İşaretlerin Dili, Definecilik, Toprak Çeşitleri ve Yön Bulma

Koray Kor

Admin
Administrator
Katılım
9 May 2017
Mesajlar
567
Tepkime puanı
950
Puanları
11
Define dediğimiz zaman ilk aklımıza gelen tabiki çil çil altınlardır, peki bu altınları bulmak o kadar kolaymı ? malesef hiçte kolay deyil. bunun en önemli nedenlerinden biri her dönem insanının mantığı ve kullandığı ölçülerde değişiklikler olmasıdır. özellikle enzade, kulaç, arşın gibi uzunluk ölçüleri arkaik, klasik ve helenistik dönemlerde bariz şekilde değiştiğini görüyoruz. bu roma dönemi içinde geçerlidir.


definecilerin bir önceki işarette yaşanmış olduğu tecrübe diğer işarette farklılık göstermesindeki nedende budur. işaret aynıdır lakin gömen kişi, gömüldüğü dönemlerdeki uzunluk ölçüleri ve mantık çok farklıdır. örnek olarak antik yunan alfabesinde her harfin bir sayısal karşılığı vardır, bizim arazide kayalara oyma, yontma ve kabartma şeklinde yapılan işaretlerin aslında bir çoğu grek ve latin alfabesinin ta kendisidir. bu alfabelerin bazıları antik kentlerde süsleme için, bazılarında define, mezar ve oda gibi benzer amaçlara hizmet için yapılmıştır.

Örnek vermek için omega ve omikron harflerinden bahsedelim.


Omaga işareti dediğimiz işaret aslında ( Ω ω ) yirmi dört harfli Yunan Alfabesinin en sonuncu harfidir. Türkçe'deki O sesi gibidir. büyük O yada uzun O da diyebiliriz. bu harf arazide karşımıza çıktığı zaman direk define işareti olarak yorumlarız. evet define işaretidir hemde her omega işareti bir küp'ü temsil eder.


Omegayı anladık şimdi gelelim omikron'a


Arazide bir O harfi bulursanız buda bir define işaretidir. O harfi aslında yunan affabesinin 15. harfidir. ( Ο ο ) adıda omikrondur. bununda türkçe karşılığı yine omega gibi o sesine eş değerdir. omega ile arasındaki tek fark omega uzun (büyük) olarak okunur omikron ise kısa ve küçük harf olarak sözcük akışındaki yerini alır.. 2 omikron yan yana geldiğinde ise omega olarak okunur. yani arazide yan yana 2 tane O harfi ile karşılaşırsanız zaman bunu omega (Ω ω ) olarak yorumlayabilirsiniz.


Arazide karşınıza çıkan O işaretleri.


Arazide tek O harfi ile ( Ο ο ) karşılaşırsanız bu kesin define işaretidir, lakin O harfi alfabede küçük harf olduğu için defineside küçüktür. her bir Omega bir küp'ü temsil ederken omikron işaretleri sadece bir keseyi temsil eder. buda kaya altı kaya içi şeklinde basit bir gömme şekli ile saklanır. Nasıl alfabede omega büyük harf omikron küçük harf ise arazidede omega büyük define omikron ise küçük define olarak karşımıza çıkar.
Not: O hafrleri halka ve çember işaretleriyla karıştırılmamalıdır.


Bu değişim tabiki günümüz definecilerine çok büyük sıkıntılara yol açmaktadır. bu sıkıntıyı aşmamız için işaretin hangi medeniyete ve daha önemlisi hangi döneme ait olduğunu bilmemiz kesinlikle şattır. bu döneme ait ölçüler, inanışlar, yaradılış ve varoluş konusundaki düşünceler dikkate alınarak işaretlerdeki mantık yakalabilir. buda bizim emareye ulaşmamıza yardıcı olur.


Bu değişikliklerdeki bir diğer örneği yine omega işareti üzerinden yapabiliriz.


Hıristiyanlıkta İncil'de geçen "Alfa benim, Omega da Benim" - yani İlk benim, Son da benim- sözlerinden kaynaklanan sonluk inanışı vardır. Alfa Yunan alfabesinin ilk harfi, omega ise son harfidir. bu mantık üzerinden yola çıkarsak arazide karşılaştığımız bir omega işaretinin son nokta olduğunu anlayabiliriz. tabiki bu gömen kişinin mantığıylada ilişkili olduğu için bu omega işareti her zaman son noktayı vermez. bazende sona doğru bir yolculuktan bahseder. buda bizim bölgede patika yol aramamıza veyada belirli bir mesafe kat etmemiz gerektiğini anlatabilir.

Define arayan insanların bu tür önemli noktaları bilmesi şattır. aksi takdirde yanlış yerde yaptığı çalışmalarla vaktini ve parasını boşa harcaması kaçınılmazdır. evinin ve ailesinin ilgisinden çalınarak kazanılan bu önemli vakitlerin cahilce yapılan işlerle boşa harcanması affedilir bir durum deyildir...
Yukarıda anlatmak istediğim nokta işaretler aynı olsada çözüm yöntemi aynı olmayabilir. yapıldığı dönem ve yapan kişi mutlaka bilinmelidir.


Yine önemli konulardan biride nasıl harflerin sayısal değeri varsa her sayınında bir anlamı olmasıdır. Çağlar boyunca sayıların gizemini inceleyen ve sonuçlar çıkartan çeşitli numeroloji sistemleri vardır. su an net'te dolaşan sayıların gizemi adı altındaki yazılanlar anlatmaya çalıştığım konuyla ilgilidir. fakat bunu antik çağ insanlarının kullanıp kullanmadığı hakkında elimizde net veriler yoktur. bu sadece yakın tarih eşkiyaları tarafından kullanıldığı yazılıp çizilmektedir. antik dönemde kullanılan sayıların anlamları henüz tam olarak çözülüp yayına girmemiş olsada Antik çağ Yunan filozofları sayıların matematik işaretlerinin dışında mistik yansımaları olduğunu yazmışlardı. Yine Pythagoras’a ait bir yazıda şöyle denmektedir : “ Dünya sayıların gücü üzerinde kurulmuştur.” Sayıların anlamı bir konuda birim ifade etmeleridir. Bu ifade içinde kalite konusunda bir şey yoktur. Örneğin 2 elma 2 elma daha 4 elma eder dersek 2 ile 4 arasındaki fark yenecek daha fazla elma olduğudur. Burada basit olarak 2 ve 4 arasında başka bir düşünce tarzına göre olumluluk farkı ortaya çıkar.


Bilinmesi Gereken Bir Önemli Konu Daha


Mistik. mistisizminde diyebilirsiniz. mistisizmin gizemlere katılan kişi ve gizemlere katılım anlamına gelen mysteria terimiyle ilişkilidir. Sözcüğün kökeni hakkındaki görüşlerden biri Yunanca'da dudak ve gözleri kapamak anlamına geldiği yönündedir. definecilerin burada anlaması gereken bazı işaretleri çözüm için gözleri ve dudaklarını kapatarak düşünceye dalmasıdır. şunu bilmenizde fayda var tarihin büyük bölümünde mistik ve felsefi düşünce birbirleriyle yakından ilişkili olmuştur. ancak günümüzde mistisizm sözcüğü Eleusis gizemlerinden daha çok Neoplatoncu manevi gerçek veya Tanrı ile doğrudan deneyim, sezgi veya içe bakış yoluyla özdeşleşme veya yeni bir idrak düzeyine varma anlamında kullanılmaktadır. bu deneyim yoluyla insanlar bilgeliğe ulaşılır. sizin yapmanız gereken gözlerinizi kapatıp derin düşünceye dalarak hislerinizi ön plana çıkarmanız. gerçi bunu yapabilmeniz için ermiş olmanız gerekli. böyle bir define bulma yönyemi yok denilecek kadar az olsada bilmenizde fayda var..


