Mal bulanındır
BELKIDE INSANLARIN ELINDE KALAN SON SEY UMUTLARIDI
Öncelikle tüm doğasever define hobisi sever arkadaşların eşkiya gömüsü kovalamaktan vazgeçmelerii. dileğimle....Bu konu defineciliği karşı açılmış konu değildir sadece eşkiya muhabbeti ile zaman kaybedilmesi bu eşkiya işiyle milleti uyutup diğer alanlardan uzak tutulma konusunu ayıktırmak gerek milleti. ......... Her şey yaşlı kadının gece gördüğü bir rüyayla başladı. İlk önce damadına rüyasını anlattı. Ertesi gün ilk cinayet işlenmişti.
Sonra mı?
Başkentin kuytu köşelerinde bulunan özellikle Ulus ve civarında ki köhne çay ocakları büyük hazine peşinde koşan insanların, bir anda köşeyi dönerek sosyetik yaşama hayalleri ile tahta masa ve hasır sandalyelere oturan insanların “Bu gece nereyi kazıyoruz?” sözlerini içerir.
Memleketin dört bir köşesi gizli, kaçak ve gece yapılan define avcıların açtıkları çukurlarıyla doludur. Bazen o çukurlar nice hayalleri, nice canları yutup gitmiştir. Cebinde bir çay ve simit almaya parası olmayan insanların kurduğu büyük hayallerin altında bir cinayet kurban gitmesi kadar aptalca ne olabilirdi ki?
Ankara’nın Hüseyin Gazi Mahallesi ve o mahallenin bağlı olduğu Mamak ilçesi daha düne kadar gecekonduların merkezi, varoşların ve yoksulların yüksek apartmanlarda oturma hayalleri ile süslüydü. Burada oturan insanların define peşinde koşup yiten hayalleri, Toplu Konut İdaresinin Kentsel Dönüşüm adı altında üç artı bir kibrit kutusu evlere takılmıştı.
Hüseyin Gazi Mahallesin de bulunan kahveye her sabah günlük çıkan gazetelerden üç tane gelirdi. Emekli olup günün ilk ışıkları ile evden karısının dırdırından kaçanlar kahveye gelir. Çayını yudumlarken gazetelerde ki haberlere göz atarlardı.
Masada duran daha hiç okunmamış, buram buram kâğıt kokan o gazetelerden bir tanesinin manşetinde;
“Büyük define avında dokuzuncu cinayet işlendi” haberi göze çarpıyordu.
Oysa gazeteyi eline alıp, okuyan kişi bu hikâyenin başlangıcını daha doğrusu fitilini yakan yaşlı kadının damadı Nihat Efendiydi.
Yaşlı annesi bir gece rüyasında Çankırı’nın Eldivan ilçesine giderken yolun sağ tarafından ak saçlı bir adamın kendisine “burada çok büyük hazine var” demesi üstüne Emekli Nihat Efendinin kahvaltı masasından kalkıp, bu rüyayı mahallenin kahvesinde eşe dosta anlatması ile büyük define furyası işte oracıkta başlamıştı.
Hem de ne başlangıç!
Gecenin sessizliğini bölen bir baykuşun çığlığı, soğuk havanın esintisinde kıpırdayan bir kuru ağacın dallarının çıtırtısı bile insanın yüreğini hoplatmaya yetiyordu. En ufak çıtırtı tepelerden yankı yapıyor. Birileri geliyormuş gibi his veriyordu. U şeklini almış yüksek tepelerin ortasında yumru bir tepe onların yanında cüce kalıyordu. Kış olmasına kıştı. Ama nedense gökyüzünde bir tek bulut dahi yoktu. Karanlıkta yıldızların ışıltısı, bazen ansızın kayan bir yıldızın gökyüzünde oluşturduğu ince ışık çizgisi bile çok net görünüyordu.
Onların heyecan ve telaşında ağızlarından çıkan nefes gri bir pus havasında, ellerinde bulunan fenerlerin ışığı sanki birazdan kötü şeyler olacağının işaretiydi. Olmadık anda çevrelerinde dolaşan bir tilkinin ayak sesi, baykuşun ölüm çığlığına benzer ötüşü, rüzgârın bile onların aleyhinde ıslık gibi arada sırada esmesi bile yüreklerini ağızlarına getirmeye yetiyordu.
İçlerinden bir tanesi yüksek tepenin başında gözcülük yapıyor. Diğerleri ise kazma kürek ile hırsın ve telaşın arasında toprağı kazıyorlardı. İçlerinde en şişman ve yaşlı olanı bu işi defalarca kez yapmıştı. Çünkü ona gelen define ve hazine hikâyelerinin haddi hesabı yoktu. Peki ya diğerleri?
Herkes define bulup biran önce köşeyi dönebilir miydi?
Bir Kasım akşamı saatler sekize gelmiş. El ayak çekilerek, gündüzün tek tük insanların yerini kurda, kuşa bıraktığı saatler gelip çatmıştı. Çok soğuk bir hava, ellerinde kazma ve kürek vardı. Dört kişi gözcülük yapacak, diğer altı kişi yüzde yüz kesin olarak gördükleri o defineyi kazıp çıkaracaklardı.
