GERMO
Engellendi
- Katılım
- 25 Eki 2018
- Mesajlar
- 1,243
- Tepkime puanı
- 9
- Puanları
- 0
Hiyerogliflerde Uçan Araçlar ve HZ .SÜLEYMAN
Hz. Süleyman Kur’an’da isminden çokça bahsedilen bir peygamberdir. Büyük dünya nimetlerine mazhar olmuştur. Dillere destan muazzam bir saltanatın sahibidir. Kuş dilini bilirdi. Rüzgâr emrine âmâde idi ve istediği yere çok kısa zamanda gider, gelirdi. İnsanlar, cinler ve kuşlardan müteşekkil orduları vardı. Cinler itirazsız hizmetini görür ve emrinden dışarı çıkmazlardı.
Hz. Süleyman, Davud’un oğludur ve babasına malda değil saltanat ve nübüvvette varis olmuştur. (Neml suresi 27/16) Et-Taberi’nin “Tarih II. s.573”. es-Salebi’nin “Arais s.26o ve İbnu’l Esir’in el-Kâmil, s.229 isimli kitablarında söylendiğine göre Melik Süleyman beyaz tenli, iri gövdeli, nur yüzlü bir zat olup tüy ve kılları çoktu. Beyaz elbise giyerdi.
Ehl – i Kitab, Hz. Süleyman’ı peygamber olarak tanımaz. Kendisinden Kitab – ı Mukaddes’de daima “kral” olarak bahsedilir. (I. Krallar, 10/23, 11/1) Kur’an-ı Kerim ise Süleyman A.S’ı vahye mazhar peygamberler arasında sayar (Nisa 4/163), kendisine bahş- edilen nimetlerden bazılarını sayar. Bunlardan biri kuşların, hayvanların ve haşeratın dilini bilmesidir. (Neml 16) Nebatların dilini de bildiği söylenmiştir. Tevrat’da Süleyman’ın ağaçlar, otlar ve balıkların da dilini bildiğine dair ayet vardır. (I.Krallar, 4/33) Uzaklardaki en ufak şeylere nüfuz edecek kadar yüksek his ve idrake sahipti.
Acaba elinde bir radar veya daha teferruatlı bir alet mi vardı ?
Cenab – ı Hakk Enbiya 21suresinin 81 nci ayetinde şöyle buyurur : “ Bereketli kıldığımız yere doğru Süleyman’ın emriyle esen şiddetli rüzgârı, onun buyruğuna verdik.” Başka bir ayet (Sebe, 34/12) bu rüzgârın Süleyman’ı sabahtan öğleye ve öğleden akşama kadar ki zaman içerisinde mutad yürüyüşle birer aylık mesafeye takriben 900 km götürdüğünü beyan eder.
Acaba Hz. Süleyman’ı rüzgâr gibi götüren şey bir uçak veya benzeri bir araç mıydı ?
Et-Taberi’nin (Tarih II, s.574) ve İbn Kesir’in ( el-Biyade II s.27)) yazdıklarına göre Hz.Süleyman’ın ahşaptan mamul bir bisat’ı vardı. Bisat döşeme, halı, kilim demektir. Bir gezinti, bir sefer, bir kral veya düşmanla savaşmak gerektiğinde, lazım olan her şey bunun üzerine yüklenirdi. Bu öyle geniş bir döşeme idi ki bütün evler, köşkler, çadırlar, mallar, malzemeler, atlar, develer, ağırlıklar, insanlar ve cinler buna yüklenebilirdi. Yükleme işi bitince rüzgâra emreder, o da, döşemenin altına girer ve onu havaya kaldırırdı. Belli bir yüksekliğe çıktıktan sonra, tatlı ve yumuşak esen rüzgâr onu alır götürürdü.
