ÜstaD1
Bilgili Üye
- Katılım
- 12 Mar 2015
- Mesajlar
- 386
- Tepkime puanı
- 15
- Puanları
- 0
- Yaş
- 47
Belki zamanımızda eşkıyaların, eskilerden referansla kahramanlıkları, mertlikleri ön plana çıkartılabilir. Ama gerek tarih ve sosyal bilim açısından gerekse onları yakından görmüş birinin anlatılarından gerçek yönlerini, objektif bir şekilde ele alıncagöreceğiz ki aslında sonradan bulundukları mertebeye getirilmişlerdir.
Halkın sözlü tarih kayıtlarından türkülerde de böyle bir ikilem söz konusudur. “Efelerin içinden Yörük Ali’yi seçtin mi?”, “Kerimoğlu duvarlardan atladı silahların beşi birden patladı”, “Bize de derler Çakıcı yar fidan boylum, yakarız konakları” gibi öven türküler vardır. Efeler nereden çıktı eşkıyaları anlatmıyor musun diye soracak olanlarınız olabilir. Fakat bu iki gurup karakter ve yapılanma olarak kısmen benzeşmektedirler. En azından toplumsal zeminleri, ortaya çıkış nedenleri neredeyse birbirinin aynıdır.
Konuya dönersek bunca övmeye ve epik havaya karşın efelerin zalimliğine gönderme yapan türküler de vardır. “Sille’den gece geçtim görmedim annem, efeler içmiş içmiş sarhoş olmuş annem”, “Amanın efeler öldürmen beni, güzelde Cemilem’in hatırına soldurman beni” türküleri gibi. Ama ağırlık kahramanlıklarından yanadır en azından o şekilde bahsedilirler.
Halk nezdinde kendilerine “ilişmeyen”, derebeyine, ağaya karşı köylüyü koruyan ve harama uçkur çözmeyen eşkıya üç türlü ödül hak eder. Yaşarken köylü onu ele vermez, besler, saklar. Vurulduğunda öldüğüne inanmaz, yedi evliya gücünde der. Öldüğü kesinleştiyse türkülerinde ağıtlarında yaşatır. Misal bir “Çakırcalı Mehmet Efe Ağıdı” vardır, “Sepetçioğlu bir annenin bir kuzusu” gibi türkülerde böyle bir yakıştırma yapılır.
Eşkıya Kavramı
Eşkıya gerçekte bir tür “kaçak”tır. Misal “Halil İbrahim” türküsü bir “kaçakçı” için yakılmıştır. Eşkıya kanundan kaçar. Bu kaçan kişi efe, zeybek taifesinden de olabilir. İç Anadolu’da “ayıngacı”, Ege’de “kaçakçı” dediğimiz, tütün rejisinin kolcularıyla çatışan tütün kaçakçılarının bazılarının da ardından türkü yakılmıştır. Mesela meşhur Çökertme türküsündeki bahsi geçen Halil bir efe olduğu yönünde rivayet olsa da, tütün kaçakçısıdır ve sevdiğiyle kaçarken öldürülmesi üzerine bu türkü yakılır.
Yine adi cinayet vakaları için türkü yakıldığı da olmuştur. “Giresun üstünde bulutlar gezdi, Eşref’in yolunu azgınlar kesti, Eşref’i vuranın olur mu dostu, Atma Hakkı atma pişman olursun, Giresun beylerine düşman olursun”, “Yapma Murat yakışmaz senin şanına, insan hiç kıyar mı eniştesin canına”, “Laf anlamaz ormancı çekmiş kafayı, Aman ormancı canım ormancı, köyümüze bıraktın yoktan bir acı”, “Gitme Hamdi, gitme oğlum sen bugün oduna, Kafir Şumar çıkacak senin yoluna”, “Radinde yârim radinde belalı da yârim zindanda. Hiç kabadayı değilsin arkadan kıydın bana” türkülerinde görülebileceği gibi. Bunlar dışında kan davası veya hasımlık nedeniyle pusu kurulanlara da türkü yakılmıştır: “Huyunada Cemalım huyuna, kıymışlarda selvi boyuna, Cemalım’ın kanı akar, Ceyhan suyuna”, “El veriyor, el veriyor orta direk bel veriyor, döndüm baktım sağ yanıma Mehmedim can veriyor” türkülerinde görüldüğü gibi.
