle; misal olarak; Bağdat'ta olacak bir hâdiseyi istanbul'da olacağını., yahut hususî bir yerde vuku' bulacak olan bir durumu, umumî ve her yerde zuhur edeceğini nazara almamalarıdır. Bunda da gayb perdesi altındaki hâdiselerin; eğer evliyanın keşfen hissettikleri tarzda aynı aynına zuhurları tahakkuk etmiş olsaydı, tabiî ve tesadüfi addedilmesine sebeb olacağı gibi; emir, irade ve meşiet-i İlahiyenin hâkimiyet ve hükümranlığı da zedelenmiş olacaktı.
Nitekim Osmanlı Devleti'nin son devrinin büyük ve muhakkik âlimlerinden olan Muhammed Zihni Efendi de, İbn-i Haldun'un şu akılcılık yaklaşımına itiraz etmiş ve bazı hâdiseleri misal göstererek onun felsefî görüşünün yanlışlığını göstermiştir. (2)
Şems-ül Maarif-il Kübra müellifi, büyük veli Şeyh Ahmed El-Bûnî Hazretleri Cifir mes'elesi hakkında der ki: "İmam-ı Ca'fer-i Sâdık demiştir ki: Cefr-i Ahmer "Kırmızı Cifir" Cefr-i Ebyaz "Beyaz Cifir" ve Cefr-i Cami' "Geniş ve umumî Cifir" her üçü de bizdendir... Ve İmam-ı Ca'fer'in evlâdından olan büyük bazı ulema, bu ilmin esrarına vâkıf olmuşlardır." ilh. (3)
Yine Şeyh Ahmed El-Bûnî der ki: "Sahih bir senedle İmam-ı Ca'fer-i Sadık'tan Cifir ilmi ve kaideleri ulemaya intikal etmiştir (4) Ve nihayet Şeyh Ahmed El-Bûnî Hazretleri Cifir ve Ebced'in umumî kaidelerinden bazılarını ve onu kullanma usûllerini kitabında yazmıştır.
Bu hususta daha geniş bilgi için, Nur-ul Ebsar eseri sh: 161 ve Edeb-üd Dünya Ve-d Din Kitabı sh: 23-25 gibi eserlere bakılabilir.
Hülâsa: Cifir ilmi, geniş bir ihataya sahiptir denilebilir. Ebcedî harflerin değerleriyle bazı sırları istihraç etme işi, Cifir ilminin sadece bir dalıdır. İnşâallah ileriki sahifelerde bu davanın bazı numuneleri gösterilecektir.
------------------------------------------
Mukaddemet-ü İbn-i Haldun sh: 334
(2) Türkçe Terceme Meşahir-ün Nisa Muhammed Zihni sh: 1/390
(3) Şems-ül Maarif sh: 335
(4) Aynı eser sh: 363 (1)
Sual-2: Bu ilmin esası nereden gelmiş? Kur'an'ın ve menba-ı Risalet'in öz kaynağından mı? Yoksa hâriçten midir?
Cevab: Giriş kısmında, bu ilmin aslının İslâm'dan önce de Yahudî ve Hristiyan âlimleri nezdinde bulunduğunu kaydetmişiz. O ise, Şems-ül Maarif kitabı sahibine göre, bu ilmin aslı Süleyman Aleyhisselâm'ın veziri ve celb ilmi âlimi Asaf bin Berhiya'ya dayandığını kaydetmiş (1)
Amma Kur'an'dan ve Menba-ı Risalet'in öz kaynağından olup olmadığı sualine karşı deriz ki:
Zahiren ve sarih olarak Cifır ve Ebced'in esasları Kur'an'dan ve hadîslerden gelmiş olduğu hakkında kesin bir malumat yoktur, yani görülmemiştir. Amma Kur'an'in imalı işaretlerinde ve hadîslerin onu reddetmeyip kabul ettiğini gösteren delâletlerinde bazı emareler vardır, şöyle ki: Evvelâ Kur'an'ın îma ve işaretlerinde hafi de olsa bazı emarelerin bulunduğu iki vecih iledir:
Birisi: Kur'an'ın umumî ifadelerinde, sık sık eşyanın ve mahlûkaün hesablı kitaplı bir tarzda olduğundan ve hatta yağmurun tanelerinin belli ve muayyen miktarlarda bulunduğundan bahseden âyetlerin lisan-ı hal îmalarında, elbette hesaba ve kitaba dayanan Cifir ve Ebced ilminin de Kur'an ilminin ihatasında bulunduğuna işaret vardır denilebilir.