Et-Taberi (Tefsir XIX, s.141), es-Salebi (Arais, s.261), el-Beğavi (Tefsir IV, s.248), ez-Zemahşeri (Tefsir III, s.354) gibi tefsir kaynakları bir de, 1x1 fersah ebadında altın ve ibrişimden şeytanlarca dokunmuş bir halıdan bahsederler ki bu, Hz. Süleyman’ın havada bir yerden bir yere gitmesinde kullanılırdı. Bunun üzerine Hz.Süleyman’ın oturacağı altun bir minder yerleştirilirdi. Bu minderin sağına konan altın koltuklara peygamberler, soluna konan gümüş koltuklara da bilginler otururdu.
Bunların arkasında ise insanlar, cinler ve şeytanlar yerlerini alırdı.
Bu bilgileri bize İslâm yazarlarından Taberi “ Tarih “ ve İbn Kesir “el Bidaye “ isimli kitaplarında vermektedir.
Acaba bu bisat bir helikopter gibi yerden dikine havalanabilen, belli bir yüksekliğe ulaşınca da yan motorları çalışıp uzaklaşabilen büyük bir uzay gemisi mi idi ? Hz. Süleyman ve erkanının oturduğu yer ve oturuş şekli sizlere bir uçağın cock-piti’ni anımsatmıyor mu ? Acaba uzay yaratıkları insana benzemedikleri için mi cinler ve şeytanlar şeklinde ifade ediliyor ?
Yine söylentiye göre bu bisat değil bir taht’tı. Yine aynı kaynaklar bir ihtiyaç halinde Hz. Süleyman için 600 veya 600 000 tahtın kurulduğunu kaydederler.
Acaba 600 000 biraz abartmalı olsa da 600 adet uçan cisim olamaz mı ?
Kur’an – ı Kerim bazı cinlerin onun emrine verildiğini bildirir ki (Sebe, 34/12 - 13)
bunlar ona mescidler, timsaller, havuz büyüklüğünde çanaklar, sabit kazanlar yaparlardı. Türk din bilgini Elmalılı bu ayeti kerimeyi “ Hz. Süleyman son derece şefkatli, halkın huzurunu ön planda tutan ve düşünen fakir dostu bir kişi olduğundan, iri çanaklar, havuz büyüklüğünde yerinden kalkmaz çömlek, tencere ve kazan gibi kapları yaparak, kapalı mekânlarda kurulan büyük sofralarda halkı ağırlandı “ şeklinde yorumlamaktadır.
Timsâl canlı veya cansız bir şeyin aslına benzer biçimde yapılan herhangi bir suretidir.
Acaba timsâller robot olamaz mı ? Acaba Havuz büyüklüğünde çanaklar gemi inşa havuzları mı dır ? Sabit kazanlar tersaneler midir. ?
Vehb İbn Münebbih, Kabu’l – Ahbar ve daha başkalarının rivayetine göre Hz. Süleyman babası Davud A.S.nin yerine geçince, yargı sırasında oturmak için bir kürsü (taht) yapılmasını emretti ve kürsünün son derece güzel, yalancı şahidler veya haksız dava açmaya kalkanlara doğruyu söylettirecek şekilde hayretengiz olmasını, fildişinden mamul; inci, yakut ve diğer kıymetli taşlarla süslenmesini; altun hurma ağaçlarıyla donatılmasını istedi. Taht Hz. Süleyman’ın istediği gibi yapıldı. Hz. Süleyman kürsüye veya tahta çıkmak istediğinde ayağını ilk basamağa koyar koymaz kürsü ve ona bağlı şeyler süratli bir değirmen gibi dönerdi. Bu esnada tahdın süsü olan tavus ve kartallar kanatlarını çırparlar, aslanlar başlarını ve kuyruklarını sallarlardı. Manzarayı gören şahidler ve zanlılar irkilir ve sadece doğruyu söylerlerdi. Söylentiye göre (es-Salebi “Arais isimli kitabının 272-73.sahifelerinde, el-Kurtubi Tefsir isimli kitabının 202-203. sahifelerinde) kürsüyü döndüren altundan mamül bir ejderha idi ki, kürsü onun üzerinde dururdu.