İşte eşkıya dediğimiz insanlar bir tür kanun kaçağıdır. Yaptıklarıyla halkın gözünde zaman zaman değer kazanmışlar, türkülerde anılmışlardır. Aynı toplumun hafızası olan türkülere karanlık yönleriyle de geçmişlerdir. Bazıları unutulmuştur ve sadece adliye kayıtlarında kalmıştır ama bir dönem gazetelerde hikâyeleri ve yaptıkları anlatılanlar da olmuştur.
Efelerle ilgili yaptığım okumalarda bunların “yatak” adını verdikleri çoğunlukla dağ köylerine ve Yörük obalarına dayanan bir sistemden bahsedilir. Buna göre köylüyü korumaları karşılığı köylü de bunları korumuş ve eşkıyaların olsun, efelerin olsun yegâne kuralı “yatak tutmak” olmuştur. “Yatak” tutmayan veya elden yitiren efenin dağda fazla yaşayamayacağına kanaat getirmişlerdir.
Tarih ve Eşkıya
Tarih üzerine yazanlarda da “eşkıya” kavramına dair belirgin bir görüş farkı vardır. Genellikle tarih kayıtlarından hareketle bunları âdi suç vakasının ürünleri olarak değerlendirenler çoğunluktadır. Bu düz bir bakış açısıdır, zira eşkıyalar merkezi otoritenin karşısında yöresel otoriteden gelmektedirler. Çifte ahlak ve özel hukuk anlayışının ortaya çıkardığı bir durumdur. Maffios toplum yapılanması olarak nitelendirilebilecek bölgelerde kan davası veya meşru müdafaa nedeniyle dağa çıkma olgusunun ön planda olduğunu görmekteyiz. Demek ki bu düalite ya da ikilik anlayışı suçun bazen kabul edilebilir hale gelmesine ve bu da dolaylı yoldan eşkıyalığa yol açmaktadır.
Farklı görüşler de söz konusudur. Mesela Karen Barkey, eşkıyalığın Osmanlı açısından kendine özgü bir merkezileşme uygulaması olarak devletle olan ilişkisinden bahseder. Nihat Genç, Çakırcalı Mehmet Efe örneği üzerinden eşkıyayı toplumun sesi, ayan ve derebeyine karşı en önemli dayanağı olduğu tezine dayanarak Hobsbawn’ın “sosyal isyancılar” statüsünde değerlendirir. Ama bunu bütün eşkıyalar için değil, toplum hafızasında kabul gören yani “türkü yakılmış” eşkıyalar için söyler. Eric Hobsbawn ise eşkıyaları bütünsel olarak incelemez aralarında kategorilere ayırır. Gerçi temel olarak eşkıyalar içerisinde sosyal isyancı olduklarını savunur ama doğrudan bunun üzerinde durmaz diğer tür eşkıyalardan da bahseder. Toplumsal isyancı, soylu haydut, intikamcı, hayduklar (haydamaklar ya da başıbozuklar) ve kamulaştırılanlar.
Genel olarak bakıldığında ise eşkıyalık olgusu merkezi otoritenin zayıf düştüğü, kanunların geri plana itilip haksızlıkların büyüdüğü dönemlerde bir tür hak aramadır. En basitinden bir şekilde suç işleyen birisi zindana düşmemek adına veya haksızlığa uğradığı savıyla kaçak hayatına başlar. Özellikle idamlık olacağı kesinleşmişe artık silahlı ve kovalamacalı bir hayat başlamaktadır. Bazen ekonomik koşullar ve işsizlik gibi koşullarda eşkıyalık ve haydutluğun yayılmasına neden olup, çıkışında etkili olmuştur. Savaş için yetiştirilmiş deneyimli birliklerin, işsizlik ve hedefsizlik nedeniyle eşkıya gruplarına katılması veya eşkıyaya dönüşmesi de söz konusu olmuştur.
Anadolu’da Eşkıyalık
Efelik, zeybeklik ise daha çok “sosyal isyancı” denilen tip ile özdeşleştirilmiştir. eşkıyalık yapanları vardır ama genel de yiğitlikleri ve ezilenin yanında olmalarıyla bilinirler. Toplumsal hafıza tarafından kabul görürler. Efelerin ve zeybekliğin ortaya çıkışı tartışmalı, ama tüfek ve yatağanla dağda gezinmeleri ve İzmir’den Konya’ya Kastamonu’ya dek görülmeleri bunların Celali İsyanları döneminde yolları ve ticareti koruyan sekban-seğmen birliklerinin geleneklerinden geldikleri tezini güçlendirmektedir.
