Ermeni Gömüleri, Tanıklar Anlatıyor

Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...

Koray Kor

Admin
Administrator
Katılım
9 May 2017
Mesajlar
567
Tepkime puanı
951
Puanları
11
Ermenilerin zorunlu göçü; Tehcir (Sevk ve İskan) Kanunu döneminde başka bölgelere yerleştirilmek istenen ermeni tanıklarının anlattıkları.

Ekli dosyayı görüntüle 214994


VARDUHİ MARGARİ POTİKYAN’IN TANIKLIĞI 1912 Yılı

Biz Van’da çok zengindik. Babamın 17 tane evi varmış. Rahmetli annem göç edeceğimizi haber alınca boynundaki kolyeyi, sahip olduğu altın ziynet eşyasını geri gelir ve buluruz düşüncesiyle ağacın dibinde, su kuyusunun yakınında toprağa gömmüş. Annem parmağında bir tek yüzük bırakmış. Göç sırasında ben 3 yaşındaydım. Ben göç ettiğimizin farkına varmadım. Yalnız rahmetli annemin elime bir kete koyduğunu, kapımızı açtıklarını ve dışarı çıktığımızı hatırlıyorum. Rahmetli annem: “Kapıları açık bırakın ki, Türkler geldiklerinde kırmasınlar” dedi.


ŞOĞER ABRAHAM TONOYAN’IN TANIKLIĞI

1.900 yılından sonra muşta vardenis köyüne yerleştik. Akşam ve sabah herkes kiliseye giderdi. Yaşlı kadınlar, gelinler, kızlar giyinip kuşanıp kiliseye giderlerdi. Bayramlarda oruç tutardık. Her gün ayin yaparlardı. Köyümüzde iki papaz vardı. İkisini de Türkler öldürdü. Bizde dini tören yapılmadan evlenilmezdi.


Gelin iyi kumaştan dikilmiş bir elbise ve bir de ceket giyerdi. Başında, üzerine gümüş bir daire konulmuş bir başlık bulunurdu. Yüzünü sarı-yeşil-kırmızı renkli kumaşlarla örterdi. Çocuk doğurana kadar yüzü örtülü kalırdı. Gelinin elbisesi ipekli bir kumaştandı, kadifeydi. Bizim memleketin elbiseleri iyiydi. Kızları 13-14 yaşından itibaren evlendirirlerdi. Yirmi yaşına gelince onunla evlenmezler, “büyük, evde kalmış” derlerdi. İstedikleri kadar çocuk sahibi olurlardı. Kızın çeyizine yorgan, döşek, yastık, şal, çorap koyarlardı. Hediye olarak altın yüzük, altın gerdanlık verirlerdi. Karnavalda davul zurna çalar, oynar, yer içerlerdi. Biz helva, kete yapardık. Oruç tutulan günlerde zeytinyağında pişi böreği yapardık.


KAMSAR HARUTYUNİ KHAÇATIRYAN’IN ANLATIMI 1898 Yılı

Babamı şehirde kuyumcu Harten olarak tanırlardı. Atölyesi şehrin iç mahallelerindeydi. Yamaçtan inince en aşağıda düz bir yer vardı; ordan iki basamak çıkıp atölyeye giriyorduk. Okul tatil olunca, babam kendisine yardım etmemi istediği bahanesiyle beni yanında götürürdü. Bana mesleğini öğretmek istediğini çok sonraları anladım. Ben her şeyi görüyordum, ama özel bir önem vermiyordum. Babam bütün gün çalışıyordu; sürekli birileri gelip gidiyordu; ben de bir çırak gibi babamın yanında çalışıyordum. Her dediğini yapmak zorundaydım. Kaşlarını çatınca biraz korkuyordum; başka bir nedenden dolayı değil, sadece onu çok sevdiğimden ve çok saydığımdan onu gücendirmek istemediğimden dolayı. Genellikle herkes babam hiddetle baktığında bir tür dehşete kapılırdı; babam çok sert bir adamdı. Mavi, büyük gözleri vardı ve ters ters baktığında bütün yüzü dehşet veren bir hal alıyordu. Başlıca müşteriler Kürttü; onlar için gümüş süsler hazırlıyordu. Kürtler ise babamın çalışması karşılığında altınla ödeme yapıyorlardı. Bana göre, gümüş almak için altın vermeleri daima şaşırtıcı bir durum teşkil ediyordu. Babam altını küçük keseler içinde altölyenin köşesine doldurulmuş olan yanmış veya henüz yakılmamış kömürün altında saklardı.


