- Katılım
- 3 Nis 2016
- Mesajlar
- 2,931
- Tepkime puanı
- 3,738
- Puanları
- 23
Azizüddin Nesefî hazretleri hicabın dört çeşit olduğunu söyler: “Mal sevgisi, makam sevgisi, körükörüne anne baba taklidi ve isyan.” Ebû Nasr Serrac ise perde konusunda şöyle der: “Kalbin mühürlenmiş olması kâfirler için, katılaşması münafıklar için, kararması ise müminler için perdedir.”
Cüneyd-i Bağdadi hazretleri kişinin kendi nefsine, insanlara ve dünyaya güvenmesini halkın perdesi, yaptığı ibadetlere ve keramete güvenmesini ise seçkin kulların perdesi olduğunu söyler.
Kulun Allah’ı tanımasına engel olan her şey perdedir ve perde ise kalbi katılaştırır ve zamanla karartır. Perdelerin en büyüğü kişinin her emrine uyduğu nefsidir. Yani kendisi… İnsanın en büyük düşmanı yine kendidir
İnsan ruhu bedene girince maddi olarak perdelenmiş olur ki buna zulmânî perde de denir. Bu perde, kişinin kendini, nefsinin isteklerine köle haline getirmesiyle kalınlaşır da kalınlaşır. İşte kul mücahede (seyr u süluk) sayesinde kendi kendine oluşturduğu bu perdeleri kaldırabilir. Farz ibadetlerin yanısıra yapılan nafile ibadetler sayesinde bu zulmanî perdeleri zamanla inceltilir ve en son nurani perdelere döndürülür. Gaye kalbin temizlenmesidir. Bütün bunlar yani zulmanî perdelerin kalkması sonucu kul rabbini tanımaya başlar ve ihsan hali yani Hakk’ı görüyormuş gibi ibadet etme şuuru gerçekleşir
Kul ile Allah arasında yetmiş bin perde olduğu bildirilir. Bu perdelerin tamamı kula aittir. Zira hiçbir perde Allah’ı perdeleyemez. Hem fânî ne ki, Bâkî olanı perdelesin! Bilakis perde insanın gözündedir. Kul ibadet ve taatıyla bu perdeleri birer birer kaldırabilir. Dolayısıyla perdeler kişinin idrakinden kalkar. Allah’ın gözlerden saklı olması ise zuhurunun şiddetinden ve nurunun azametindendir.
İmam Tehânevî perdelerin zulmânî ve nûrânî olarak ikiye ayrıldığını; zulmânî perdelerin bedenin zulmetinden, nûrânî perdelerin ise ruhun nurundan kaynaklandığını söyler. Yine Tehânevî, nefsin perdesini şehvet ve lezzet, kalbin perdesini Hakk’ı düşünmekten uzak kalmak ve aklın perdesini ise kendine has manalarla oyalanmak olduğunu söyler.
Derviş seyr u süluk denen kalp ayağı ile Hakk’a doğru yol kat ettikçe anlayışı ve idraki artar ve eşyaya farklı gözle bakar hale gelir. Gözlerindeki perdeler tek tek kalkar ve her perdenin kalkması ile hakikate biraz daha yaklaşır. Yankı kesilmedikçe hakiki sesin mecrası anlaşılamaz.
Kişilerin perdeleri Hakk’a olan yakınlıklarıyla doğru orantılıdır. Kimine nefsi perde olurken kimine de yaptığı ibadet perde olabilir. Bu sebeple her an kalbin kontrol edilmesi ve gerekiyorsa niyetin düzeltmesi gerekir. Mesela çokça ibadet eden bir kişi, yaptığı ibadetleri kendinden biliyor ve bu ibadeti sebebiyle Hakk’a yakınlaşacağını düşünüyorsa, yaptığı ibadet bilakis Hakk ile arasında perde olur. Kişi kalbindeki putları yıkarken yeni put dikmemeye dikkat etmelidir. Şeytanın nereden yaklaşacağı belli olmaz.
Kalbin içinde de perdeler vardır ve bunlar ise çeşitli suretlerden ibaret olup, hakikatin görülmesine mani olur. Kısacası perde; âşık ile mâşuk arasındaki her türlü engeldir. O halde gelin Serî Sakatî hazretlerinin duasına âmin diyelim: “Allah’ım! Eğer bana bir şeyle azap edeceksen, hicap zilleti ile azap etme.”
Cüneyd-i Bağdadi hazretleri kişinin kendi nefsine, insanlara ve dünyaya güvenmesini halkın perdesi, yaptığı ibadetlere ve keramete güvenmesini ise seçkin kulların perdesi olduğunu söyler.
Kulun Allah’ı tanımasına engel olan her şey perdedir ve perde ise kalbi katılaştırır ve zamanla karartır. Perdelerin en büyüğü kişinin her emrine uyduğu nefsidir. Yani kendisi… İnsanın en büyük düşmanı yine kendidir
İnsan ruhu bedene girince maddi olarak perdelenmiş olur ki buna zulmânî perde de denir. Bu perde, kişinin kendini, nefsinin isteklerine köle haline getirmesiyle kalınlaşır da kalınlaşır. İşte kul mücahede (seyr u süluk) sayesinde kendi kendine oluşturduğu bu perdeleri kaldırabilir. Farz ibadetlerin yanısıra yapılan nafile ibadetler sayesinde bu zulmanî perdeleri zamanla inceltilir ve en son nurani perdelere döndürülür. Gaye kalbin temizlenmesidir. Bütün bunlar yani zulmanî perdelerin kalkması sonucu kul rabbini tanımaya başlar ve ihsan hali yani Hakk’ı görüyormuş gibi ibadet etme şuuru gerçekleşir
Kul ile Allah arasında yetmiş bin perde olduğu bildirilir. Bu perdelerin tamamı kula aittir. Zira hiçbir perde Allah’ı perdeleyemez. Hem fânî ne ki, Bâkî olanı perdelesin! Bilakis perde insanın gözündedir. Kul ibadet ve taatıyla bu perdeleri birer birer kaldırabilir. Dolayısıyla perdeler kişinin idrakinden kalkar. Allah’ın gözlerden saklı olması ise zuhurunun şiddetinden ve nurunun azametindendir.
İmam Tehânevî perdelerin zulmânî ve nûrânî olarak ikiye ayrıldığını; zulmânî perdelerin bedenin zulmetinden, nûrânî perdelerin ise ruhun nurundan kaynaklandığını söyler. Yine Tehânevî, nefsin perdesini şehvet ve lezzet, kalbin perdesini Hakk’ı düşünmekten uzak kalmak ve aklın perdesini ise kendine has manalarla oyalanmak olduğunu söyler.
Derviş seyr u süluk denen kalp ayağı ile Hakk’a doğru yol kat ettikçe anlayışı ve idraki artar ve eşyaya farklı gözle bakar hale gelir. Gözlerindeki perdeler tek tek kalkar ve her perdenin kalkması ile hakikate biraz daha yaklaşır. Yankı kesilmedikçe hakiki sesin mecrası anlaşılamaz.
Kişilerin perdeleri Hakk’a olan yakınlıklarıyla doğru orantılıdır. Kimine nefsi perde olurken kimine de yaptığı ibadet perde olabilir. Bu sebeple her an kalbin kontrol edilmesi ve gerekiyorsa niyetin düzeltmesi gerekir. Mesela çokça ibadet eden bir kişi, yaptığı ibadetleri kendinden biliyor ve bu ibadeti sebebiyle Hakk’a yakınlaşacağını düşünüyorsa, yaptığı ibadet bilakis Hakk ile arasında perde olur. Kişi kalbindeki putları yıkarken yeni put dikmemeye dikkat etmelidir. Şeytanın nereden yaklaşacağı belli olmaz.
Kalbin içinde de perdeler vardır ve bunlar ise çeşitli suretlerden ibaret olup, hakikatin görülmesine mani olur. Kısacası perde; âşık ile mâşuk arasındaki her türlü engeldir. O halde gelin Serî Sakatî hazretlerinin duasına âmin diyelim: “Allah’ım! Eğer bana bir şeyle azap edeceksen, hicap zilleti ile azap etme.”