Son olarak işaret ve sembolleri defineci arkadaşların birbirine karıştırmasıdır. işaret ve sembol birbirinden farklıdır. sembol belli bir düşünceyi ve olguyu ifade ederken, işaret ise bir düşünceden çok bir hareketi veyada eylemi ifade eder. semboller hakkında bilinmesi gereken bir husus da, bir sembolün birden fazla anlamı olabileceğidir. işaretler ise tek bir harekete odaklıdır. size yapmanız gereken tek bir hamleden bahseder...
arazide karşılaştığınız her oymayı işaret olarak görmenin yanlış olduğunu bilmeniz için yazdım. sizin işaret olarak yorumladığınız oymalar bazen sembolde olabilir. aradaki bu farkı bilmek işimizi doğru yapmamıza yardımcı olur.


Arkeoloji Kazı Teknikleri ;


Toprak, aynen yazılı kaynaklar gibi, öncelikle çözümlenmesi, çevirisinin yapılması ve kullanılmadan önce değerlendirilmesi gereken tarihsel nitelikli bir belge olarak nitelenebilir. Ancak bu belge herkesin kolaylıkla okuyabileceği türde değildir; belirli bir eğitim ve deneyime gereksinim gösterir. Usta arkeologlarca okunabilen bu belgelerin yanlış değerlendirilmeleri halinde geçmişle ilgili bilgilerimiz de yanlış olur. Bu yüzden kazı son derece sorumluluk isteyen bir bilimsel etkinliktir. Bu sorumluluğu koşut olarak, kazı teknikleri her geçen gün biraz daha gelişmektedir.


Kazı bilimin temel amaçlarından biri, öncelikle kazılan bir yerin stratigrafisi yani tabakalanmasının doğru bir biçimde açıklanmasıdır. Stratigrafi sözcüğü aslında dünyayı oluşturan ve Latince straum adı verilen katmanların sıralanışlarını ifade eden jeolojiyle ilgili bir terimdir. Dilimize tabakalanma olarak çevrilebilecek bu sözcük arkeolojide yalnızca insanoğlunun yaşadığı zaman içinde oluşmuş görece daha yeni tabakalar için kullanılır.


Üzerinde belirli bir süre gidip gelinmiş her toprak yüzeyi, açılmış her çukur, her inşaat v.b. işlemeler yaşanılan alanda izler bırakırlar. Yani toprak üzerinde yapılmış her işlemin bir izi vardır. En basitinden insanoğlunun sık sık başvurduğu toprak kazma eylemi tabakalanma olgusunun en önemli nedenlerinden biridir. Hangi amaçla olursa olsun toprak kazmak ya da bunu bir yerden bir yere taşımak sonuçta yeni bir tabaka oluşturmak demektir.


Yukarıda da denildiği üzere tabakalanma çeşitli nedenlerle kısa ya da uzun sürelerde oluşan ve sonuçta da yerleşme yerlerinin yükselmesine neden olan bir olgudur. Jeolojiden alınmış bu ilkeye göre, dünyamızı oluşturan tabakalar birbiri üzerine gelecek şekildedirler ve bunların dibindeki tabaka da en eskisidir. İlk arkeologlar jeolojik ilkelerin arkeolojik tabakaların incelenmesine de uygun olduğunu düşünüyorlardı. Yani buna göre bir eser ne denli derindeyse o denli daha eskiydi. Ancak bu genel ilke arkeolojide, hiç olmazsa her zaman, doğru değildir; arkeolojik stratigrafi jeolojik stratigrafiden oldukça farklı ve çok daha karmaşıktır. Çünkü doğal bir jeolojik tabaklanmada olduğu gibi, insan elinden çıkmış tüm tabakalar yatay olarak sırlanmazlar ve pek çoğu da günümüze el değmeden kalmış değildirler.

Bu yüzden arkeologlar, zamanla derinliğe dayanan ve tüm tabakaları yatay kabul eden eski tekniklerden vazgeçip, toprağı çok daha dikkatli bir biçimde gözlemlemeğe başladılar. Kazdıkları toprak tabakalarının değişik renkler taşıdığını izleyerek, bunların sık sık üstteki daha genç dönem faaliyetlerinden etkilendiklerini fark ettiler. Böylelikle de günümüzün stratigrafik arkeolojisinin temelini oluşturdular.


Arkeolojik tabaka ve tabaklanmanın doğru olarak tanımlama ve açıklanması özel bir bilgi ve deneyim gerektirir. İnsan eliyle yapılmış bir mezar tepesiyle doğal bir tepeyi ayırt etmek görece basit bir işti. Buna karşılık uzun süre kullanılmış bir yerleşme yerinin yani çeşitli tabakalardan oluşan çok katlı iskan alanlarının stratigrafisinin anlaşılması ve açıklanması oldukça zordur. Bu bilgi ve deneyim, en iyi şekilde, teorik eğitim ile çeşitli arkeoloji bilim kurullarında bizzat çalışarak, uzun bir çaba sonucunda öğrenebilir. Bu noktada teorik eğitim ile pratik öğrenmenin at başı yürütülmesi ve birinin öbürüne tercih edilmemesi gerekir.


Kazı biliminin en önemli öğesini oluşturan tabakalanma konusundaki bu kısa bilgiden sonra şimdi de bu tabakaları tanıyalım: Arkeoloji biliminde, insanoğlunun kullanımına ilişkin izler taşıyan toprak tabakalar “ kültür toprağı” olarak tanımlanır. Kültür Toprağı, insan eli değmemiş ve arkeolojide genellikle “ ana toprak “ denen doğal topraktan gerek renk gerekse buluntular içermesi açısından farklılıklar gösterir. Arkeologun göreviyse kültür toprakları içindeki bu izleri doğru olarak saptamak ve böylelikle geçmişte neler olup bittiğini, yani insanoğlunun yeryüzündeki serüvenini açıklamaktadır. Böyle az ya da çok bir iz bırakmasızın toprağa her hangi bir müdahale yapılması olası değildir.


Arkeoloji biliminde, insanoğlunun yaşam mücadeleleri sonucunda oluşmuş belirli bir döneme ilişkin izlere “ tabaka”,”kültür katı” yada “yapı katı” g,b, değişik adalar verilir. Anadolu yarımadasında bu türde izler taşıyan ve genellikle höyük denen on binlerce tepe bulunmaktadır. İleride yeniden değinileceği üzere yükseklikleri 1 m ile 45-50 m, genişlikleriyse 100-1500 m ye değin değişen bu tepeler, bazen dik konili, bazen düz , bazen dik yamaçlı, bazen hafif meyilli ve teraslı türlerde olabilirler. Ortak özellikleriyse, insanoğlunun binlerce yıl içinde belirli bir alanda yaşam sürmesi sonucunda oluşmuş üst süte tabakalar içermeleridir.


Kültür katı, yapı katı ya da mimarlık kati gibi adlarla tanımlanan tabakalar içeren çok katlı yerleşme yerlerini açığa çıkarılarak doğru bir biçimde tanımlanması, orada yaşamış olan insanın tarihiyle ilgilidir. Bir başka deyişle bir arkeolojik merkezdeki kültür katlarını biçim ve sayıları bunların oluşmasına neden olan tarihsel ve kültürel olaylarla ilgilidir ve toprakta bu olaylara ilişkin izler taşıyan mantıklı bir sıra düzen vardır.


İnsanoğlu tarafında zaman içinde oluşturulmuş bu tabakaları tanımlayabilmek ve önemlerini kavrayabilmek için, önce onların nasıl meydana çıkıp, geliştiğini bilmek gerekir. Madem ki bir toplumun yüzyıllar içinde başından geçen türlü olaylar bir bakıma bu tabakalara yansımıştır, öyleyse arkeolojik tabakaların niteliği de birbirinden farklı olmalıdır. Yani günümüzden 20-30 binyıl önceki küçük bir avcı topluluğunun kısa bir süre barınıp daha sonra boşalttığı bir kaya bir kaya sığınağında bıraktığı izlerle Roma İmparatorluk Çağı’na ilişkin bir villanın yıkıntısı birbirinden pek çok yönüyle farklılık gösterir.