ARAKEL ĞAZARİ TAGOYAN’IN TANIKLIĞI 1902 Yılı

Artık sonbahar yaklaşıyordu. Biz de Yeprat Nehri’nin kayaklıklarına varmıştık. Bizi gruplara ayırdılar. O Müslümanlığı seçmiş papaz şöyle bağırıyordu: “Sıvaslılar Harputlular Malatyalılar gruplara ayrılın” O grupları nereye götürdüklerini bilmiyoruz. Bizi döve döve Koşin Köyü’ne götürdüler; orada elli Ermeni ailenin yaşıyormuş. Ama köy boştu. Kalmamız için, bizi o köyün mezarlığına götürdüler. Orada bir çeşme vardı. Az ötede, bir mağara olduğunu gördük; o köyün Ermenilerini o mağaraya doldurduklarını gördüm.


İki gün sonra bize: “Yallah! Yürüyün!” dediler. Dar bir yoldan bizi düzlük bir yere geri götürdüler. Dört taraf üzüm bağlarıyla çevriliydi. Bizi yere oturttular. Yere bir kilim serdiler. Birisi bağırdı: “Millet! Kimin yanında ne kadar ziynet eşyası varsa kendi eliyle getirip bu kilimin üstüne koysun” Ben, annemin bir mendilin içine sardığı altın bir gerdanlık ve küpeleri olduğunu bilmiyordum. Arkamızda cehriler vardı. Annemle birlikte oraya gittik. Annem o çalıların altındaki toprağı kazdı; o mendili gömdü ve bana: “Eğer canlı kalırsak, buraya gömdüğümü hatırla” dedi. Jandarma ise hala çağırıyordu: “Kimde ne varsa getirsin kendi eliyle bu kilimin üstüne koysun!”


TOROS PETROSİ TERCANYAN’IN TANIKLIĞI 1915 Yılı

1915 yılının Mayıs başında Sebastiya’da Ermenilerin, o da sadece üzerlerinde taşıyabilecekleri kadar bir eşyayla, güneye doğru hareket etmek zorunda oldukları duyuruldu. Hazırlanmak için iki günümüz vardı. O zaman zarfında babam, tüm servetimizi küçük altın paralara dönüştürdü ve annem onları paltolarımızın astarı içine dikti. Ondan sonra merkezde Sebastiya Selçuklu Camii’nin yakınındaki meydanda toplandık. Sürgün yolunda sıklıkla üzerimize saldırıyor ve sahip olduklarımızı yağmalıyorladı. Dilenmeyi, bizde kalan altın paraları yutmayı ve onları dışkımızda aramayı ve onları tekar yutmayı öğrendik…


SATENİK KUYUMCUYAN’IN TANIKLIĞI 1902 Yılı

Yetimhanedeki Ermeniler Khırimyan Hayrik’in İzmir’e geldiğini ve Ermenilerin durumunun oldukça iyi olduğunu gördüğünü hatırlıyorlardı; zira, altın çarşısı ve bazı diğer işler Ermenilerin elindeydi. O bir vaaz vererek şöyle demişti: “Sevgili soydaşlar. Sizler Türkiye topraklarında yaşıyorsunuz; dolayısıyla, inancınızı ve dilinizi korumak ve başkalarının eline geçmemesi amacıyla her şeyinizi muhafaza etmek için, hep dikkatli olmalısınız. O yüzden benden size öğüt: Marul gibi açılmayın! Lahana gibi kapanın! Yani, varınızı-yoğunuzu, servetinizi Türklere göstermeyin.”


