“Mümin bir delikten iki defa ısırılmaz.” (Buhari, ‘Edeb’, 83, Müslim, ‘Zühd’, 63 )
“Ey iman edenler! Şayet Allah’dan ittika ederseniz, o size furkân (hem zahir, hem batında hak olanı olmayandan, iyiyi kötüden, temizi habisten ayırt edici bir marifet ve nur) verir.” (Enfâl, 29)
“Bu (Kur’an), mümin bir toplum için Rabbinizden gelen basiretlerdir (kalp gözlerini açan beyanlardır), hidayet rehberidir, rahmettir.” (A’raf, 203)
Bir delikten iki defa ısırılmamak tehlikeler, komplolar karşısında bir zihni diriliği gerektiriyor.
Furkana, yani her şeyin eğirisini doğrusundan ayıracak bir farkedebilme gücüne sahip olabilmekle takva arasında doğrudan alaka kuruluyor.
Ve Kur’an mü’minler için bir basiretler aydınlığı temin ediyor.
Bu ayetlerden yola çıkarak ferasete, kelime anlamı itibariyle baktığımızda basiretle yakın anlam içinde görebiliriz ve derin görüş, görünenin ötesine uzanış, fehmediş, herkesin bir çırpıda farkedemediğini farkediş, gibi anlamlar ihtiva ettiğini düşünebiliriz. Zaten “Allah’ın nuru ile bakış” ile birleştiği için, gözden öte bir görüşü, Allah’ın aydınlattığı bir nüfuzla bakışı ifade ettiği açıktır.
Bir şey daha açıktır ki, mü’min feraseti, hayatın bütün alanlarında bir nüfuz-u nazarı, bir derin bakışı anlatmaktadır. Ve böyle bir yaklaşım, İslam dünyasının bugünkü durumu ile “Mü’min feraseti” arasındaki münasebeti sorgulama noktasında önümüze çok çetin bir zemin koymaktadır.