İkinci Vecih: Büyük islâm âlimlerince, Ebced ve Cifir hesabıyla Kur'an'ın âyetlerinden çıkarılmış yüzlerce hâdiselerin doğruluğu dahi, Kur'an'ın kelime ve harflerinde Cifir ilmine dahi müraat edilmiş olduğunu gösterir. Bu mes'eleyi üçüncü sualin cevabında bazı âyetler nümûne verilerek kâfi izah verileceğinden burada bu kadarıyla bitiriyoruz.
Hadîs-i şeriflerde ise, Cifir ve Ebced ilminin esaslarını vaz' ederek değil, amma onu kabul edip reddetmediğini ve bir derece ona teşvik ettiğini gösteren ifadeler vardır. Bu hususun ise, Dördüncü Sualin cevabında misaller ile ispatı yapılacağından burada bu kısa işaretle iktifa ediyoruz.
-----------------------------------------
(1) Şems-ül Maarif sh: 335
Sual-3: Kur'an-ı Hakîm'de Cifir ve Ebced ilmine dair herhangi bir delâlet ve işaret var mıdır?..
Cevab: İkinci Sualin cevabında denildiği gibi; Kur'an'ın sarahatında öyle bir şey yoktur. Amma lisan-ı haliyle âyetlerinin ifadelerindeki îma ve işaretlerin remzleriyle; "Evet vardır!" denilebilir. Şöyle ki:
Madem Kur'an-ı Hakîm, sihir ilmini ve fiilen onun yapılmasını ve ona tevessül edilmesini sarihan men' ve haram olarak gösterdiği tarzda, Cifir ve Ebced ilminin haramlığına, yasaklığına dair herhangi bir şeyin zikri yoktur. O halde, onu îma ve işaretlerinde birçok şey gibi muhafaza etmektedir denilebilir. Zira madem Kur'an-ı Hakîm'de, Rabb-i izzet bütün haşmet ve heybeliyle وَلاَ رَطْبٍ وَلاَ يَابِسٍ إِلاَّ فِي كِتَابٍ مُبيِنٍ (En'am Sûresi âyet: 59) yani "Yaş ve kuru ne ki varsa mutlaka Kitab-ı Mübîn'de mevcuddur." diye ferman ediyor.
O halde ve elbette Cifir ve Ebced ilminin esasları da Kur'an'ın işarı ve remzî mânalarının perdeleri altında bulunmaktadır denilse herhalde hata olmaz. Çünki "Kitab-ı Mübîn" bir kavle göre Levh-i Mahfuz, diğer kavle göre Kur'an-ı Kerim'dir. Hakikatta her iki kavlin neticesi de aynı kapıya çıkar. Diyelim Kitab-ı Mübin'i biz Kur'an değil de, sadece Levh-i Mahfuz kabul ettik. O durumda, Levh-i Mahfuz'da Kur'an dahi mevcud olduğundan yine netice bir olur.
Hem .مَا فَرَّطْنَا فِي الكِتَابِ مِن شَيْءٍ .. الخ (En'am Sûresi, âyet:38)Meali: "Biz Allah-u Teâlâ hiçbir şeyi bırakmadık, illâ onu Kitab'da yazmışız."
Şimdi bu âyetteki "Kitab" lâfzı da, yine ya Kur'an'dır, yahutta Levh-i Mahfuz'dur. Netice olarak üstteki âyetin aynı mânasındadır.
Saniyen: Kur'an-ı Hakîm bir çok âyetlerinde, herşeyin hesaplı, kitaplı olduğunu, sayı ve adetlerinin malum ve muayyen bulunduğunu ve saire sık sık ilân etmektedir. İşte biz de o âyetlerden bazılarını buraya kaydetmek istiyoruz:
Meselâ:
Ve meselâ: يَعْلَمُ مَا يَلِجُ فِي اْلاَرْضِ وَمَا يَخْرُجُ مِنْهَا وَمَا يَنزِلُ مِنَ السَّمَاء وَمَا يَعْرُجُ (Hadid Sûresi âyet: 4)
Meali: "Allah-u Teâlâ; yere, yani toprağa giren ve ondan çıkan, göklerden inen ve yerden göklere yükselen herşeyi bilmektedir."
Ve: وَ اِنْ مِنْ شَيْءٍ إِلاَّ عِندَنَا خَزَائِنُهُ وَمَا نُنَزِّلُهُ إِلاَّ بِقَدَرٍ مَعْلوُمٍ (Hicr Sûresi âyet: 21)
Meali: "Herşeyin hazinesi ancak bizim yanımızdadır. O hazinelerden indirdiğimiz herşey belli bir miktar dahilindedir."