MARTİROS AŞIKYAN’IN TANIKLIĞI 1927 Halep

Ben ve arkadaşım, Arapla beraber gittik. Çalıştığımız yerden yaklaşık bir mil uzaklıkta, Jısır Şeddadiye, Habur nehri üzerinde, Irak’a götüren köprü üzerinde, Çibisi derlerdi, zira zamanında Almanlar petrol çıkarmak için kazmış, fakat İkinci Dünya Savaşı’nda Almanya yenildi; onlar işi yarım bırakıp gitmişlerdi. Onların yarım bıraktığı işi biz devam ettik. Biz iki kişiyle, el feneriyle, gittik; karanlık bir mağara olduğunu gördük. Ben beraberimde bir torba almıştım. Arap bize ‘Biz hep bu mağaraya girer, altın bilezik, diş, başka ziynetler bulur, dışarı çıkarız’ dedi. Öyle ki biz 50-60 metre daha içeri gittik; 10-15 metre çapında bir çukurdu. Bir tarafı Habur nehrine doğru devam eden bir mağara idi.


Arap bize şöyle dedi: ‘Der Zor’dan mucizeyle kurtulmuş yaklaşık 40 bin Ermeniyi, 70-80 mil çölün sıcak kumları üzerinde susuz yürüterek, eziyet ederek buraya kadar ulaştırmışlar. Der Zor’dan sonra 50-60 mil Kuzeydoğuya doğru çöldür, su yok, ekili alan yok. Oralardan da zavallıları yayan yürüterek, kemikleşmiş haldeki bedenleriyle o Ermenileri Jısır Şeddadiye çukuruna içine getirmişler; çukurun bir tarafından Habur nehrinin yanından mağara başlar, Güneybatı tarafına doğru mağaranın çıkışında Habur nehri o çukurun ucuyla birleşir.


SATENİK NAZARİ PETROSYAN’IN TANIKLIĞI

Muş’tan Hınıs’a gittiğimizde iki yaşımdaydım. 1914 katliamı sırasında ise birinci sınıftaydım. Babam 1914’te çevreye buğday toplamaya gitmişti; zira kendisi fırıncıydı. Babam köylerden geldiğinde henüz attan inmemişti ki, iki zaptiye gelip: “Hovhannes, Hükümet seni çağırıyor” dedi. Zavallı babam yemek de yemedi. Götürdüler; bir daha geri gelmedi.


Türk askerleri bağırıp çağırarak geldiler: “Haydi! dışarı çıkın!” Bizden önce komşu köyü götürmüşlerdi. Bizi toplayıp sürüyü otlatmaya götürür gibi Soğolar’ın tarlasına götürdüler; otuz-kırk askerle önce Hınıs Köprüsü’ne indirip, ordan da Bingöl dağlarına doğru çıkardılar. 1915 yılının Haziran ayındaydık. Kürtler oraklarla geldiler; hasattan dönüyorlardı. Bizi Çeçenler götürüyordu. Bingöl Dağının yamaçları çiçekler ve ağaçlarla kaplıydı. İtoğluit Çeçenler bizi bir vadiye götürdüler. Güneş batmaya başlamıştı bile. “Siz burda kalın. Sabah kalkıp Veranşah Şehri’ne gidersiniz” dediler.


MUŞEĞ HOVHANNESİ HOVHANNİSYAN’IN TANIKLIĞI

Bizi sürgün ettiklerinde 1915 yılının Haziran ayıydı; buğday ve arpanın başaklanma dönemiydi. Sürgün sırasında bütün ailemiz, Sasun kalesinden gelen ve adı Zandusagyali yani Zandus’tan gelen olan ırmağı geçti. Suyun öbür yakasına, batıya geçtik; büyük bir mağaraya yerleştik. Biz mağaradan dışarıda olan biteni görüyorduk. Evimizin kapısına çalı odun doldurup yaktılar.


Evimizde iki yüz yıl önce atalarım zamanında inşa edilmiş taş bir binaydı. Atalarımızdan kalan evimiz gözlerimizin önünde yandı. Aşırı derecede dayanıklı ve iri yapılı bir adam olan babam bir çocuk gibi ağlayarak şöyle dedi:


– Lao! sonumuz geldi, artık gün görmeyiz.


Ne kadar altın ve gümüş paramız varsa, babam hepsini erkek kardeşlerine ve yeğenlerine dağıttı ve şöyle devam etti:


“Lao! gidin başınızın çaresine bakın; belki birbirimizi yeniden görür, belki de görmeyiz.”


Ertesi gün her biri kendi karısını ve çocuklarını alıp ekmek bulmaya gitti, hayat aramaya. Birbirimizden ayrılıp dağıldık. Ben, babam, annem, gelinim (ağabeyim Halep’teydi), iki ablam ve amcamın oğlu kaldık.


KACUNİ TOROSİ KARAGÖZYAN’IN TANIKLIĞI ( Doğum 1905, ŞEBİNKARAHİSAR, TAMZARA KÖYÜ)

Kasabamız Tamzarada ne güzel anılar var. Vardavar yortusunu kutlayışımız; söğütler, taşlar, her şey aynı kalmıştı; yalnız Ermeniler artık yoktu. Anılara dalmış olarak baba evimize vardık. Şimdi evin kapı ve pencereleri yerinde değildi. Yağmacılar evde bulduklarıyla yetinmemiş, kapı ve pencereleri de götürmüşlerdi: Bize eşlik eden Ermeniler Giresun’a gitmek üzere yolculuklarına devam ettiler. Ben ve ablam ise zengin Mustafa Efendi’nin dükkânının önünde durduk. Mustafa Efendi oturduğu yerden kalktı ve şaşkın biçimde acınacak halimize bakıyordu. Hemen bizi evine götürdü, karısına tavsiyelerde bulunup dükkânına döndü. Karısı, anneme emniyette olmaları için iki kızını yanlarında bırakmasını söyleyen ve annemden ret cevabı alan aynı hanımdı. O hanım ailemizin hikâyesini duyunca, acımıza ortak oldu ve konuşmaya başladı:


“Vah, vah! Bizimle barış ve huzur içinde yaşayan bu millete niye zulmettiler?” dedi. O bir Türk kadınıydı; ama sonuçta o da insandı.


Onun da aynı şekilde insan olarak bir vicdanı ve kalbi vardı. Bütün bu olaylar sırasında, toplumun tüm kesimlerinin bu kötülüklere ortak olduğu söylenemez. Kadın bize yemek verdi, elbiseler buldu; insana benzedik. Orada birkaç gün kaldık. Sonra Büyük Ağa adında bir Türk dükkâncı geldi ve beni hatırladı. O adam beni evine aldı; orada evimizin mobilyalarını gördüm. Ertesi gün beni dükkânına götürdü; orada babamın dokuduğu kumaş toplarını gördüm; yüreğim burkuldu. Ama ses çıkarmadım. Çalışıyor, hayatımı kazanıyordum. Ben aynı zamanda ağamın ahırını da temizliyordum. Bir gün alacakaranlıkta ineklere su verdiğim sırada, inek elimi yalamaya başladı. Baktım ki bizim inek; beni, kendisine su veren küçük sahibini hatırlayıp tanımıştı.


O dönemde ablam istememesine rağmen, tabii onun fikrini soran yoktu, bir Türk’le evlendi. Gerçekleşmesini istemediği olaya karşı duramadı. Evdekiler o kadar acılar içinde dahi ablamın namusunu koruyabilmiş olmasına şaşmışlardı.


Ben dükkânda iyi çalışıyordum; ağa benden memnundu; ama bir gün zaptiyeler bir Ermeni baba oğul yakalamış götürüyorlardı; ben de ilgilenip dükkândan dışarı koştum. Ağam çok kızdı; bana küfretti. Ben de zaten doluydum; onurum kırılmış halde dükkanı terk ettim. Ağa sonra arkamdan adam gönderdi; ama geri dönmedim. Zavallı ablalarımın Türklerle nasıl birlikte yaşayabildiklerini düşünüyordum. Ama bu artık olmuş bitmişti. Baba evimize gittim; ama içeri giremedim; hatta annemin tandır evinin yanına gömdüğü servetimizi almaya bile gitmedim. Bahçeye indim. Olgun meyveler yere düşmüştü. Sanki ağaçların, bitkilerin ağladığı hissine kapıldım. Geçmişteki mutlu günlerimizin canlılığını, yakınlarımı hatırladım; babamın kendi eliyle diktiği ağaçlardan birine sarıldım ve ağladım…


AVETİS NORİKİ NORİKYAN’IN TANIKLIĞI ( Doğum 1909, BURSA, YENİCE KÖYÜ )

Bizim Bursa’nın Yenice Köyü’nde İpek fabrikası vardı. Sülalemiz kendi ailelerini kurmuş olan üç erkek kardeşten oluşuyordu. Ailemizde ise, dokuz kişiydik: dört erkek kardeş, üç kız kardeş, babam, annem ve ninem.


Mudanya Limanına toplanmış olan halk çok zaiyat verdi. Biz yedi kişiydik. Her birimiz ayrı bir yöne kaçtık. Bir tarafımızda deniz, öbür tarafımzıda da orman vardı. Ben o zaman hasta, aç ve yorgundum. Ama, mecburen herkesle birlikte Gemlik limanından Mudanya’ya kadar yürüdük. Ayağı kayanlardan denize düşenler oldu. Başka yol yoktu. Sonunda Mudanya limanına vardık. Çoğu kişi birbirini kaybetmişti. Ben babamla birlikteydim. Bütün Bursa Ermenileri oraya toplanmıştı. Bütün servetimizi o limanda bırakıp, gemiye bindik. Gemi bizi Marmara denizinden geçirerek Silivri’a ulaştırdı. Orada da pek çok muhacir vardı. Gemiden karaya indik ve Çorlu Şehri’ne gittik. Yunan Ordusu henüz oradaydı. 1946’da Bulgaristan’daki Silivri Şehri’nden Ermenistan’a göç ettik.


NATALYA AVETİSİ BARSEĞYAN’IN TANIKLIĞI (Doğum 1889, KARS, TSIPNİ KÖYÜ)

Bizim sülalemize Darbinents adı verilirdi. Biz çok zengindik. Dayılarım, teyzelerim, amcalarım ve halalarım bizimle geldiler. Türk savaşından evvel, diğer Hıristiyan erkeklerle birlikte Ermeni savaşları vardı. O yüzden de biz evimizi-barkımızı, servetimizi bırakıp kaçtık. Annem dört kızını, Siranuş’u, Hıranuş’u, Nunik’i ve beni alıp mandaları arabaya koştu ve kaçtık. Büyük bir nehrin kenarına ulaştık. Amcam atıyla, sırayla bizi nehrin öbür yakasına geçirdi. Yolda anneler yorulup çocuklarını taşıyamıyor, onları yere bırakıp yollarına devam ediyorlardı. Biz büyüktük, yürüdük. Bir köye vardık ve bir evde kaldık. Tandırı yakıp kendimizi kuruttuk, ısındık. Orası Leninakan’dı [Şimdi Gyumri]. Ben ve ablalarım dışarı oyun oynamaya çıkmıştık; hava karanlıktı. Bizi öksüz sanıp, yetimhaneye götürmüşler. Annem “çocuklarım kayboldu” diye bağırmaya başlamış. Dayılarım ise, bizim yetimhaneye götürüldüğümüzü görenler olduğunu söylemişler. Sonra annem gelip bizi eve geri götürdü. Bogdanovka’ya gittik; orda da evlendim. Şimdi iyi bir oğlum, iyi bir gelinim ve iyi torunlarım var.


ARAKEL ĞAZARİ TAGOYAN’IN TANIKLIĞI (Doğum 1902, TERCAN, ÇIKHINLOTS KÖYÜ)

Köyümüz Tercan’ın Çıkhınlots köyüydü. Orada dört amcam Hayrapet, Davit, Ğazar, Vardan aileleriyle birlikte yaşıyorlardı. Ayvaz dayım bir gün dedi ki: “Bu çocuk rüyasında Halep Şehri’ni görmüş; hayırlı olsun.” Hacılar haricinde Türk ve Kürt ahali de toplanıp bizimle kurban eti yer, bizimle sevinir, şarkı söyler ve dans ederdi.


Bizim çevremizi sardılar ve şöyle dediler: “Haydi! Hazırlanın! Daha iyi bir yere gideceğiz. Jandarmaların yanında da bizi soymaya hazır bir grup Çerkez vardı. Saat, öğleden sonra saat birdi. Üç yüz kişiyi köyden dışarı çıkardılar. Parası olan, yanına aldı. Bizim köye bir buçuk saat mesafede Çamurlu adında bir köy vardı; amcamın kızı Sırbuhi oraya kadar yürüdü; ama, daha sonra yürüyemedi. Biz onu orada bırakıp devam ettik. Büyük bir nehrin kıyısına vardık; o, Mamahatun Nehri’nin başka bir nehirle birleştiği yerdi. O nehrin öteki yakasına geçtik. Hayrapet amcamın çocukları Ağun ve Varvara on yedi yaşında, Minas yirmi yaşında, Stepan on beş yaşındaydı. Öyle ki, onlar beş kişiydiler. Davit amcamın ise Şuşan isimli bir kızı vardı. Paytsar yeni evliydi; Sırbuhi ise duvarın dibinde kaldı. Sahak amcam, çocukları ve karısı ile birlikte yedi kişiydiler. Vardan amcam, Maryam, Zabel, Pilipos, Mayreni ile ben ve annem de vardık. Toplam on sekiz kişi olarak sürgüne gittik. Bizi götürüyorlardı; Mamahatun Nehri’nden geçtik. Karanlık basmıştı. Bir de baktık ki, Davit amcam bir jandarmayla geliyor. geldiler. Amcam ben sevdi, öptü. Jandarma silah omzunda duruyordu. Bizi kervandan çıkardılar. Amcam anneme: “Arakel benimle gelsin. Ben bu jandarmaya rüşvet verdim; kaçacağım. Bu kaçmamızı sağlayacak” dedi


Annem beni yanına aldı. Davit amcamın altı kişilik ailesi Çamurlu Köyü’ne doğru kaçtı. Yolda bir ses işitmişler. Bakmışlar ki, sesin sahibi Sırbuhi. Ağaç dalları kesip sedye yapmışlar; Sırbuhi’yi üstüne yatırıp tanıdıkları Kürt Ğazo’nun evine götürmüşler ki, dinlensin. Öyle ki, bütün amcalarım kaçtılar. Gidip bakmışlar ki, Sırbuhi de orada. Sonra amcalarım gidip Andranik’in birliğine katılmışlar. Sonra Andranik hepsini Eçmiyatsin’e götürmüş. O zamanlar, Sovyetler Birliği artık kurulmuştu. İki amcam Tiflis’e gitmiş; Davit amcam ve Harputlu bir karısı olan oğlu ise, gelip Kirovakan’a (şimdiki adı Vanadzor’dur) yerleşmişler. Ama altınlarımızı kovanların altındaki tümseklerin içine gömdüğümüz için, amcam altınları almaya gitmiş. Gitmiş ve bir daha geri gelmemiş. O dönemde ben bir rüya gördüm: Amcamın başında keçi boynuzu çıkmıştı. Başının belada olduğunu hissettim.


Not: 1870 lerden beri Ermenilerin Hınçak olsun, Taşnak Sütyun (Ermeni Devrimci Federasyonu adlı siyasi oluşum) olsun çeşitli militan örgütlerinin Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu üzerindeki talepleri Osmanlıyı çok büyük sıkıntılara sokmuştur. Nitekim 1. Dünya Savaşı başlangıcında Doğu Anadolu’daki Ermenilerin ayaklanarak çoktan Ruslar ile işbirliğine girmişlerdi. Akıbetindeki Tehcir Kanunu Ermenilerin karşısına ihanetlerinin bedeli olarak çıkmıştır. Fakat Tehcir kanununun uygulanması sırasında insani kayıplar yaşanmıştır.
 

tatar26

Süper Moderatör
Süper Moderatör
Katılım
2 May 2015
Mesajlar
2,475
Tepkime puanı
788
Puanları
17
Yaş
42
Başkan hoşgeldin.
 

_Mithra_

🇹🇷 M¡₺ŕ@ 🇹🇷
Moderatör
Katılım
5 Haz 2018
Mesajlar
1,897
Tepkime puanı
1,224
Puanları
20
Yaş
51
Konum
İstanbul
emperyalizm dünyaya çok çektirdi
bundan anadolu toprakları da nasibini aldı maalesef
bin yıllar barış içinde kardeşçe yaşadığımız halklarla düşman etti bizi birbirimize
çok acılar çekildi çok ocaklar söndü her iki taraftan da Allah suçsuzların günahlarını affetsin
@Koray Kor usta ince bir konuya değinmişsin eyvallah, arkadaşlar umarım siyasete çekmezler
kan ve gözyaşı üzerinden hiç bir siyaset bişey kazanamadı şimdiye kadar nefretten başka
 

The Thing

C*
Süper Moderatör
Katılım
27 May 2017
Mesajlar
4,609
Tepkime puanı
6,935
Puanları
24
Sonraki hali asala şimdiki hali pkk , bilgiler teşekkürler Koray Kor üstad.
 

edirne22

Editör
Katılım
2 Tem 2015
Mesajlar
504
Tepkime puanı
150
Puanları
7
bu yazının definecilikten çok, ermeni iddialarına destek mahiyeti var.
bence yazı komple kaldırılmalı.
yüksek ihtimal, abd'de yaşayan ermenilerin dedelerinden anneannelerinden duyduklarına dair hikayeler.
kanıtlanması imkansız, algı yaratmak ve propaganda yapmak üzere yazılmış bir kitaptan alıntı olmuş.

bu arada "Türk'e baş kaldıran herkesin tini tamuya..."
 

MendereS

Bilgili Üye
Katılım
11 May 2012
Mesajlar
350
Tepkime puanı
170
Puanları
7
Çok araştırdım yayınlamaya çekindim sağolsun koray arkadaş ricami geri çevirmedi. Sizinde doğru açıdan bakmanız iyi oldu. Çok acıklı anlatımlar var arşivin çok derinlerinde bulması çok zor. Adam defineyi bulup sahibine götüresi geliyor. Allah aynı oyunlara bidaha getirmesin bizi inşallah.
 

yolgezer

Bilgili Üye
Katılım
27 Tem 2014
Mesajlar
237
Tepkime puanı
4
Puanları
3
Çok araştırdım yayınlamaya çekindim sağolsun koray arkadaş ricami geri çevirmedi. Sizinde doğru açıdan bakmanız iyi oldu. Çok acıklı anlatımlar var arşivin çok derinlerinde bulması çok zor. Adam defineyi bulup sahibine götüresi geliyor. Allah aynı oyunlara bidaha getirmesin bizi inşallah.
Menderes ustam hosgeldin iyisindir insallah.
Okuduklarim gercekten aci. Bizler insaniz. Muhakkak savaslarda cok masum insanlar telef oldu.
 

fanatik61

Aktif Üye
Katılım
5 Ocak 2017
Mesajlar
163
Tepkime puanı
39
Puanları
5
Çok araştırdım yayınlamaya çekindim sağolsun koray arkadaş ricami geri çevirmedi. Sizinde doğru açıdan bakmanız iyi oldu. Çok acıklı anlatımlar var arşivin çok derinlerinde bulması çok zor. Adam defineyi bulup sahibine götüresi geliyor. Allah aynı oyunlara bidaha getirmesin bizi inşallah.
MendereS ustam hoşgeldiniz
posta kutunuz dolmuş rica etsem boşaltırmısınız.
Saygılar
 

Koray Kor

Admin
Administrator
Katılım
9 May 2017
Mesajlar
567
Tepkime puanı
951
Puanları
11
Merhaba,

Konu çok hassas; menderes hocamızı kırmamak için yayınladık, sıkıntı olmaması için işleme kapatıyoruz. makul karşılayacağınızı umuyorum.

İyi Dileklerimle.
 
Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...
Üst