Acaba bu kürsü son otuz kırk yılda icat edilmiş olan yalan makinesinin tarihteki ilk örneği mi idi ?
Acaba Hz. Süleyman’ın kürsüye çıkmak için ayağını bastığı basamak yürüyen merdivenin basamağı mı idi ?
Acaba kürsünün altındaki ejderha jet motoru mu idi ? Biliyorsunuz ki jet motoru çalışırken aynı ejderha gibi alev çıkartır.
Vehb İbn Münebbih’in anlattığına göre gökte geçen seyahatlarından birinde denizin tabanını merak etti. Dalgıçlarını çağırıp “ denize dalın ve bana dibinden haber getirin “ dedi. Dalgıçlar balıklardan haber getirdiler. O sırada deniz de dalgaların arasında bir kubbe gördü. Dalgıçlara emir verip getirtti. Kubbe sahile yanaşınca, ikişer kanatlı iki kapı açıldı ve içinden sütten daha beyaz giysili bir genç çıktı. İnsanlardan olduğunu söyledi. Bir süre sohbet ettiler.
Acaba denizin dibine dalan dalgıçlar özel giysili hava tüpleriyle donatılmış balık adamlar mıydı ?
Acaba dalgıçlar Jules Verne’nin “Deniz Altında 20 bin Kulaç “ isimli eserinde belirttiği “Natilüs” vari bir araca mı binerek dalmışlardı ? Yoksa bu araç Mösyö Custo’nun derin okyanus dalma aracına benzeyen bir denizaltı mı idi ?
Acaba Hz. Süleyman’ın sahilde gördüğü kubbe bir denizaltı mı idi ? Konuştuğu gencin “sütten beyaz giysisi “ bu günkü bahriyeli üniformasını ne kadar benziyor değil mi ?
Es-Salebi “Arais” isimli eserinin 271. sahifesinde “ 10 bin x 10 bin zira ebadında (1 zira = 90 cm) bin kubbeli, tabanı demirden daha sağlam, üstü sudan daha berrak, dışından içi, içinden dışı görünen, insanın arzu ettiği her şeyi ihtiva eden, Hz. Süleyman’ın havai seyahatlerinde kullandığı bir şehirden bahsetmektedir.
Acaba bu bir hava gemisi midir ?
İbn Kesir “el-Bidaye “ isimli eserinde ve es-Suyüti “ed-Dürru’l-Mensur” isimli eserinde Belkıs’ın anasının peri kızı olduğunu söylemiştir. Ebu Hureyre’den rivayet olunan bir hadise göre de Hazreti Muhammed’de (S.A.) bunu teyit etmiştir.
Acaba Belkıs’da mı uzaylıydı ?
Halkımız arasında “ ibibik “ veya “çavuş kuşu “ gibi isimlerle anılan “hüddüd” müslümanlarca mubarek tanılan bir kuştur. Hz. Muhammed (S.A.) avlanmasını ve öldürülmesini yasak etmiştir. Hüddüd Hz. Süleyman’a yakın olan bir kuştur. Yine havai seyahatlarından birinde bir öğle vakti Sana’ya varılır ve güzel bir yeşil sahada yemek ve namaz molası verilir. Bundan istifade hüddüd dünyanın uzunluğunu ve genişliğini görme niyetiyle havalanır. Tam Belkıs’ın bahçesinin üstünde uçarken adı “ Yafir “ olan başka bir Hüddüd’le karşılaşır. Yafir ona kim olduğunu sorar . Her iki hüddüd kendileri hakkında birbirlerine bilgi aktarırlar. Süleyman’ını hüddüdü geri dönerek gördüklerini, konuştuklarını Süleyman’a anlatır. Böylece Süleyman Belkis hakkında ilk bilgileri öğrenir.