Örneğin günümüzden 10 binlerce yıl önce, en ilkel Paleolitik Çağ toplulukları açık alanlarda, derme çatma barınaklarda ya da mağaralarda yaşamışlardı ve henüz mimarlık konusunda hemen hiçbir esaslı bilgiye sahip değillerdi. Kullanımı bittikten sonra ıssızlaşan bu barınak, ilerleyen zaman içinde ya doğal bir örtü ya da aynı yerde oturan insanlarca oluşturulmuş daha geç bir tabaka tarafından örtülür. Böyle bir yer arkeologlarca kazıldığında, ana toprak üzerinde yalnızca, onların kullandıkları aletleri de içeren bir moloz tabakası bulunabilir, mimariye ait izler ya hiç yok ya da yok denecek denli az ve siliktir. Buna karşılık, daha sonraki Neolitik Çağı ve onu izleyen dönemlere ait bir ören yerinde öncekinden farklı olarak çoğu kez, içinde insanların yaşadıkları mimariye ilişkin kalıntılara rastlanır.

Çünkü insanoğlu mağara gibi geçici doğal barınaklardan çıkıp köyler kurmaya, yani kalıcı konut yapma becerisini ortaya koymaya Neolitik Çağ’ın erken evrelerinden itibaren başlamıştır. Roma İmparatorluk Çağı’ndaysa gelişen teknoloji ve bununla ilgili olarak değişen inşaat malzemesi, örneğin opu cemnticum denen kireç harç tabakaların yüzeysel görünümlerini bile oldukça etkilemiştir. Dolayısıyla her dönemin kendine özgü özelliklerini sosyal, ekonomik ve hatta siyasal gelişmelerini yanıtsan tabakaların birbirlerinden farklılık göstermesi doğaldır.


Tabakalanma konusunu daha iyi anlayabilmek için, en basit örnek olarak, ana toprak üzerine inşa edilmiş, herhangi bir onarım geçirmeden kısa sürede yakılıp yıkılmış ya da ıssızlaşmış ve sonra üzeri bitki ve toprakla örtülmüş bir yapıyı ele alalım. Böyle bir durumda, en alttan üste doğru şu betimlemelerle karşılaşılır :



  • I - ana toprak
  • II - temel çukurları, temeller, duvarlar
  • II - sıkıştırılmış toprak yani çamur taban
  • IV - yapının kullanıldığı zamana ilişkin moloz birikimi
  • V - yıkım tabakası
  • VI - zamanla en üstte birikilmiş alüvyonlu yüzey toprağı


Eğer bu yerleşme yeri öncen hiç iskan edilmemişse yapıların üzerine bina edildiği ana toprakta insana ilişkin hiçbir iz görülmez. Yapı katının toprağa yalnızca söz konusu mimarlık yapıtını inşa eden kimselerce karıştırılmıştır. Burada yalnızca temel çukurların kazılması sırasında çıkarılıp çoğunlukla da taban altına serilen toprak söz konusudur.


Kısa ya da uzun bir süre kullanılmış olan her yapı sonuçta eskiyip yıkılmaya mahkumdur. Yapı katının üzerini kaplayan yıkım tabakasının içeriği ise yapının sonunu belirleyen olaylarla ilgilidir. Sözgelimi yapı yıkıldığında yada terk edildiğinde ev halkı tüm işe yarar eşyalarını beraberinde götürmüşlerse, kalan buluntular fazla bilgi vermeyebilir. Ancak buna karşılık, yapı ani bir yangın ya da başka türlü felaketle son bulmuşsa, bu durumda içinde, yıkılan binaların inşa malzemeleriyle birlikte, yıkım sırasında kullanılan ev eşyası da karışık olarak bulunacaktır.

Örneğin : Pompei evleri kazıldığında, içlerinde Vezüv yanardağının patlaması sırasında kullanımda olan çanak çömlekler bulunmuştur. Böylelikle bu çanak çömlekler yanar dağın patladığı M.S. 79 yılına ya da biraz daha öncesine tarihlenebilir. Ancak çoğu yıkım bu gibi belirgin bir tarihler verilmez. Bu durumda yıkımın tarihi tabaka içindeki buluntulara dayanılarak belirlenebilir.


Yıkım tabaksının üzerinde, büyük bir çoğunlukla doğanın oluşturduğu bir toprak örtüsü yer alır. En üstteki bu tabakaya “ yüzey toprağı” adı verilir bu türde yüzeysel tabakalar içinde genellikle buluntu yoktur ya da çok azdır. Ancak söz konusu arazi tarımsal amaçlarla kullanılıyorsa, yıkıntı tabakası içindeki buluntular bu etkinlikler nedeniyle yüze toprağı içine karışabilir. Sözgelimi pullukla sürülme işlemi bu türde karışımların en önde gelen nedenidir. Yüzey toprağı içinde ele geçen buluntular in situ yani özgün haliyle kullanıldığı durumda değildir.


Yukarıda söz ettiğimiz bu durum oldukça basittir ve bu türde tabaklaşmaya fazla rastlanmaz. Buna karşılık, büyük bir emek sonucu oluşturulmuş mimarlık yapıları kolaylıkla terk edilmezler ve her hangi büyük bir felakete uğraşmamışlarsa, uzun süre kullanılırlar. Böyle bir durumda, bu uzun sürekli kullanım sırasında gerçekleştirilmiş, yenileme, onarım ve ek bina yapımı gibi etkinliklerle ilgili olarak bir çok evre söz konusudur. Çok evreli böyle yapıların kazısında da, ele geçirilen buluntuların belgeleme ve tanımlama ilkleri ile tarihleme yönetimi aynıdır. Ancak burada tüm dikkat buluntuların hangi evrelere ait olduğu doğru olarak belirlemeye yönelmelidir.

Bir başka şekilde, üst üste inşa edilmiş yani tabaka veren durumlarda, erken mimariye ait tabaklar geç dönemin mimarlıklarda, erken mimariye ait tabakalar geç dönemin mimarlık faaliyetleri sırasında bozulmuş ve bunlara ilişkin buluntular, kısmen de olsa, geç yapı katı içine dağılmış olabilir. İlkine göre daha karmaşık olan ve çok tabakalı höyük türü yerleşmelerde sık sık rastlanan bu durumda da söz konusu nesneler dikkatli bir biçimde saptanmalı ve belgelenmelidir. Bazen üst süte tabakalar geç döneme ilişkin çukurlar tarafından da bozulmuş olabilir.


Ören yerlerinin üzerini örten tabakların birbiri içine karışmasına neden olan etkenlerden bir başkası da, eski mimariye ait taş duvarların sonraki dönemlerde inşa oluşan yapılarda yeniden kullanılmak üzere sökülmüş oluşudur. Sık karşılaşılan bu gibi durumlarda da, yıkımın dercesine göre arkeolojik izler az ya da çok zarar görmüştür.


İster oldukça basit, isterse son derece karmaşık olsun arkeologun görevi insanoğlunun geçmişini yansıtan bu tabakların içeriğini bilimsel yöntemlerle ortaya çıkarmak ve incelemektir. Bu bilimsel yöntem de kazı yöntemidir. Adından da anlaşılacağı gibi kazı, kazma eylemidir. Ve bu da belirli bir düzen çerçevesinde, belirli alet ve araçlarla yapılabilir, o halde, hangi döneme ait olursa her arkeolojik kazının öncesi Neolitik Çağ’a ilişkin bir kutsal alanın kazısıyla erken Osmanlı döneminden bir caminin kazısı genel yaklaşım ve ilkler açısından hiç farklı değildir.


Define Nedir ve Nasıl Aranır, Definecilerin Sorunları


Define antik çağ insanları ve eşkiya'lar tarafından saklanan değerli eşyalara denir.
Konumuzdaki anlamı ise geçmiş dönemde var olan insanların ellerindeki değerli eşyaları yanlarında taşımayıp belli bölgelere gömmüş olmalarıdır. Bu değerli eşyalar altın, gümüş, sikke ve benzer nesle lerdir. Define gömüsü kendi içerisinde birkaç kategoriye ayrılır.


