İNSANIN KATLİ, İNSANLIĞIN KATLİDİR
Okuduğum ayet-i kerimede Rabbimiz: “Kim, bir
cana kıymamış ya da yeryüzünde bozgunculuk yapmamış
olan bir insanı öldürürse, sanki bütün insanları öldürmüş
gibidir.”1
buyuruyor. Bir başka ayette de Rabbimiz: “Kim bir
mümini kasten öldürürse cezası, içinde ebedî kalacağı
cehennemdir. Allah ona gazap etmiş, lânet etmiş ve onun
için büyük bir azap hazırlamıştır.”2
buyuruyor.
Okuduğum hadis-i şerifte ise Peygamber Efendimiz
(s.a.s): “Allah katında dünyanın yok olması, bir
Müslümanın öldürülmesinden daha hafiftir.”3
buyuruyor.
Kur’an-ı Kerim’in ve Sevgili Peygamberimizin bu
mesaj ve uyarılarına rağmen ne yazık ki öldürme ve katletme
günahına bugün en çok İslâm coğrafyasında şahit olmaktayız.
Bütün dinler öldürmeyi lanetlerken, cana kıymayı en büyük
cürüm ilan ederken yine de bütün dinlerin mensupları
kendilerine öldürmek için bahaneler bulmuşlardır. Ne yazık ki
bu biz Müslümanlar için de böyle olmuştur. Bir çiçeğe, bir
karıncaya, bir kediye bile şefkat ve merhametle emredilen
Müslümanlar dahi öldürmek için bahaneler uydurdular. Bu
sebeple bugün İslâm coğrafyasının hemen her tarafında kan ve
gözyaşı akmaya devam ediyor. Gün geçmiyor ki bir kan ve
gözyaşı haberi duymayalım. Saltanat ve hükümranlık ihtirası,
güç ve iktidar tutkusu, baskı, zorbalık ve zulüm, şiddet, terör
ve çatışma, ölüm, öldürme ve katliam hadiseleri her tarafta
dehşet saçıyor. Yüreklerimiz kan ağlıyor. Yangınlarla kasıp
kavruluyoruz. Dua etmekten başka bir şey gelmiyor
elimizden. Yere düşen her damla kan, mazlumun gözünden
dökülen her damla gözyaşı, zihin ve gönül dünyamızı param
parça ediyor. Duygularımız köreliyor. Hislerimiz ölüyor.
Aklımız tutuluyor. İnsanlığımızdan utanıyoruz.
Yeryüzünde ilk cinayeti, Âdem aleyhisselamın oğlu
Kabil işledi. Hem de yanı başımızda Şam’da, Dımeşk’ta
Kasyun tepesinde. Kabil’in, kardeşi Habil’i öldürdüğü günden
bugüne Kabil’in yolunu takip edenler hiç azalmadı. Hep aynı
suç işlendi. Hep aynı günahla kirlendi insanlık. Katiller ve
zalimler hiçbir zaman kana doymadılar. Hep en temel insan
hakkı olan hayat hakkına kastettiler. Sürekli cana kıydılar.
Kadın, bebek, çocuk, yaşlı demeden mazlumları ve masumları
katlettiler. Vahşetleriyle dünyayı kan gölüne çevirdiler.
Sadece geçtiğimiz yüzyıl boyunca milyonlarca insan
katledildi. İnsanlık, iki büyük dünya savaşı gördü. Nice
işgaller, nice sürgünler, nice katliamlar yaşandı. İnsanlar, ne
yazık ki kardeş olduklarını, Hz. Âdem ile Hz. Havva’nın
çocukları olduklarını, canı verenin de alanın da Allah
olduğunu unuttular. İnsan insanın kurdudur anlayışına yenik
düştüler. Rabbimizin bahşettiği akıl nimetini, teknolojiyi, ilmi,
fenni daha fazla can alabilmek ve toplu bir şekilde kitleleri
imha edebilmek için fırsat bildiler. Biyolojik, kimyasal ve
nükleer her türlü silahı ürettiler. Acımasızca bu silahları
kullandılar. Silah tüccarları, silah satabilmek için nice
çatışmalar çıkarttı. Nice düşmanlıklar üretti. Irkçılık uğruna
nice hayatlar soldu. Sömürgecilik uğruna nice canlar yok oldu.