Acaba hüddüd bir küçük uzay keşif aracı mı idi ? Bu gün deniz de ve havada karşılaşan iki yabancı gemi veya uçak dost mu düşman mı olduklarını birbirlerine telsiz veya mors işaretleri ile sormuyorlar mı ?
Belkıs ve Süleyman hüddüd aracılığı ile buluşmaya karar veriler. Ancak, Süleyman Belkıs gelmeden önce tahtının getirilmesini istedi. Allahın bir lütfu olarak taht çok kısa bir müddet içinde getirilip Hz. Süleyman’ın tahtının yanına kondu. (Kur’an: en-Neml (karınca) suresi 38 - 41. ayetler)
Tahtın nasıl geldiğini merak edenler çeşitli iddialar ortaya atmışlardır.
1- Yemen ülkesinde yere batan taht, arzın altından seyrederek geldi ve Süleyman’ın tahtının yanından çıktı.
2- Allah’ın emriyle melekler yüklenip getirdi,
3- Rüzgâr getirdi,
4- Allah’ın emri ile kendi kendine geldi,
5- Allah tahtı bulunduğu yerde yok etti, sonra Süleyman’ın meclisinde tekrar yarattı,
Yukarıda saydığım iddialar cahiliye devrinin Arabları’nın
“ IŞINLAMA “ denilen bir olayı bilmediklerini göstermiyor mu ?
Kur’an’nın Neml suresinin 41. ayetinde buyrulduğu gibi yanına gelmiş olan tahtın Belkıs tarafından tanınıp tanınmayacağını anlamak kasdıyla Süleyman adamlarına “ Onun tahtını değiştirip başkalaştırın “ emrini verdi. Belkis gelince “ Senin tahtın böyle miydi ? “ diye soruldu. Belkıs’da “Sanki bu, odur “ cevabını verdi. (Kur’an Neml 42.ayet)
Neml suresinin 40. ayetine göre Belkıs’ın tahtını “kitab ehli olan bir kişi” “ ben onu sen gözünü yumup açmadan getiririm “ diyerek getirmiştir. Bu kişiyi tesbite çalışan araştırmacılar bunun meleklerden mi, yoksa insanlardan mı olduğu konusunda, ismi ve kimliği üzerinde anlaşmazlığa düşmüşlerdir. Kimine göre bu kişi Cebrail a.s. idi. Hızır a.s. idi. Süleyman’ın veziri Âsaf idi.
Görüldüğü gibi Kur’anı Kerim ışınlama olayının varlığını teyid etmektedir.
Taberi, Salebi, Tabresi, Beğavi, Cevzi, Alusi gibi yazarların anlattığına göre gelen heyeti karşılamak için Hz.Süleyman’ın tahtının kurulacağı yerden başlamak kaydıyla 8 x 8 millik bir meydan hazırlandı. Yolun heyetin geçmesine mahsus kısmına kırmızı yakuttan sütunlar dikildi. Cinler ve insanlar çoluk çocuk meydanın sağ ve solunda yerlerini aldılar. Belkıs’ın tahtı 80 x 80 x 80 zira (1 zira= 90 cm) ebadında idi. Üst kısmında 70 odacık vardı. Her evin kapalı bir kapısı bulunuyordu.
Acaba bir hava alanı mı inşa edildi. Gelen hava aracının gece rahatlıkla inebilmesi için iniş pistine “kırmızı yakutlar” olarak nitelendirilen spot lambaları mı kondu ? Taht olarak nitelendirilen şeyin niçin üstünde odacıklar ve kapalı kapıları bulunsun ? Yoksa Taht bir hava aracı mıydı ? Odacıklar ve kapıları diye nitelendirilenler hava aracının pencereleri midir ?
İlginç değil mi ?
Bu gün burada anlattıklarımın doğruluğunu sadece Alemlerin RABBi olan ALLAH(.C.c) bilir. Ben sadece bir kapı açtım. Misalleri düşünmek isteyenlere...