1: Ani yapılan gömüler - Ani yapılan gömüler insanların savaş nedeniyle alele acele gömdükleri defineye denir. bu gömüler çok fazla derin olmamakla birlikte en çok kuyulara, köprü kemerlerine, duvar içlerine, ve ikamet ettikleri evlerin yakın yerlerine gömmüşlerdir.
bu zorunlu olarak göçe maruz kalan insanların bir çoğu geri dönmemişlerdir. geri döneceklerini düşünerek defineyi gömdükleri yere mutlaka işaret bırakırlar. İşaret bir tür şifreleme yöntemidir işaretlerin dilinden anlayan kişiler buradaki defineye kolayca ulaşabilirler.


2: Planlı gömüler: Planlı gömüler en çok eşkiyaların kullandığı gömü şekilleridir. eşkiyaların arazide çok fazla zaman buldukları için gömecekleri defineyi en ince ayrıntısına kadar hesaplayıp gömerler. bunların işaretleri ise daha kapsamlı işaretlerdir. bölge işareti, yön veren işaret, ve son noktayı gösteren işaretler gibi 3 - 4 şekilde olur. bunların yeri çok kez define haritalarında belirtilmiştir. haritadan anlayan kimse bölgenin neresinde hangi işareti bulacağını bilir.
Yine planlı gömüler arasında en sık raslanan gömü şekli ise eş, dost, hısım ve akrabaların birleşerek gömdükleri gömülerdir. bu gömülere ulaşmak hayli zordur. bu en çok el işareti olan bölgelerde görünür. el işaretinin anlamı ise bir topluluğa ait gömülmüş gömü demektir. buraya el basarak yemin ederler.


Bu tür planlı gömülerin tuzaksız olması neredeyse imkansızdır. sunni tuzaklar dışında eski din adamları getirilerek yer koruma altına alınmıştır. din adamları tarafından koruma altına alınan yerlere günümüzde tılsımlı yer denir. tılsımlı yerlerden gömü alabilmek neredeyse imkansızdır, bu tür yerler defineci arkadaşları çok fazla zaman kaybı ve maddi zarar uğratır. yerin tılsımlı olduğunu anlayan defineci arkadaşlardan çok fazla israrcı ve inatçı olmamaları önerilir.


Defineciler kimdir neler yaparlar amaçları nelerdir?


Aslına bakılırsa Defineci kelimesi insanlarımızı ürperten bir kelimedir. nedeni ise definecileri yanlış tanıtmalarıdır. bir defineciyi silah ve esrar kaçakçısı gibi lanse etmek kesinlikle yanlıştır. ülkemizde 4 milyonu aşkın defineci vardır bunların hiç biri yaptığı işten ne utanmamış ne de utananacaktır. esas utanması gereken müzelerimizdeki eserleri kaçırıp yurt dışına satanlardır.


Defineciler Tarihe ve kültüre saygısı olan kişilerdir, geçmiş dönemdeki bazı hazine avcıları çıkar amaçlı kazı çalışmaları yürütmüş. bu kişiler günümüz definecileri ile kıyaslanmamakla beraber aynı kefene koymamak gereklidir. bu gözlerini para bürümüş kişiler gün geldi mezarı açtılar ölünün yanındaki süs eşyalarını aldılar, gün geldi kilise ve manastır gibi ibadethaneleri yıktılar. tarihe ve kültüre saygısı olmayan bu kişilerin definecilerle hiç bir ilgisi olmaz olmayacaktır.


Gerçek defineci kaçak kazı icra etmez tüm işlerini yasal yönden yapar, her daim müze görevlileri ile irtibatta olur, definecilik yaparken diğer işlerini ve ailesini ilgisiz bırakmazlar, her söylenen efsaneyede inanmaz, define işaretlerine zarar vermez, bilinçsiz kazı yapmaz, buldukları değerli eşyaları hemen müzeye götürürler. bu unsurları taşıyan kimseler gerçek definecidir.


Define nerelerde olur?


Defineyi ve defineciliği kısaca anlattık şimdide sizlere define olabilecek yerlerden bahsedeceğim.
ilk olarak eski evlerden bahsedelim. eski evlerde ilk bakmanız gereken yer ocaktır, ocağın tam olarak yandığı yerin altı çok önemlidir. ocağın üzerindeki mihrab da bulunan işaretler bize definenin nerede olduğu hakkında önemli bilgiler verir. kapıdan girildiğinde tam karşınızda görünen yuvarlak oyma bize definenin kapı eşiğinde saklı olduğunu anlatır. yine eski evlere yakın kuyular, ağaçlar ve evin dış cephesinde bulunan işaretler definenin habercisidir. bu eski evler en çok rum ve ermeni evleridir. bildiğiniz eski rum ve ermeni evi varsa uzman birinden yardım alarak burada define olup olmadığını anlayabilirsiniz.


Kiliseler, Manastırlar ve Şapeller?


kiliseler ve manastırlarda define kesin olur, buna şapel'lerde dahildir. sapel dediğimiz kilisenin küçüğüdür. nasıl bizde caminin küçüğüne mescit diyorsak eskiden kilisenin küçüğüne şapel denirdi. şapellerde birde narteks bölümü vardır, burada statüsü yüksek kişiye ait mezarlar olur. bu şapelin sola ayrılan bölümüdür. eğer böyle bir bölüm yoksa bu alt katta mahsende olur. yine şapellerin dışında yaşlı ağaçlar olup olmadığına dikkat edilir.


Kiliseler ve manastırlar ise şabellere göre daha büyük ve defineside olabildiğince çoktur. kilise denildiği zaman ilk akla gelen kilise eşyaları ve papaz mezarıdır. kilisenin birçok yerindede hediyeler vardır. uzman arkadaşlardan yardım almadan kiliselerdeki emarelere ulaşmak hayli zordur.


Define olabilecek yerlerden bir diğeride dağlardaki yaşam alanlarıdır, buraya yakın mezarlık alanları, değirmenler, çeşmeler, su kuyuları, bu bölgedeki hakim tepeler önemli noktalardır. bu bölgelerde kayalara oyma, yontma ve kabartma şeklinde yapılan figürler bölgede define olduğuna işarettir. defineci arkadaşların kayalara oyma ve yonyma şeklinde yapılan define işaretlerini korumaları gereklidir. define işaretlerinden anlayan kişilerin bilgisi dışında çalışma yapmamanız önerilir. işarete zarar vermeniz ve bölgede doğal gibi duran kayaların yerlerini değiştirmeniz ilerleyen zamanda defineyi bulmanızı zorlaştırabilir.


Definecilerin sorunları?


Ülkemizde definecilik yapmak oldukça zor bir iştir. kanunlarımız neredeyse bu işi yapmayın dercesine zorlaştırılmış durumdadır. bu şartlar altında defineci arkadaşların definecilik yapması neredeyse imkansızdır.


1: En önemlisi site alanlarına kazı ruhsatı verilmemesi. buda defineci arkadaşların define arama alanlarını hayli daraltır. define olabilecek yerlerin neredeyse büyük bölümü sit alanı olarak belirlenmiştir. nerede define yeri tesbit edilse orası sit alanı kazı ruhsatı veremeyiz cevabı ile karşılaşırız. buna karşılık defineci arkadaşlarda nerede kazı yapacağız göktemi diye isyanlarını dile getirirler.


2. Kazı yapılan bölgede kültür ve tabiyat varlığına rastlanmış olmasıdır. eğer kazı yapılan bölgede küp kırıkları, heykel ve obje gibi tarihi esere rastlanırsa kazı müze görevlileri tarafından derhal durdurulur ve kazı sahibi hiç bir hak talep edemez. yaptığı masraflarda yanına kar kalır. işte bu 2 konu definecilerin en büyük sorunlarıdır. bunlar bizim kazı ruhsatında uymamız gereken 20 kuraldan sadece 2 tanesidir. kanunların bu kadar ağır olması maalesef defineci arkadaşları kaçak kazıya teşvik etmektedir. bu konuya devletimizin el atması mutlaka gereklidir. yeni anayasada definecilerin unutulmaması gereklidir. biliyoruzki Türk toplumu kendi girişimiyle bir anayasa yapmış deyildir eski anayasa kışla zihniyetinin bir ürününüdür. kendi irademizle yapacağımız anayasada 4 milyon defineci mutlaka dikkate alınmalıdır.