İşgallerle nice hayatlar son buldu. Saltanat ve hükümranlık
uğruna nice masum insanların üzerine kurşun yağdırıldı.
Dizginlenemeyen ihtiraslar, kin ve nefret yüzünden nice
katliamlar yaşandı. Terör sebebiyle nice anaların yürekleri
dağlandı. Töreler uğruna nice ocaklar söndü. Kan davalarında
nice aileler yok oldu. Mafyalar haksız yere nice canlara kıydı.
Nice büyük insanlar faili meçhul cinayetlerle katledildi.
Yeryüzünde hep can pazarı yaşandı.
Evet, kardeşlerim, bugün de dünyamızda bir can
pazarı yaşanıyor. Bir yanda kana susamış Kabiller, diğer
yanda masum Habiller… Ancak unutmayalım ki onların
yanında “Öldürmeyeceksin!” diye emreden Musalar, cana
kıymayı yasaklayan İsalar da var. Masum bir insanı
öldürmenin bütün insanlığı öldürmeye eşdeğer olduğunu
duyuran İslam Peygamberi var. Bir insanı yaşatmanın bütün
bir insanlığa can vermek olduğunu müjdeleyen, insanları
öldürmekle değil, yaşatmakla mükellef kılan dinimiz var.
Yaşatmak, ağlayanın gözünün yaşını silmektir. Aç olanı
doyurmak, susuzları suya kandırmak, olmayana vermektir.
Düşene el uzatmaktır yaşatmak. İnsanların haliyle hâllenmek,
derdiyle dertlenmek, yaralarına merhem olmaktır.
Mazlumların yanında yer almak, zalimin zulmüne karşı
koymaktır. Şüphesiz insan, öldürerek değil, yaşattıkça
insanlığının farkına varır.
Hepimiz, can taşıyan her varlığa merhamet etmekle
sorumluyuz. Bizler, Merhametlilerin en merhametlisinin
kuluyuz. Bizler, hayvanlara dahi merhameti cennete girmeye
vesile sayan bir peygamberin ümmetiyiz. Dinimiz insanın
arkasından konuşmayı bile yasaklamışken, müslümanım diyen
müslümanı/insanı arkasından nasıl vurabilir? Onun üzerine
nasıl kurşun yağdırabilir? Canına nasıl kastedebilir? Ellerine
en mukaddes varlığın kanını nasıl bulaştırabilir? Akan
kanlara, yanan yüreklere, dünyanın dört bir yanından yükselen
mazlumların âhına nasıl sessiz kalabilir? Bu ağır yükü
taşımaya nasıl cesaret gösterebilir? Bu günaha nasıl ortak
olabilir?
Bizler, yapılan zerre kadar iyiliğin de kötülüğün de
karşılıksız kalmayacağı ahiret gününe inanan müminleriz.
İnanıyoruz ki, insanları öldürenler de muhakkak bir gün
ölümü tadacaklardır. Habillerle birlikte Kabiller de huzura
varıp hesap vereceklerdir. İşte o günün şiddetinden bu
mübarek günde bu mübarek mekânda bizler Rabbimize
sığınıyoruz. O’na el açıp diyoruz ki, “Rabbimiz bizleri İslâm’ı
doğru anlayıp doğru yaşayanlardan eyle. Bizleri öldürenlerden
değil, yaşatanlardan eyle, can alanlardan değil, cana can
katanlardan eyle. Bizleri birbirimize can yoldaşı eyle. Bizleri
insanlığını unutanlardan değil, insanca yaşayanlardan eyle, şu
anda dünyanın çeşitli yerlerinde yaşama savaşı veren
kardeşlerimize rahmetinle, nusretinle muamele eyle. Şu mübarek
vaktin hürmetine dualarımızı kabul eyle.