Ve: وَ كُلَّ شَيْءٍ عِنْدَهُ بِمِقْدَارٍ (Ra'd Sûresi âyet: 9) Meali: "Herşey Allah'ın yanında belli ve muayyen bir ölçü iledir."
Ve daha bu mânadaki âyetler çoktur.
Görüldüğü üzere bu âyetler sayıdan, adetten, miktardan ve ölçülerden bahsediyorlar. Elbette bunların sarih mânalarıyla Allah'ın azametini, kudretini ve lâtifliğini ilân ederek, imanın takviyesine medar olma ciheti herşeyin başındadır. Amma aynı zamanda lisan-ı hal îmalarıyla da; insanları ölçü, miktar ve sayı hesablarına teşvik edici bir hal gösteriyorlar gibidir. Elbette Cifir ve Ebced ilmini de manevi olarak irade etmişlerdir denilebilir.
Sâlisen: Hadîste ona işaret olduğu gibi; Kur'an'daki ondört sûrenin başlarındaki mukatta' harflerin çeşitli ve sırlı ve gizli mânalan olduğu halde, Cifir ve Ebced hesablanyla da bir vecih ile alâkadar oldukları muhtemeldir. Çünki bazı yüksek âlimler o yolda kanaat izhar etmişlerdir. İleride örnekleri gelecektir.
Râbian: Eskidenberi Kur'an'ın bu mukatta' harflerinden başka, sair kelimatından ve harflerinden Ebcedî ve Cifrî hesabla bazı istihracların yapılmış olması ve çoğu zaman bu istihraçların mutabık ve doğru çıkması dahi, Kur'an'ın kâinatı içine alan ilminin ve mânaların denizleri içinde elbette şu Ebced ve Cifir ilmi dahi müraat edilmiş olduğu anlaşılmakta ve hususî şekilde hissedilmektedir. وَكُلَّ شَيْءٍ أحْصَيْنَاهُ فِي إِمَامٍ مُبِينٍ (Yasin Sûresi âyet: 12) Meali: "Hem herşeyi biz, İmam-ı Mübîn'de saymışızdır."
sual-4: Peygamber'in (A.S.M.) hadîslerinde Ebced ve Cifire dair herhangi bir ifade ve beyan var mıdır?..
Cevab: Evet, vardır ve üç tarzdadır.
1- Hafif bir îma ile teşvik etmesi...
2- Sual eden Yahudi âlimlerine aynı ilimle cevab vermesi...
3- Ve ona gizli ve hafif surette işaret etmesi tarzındadır...
Birinci Tarz:
Ebcede teşvik eden bir hadîs-i şerif şöyledir:
عن ابن عبّاس رض تَعِلَّموُا اَبْجَدَ وَ تَفْسيِرَهَا وَوَيْلٌ لِعَالِمٍ جَاهِلٍ تَفْسِيرُهَا اَلف اللّه وَ اِلَى اللّه وَ حَرْفٌ مِنْ اِسْمِ اللّهِ وَالْبَاء فَبَرْوُ اللّهِ وَالْجيِمُُ فَبَهْجَةُ اللّهِ وَ الدَّالُ فَديِنُ اللّهِ عَزَّ وَ جَلَّ
(1)
Meali: "Ebcedi ve tefsirini öğreniniz! Veyl olsun câhil âlime!.. Elif, Allah ve İlellah'tır. Yahud Allah isminden bir harftir. "Ba" Allah'ın halk ve icadıdır. "Cim", Allah'ın behcetidir. "Dal" ise, Allah'ın dinidir."
Bu hadîs, belki meşhur ve mütedavil hadîs kitaplarında bulunmayabilir., ve bu durumuyla zaif bir hadîs de olabilir. Amma bu gibi makamlarda hüccetli ve geçerlidir. Çünki hiç olmazsa bir ilme teşvik ediyor. Hadîsin bu noktadaki hafi bir iması dahi büyük ehemmiyeti haizdir.