3: Definecilerin bir diğer sorunuda define cihazlarıdır. yeterli verimi alamadıkları bu cihazlardan hayli şikayetçilerdir. yer altı görüntüleme firmaları daha ileri teknoloji cihazlar üretmeleri gereklidir. özellikle kullanımı kolay cihazlar. bilindiği üzere defineci arkadaşların bir çoğu kırsal kesimde yaşamaktadır. bunların teferruatı çok fazla olan cihazları kullanabilmeleri oldukça zordur. define cihazları ve defineciler arasındaki sıkıntıların çözülmesi için tarafların birbirleri ile bağlantı kurup sürekli fikir alış verişinde bulunması gerekir.


Define İşareti Kırıcılar.


Definecilerin Dikkat etmesi gereken önemli noktalardan bazıları da İşaret kırıcılar dır. özellikle elinde define cihazı ile gelen ecnebilere dikkat etmelisiniz. benim makina 3 metre çeker benim makina 5 metre çeker diyen kişilere kesinlikle riayet etmeyin. bu kişiler aslında işaretlerin yerini tespit eder sonrada kırıp giderler. tabi ki bu işlemi yapmadan önce işareti geniş açılı resim çekip kayıt altına alınır.
Bir diğer işaret kırıcılar sadist ve tecrübesiz defineci arkadaşlardır. bu kişiler ben bulamadım başkası da bulamasın mantalitesi kullanarak işaretleri kırıp yok ederler. bu işi defineci arkadaşların yapmaması önemle rica olunur.


Yine başka bir işaret kırıcılar kayıt altına alınmış işaretleri kıranlardır. bu kişiler kayıt altındaki işaretleri bulup kırar ve yakın bölgeye yenisini yaparlar. bu işaretler eski evler, kiliseler gibi belirgin kayıt altına alınmış yerlerdir. işaretin kayıtta göründüğü için yenisini yapmak zorundadır. bunlar tam profesyonel kişilerdir.


Kazı Esnasında Arkadaşlarınıza Dikkat ?


Definecilerin uyması gereken kurallar vardır, bu kurallara uymayan defineciler define arama sürecinde önemli sorunlarra karşılaşır.


Bir definecinin dikkat etmesi gereken en önemli husus define arayacağı arkadaşlarını iyi seçmesidir. definecilik her kişi ile yapılacak bir iş deyildir. seçtiğiniz arkadaşlarınızın her hangi bir emareyle karşılaştığında nasıl bir tepki vereceği, bunu kaldırıp kaldıramayacağı çok önemlidir. dışarıdan çok iyi ve efendi gibi görünen kişiler kazı esnasında değişip asabi ve kavgacı olduğuna çok defa şahit olduk.


Kazı Yaptığınız Arkadaşınızda Dikkat Edilmesi Gereken Hususlar


Kazı esnasında arkadaşınızı mutlaka deneyin, bu deneme arkadaşınız lavaboya ayrılmışken yüksek bir sesle bulduk diye bağırmanız. veyada kapağa denk geldik gibi ani söylemlerde bulunmanız şeklinde olabilir. tabiki bu arkadaşlık durumunuza göre değişir. aranızdaki samimiyete göre şaka boyutunu ayarlamak sizin elinizde. bu şekilde yaptığınız ani şakardan sonra arkadaşınızı incelemeye alın. göz tekerlekleri büğüyen, nefes alışı normalin üzerinde olan, elleri ve ayakları titreyen, kısacası sürekli telaş içinde olan kişilerle kesinlikle kazı yapmamanızı öneririm.


Bu tip karakterde olan kişiler cinler tarafından çok rahat kontrol altına alınabilir. buluntudan sonra arkadaşını kesme boğazlama öldürme gibi hadiseler definecilik tarihinde çok sık gördüğümüz olaylardır. aslında bu öldürme kişinin cinlerin kontrolu altına girmesiyle başlar. gözleri döner ondan sonrada mal bende kalacak, ben satacam, sakın kimse mala dokunmasın, ben olmasan bulamazdınız gibi birden ortalığı gerecek sözler sarf etmeye başlar.

Böyle bir durumla karşılaştığınızda kesinlikle karşı gelmeyin. çünkü bu kişi gerçek arkadaşınız deyil cinlerin kontrolü altına girmiş.. burada yapmanız gereken kur-an dan ayetler okuyarak cinlerin sizede musallat olmasını engelleyin. sürekli ortalığı rahatlatıcı söylemlerde bulunun. emin olun cinler sizleri arkadaşınıza katlanamayacak duruma getirmek için elinden geleni yapacaktır. orada kavga çıkması cinayete bile yol açar. unutmayın bu gömülerin neredeyse hepsinin başında mutlaka bekçi vardır. sizlere vermemek için nasıl elinden geleni yapıyolarsa bulduktan sonrada sizlere musallat olacagını bilin.


Bilmeniz Gerekenler


Kazıya giderken aklınızda bulunsun. cinler ve şeytanlar insanları öldürmez, fakat boğaz kaslarını kullanarak insanları kaygıya sürükleyebilir. İnsana büyük bir halsizlik, yorgunluk, takatsizlik gibi benzer şekilde rahatsızlık verebilirler. bu yüzden insanların moral durumlarını bozup onları strese, depresyona, melankoliye düşürebilirler. işte bu çok önemlidir. vesveseleri ile sürekli olumsuz düşünceleri dile getirirler. İnsanları ümitsizliğe ve karamsarlığa, panik atağa sevk edebilir.


Bu konuyu hazırlamamdaki neden buluntudan sonraki kavgaları engellemek içindir. umarım faydası olur.


Toprak çeşitleri ve özellikleri



AZONAL (TAŞINMIŞ TOPRAKLAR)


Akarsular, rüzgârlar ve buzullar gibi dış kuvvetlerin, çeşitli sahalardan aşındırarak taşıdıkları materyalleri biriktirmeleriyle oluşan topraklardır.


Bunlardan;


Akarsu biriktirmesiyle oluşanlara alüvyal topraklar,


Buzul biriktirmesiyle oluşan topraklara moren topraklar,


Rüzgâr biriktirmesiyle oluşan topraklara da lös topraklar denilmektedir.


Toprakların, eğimli sahalarda, oluştuğu ana kaya üzerinden, akarsu, rüzgâr, buzullar ve diğer dış kuvvetlerin etkisiyle taşınarak, eğimin azaldığı yerlerde birikmesiyle oluşur. Alüvyon, lös, moren, kolüvyal, litosoller ve regoseller taşınmış topraklardır. Taşınmış topraklar, organik ve mineraller bakımından zengin topraklardır.



Alüvyon:


Eğimli sahalardan akarsu ve sel sularının aşındırarak taşıdığı ince malzemelerin akarsuların eğiminin ve taşıma gücünün azaldığı alanlarda birikmesiyle meydana gelirler. Mineral bakımından zengin topraklardır.


Geniş tabanlı vadilerde, deltalarda ve ova tabanlarında yaygın olarak bulunurlar. Tarımsal değeri büyüktür. Yurdumuzun en verimli tarım alanları alüvyonların bulunduğu alanlardır.


Devamlı olarak taşkın ve millenmeye uğrayan delta sahlarında ve taşkın ovarlarımızda bu topraklara sıkça rastlanır. Buralar Çukurova, Asi, Göksu, Köyceğiz, Büyük ve Küçük Menderes, Gediz, Bakırçay, Sakarya, Bafra, Çarşamba, delta ovaları ile Konya ovasının kenarları Muş, Erzurum, Erba ve Niksar ovalarının merkezi kesimlerinde. Alüvyal topraklar akarsular tarafından taşındıkları için ince ve mil boyutundadır. Bu topraklar dikey yönde çok fazla değişiklik gösterirken yatay yönde pek değişiklik göstermezler.