Alıntıdır
Hz. Süleyman Kur’an’da isminden çokça bahsedilen bir peygamberdir. Büyük dünya nimetlerine mazhar olmuştur. Dillere destan muazzam bir saltanatın sahibidir. Kuş dilini bilirdi. Rüzgâr emrine âmâde idi ve istediği yere çok kısa zamanda gider, gelirdi. İnsanlar, cinler ve kuşlardan müteşekkil orduları vardı. Cinler itirazsız hizmetini görür ve emrinden dışarı çıkmazlardı.
Hz. Süleyman, Davud’un oğludur ve babasına malda değil saltanat ve nübüvvette varis olmuştur. (Neml suresi 27/16) Et-Taberi’nin “Tarih II. s.573”. es-Salebi’nin “Arais s.26o ve İbnu’l Esir’in el-Kâmil, s.229 isimli kitablarında söylendiğine göre Melik Süleyman beyaz tenli, iri gövdeli, nur yüzlü bir zat olup tüy ve kılları çoktu. Beyaz elbise giyerdi.
Ehl – i Kitab, Hz. Süleyman’ı peygamber olarak tanımaz. Kendisinden Kitab – ı Mukaddes’de daima “kral” olarak bahsedilir. (I. Krallar, 10/23, 11/1) Kur’an-ı Kerim ise Süleyman A.S’ı vahye mazhar peygamberler arasında sayar (Nisa 4/163), kendisine bahş- edilen nimetlerden bazılarını sayar. Bunlardan biri kuşların, hayvanların ve haşeratın dilini bilmesidir. (Neml 16) Nebatların dilini de bildiği söylenmiştir. Tevrat’da Süleyman’ın ağaçlar, otlar ve balıkların da dilini bildiğine dair ayet vardır. (I.Krallar, 4/33) Uzaklardaki en ufak şeylere nüfuz edecek kadar yüksek his ve idrake sahipti.
Acaba elinde bir radar veya daha teferruatlı bir alet mi vardı ?
Cenab – ı Hakk Enbiya 21suresinin 81 nci ayetinde şöyle buyurur : “ Bereketli kıldığımız yere doğru Süleyman’ın emriyle esen şiddetli rüzgârı, onun buyruğuna verdik.” Başka bir ayet (Sebe, 34/12) bu rüzgârın Süleyman’ı sabahtan öğleye ve öğleden akşama kadar ki zaman içerisinde mutad yürüyüşle birer aylık mesafeye takriben 900 km götürdüğünü beyan eder.
Acaba Hz. Süleyman’ı rüzgâr gibi götüren şey bir uçak veya benzeri bir araç mıydı ?
Et-Taberi’nin (Tarih II, s.574) ve İbn Kesir’in ( el-Biyade II s.27)) yazdıklarına göre Hz.Süleyman’ın ahşaptan mamul bir bisat’ı vardı. Bisat döşeme, halı, kilim demektir. Bir gezinti, bir sefer, bir kral veya düşmanla savaşmak gerektiğinde, lazım olan her şey bunun üzerine yüklenirdi. Bu öyle geniş bir döşeme idi ki bütün evler, köşkler, çadırlar, mallar, malzemeler, atlar, develer, ağırlıklar, insanlar ve cinler buna yüklenebilirdi. Yükleme işi bitince rüzgâra emreder, o da, döşemenin altına girer ve onu havaya kaldırırdı. Belli bir yüksekliğe çıktıktan sonra, tatlı ve yumuşak esen rüzgâr onu alır götürürdü.