Eşkıyaların hayatı ve dağa çıkışları, son bulmaları birbirine benzemektedir. Öyle ki karşı oldukları odaklar bile neredeyse aynıdır. 1830’larda Ödemiş İsyanı’nı hazırlayan Atçalı Kel Mehmet’in hayatını incelediğinizde en çok mücadele ettiği isimlerin başında yörenin ayan ailelerinden Arpazlı ailesi gelmektedir. Ondan takribi seksen küsur yıl sonra aynı coğrafyada faaliyet gösteren Çakırcalı Mehmet Efe’nin de en çok uğraştığı isimler arasında yine Arpazlı ailesi vardır.
Anadolu toplumunda ayanlara ve beylere karşı belli bir tepki toplumsal bellekte, en az eşkıyalar kadar yer bulmuştur. Mesela bu türkülere örnek olan “Köroğlu Türküleri”nde epik anlatım tarzının en uç örnekleri görünür, aynı türkülerde sürekli “Bolu beyi”den dem vurulur. Bolu Beyi kim bilinmez ama halk hikâyelerinde hileci, düzenbaz, zalim biri olarak bahsi geçer.
Ayanlara, beylere karşı duyulan tepkinin atasözlerine bile yansıdığı söylenebilir. En meşhuru “At binenin kılıç kuşananın”, yine Konya yöresine ait, “Asalet fahişelikten kötüdür.” sözleridir.
Ayanlarla eşkıyanın çatışması sadece efeliği değil Balkanlardaki haydut-haydamak taifesini de kendi meşruiyetini oluşturmaya itmiştir. Ayanlar arası çatışmalar, yerel Hristiyan cemaatlerini silahlanmaya sevk eder. Bu silahlı gruplar sonradan Fransız İhtilali döneminde asıl ayrılıkçı unsurların başını çekecektir.
Eşkıyalık bu açıdan sadece toplumsal yönüyle değerlendirilemez. Yukarıda da bahsedildiği gibi yöresel adalet anlayışından, örfi hukuktan etkilenir ve belli siyasi-ekonomik çıkarlar doğrultusunda örgütlenmesini legal düzeye de çıkarabilir. Eşkıyalığın şehir toplumuna yansıyan etkileri olmuştur. Osmanlı döneminde Matlı Mustafa örneğinde olduğu gibi eşkıyalıktan kabadayılığa geçerek şehirlerde faaliyet gösterenlerde olmuştur. Balkanlarda komitacıların artması, şehir de azınlık grubu kabadayıların türemelerine neden olmuş bu da yerli kabadayıların oluşumunu hızlandırmış, bunlar dönem dönem komitacılık da yapmıştır.
Eşkıyalığın Töreleri ve Teamülleri
Peki, bu eşkıyaların töreleri, amiyane tabirle raconları nelerdi? Yaşam tarzları nasıldı? Bununla ilgili kaynak olarak tanımlayabileceğimiz bir eser hazırlanmıştır. Refi Cevat Ulunay’ın Dağlar Kralı Balçıklı Ethem isminde bir kitabı vardır. Roman gibi bir dönemler Sakarya, İzmit ve Anadolu yakası havalisinde eşkıyalık yapan, “Dağlar Kralı” lakaplı Balçıklı Ethem’in hayat hikâyesini anlatmıştır. Bu kitap kaynak mesabesindedir, zira bu eşkıya daha hayattayken Refi Cevad kendisiyle konuşmuş yazdıklarını not etmiştir. Aynı durum Sayılı Fırtınalar için de söz konusudur. Çoğu kabadayıyı yaşlılığında görmüş onların anılarını, sözlerini not etmiştir. Gerçi Refi Cevat, gerek kabadayıları gerekse eşkıyaları romantik bir bakış açısıyla el alır, onları gezgin şövalye gibi görür ama çokça yüceltmez, bunların çekinmeden adam öldürebilmelerini, maceralı hayatlarını olduğu gibi anlatır. Reşad Ekrem Koçu’da da bu üslup vardır. Bu açıdan konularla ilgili temel kaynaklar bu yazarlarımızın eserleridir.