Lös:


Rüzgârların taşıdıkları kurak ve yarı kurak bölgelerde bulunan topraklardır.


Moren:


Buzulların taşıdığı topraklardır. Yüksek dağlık alanlarda ve kutup bölgelerinde bulunan topraklardır. En az bulunan toprak çeşididir.


Kolüvyal Topraklar:


Dağlık alanlarda ayrışan materyalin dağ eteklerinde birikmelerine bağlı olarak oluşan topraklardır.


Dağların eteklerinde ve yamaçlarında taşınan toprakların birikmesiyle oluşurlar. Bu topraklar iri taneli bir görünüme sahiptir. Bu topraklar bağ bahçe tarımına uygundur. Üzerlerinde ormanlar yetişebilir.


Litosol:


Kolüvyal alanlarda ince malzemelerin taşınmasıyla geriye kalan taşlı topraklardır.


Dağlık alanların eğimli yamaçlarında aşınmanın sürekli devam etmesi nedeniyle ana materyalin çözünmesinden oluşmuş topraklardır.


Bu topraklar her dağlık alanın eğimli yamaçlarında oluşamaz ancak anakayanın kalker mermer gibi taşarlın olması gerekir. Bu topraklar tarım için elverişli değildir ve üzerlerinde bitki örtüsü yoktur. Ülkemizde bu topraklara Akdeniz bölgesinde Taşeli platosunda Boz dağlarda Bitlis dağlarında İç ve Doğu Anadolu’daki volkanik konilerde rastlanır.


Regosol:


Volkanik arazilerde kolüvyal depolar üzerinde oluşan kumlu topraklardır.


Kumlu depolar üzerinde bulunan topraklardır. Çoğunluğu kum boyutunda olan asitik karakter gösteren volkanik arazilerde oluşmuşlardır.


İç ve Doğu Anadolu bölgesindeki volkanik arazilarde bu topraklara rastlanır. Bu topraklar kumlu oldukarı için bünyelerinde su barındıramazlar suyu hemen alt tabakaya geçirirler. Bu sebepten dolayı toprakta humuslaşma meydana gelemez ve bununda sonucu olarak toprak verimsizdir. Bu toprakların kumlu olması yumrulu bitkilerin yetişmesi için elverişlidir.


ZONAL (YERLİ TOPRAKLARI)


Kayaların, bulundukları yerlerde çözülmeleriyle oluşan topraklardır.


a. Nemli Bölge Toprakları


• Tundra Toprakları


Kutuplara yakın, soğuk tundra ikliminin görüldüğü bölgelerin topraklarıdır. Şiddetli ve uzun süren kış şartlarından dolayı toprak yılın büyük bir bölümünde donmuş haldedir. Yaz aylarında sadece yüzeyde ince bir tabaka halinde çözülme görülür. Geniş bataklıklar oluşur. Bu özellikteki iklim şartlarından dolayı kimyasal ayrışma olamamakta, toprağı oluşturan çoğu malzeme fiziksel parçalanma ürünü halindedir.


Buralardaki cılız ve kısa boylu sürüngen ot, çalı ve yosunlara tundra adı verilir. Bitki örtüsü çok cılız olduğundan humus tabakası fazla değildir. Var olan organik maddeler de sıcaklık yeteli olmadığından toprağa ayrışıp karışmaz ve ham humus şeklinde kalır. Bu nedenle tundra toprakları verimsiz topraklardır ve üzerinde tarım yapmaya elverişli değildir.


Türkiye’de bu tür topraklar görülmez.


• Podzol Topraklar


Tayga adı verilen iğne yapraklı orman örtüsü altında oluşan, soğuk ve nemli iklim bölgelerinde özellikle de yağışın yıla dağıldığı alanlarda oluşan topraklarıdır. Rusça bir kavram olup, altı kül renginde olan topraklar anlamındadır.


Toprağın aşırı yıkanması nedeniyle organik maddelerin çoğu taşınmıştır. Aşırı yıkanma nedeniyle üst kısımlarının rengi soluklaşmıştır ve renkleri açıktır. A katmanından yıkanan oksitçe zengin maddelerin birikmesi ve çimentolaşma ile B katmanında sert tabaka oluşumu meydana gelmektedir.


Topraktaki aşırı yıkanmadan dolayı topraktaki besin maddeleri uzaklaşmıştır. Bunun sonucunda verimsizleşmiştir.(Toprak kalsiyum, magnezyum, Potasyum, fosfor yönünden fakirdir.) Bu tür topraklar gübre ve ilaç vermek suretiyle tarım yapılabilir hale gelebilmektedir. Ancak yıkanma fazla olduğu için bu işin sürekli yapılması gerekir.


Bu tip topraklar Sibirya, Kuzey Avrupa ve Kanada’da yaygındır. Türkiye’de, Yıldız Dağlarının kuzey yüksek yamaçları ile Kuzey Anadolu Dağlarında, Batı Karadeniz Bölümü’nde rengi ve kırmızımsı sarı podzolik topraklar yaygındır. Ayrıca Artvin Şavşat ve Karagöl çevrelerinde yaygın olarak bulunurlar.


• Kahverengi Orman Toprakları


Nemli orta kuşağın, geniş (yayvan) yapraklı ormanlarla kaplı bölgelerinde görülür. Humus bakımından zengin oldukları için verimlidirler.


Türkiye’de, bu tür topraklar, Karadeniz Bölgesi’nde yaygın olmakla birlikte, İç Anadolu’nun 1000 - 1200 m’den yüksek alanlarında da yer yer görülür. İç Anadolu’da, daha çok Kuzey Anadolu Dağları’nın güneye bakan yamaçlarında yaygındır.


Yine, Trakya’nın kuzeyinde Yıldız Dağları’nda, İçbatı Anadolu’da, Güneydoğu Toroslar üzerinde de rengi orman topraklarına rastlanır.


• Kırmızı Topraklar (Terra - Rossa)


Nemli Subtropikal iklim bölgesi ile Akdeniz iklim bölgelerinde, kızılçam, maki ve garig örtüsü altında gelişen topraklardır.


Bu tür topraklar genellikle kalkerli araziler üzerinde görülen topraklardır. Eğimli karstik sahalarda toprak yüzeyde değil kayaların arasındaki yarık ve çatlaklarda oluşmuştur.


Topraktaki demir oksit fazla olmasından dolayı iyi oksitlenmekte ve toprak kızıl renge sahip olmaktadır.


Bu topraklar bol miktarda kil içerirler. Çünkü kayaların bünyesindeki karbonatlı bileşikler eritilerek götürülür ve geriye killi maddeler kalır. Derin çatlaklarda toprak içinde kaya parçaları bulunur.


Bu topraklar Avrupa kıtasının güneyinde Akdeniz kıyısı ülkelerde yaygın olarak bulunurlar. Türkiye’de, Akdeniz Bölgesi ile Kıyı Ege ve Güney Marmara’da yaygın olarak görülür.


• Laterit Topraklar


Nemli tropikal ve ekvatoral bölgelerde Dönenceler arasında yer alan, sıcak ve nemli iklim bölgelerinin karakteristik toprak tipidir.


Bu toprakların Seçici özellikleri:


1- Sıcaklık ve yağış fazla olduğu için ayrışma ve çözülme fazla olmaktadır. Bu nedenle toprak derinliği (kalınlığı) oldukça fazladır.


2- Yağışın bol olması ve topraktaki yıkanmadan dolayı silisli maddeler topraktan uzaklaşmakta ve toprakta Demir oksit ve alüminyum birikimi çok olduğundan renkleri kızıla yakındır.( Rengi kiremit kırmızısıdır)


3-Sıcaklığın fazla olmasından dolayı toprakta ve bakteri veya mikroorganizma faaliyetleri ve ayrışma çok fazladır. Topraktaki organik maddeler, mikroorganizmalar tarafından parçalandığı ve yıkanma ile taşındığı için toprak yüzeyinde humus yoktur. Buna bağlı olarak verimli ve tarıma uygun topraklar değildir.