Et-Taberi (Tefsir XIX, s.141), es-Salebi (Arais, s.261), el-Beğavi (Tefsir IV, s.248), ez-Zemahşeri (Tefsir III, s.354) gibi tefsir kaynakları bir de, 1x1 fersah ebadında altın ve ibrişimden şeytanlarca dokunmuş bir halıdan bahsederler ki bu, Hz. Süleyman’ın havada bir yerden bir yere gitmesinde kullanılırdı. Bunun üzerine Hz.Süleyman’ın oturacağı altun bir minder yerleştirilirdi. Bu minderin sağına konan altın koltuklara peygamberler, soluna konan gümüş koltuklara da bilginler otururdu.
Bunların arkasında ise insanlar, cinler ve şeytanlar yerlerini alırdı.
Bu bilgileri bize İslâm yazarlarından Taberi “ Tarih “ ve İbn Kesir “el Bidaye “ isimli kitaplarında vermektedir.
Acaba bu bisat bir helikopter gibi yerden dikine havalanabilen, belli bir yüksekliğe ulaşınca da yan motorları çalışıp uzaklaşabilen büyük bir uzay gemisi mi idi ? Hz. Süleyman ve erkanının oturduğu yer ve oturuş şekli sizlere bir uçağın cock-piti’ni anımsatmıyor mu ? Acaba uzay yaratıkları insana benzemedikleri için mi cinler ve şeytanlar şeklinde ifade ediliyor ?
Yine söylentiye göre bu bisat değil bir taht’tı. Yine aynı kaynaklar bir ihtiyaç halinde Hz. Süleyman için 600 veya 600 000 tahtın kurulduğunu kaydederler.
Acaba 600 000 biraz abartmalı olsa da 600 adet uçan cisim olamaz mı ?
Kur’an – ı Kerim bazı cinlerin onun emrine verildiğini bildirir ki (Sebe, 34/12 - 13)
bunlar ona mescidler, timsaller, havuz büyüklüğünde çanaklar, sabit kazanlar yaparlardı. Türk din bilgini Elmalılı bu ayeti kerimeyi “ Hz. Süleyman son derece şefkatli, halkın huzurunu ön planda tutan ve düşünen fakir dostu bir kişi olduğundan, iri çanaklar, havuz büyüklüğünde yerinden kalkmaz çömlek, tencere ve kazan gibi kapları yaparak, kapalı mekânlarda kurulan büyük sofralarda halkı ağırlandı “ şeklinde yorumlamaktadır.
Timsâl canlı veya cansız bir şeyin aslına benzer biçimde yapılan herhangi bir suretidir.
Acaba timsâller robot olamaz mı ? Acaba Havuz büyüklüğünde çanaklar gemi inşa havuzları mı dır ? Sabit kazanlar tersaneler midir. ?
Vehb İbn Münebbih, Kabu’l – Ahbar ve daha başkalarının rivayetine göre Hz. Süleyman babası Davud A.S.nin yerine geçince, yargı sırasında oturmak için bir kürsü (taht) yapılmasını emretti ve kürsünün son derece güzel, yalancı şahidler veya haksız dava açmaya kalkanlara doğruyu söylettirecek şekilde hayretengiz olmasını, fildişinden mamul; inci, yakut ve diğer kıymetli taşlarla süslenmesini; altun hurma ağaçlarıyla donatılmasını istedi. Taht Hz. Süleyman’ın istediği gibi yapıldı. Hz. Süleyman kürsüye veya tahta çıkmak istediğinde ayağını ilk basamağa koyar koymaz kürsü ve ona bağlı şeyler süratli bir değirmen gibi dönerdi. Bu esnada tahdın süsü olan tavus ve kartallar kanatlarını çırparlar, aslanlar başlarını ve kuyruklarını sallarlardı. Manzarayı gören şahidler ve zanlılar irkilir ve sadece doğruyu söylerlerdi. Söylentiye göre (es-Salebi “Arais isimli kitabının 272-73.sahifelerinde, el-Kurtubi Tefsir isimli kitabının 202-203. sahifelerinde) kürsüyü döndüren altundan mamül bir ejderha idi ki, kürsü onun üzerinde dururdu.