(1) Müsned-ül Firdevs 2/43
İkinci Tarz:
Sual eden yahudî âlimlerine Resulullah (A.S.M.) aynı ilim ile cevab vermesi hâdisesini bildiren şu gelen rivayettir:
Yahudî âlimlerinden Ebu Yâsir bin Ahtab bir kısım yahudî âlimleriyle birlikte, Resul-i Ekrem'in (A.S.M.) yanından geçtikleri bir sırada, Resul-i Ekrem (A.S.M.) Fatiha Sûresiyle, Bakara Sûresinin başı olan الم ذَلِكَ الْكِتَابُ لاَ رَيْبَ فِيهِ.. الخ âyetini okuyordu. Ebu Yâsir'in kardeşi Huyey bin Ahtab bunu işitti, kendi kardeşi Ebu Yâsir'e dedi ki: "Biliyor musunuz, ben Muhammed'i dinledim, ona nazil olmuş olan Kur'an'dan الم ذَلِكَ الْكِتَابُ لاَ رَيْبَ فِيهِ.. الخ yi okuyordu."
Yahudiler dediler: "Sen bizzat ondan bunu dinledin mi?" O dedi: "Evet, aynen dinledim."
Bunun üzerine, Huyey bin Ahtab ve Ebu Yâsir, bazı yahudî âlimleriyle birlikte kalkıp Resulullah'a geldiler, dediler: "Yâ Muhammed, sana nazil olmuş olan âyetlerden الم ذَلِكَ الْكِتَابُ لاَ رَيْبَ فِيهِ.. الخ yi okuduğunu hatırladın mı?"
Resul-i Ekrem (A.S.M.) dedi: "Evet, hatırladım."
Dediler: "Bu, sana Cebrail vasıtasıyla Allah'tan geldi değil mi?"
Dedi: "Evet aynen öyle..."
Yahudiler dediler: "Senden evvel gelmiş Peygamberlerden hiç birisinin müddeti ve ümmetinin zamanı seninkinden gayrı bilinmemektedir. Bu âyete göre, senin ümmetinin ömrü çok azdır.." Ve Huyey bin Ahtab yanındaki yahudîlere dönerek dedi ki: "Elif birdir, Lâm otuzdur, Mim ise kırkdır. Tamamı yetmişbir sene eder. Öyle ise, siz ey yahudîler! Ümmetinin ömrü sadece yetmişbir sene olan bir Peygamberin ümmeti olur musunuz?"
Sonra Peygamber'e dönerek dedi: "Yâ Muhammed! Senin yanında bu âyetten başka bir şey var mıdır?"
Resul-i Ekrem (A.S.M.) dedi: "Evet vardır..."
Dedi: "Nedir?"
Dedi: المص
Huyey bin Ahtab bunu hesaplayınca dedi ki: "Bu evvelkinden daha ağır ve uzundur, yüz altmış bir sene eder."
Huyey yine sordu: "Dahası var mıdır?"
Resul-i Ekrem (A.S.M.): "Evet var" dedi.
Huyey: "O hangisidir?" dedi.
Resul-i Ekrem (A.S.M.) الر kelimesini söyleyince, Huyey: "A.. bu daha ağır ve uzundur, ikiyüz otuzbir sene eder."
Yine Huyey Peygamber'e sordu: "Bundan başka da var mıdır?"
Resul-i Ekrem (A.S.M.): "Evet var" dedi ve المر yi okudu.
Yahudî Huyey bunu duyunca daha da afalladı, "Bu daha ağır ve uzun ve ikiyüz yetmişbir sene eder." dedi.
Huyey bütün bunları Peygamber'den duyunca: "Yâ Muhammed! Senin emrin, işin bizi şaşırttı. Bilemiyoruz, müddetin az mıdır, yoksa çok mudur?" Ve kalktılar gittiler. Giderken yolda Ebu Yâsir, kendi kardeşi Huyey'e ve beraberindeki yahudî âlimlerine dedi ki: "Mümkündür; bütün bu rakamların toplamı Muhammed'e verilmiş olsun. Bunların yekûnu ise, yedi yüz kırk üç yıldır."
işte bu rivayet, iki tarzda ve iki kanal ile gelmiş.
Birisi: Meşhur İbn-i İshak'ın tarihinde ve bu arada Buharî'nin tarih kitabında ve İbn-i Cerir'in tefsir ve tarih kitaplarında rivayet etmişlerdir.
ikincisi: İbn-ül Menzer ve İbn-ü Cüreyc kitaplarında ayrı bir kanaldan tahric etmişlerdir.
(Me'haz için, bakınız: Tefsir Ed-Dürr-ül Mensur İmam-ı Suyutî 2/22, Mukaddemet-ü İbn-i Haldun sh: 332, Kitab-ut Teshil Li-Ulûm-i Tenzil sh: 35, Tefsir-i İbn-i Cerir 1/68-71, Tefsir-i İbn-i Kesir 1/37)
Her ne kadar bu rivayet ve haber dahi -bir çok mes'eleler gibi- hakkında kelâm edilmiş olsa da, sadece zaif hadîsler sınıfından olabilir. Hiç kimse de buna mevzu'dur diyememiş. O halde bu gibi makamlarda bir hüccet sayılır.
Netice olarak: Rivayetteki hâdise hakikattir ve Ebced ilmi hususunda Peygamber'in (A.S.M.) kabulünü göstermektedir diyebiliriz, itirazcılar bilmedikleri halde itirazlarına devam edebilirler. Ne ederlerse, etsinler. Hakikatta hak olan bir mes'eleye hiçbir te'siri olmaz.
Yahudî âlimlerinden Ebu Yâsir bin Ahtab bir kısım yahudî âlimleriyle birlikte, Resul-i Ekrem'in (A.S.M.) yanından geçtikleri bir sırada, Resul-i Ekrem (A.S.M.) Fatiha Sûresiyle, Bakara Sûresinin başı olan الم ذَلِكَ الْكِتَابُ لاَ رَيْبَ فِيهِ.. الخ âyetini okuyordu. Ebu Yâsir'in kardeşi Huyey bin Ahtab bunu işitti, kendi kardeşi Ebu Yâsir'e dedi ki: "Biliyor musunuz, ben Muhammed'i dinledim, ona nazil olmuş olan Kur'an'dan الم ذَلِكَ الْكِتَابُ لاَ رَيْبَ فِيهِ.. الخ yi okuyordu."
Yahudiler dediler: "Sen bizzat ondan bunu dinledin mi?" O dedi: "Evet, aynen dinledim."
Bunun üzerine, Huyey bin Ahtab ve Ebu Yâsir, bazı yahudî âlimleriyle birlikte kalkıp Resulullah'a geldiler, dediler: "Yâ Muhammed, sana nazil olmuş olan âyetlerden الم ذَلِكَ الْكِتَابُ لاَ رَيْبَ فِيهِ.. الخ yi okuduğunu hatırladın mı?"
Resul-i Ekrem (A.S.M.) dedi: "Evet, hatırladım."
Dediler: "Bu, sana Cebrail vasıtasıyla Allah'tan geldi değil mi?"
Dedi: "Evet aynen öyle..."
Yahudiler dediler: "Senden evvel gelmiş Peygamberlerden hiç birisinin müddeti ve ümmetinin zamanı seninkinden gayrı bilinmemektedir. Bu âyete göre, senin ümmetinin ömrü çok azdır.." Ve Huyey bin Ahtab yanındaki yahudîlere dönerek dedi ki: "Elif birdir, Lâm otuzdur, Mim ise kırkdır. Tamamı yetmişbir sene eder. Öyle ise, siz ey yahudîler! Ümmetinin ömrü sadece yetmişbir sene olan bir Peygamberin ümmeti olur musunuz?"
Sonra Peygamber'e dönerek dedi: "Yâ Muhammed! Senin yanında bu âyetten başka bir şey var mıdır?"
Resul-i Ekrem (A.S.M.) dedi: "Evet vardır..."
Dedi: "Nedir?"
Dedi: المص
Huyey bin Ahtab bunu hesaplayınca dedi ki: "Bu evvelkinden daha ağır ve uzundur, yüz altmış bir sene eder."
Huyey yine sordu: "Dahası var mıdır?"
Resul-i Ekrem (A.S.M.): "Evet var" dedi.
Huyey: "O hangisidir?" dedi.
Resul-i Ekrem (A.S.M.) الر kelimesini söyleyince, Huyey: "A.. bu daha ağır ve uzundur, ikiyüz otuzbir sene eder."
Yine Huyey Peygamber'e sordu: "Bundan başka da var mıdır?"
Resul-i Ekrem (A.S.M.): "Evet var" dedi ve المر yi okudu.
Yahudî Huyey bunu duyunca daha da afalladı, "Bu daha ağır ve uzun ve ikiyüz yetmişbir sene eder." dedi.
Huyey bütün bunları Peygamber'den duyunca: "Yâ Muhammed! Senin emrin, işin bizi şaşırttı. Bilemiyoruz, müddetin az mıdır, yoksa çok mudur?" Ve kalktılar gittiler. Giderken yolda Ebu Yâsir, kendi kardeşi Huyey'e ve beraberindeki yahudî âlimlerine dedi ki: "Mümkündür; bütün bu rakamların toplamı Muhammed'e verilmiş olsun. Bunların yekûnu ise, yedi yüz kırk üç yıldır
Üçüncü Tarz:
devam edecek