4- Bu toprakların bulunduğu bölgelerde toprak altına demir ve alüminyum oksitleri yumrular veya tuğla blokları şeklinde sıkışıp birikmekte ve bunlar bitki köklerinin toprağa ilerlemesine engel olmaktadır. ( Had Pan) Endonezya’da yüzeye çıkan bu bloklar kuruyunca inşaatlarda tuğla olarak kullanılmaktadır. ( Buna laterit İsmi buradan verilir)


Türkiye’de tam olarak laterit özelliği taşıyan toprak görülmez. Ancak, Doğu Karadeniz Bölümü’nde, laterit türü (lateritleşmiş) topraklara rastlanabilmektedir.


b. Kurak Bölge Toprakları


• Çernezyomlar


Çernezyomlar, Orta Kuşağın yarı nemli alanlarında uzun boylu çayırlar altında oluşan topraklardır. Bu topraklara Kara topraklar adı da verilir.


Bu topraklar zengin çayır bitkileri altında oluşmuş ve organik maddece zengindir. Sıcaklık fazla olmadığı için organik maddeler yavaş yavaş ayrışıp parçalanmaktadır. Fazla yıkanmadıkları için mineral ve kireç bakımından zengindir. Toprağın üst kısmında bitki artıklarının oluşturduğu, kalın bir humus tabakası vardır. Renkleri bu yüzden koyudur. ( Kara toprak)


Organik madde yönünden zengin olan bu topraklar Dünya’nın en verimli tarım toprakları arasındadır. Üzerinde yoğun olarak tarım yapılır. Özellilikle tahıl tarımında önemli yerleri olup, bu topraklara” dünyanın ekmek torbaları” adı verilir.


Dünyada en yaygın olarak Rusya’nın güneyi, A.B.D., Kanada, Ukrayna,Arjantin,Mançurya, Avustralya bu toprakların yaygın olduğu alanlardır.


Ülkemizde uzun boylu çayırların geniş yer tuttuğu Kuzeydoğu Anadolu’da yaygın olarak bulunurlar. En yaygın olarak, Erzurum - Kars Plâtosu’nda oluşmuştur. Ayrıca, İç Anadolu Bölgesi’nin kuzey kesiminde de yer yer bu tür topraklar görülmektedir.


• Kestane veya Kahve Renkli Step Toprakları


Az yağış alan step iklimlerinde görülen topraklardır. Üzerindeki bitki örtüsü seyrek olduğu için, humus oranı azdır. Bu yüzden verimleri düşüktür.


Türkiye’de, Doğu Anadolu, İç Anadolu ve Güneydoğu Anadolu plâtoları ile İçbatı Anadolu’da yaygındır.


• Çöl Toprakları


Çöl iklim bölgelerinde görülür. Çok az yağış alıp, fazla yıkanmadıkları için, kireç ve tuz oranı oldukça fazladır. Humus, hemen hemen hiç yoktur. Bu topraklarda tarım yapılamaz.


Türkiye’de, bu tür topraklar görülmemekle birlikte, Tuz Gölü çevresinde çölleşmiş topraklara rastlanır.


İNTRAZONAL (ANA KAYANIN ETKİLİ OLDUĞU TOPRAKLAR)


Bu toprakların oluşumunda özellikle yer şekilleri ve ana materyal etkili olmaktadır. Bu topraklarda çoğunlukla sadece A ve C horizonları bulunmaktadır.


Halomorfik Topraklar:


Kurak ve yarı kurak bölgelerde kayaların çözülmesinden oluşan tuzlu malzemeler akarsular tarafından havzaların tabanlarına taşınarak biriktirilmektedir. Bu bölgelerde yağışlar az buharlaşma fazla olup, yağışların üzerinde bulunmaktadır.


Bu özelliğe sahip kurak ve yarı kurak bölgelerde havzaların tabanlarında sularda eriyik halde bulunan çeşitli tuzların ve karbonatların suların buharlaşması ile toprağın yüzeyinde çökelmesi veya belli derinliklerde kalması ile oluşurlar. Çökelen tuzlar ince bir tabaka veya film halinde toprağın yüzeyini kaplamaktadır.


Bunlarda ikiye ayrılır.


A-Tuzlu topraklar ( Solançak): Toprak yüzeyi üzerinde tuzlardan oluşan beyaz bir kabuk görülür. Bu toprağın derinliklerinde de devam edebilir. Bitki örtüsü yönünden çok zayıf olan bu topraklarda tuza dayanıklı ( halofit) veya tuzu seven ( halofil) bitkiler dışında başka bitkiler yaşamaz.


B-Tuzlu – sodik (alkali) topraklar: Bunlar yüksek miktarda eriyebilir tuz içerir. Kurak ve yarı kurak bölgelerde drenajın iyi olmadı alanlarda bulunur. Yüksek miktarda sodyum bulunması ile diğer topraklardan ayrılır.


Ayrıca bazı alanlarda insanlar tarımda aşırı sulama ile kurak ve yarı kurak bölgelerde toprağın tuzlaşıp çoraklaşmasına neden olabilmektedir. Aşırı sulama taban suyunu yükseltmekte ve yıkanma ile tabana taşınan tuzlar bu sayede yüzeye çıkmakta ve su buharlaşınca yüzeyi kaplayarak çoraklaşmaya neden olmaktadır.


Aşırı sulama ile çoraklaşan arazilerde drenaj kanalları açılarak “ akaçlama “ çalışmaları yapılmalıdır.


Hidromorfik Topraklar:


Bataklık, sazlık gibi drenajı iyi olmayan yani sürekli suların biriktiği sahalarda toprak sürekli sular altında kalmakta oksijensizlik altında bataklık bitkilerinin oluşturduğu organik maddeler kolay ayrışamamakta ve organik madde birikimi olmaktadır. Bu topraklar sürekli taşkın altında kalan ovalarda, tektonik çukurlardaki taban suyu yüksek sahalarda veya da dağların yüksekliklerinde bulunan yerel çukur sahalarda bulunmaktadır.


Kalsimorfik topraklar:


Bu tür topraklar kireç bakımından zengin ana kayalar üzerinde oluşmaktadır. Yumuşak kireç taşı ve killi kireçtaşı depoları üzerinde oluşurlar. Genellikle A horizonunda ibaret olan bu topraklarda organik madde toprağa karışarak koyu renk sağlamaktadır. Bu topraklarda nispeten tarım yapılabilmektedir.


1- Vertisoller: Eski göl depolarındaki killi kireçli depolar üzerinde oluşan topraklardır. Bu topraklar killi olduğu için kurak mevsimde çatlar ve yarılır, derinliği bir metreyi bulan yarıklar oluşur. Bu yarıklardan aşağı doğru sürekli toprak enkazı dökülür. Dökülen bu enkaz yağışlı mevsimde kilin suyu alıp şişmesi ile aşağıdan yukarı doğru itilir. Adeta aşağı giden toprak tekrar yukarı döner. Bundan dolayı bu topraklara “dönen toprak “ anlamına gelen vertisol ismi verilmiştir.


Topraktaki büzülme ve şişme olaylarının tekrarından dolayı oluşan mikro topografyaya “ Gilgai” ismi verilmektedir.


2- Rendzina: Bu topraklar genellikle yumuşak kireç taşları üzerinde oluşur. Toprak koyu renkli olup, alt tarafında kireç birikimi mevcuttur. Kireç taşlarının parçalanmasından dolayı toprak içinde bol miktarda çakıl bulunur.




Bunlar genel olarak A, C horizonludur. A horizonu koyu gri ve siyah renktedir. A horizonundan kireç tamamen yıkanmamıştır ve organik maddece zengindir. Bunların doğal bitkileri çernezyomlar da olduğu gibi otlardır.