Acaba bu kürsü son otuz kırk yılda icat edilmiş olan yalan makinesinin tarihteki ilk örneği mi idi ?
Acaba Hz. Süleyman’ın kürsüye çıkmak için ayağını bastığı basamak yürüyen merdivenin basamağı mı idi ?
Acaba kürsünün altındaki ejderha jet motoru mu idi ? Biliyorsunuz ki jet motoru çalışırken aynı ejderha gibi alev çıkartır.
Vehb İbn Münebbih’in anlattığına göre gökte geçen seyahatlarından birinde denizin tabanını merak etti. Dalgıçlarını çağırıp “ denize dalın ve bana dibinden haber getirin “ dedi. Dalgıçlar balıklardan haber getirdiler. O sırada deniz de dalgaların arasında bir kubbe gördü. Dalgıçlara emir verip getirtti. Kubbe sahile yanaşınca, ikişer kanatlı iki kapı açıldı ve içinden sütten daha beyaz giysili bir genç çıktı. İnsanlardan olduğunu söyledi. Bir süre sohbet ettiler.
Acaba denizin dibine dalan dalgıçlar özel giysili hava tüpleriyle donatılmış balık adamlar mıydı ?
Acaba dalgıçlar Jules Verne’nin “Deniz Altında 20 bin Kulaç “ isimli eserinde belirttiği “Natilüs” vari bir araca mı binerek dalmışlardı ? Yoksa bu araç Mösyö Custo’nun derin okyanus dalma aracına benzeyen bir denizaltı mı idi ?
Acaba Hz. Süleyman’ın sahilde gördüğü kubbe bir denizaltı mı idi ? Konuştuğu gencin “sütten beyaz giysisi “ bu günkü bahriyeli üniformasını ne kadar benziyor değil mi ?
Es-Salebi “Arais” isimli eserinin 271. sahifesinde “ 10 bin x 10 bin zira ebadında (1 zira = 90 cm) bin kubbeli, tabanı demirden daha sağlam, üstü sudan daha berrak, dışından içi, içinden dışı görünen, insanın arzu ettiği her şeyi ihtiva eden, Hz. Süleyman’ın havai seyahatlerinde kullandığı bir şehirden bahsetmektedir.
Acaba bu bir hava gemisi midir ?
İbn Kesir “el-Bidaye “ isimli eserinde ve es-Suyüti “ed-Dürru’l-Mensur” isimli eserinde Belkıs’ın anasının peri kızı olduğunu söylemiştir. Ebu Hureyre’den rivayet olunan bir hadise göre de Hazreti Muhammed’de (S.A.) bunu teyit etmiştir.
Acaba Belkıs’da mı uzaylıydı ?
Halkımız arasında “ ibibik “ veya “çavuş kuşu “ gibi isimlerle anılan “hüddüd” müslümanlarca mubarek tanılan bir kuştur. Hz. Muhammed (S.A.) avlanmasını ve öldürülmesini yasak etmiştir. Hüddüd Hz. Süleyman’a yakın olan bir kuştur. Yine havai seyahatlarından birinde bir öğle vakti Sana’ya varılır ve güzel bir yeşil sahada yemek ve namaz molası verilir. Bundan istifade hüddüd dünyanın uzunluğunu ve genişliğini görme niyetiyle havalanır. Tam Belkıs’ın bahçesinin üstünde uçarken adı “ Yafir “ olan başka bir Hüddüd’le karşılaşır. Yafir ona kim olduğunu sorar . Her iki hüddüd kendileri hakkında birbirlerine bilgi aktarırlar. Süleyman’ını hüddüdü geri dönerek gördüklerini, konuştuklarını Süleyman’a anlatır. Böylece Süleyman Belkis hakkında ilk bilgileri öğrenir.