Ellerinde çok eskilerden kalma bir harita, defalarca bu kazacakları yere gündüz gelip kontroller yapmışlardı. Hatta içlerinden bir tanesi cinci bir hoca bile getirmişti. Burası büyülü ve cinler tarafından korunuyordu. Bu büyünün çözülmesi ve cinlerin korumasından çıkması için hoca ne derse onun dediklerini harfiyen yapmaları gerektiğini bile öğrenmişlerdi.
Ellerinde bulunan haritaya göre burası iki bin yıl önce büyük bir kralın buralardan geçerken eşkıyalar tarafından yapılan saldırı sonucunda Kervanın büyük hazinesi soyulmuş, Kral öldürülmüştü. Bunu duyan Kralın ülkesinde ki karısı eşkıyalardan öcünü almak için büyük bir orduyla buraya gelmiş. Tüm eşkıyaları öldürerek, kralını bu dağın altına özel bir Tümülüs içinde onun özel eşyaları, altınları ve tüm mal varlığıyla gömülmesi için on ay boyunca ona gizemli bir kabir yaptırmıştı.
Yüksek tepelerin ortasında küçük bir tepe ve tepenin çevresinde bir şelale, kuzey tarafında bir dere akıyordu. Yıllar öncesinden Kervan yolunun hemen kenarında bulunuyordu. Tabi şimdi burası Çankırı-Eldivan karayolu olarak kullanılmaya başlanmıştı. Buralara günümüzde Yanların yeri diye biliniyordu.
Buralarda bu define ile ilgili yıllarca bir efsane dillerde dolanıp durmuştu. Gelin Kayası denilen yerin zamanında eşkıya inlerinin bulunduğu, bu kervan yolu üstünde Roma Hamamı, Kilise ve Hanların bulunduğu konuşulur. Ama nedense bu efsanelerin bir karşılığı hiçbir zaman bulunamamıştır.
Kazan kaya diye tabir edilen yüksek dağın çukurunda tonlarca altının gömülü olduğu dilden dile yayılırken, define avcılarının her gece gelip köstebek çukurları açarak kaçak kazı yapmaları bazı hayallerin hala zihinlerde yaşadığının işaretiydi.
Belki bir efsane, belki de binlerce yıl öncesinden dilden dile gelen anlamsız, ama kısa yoldan zengin olmanın hayallerini yaşayan insanların yalanları eşliğinde hikâyelerdi.
Hazine peşinde koşan Bit Ali, Kazma Hasan, Pezo Ahmet, Kürekçi Cesur, Lağımcı Selo bunların lakap ve isimlerini saymak ile bitmez.bu adamlar piriydi bu işin ve öylece yitip gittiler... Saygılarımla
Sonra mı?
Başkentin kuytu köşelerinde bulunan özellikle Ulus ve civarında ki köhne çay ocakları büyük hazine peşinde koşan insanların, bir anda köşeyi dönerek sosyetik yaşama hayalleri ile tahta masa ve hasır sandalyelere oturan insanların “Bu gece nereyi kazıyoruz?” sözlerini içerir.
Memleketin dört bir köşesi gizli, kaçak ve gece yapılan define avcıların açtıkları çukurlarıyla doludur. Bazen o çukurlar nice hayalleri, nice canları yutup gitmiştir. Cebinde bir çay ve simit almaya parası olmayan insanların kurduğu büyük hayallerin altında bir cinayet kurban gitmesi kadar aptalca ne olabilirdi ki?
Ankara’nın Hüseyin Gazi Mahallesi ve o mahallenin bağlı olduğu Mamak ilçesi daha düne kadar gecekonduların merkezi, varoşların ve yoksulların yüksek apartmanlarda oturma hayalleri ile süslüydü. Burada oturan insanların define peşinde koşup yiten hayalleri, Toplu Konut İdaresinin Kentsel Dönüşüm adı altında üç artı bir kibrit kutusu evlere takılmıştı.
Hüseyin Gazi Mahallesin de bulunan kahveye her sabah günlük çıkan gazetelerden üç tane gelirdi. Emekli olup günün ilk ışıkları ile evden karısının dırdırından kaçanlar kahveye gelir. Çayını yudumlarken gazetelerde ki haberlere göz atarlardı.
Masada duran daha hiç okunmamış, buram buram kâğıt kokan o gazetelerden bir tanesinin manşetinde;
“Büyük define avında dokuzuncu cinayet işlendi” haberi göze çarpıyordu.
Oysa gazeteyi eline alıp, okuyan kişi bu hikâyenin başlangıcını daha doğrusu fitilini yakan yaşlı kadının damadı Nihat Efendiydi.
Yaşlı annesi bir gece rüyasında Çankırı’nın Eldivan ilçesine giderken yolun sağ tarafından ak saçlı bir adamın kendisine “burada çok büyük hazine var” demesi üstüne Emekli Nihat Efendinin kahvaltı masasından kalkıp, bu rüyayı mahallenin kahvesinde eşe dosta anlatması ile büyük define furyası işte oracıkta başlamıştı.
Hem de ne başlangıç!
Gecenin sessizliğini bölen bir baykuşun çığlığı, soğuk havanın esintisinde kıpırdayan bir kuru ağacın dallarının çıtırtısı bile insanın yüreğini hoplatmaya yetiyordu. En ufak çıtırtı tepelerden yankı yapıyor. Birileri geliyormuş gibi his veriyordu. U şeklini almış yüksek tepelerin ortasında yumru bir tepe onların yanında cüce kalıyordu. Kış olmasına kıştı. Ama nedense gökyüzünde bir tek bulut dahi yoktu. Karanlıkta yıldızların ışıltısı, bazen ansızın kayan bir yıldızın gökyüzünde oluşturduğu ince ışık çizgisi bile çok net görünüyordu.
Onların heyecan ve telaşında ağızlarından çıkan nefes gri bir pus havasında, ellerinde bulunan fenerlerin ışığı sanki birazdan kötü şeyler olacağının işaretiydi. Olmadık anda çevrelerinde dolaşan bir tilkinin ayak sesi, baykuşun ölüm çığlığına benzer ötüşü, rüzgârın bile onların aleyhinde ıslık gibi arada sırada esmesi bile yüreklerini ağızlarına getirmeye yetiyordu.
İçlerinden bir tanesi yüksek tepenin başında gözcülük yapıyor. Diğerleri ise kazma kürek ile hırsın ve telaşın arasında toprağı kazıyorlardı. İçlerinde en şişman ve yaşlı olanı bu işi defalarca kez yapmıştı. Çünkü ona gelen define ve hazine hikâyelerinin haddi hesabı yoktu. Peki ya diğerleri?
Herkes define bulup biran önce köşeyi dönebilir miydi?
Bir Kasım akşamı saatler sekize gelmiş. El ayak çekilerek, gündüzün tek tük insanların yerini kurda, kuşa bıraktığı saatler gelip çatmıştı. Çok soğuk bir hava, ellerinde kazma ve kürek vardı. Dört kişi gözcülük yapacak, diğer altı kişi yüzde yüz kesin olarak gördükleri o defineyi kazıp çıkaracaklardı.
Ellerinde çok eskilerden kalma bir harita, defalarca bu kazacakları yere gündüz gelip kontroller yapmışlardı. Hatta içlerinden bir tanesi cinci bir hoca bile getirmişti. Burası büyülü ve cinler tarafından korunuyordu. Bu büyünün çözülmesi ve cinlerin korumasından çıkması için hoca ne derse onun dediklerini harfiyen yapmaları gerektiğini bile öğrenmişlerdi.
Ellerinde bulunan haritaya göre burası iki bin yıl önce büyük bir kralın buralardan geçerken eşkıyalar tarafından yapılan saldırı sonucunda Kervanın büyük hazinesi soyulmuş, Kral öldürülmüştü. Bunu duyan Kralın ülkesinde ki karısı eşkıyalardan öcünü almak için büyük bir orduyla buraya gelmiş. Tüm eşkıyaları öldürerek, kralını bu dağın altına özel bir Tümülüs içinde onun özel eşyaları, altınları ve tüm mal varlığıyla gömülmesi için on ay boyunca ona gizemli bir kabir yaptırmıştı.
Yüksek tepelerin ortasında küçük bir tepe ve tepenin çevresinde bir şelale, kuzey tarafında bir dere akıyordu. Yıllar öncesinden Kervan yolunun hemen kenarında bulunuyordu. Tabi şimdi burası Çankırı-Eldivan karayolu olarak kullanılmaya başlanmıştı. Buralara günümüzde Yanların yeri diye biliniyordu.
Buralarda bu define ile ilgili yıllarca bir efsane dillerde dolanıp durmuştu. Gelin Kayası denilen yerin zamanında eşkıya inlerinin bulunduğu, bu kervan yolu üstünde Roma Hamamı, Kilise ve Hanların bulunduğu konuşulur. Ama nedense bu efsanelerin bir karşılığı hiçbir zaman bulunamamıştır.
Kazan kaya diye tabir edilen yüksek dağın çukurunda tonlarca altının gömülü olduğu dilden dile yayılırken, define avcılarının her gece gelip köstebek çukurları açarak kaçak kazı yapmaları bazı hayallerin hala zihinlerde yaşadığının işaretiydi.
Belki bir efsane, belki de binlerce yıl öncesinden dilden dile gelen anlamsız, ama kısa yoldan zengin olmanın hayallerini yaşayan insanların yalanları eşliğinde hikâyelerdi.
Hazine peşinde koşan Bit Ali, Kazma Hasan, Pezo Ahmet, Kürekçi Cesur, Lağımcı Selo bunların lakap ve isimlerini saymak ile bitmez.bu adamlar piriydi bu işin ve öylece yitip gittiler... Saygılarımla