Yönler ve bazı yön bulma metodları;


Ekli dosyayı görüntüle 249172



Ana yönler


başlıca dört coğrafi yön vardır: kuzey, güney, doğu ve batı bunlara ana yönler denir bir kişi yüzünü kuzeye dönerse arkası güney, sağ tarafı doğu ve sol tarafı batıdır


Ara yönler


ana yönler arasında kalan yönleri tanımlamak için ara yönler oluşturulmuştur bunlar, kuzeydoğu, güneydoğu, kuzeybatı ve güneybatıdır. Daha hassas bir tanım gerektiğinde ara yönlerin ana yönlere yakınlığına bağlı olarak ikincil ara yönler de kullanılabilir bunlar kuzeyden başlayarak saat yönünde; kuzey-kuzeydoğu, doğu-kuzeydoğu, doğu-güneydoğu, güney-güneydoğu, güney-güneybatı, batı-güneybatı, batı-kuzeybatı ve kuzey-kuzeybatıdır

Ekli dosyayı görüntüle 249173



pusula ile yön bulma;


Yönümüzü bulmak için en çok pusuladan yararlanırız pusulanın aynı doğrultuda ve zıt yönlü bir göstergesi vardır bu ibrenin renkli ucu daima Kuzey’i gösterir (yakınında bulunan mıknatıs, pusulanın yönünü değiştirir tam doğru yönü gösterememesine neden olabilir) pusulada genellikle yönler İngilizce’de bu anlamdaki kelimelerin baş harfleriyle belirtilir. Kuzey – N ( : North ), Güney – S ( : South ), Doğu – E ( : East ) ve Batı – W ( : West )


Ekli dosyayı görüntüle 249174




çubuk metodu ile yön bulma yöntemi;


1 m uzunluğunda bir çubuğu yere diker, daha sonra gölgesini izleriz gölgenin en kısa olduğu ( öğle vakitlerinde ) andaki yönü Kuzey’i gösterir. ( Güney Yarımkürede Güney’i ) bunun tam zıt yönü ise Güney yönüdür veya öğle vaktini hiç beklemeden çubuk gölgesinin ilk yerini işaretleriz dünya döndükçe – zaman geçtikçe – gölgenin yönü de değişecektir daha sonra ikinci bir gölge noktası belirleriz birincisine sol, ikincisine sağ ayağımızı basarız bu duruşumuzla yüzümüz veya önümüz Kuzey yönü gösterir. Yine bu anda sol ayağımızı bastğımız yerden sağ ayağımızı bastığımız yere çizilen doğru Doğu’yu gösterir.



Ekli dosyayı görüntüle 249175

Ekli dosyayı görüntüle 249176





  • güneşin durumuna göre yön bulma yöntemi;
  • * Güneş sabah 06.00 da Doğu’dadır.
  • * Güneş saat 09.00 Güneydoğu’dadır.
  • * Güneş saat 12.00 da Güney’dedir.
  • * Güneş saat 15.00 da Güneybatı’dadır.
  • * Güneş saat 18.00 da Batı’da olur.

gölge yöntemi ile yön bulma yöntemi;


ucuna taş bağlanmış bir ip ağaç dalına asılarak yerden 1-2 cm yükseklikte bağlanır saat 11.00 de taşın gölgesinin ucuna bir kazık çakılır.( A noktası)


bu kazık ile taşın ucu arasındaki açıklık yarıçap olmak üzere toprağa bir kavis çizilir
saat 13.00 te ipin yer değiştiren gölgesinin kavisle çakıştığı noktaya yeni bir kazık çakılır (B Noktası) A ve B noktaları arasındaki düz hattın uzunluğu bulunarak yarısı alınır, düz hat üzerinde işaretlenir bulunan C noktası kuzey yarım kürede hakiki kuzeyi, güney yarım kürede hakiki güneyi gösterir.


güneş ve saat ile yön bulma yöntemi;
güneşli bir günde mekanik saat yardımıyla (akrep ve yelkovanlı saatler) yön bulunabilir saatin akrebi güneşe döndürülür, Saatin 12 rakamı ile akrebin oluşturduğu açının açı ortayı Güney-Kuzey açısıdır. Güneş tarafı Güney yönünü gösterir.


Ekli dosyayı görüntüle 249177



ağaç ve taşlara bakarak yön bulma yöntemi;


çevredeki ağaçlara ve taşlara bakılır, ağaçların veya taşların yosun tutan tarafları Kuzey yönünü gösterir


Ekli dosyayı görüntüle 249178

Ekli dosyayı görüntüle 249179



karınca yuvalarıyla yön bulma yöntemi;


karınca yuvalarının ağzı Güney yönünü gösterir düz bir zemine yapılmış yuva ise çıkardıkları toprağı Kuzey yönüne doğru yığarlar


Ekli dosyayı görüntüle 249180

Ekli dosyayı görüntüle 249181

Ekli dosyayı görüntüle 249182


Camilere bakarak yön bulma yöntemi;


Camilerde Mihrab’ın karşısındaki giriş kapısı Kuzey yönünü gösterir minarelerde bulunan kapılar Güney yönüne bakar

Ekli dosyayı görüntüle 249183


mezar taşlarına bakarak yön bulma yöntemi;


Müslüman mezarlarında mezar taşının bulunduğu taraf Batı yönünü gösterir
hırıstiyan mezarlarında ise taş taraf güney’i gösterir (kiliseler genellikle batı-doğu istikametinde uzunlamasına inşa edilirler pek çok kilisede kilise çanı binanın batı ucundadır)


yıldızlara bakarak yön bulma;
kutup yıldızına bakılır büyük ayı yıldız kümesinin son iki yıldızının arasındaki mesafenin aynı doğrultusunda beş katı uzaklıkta bulunan parlak bir yıldızdır daima Kuzey yönünü gösterir


Ekli dosyayı görüntüle 249184




parmak atlatma ile mesafe tahmini;


bir noktanın bulunduğunuz yere olan uzaklığını belirlemek için kullanılır ilk olarak bir kol başparmak yukarı gelecek şekilde öne doğru uzatılır ve bir göz kapatılarak bulunduğunuz yere olan uzaklığını belirlemek istediğiniz noktaya bakılır daha sonra açık olan göz kapatılarak diğer göz açılır bu durumda başparmak ilk durumuna göre yer değiştirir başparmağın bulunduğu iki yer arasındaki uzaklık cm cinsinden hesaplanır ve bu uzaklık 10 ile çarpılır bulduğunuz değer ise baktığınız noktanın bulunduğunuz yere m cinsinden yaklaşık olan uzaklığıdır


Ekli dosyayı görüntüle 249185




gökyüzünde uzaklık ölçümü


takımyıldızları çıplak gözle bulmak ve gözlemek sözkonusu olduğunda, gökyüzünde çok geniş alanları ele almak gerekir açılar söz konusu olduğunda ve gökyüzünü bir kubbe olarak düşündüğünüzde, ufuktan başucu noktasına (zenit noktası) kadar olan mesafe 90 derecedir, aksi yöndeki ufka kadar da bir 90 derece daha vardır. Kolumuzu ileriye uzattığınızda, yumruğunuzun genişliği yaklaşık 10 derecedir kolunuzu uzattığınızda elinizle pek çok açıyı yaklaşık olarak ölçmek mümkündür. örneğin, Karışınız 25 dereceye karşılık gelir. önce yumruk yapıp sonra sadece serçe ve işaret parmaklarlarınızı olabildiğince açarak 15 dereceyi, işaret orta ve yüzük parmaklarınızı birleştirerek 5 dereceyi, serçe parmağınızın genişliğiyle 1 dereceyi ölçebilirsiniz
gökyüzündeki görünür uzaklıkları metre ya da kilometre gibi uzunluk ölçüleriyle ifade edemeyiz bunun yerine derece , dakika gibi açısal değerler kullanılır kolunuzu kaldırıp elinizi gökyüzüne uzatırsanız, bir karış, yaklaşık 25; yumruğunuzun genişliği 10; işaret ve serçe parmaklarınızın arası 15 olacaktır


Ekli dosyayı görüntüle 249186
 
Üst