Acaba hüddüd bir küçük uzay keşif aracı mı idi ? Bu gün deniz de ve havada karşılaşan iki yabancı gemi veya uçak dost mu düşman mı olduklarını birbirlerine telsiz veya mors işaretleri ile sormuyorlar mı ?
Belkıs ve Süleyman hüddüd aracılığı ile buluşmaya karar veriler. Ancak, Süleyman Belkıs gelmeden önce tahtının getirilmesini istedi. Allahın bir lütfu olarak taht çok kısa bir müddet içinde getirilip Hz. Süleyman’ın tahtının yanına kondu. (Kur’an: en-Neml (karınca) suresi 38 - 41. ayetler)
Tahtın nasıl geldiğini merak edenler çeşitli iddialar ortaya atmışlardır.
1- Yemen ülkesinde yere batan taht, arzın altından seyrederek geldi ve Süleyman’ın tahtının yanından çıktı.
2- Allah’ın emriyle melekler yüklenip getirdi,
3- Rüzgâr getirdi,
4- Allah’ın emri ile kendi kendine geldi,
5- Allah tahtı bulunduğu yerde yok etti, sonra Süleyman’ın meclisinde tekrar yarattı,
Yukarıda saydığım iddialar cahiliye devrinin Arabları’nın
“ IŞINLAMA “ denilen bir olayı bilmediklerini göstermiyor mu ?
Kur’an’nın Neml suresinin 41. ayetinde buyrulduğu gibi yanına gelmiş olan tahtın Belkıs tarafından tanınıp tanınmayacağını anlamak kasdıyla Süleyman adamlarına “ Onun tahtını değiştirip başkalaştırın “ emrini verdi. Belkis gelince “ Senin tahtın böyle miydi ? “ diye soruldu. Belkıs’da “Sanki bu, odur “ cevabını verdi. (Kur’an Neml 42.ayet)
Neml suresinin 40. ayetine göre Belkıs’ın tahtını “kitab ehli olan bir kişi” “ ben onu sen gözünü yumup açmadan getiririm “ diyerek getirmiştir. Bu kişiyi tesbite çalışan araştırmacılar bunun meleklerden mi, yoksa insanlardan mı olduğu konusunda, ismi ve kimliği üzerinde anlaşmazlığa düşmüşlerdir. Kimine göre bu kişi Cebrail a.s. idi. Hızır a.s. idi. Süleyman’ın veziri Âsaf idi.
Görüldüğü gibi Kur’anı Kerim ışınlama olayının varlığını teyid etmektedir.
Taberi, Salebi, Tabresi, Beğavi, Cevzi, Alusi gibi yazarların anlattığına göre gelen heyeti karşılamak için Hz.Süleyman’ın tahtının kurulacağı yerden başlamak kaydıyla 8 x 8 millik bir meydan hazırlandı. Yolun heyetin geçmesine mahsus kısmına kırmızı yakuttan sütunlar dikildi. Cinler ve insanlar çoluk çocuk meydanın sağ ve solunda yerlerini aldılar. Belkıs’ın tahtı 80 x 80 x 80 zira (1 zira= 90 cm) ebadında idi. Üst kısmında 70 odacık vardı. Her evin kapalı bir kapısı bulunuyordu.
Acaba bir hava alanı mı inşa edildi. Gelen hava aracının gece rahatlıkla inebilmesi için iniş pistine “kırmızı yakutlar” olarak nitelendirilen spot lambaları mı kondu ? Taht olarak nitelendirilen şeyin niçin üstünde odacıklar ve kapalı kapıları bulunsun ? Yoksa Taht bir hava aracı mıydı ? Odacıklar ve kapıları diye nitelendirilenler hava aracının pencereleri midir ?
İlginç değil mi ?
Bu gün burada anlattıklarımın doğruluğunu sadece Alemlerin RABBi olan ALLAH(.C.c) bilir. Ben sadece bir kapı açtım. Misalleri düşünmek isteyenlere...
Alıntıdır
Son düzenleme: