Sahte ve orjinal sikkeleri.

nik

Süper Moderatör
Süper Moderatör
Katılım
22 Şub 2015
Mesajlar
2,364
Tepkime puanı
1,353
Puanları
17
Yaş
64
Dinar, Quinar, Sesterz ve Altın-Asse’nin ortaya çıkışı

Roma İmparatorluğunun dört yüzyıldan fazla süre lider para birimi olan Dinar, İ.Ö. 211 yılında kullanıma girdi. Bu birim, başlangıçta büyük miktarlarda basıldı; bu basım için gerekli gümüş İ.Ö. 210 yılında Syrakus’un yağmalanmasından elde edilmiştir. Dinar on Asse’ye değer gelmektedir ve X değer sayısıyla nitelendirilmektedir. Ağırlığı 4,5 gr, değeri ise yetmiş iki Roma Poundudur.

Bununla beraber iki ayrı sikke birimi basılmıştır: Biri bir Dinar’ın yarısına eşit değerde olan ve V değer sayısıyla nitelendirilen Quinarius nummus, diğeri ise bir Dinar’ın dörtte birine eşit değerde olan ve IIS değer sayısı ile nitelendirilen Sesterz’dir. Tüm bu birimlerin ön yüzlerinde tanrıça Roma’nın miğferli başı görülebilmektedir. Arka yüzünde ise at binen Dioskur’lar (dostlar) resmedilmiştir (Regillus lacus savaşına sözde katılımları üzerine bir îma).

Dinar’ın şekli çok çeşitlidir; çünkü her bir sikke ustası sikkelere dilediği gibi şekil verebilmekteydi. Bu “Aile Sikkeleri”nin üzerinde çoğunlukla mitolojiden ve Roma tarihinden motiflerin yanı sıra sikke ustasının atalarının da motifleri bulunmaktadır. Julius Caesar İ.Ö. 44 yılında şubat ayı başında ölüm yıldönümünde Roma sikkesi üzerine resmedilen ilk kişidir. Caesar ölümüne kadarki dönemde kısa süre içinde büyük miktarda “kendi” sikkesini bastırmıştır. Sonraki dönemlerde Romalı politikacıların da portrelerinin resmedilmesi sıklık kazanmıştır, ilkin Konsüller sikkeleri diye adlandırılan (aile sikkeleri de denir) sikkeler üzerinde eşlerinin de resmedildiği görülmektedir.

Bronz-Asse’lerin basımları devam etmiştir. Bu sikke birimlerinin standart ağırlıkları 55 gram gelmekle beraber bu ağırlık çok geçmeden Roma Pound’unun on ikide birine denk gelecek şekilde 32 grama düşürülmüştür. O dönemde askerlerin ücretlerinin ödenmesinde kullanılan Asse, diğer para birimlerine göre daha fazla sayıda basılıyordu. Bu ödemelerde Asse oldukça önemli bir yere sahipti.

İlk Roma altın sikkeleri İ.Ö. 216 yılında basılmıştır. Bu sikkelerin birimleri Stater ve yarım stater olarak adlandırılıyordu ve her ikisi de Roma’da basılıyordu. Bu basımlarda sikkelerin ön yüzlerinde Dioskur’ların (dostlar) (muzaffer olanı simgeleyen) defne çelenkli başları resmedilmiştir. Arka yüzlerinde ise üç kişi görülmektedir: Bir Romalı, bir Italikalı ve dize çöken biri; iki tarafında da ayakta duranlar vardır, ve kendisi kılıçla bir domuzu tutar. Bu tasvirin altında ise “ROMA” yazısı vardır; çünkü ikinci Punya savaşı sırasında Kartacalı General Hannibal ilerlemeye devam ederken, Roma İtalyan müttefiki ile Hannibal’a karşı birlik oldu. Bu tasvir ayrıca Cannae Savaşı vaktinde yeni birliklerin silâhaltına çağrılmasıyla bir bağlantısı olan Roma Andı olarak da yorumlanabilir.

Bu birim İ.Ö. 213 yılında “altın -Asse” diye adlandırılan sikke türü ile değiştirilmiştir. Altın asse üç farklı değer katmanına sahiptir: XX değer işaretiyle 20, XXXX değer işaretiyle 40 ve ↓X değer işaretiyle de 60. tüm bu sikkelerin ön yüzlerinde miğferli, sakallı bir Mars başı, arka yüzlerinde ise yıldırım işareti üzerinde kanatlarını açmış bir kartal bulunmaktadır; kartal tasviri muhtemelen İ.Ö. 3. yüzyıldan beri Ptolemaios sikkeleri üzerine basılan kartal tasviri ile bağlantılıdır. Bunun yanında IV. Ptolemaios’un bu sikkeler için altın kullanımını hizmete sunduğu ve bu şekilde savaşta Kartacalıların yanında yer alan V. Philipp’in bu tavrına bir ceza vermek istediği sanılmaktadır.

Aynı dönemde çok miktarda, diğer bir gümüş sikke olan Victoriatus basılmıştır. Bu birimin Dinar sisteminden oldukça farklı olduğu ve başka bir standarda göre üretildiği görülmektedir. Önceki 52 Dinar, Quinar ve Sesterz’in analizleri sırasında % 96, 2± %1,09 oranlarında gümüş içerdikleri görülürken, Victoriat’larde bu değer %72 ve % 93 arasındadır. Erken dönem Victoriat’lar genellikle Sicilya’da ve güney İtalya’da bulunmuştur. Bu birimin 3,41 gram ağırlığında olduğu ve Dinar’ın 3/4'üne eşit olduğu tahmin edilmektedir. Roma sikke sistemi için değil, diğer başka bölgeler için kullanıldığı da sanılmaktadır. Bu sebeple hiçbir değer işareti yoktur; değeri, yapı maddesinin değeriyle belirlenmektedir.


 

nik

Süper Moderatör
Süper Moderatör
Katılım
22 Şub 2015
Mesajlar
2,364
Tepkime puanı
1,353
Puanları
17
Yaş
64
Ağırlık ve saflık derecesinin oluşumu

Sonraki kırk yılda Dinar, ağırlığını gitgide kaybetmiştir. Bunun nedeni ise bilinmemektedir. Fakat bu gelişim muhtemelen ikinci Punya savaşı sırasında sürekli devam eden gerginliğe bağlı olarak başlamıştır. Bu savaş sonucunda Roma devleti, halkına yaklaşık bir milyon Dinar borçlanmıştır. Bu borç Cn Manlius Vulso yönetiminde İ.Ö. 188 yılındaki Apameia Barışı’nın ganimeti elde edilene kadar 25 yıl boyunca geri ödenmemiştir. Bir Roma Pound’u 72 Dinar etmektedir; bu değer zamanla 84 Dinara dönüşmüştür. Sonraki on yılda Dinar’ın ağırlığı sabit kalmıştır.

Dinar’ın gümüş içeriği Roma İmparatorluğu döneminde, ayrıca Marcus Antonius’un geç dönem basımlarında, özellikle İ.Ö. 32/31 yıllarındaki daha geç dönemde Aktium Savaşı’ndan hemen önce ağır “lejyoner” basımlarda % 90, hatta % 95 etmekteydi. Söylentilere göre ihtiyaç duyulan gümüş de Cleopatra tarafından hizmete sunulmuştur.


Bronz sikkelere bağlı olarak gümüş sikkelerin oluşumu

İ.Ö. yaklaşık 140 yılında -kesin tarih bilinmemektedir- Dinar’ın değeri on altı Asse olarak belirlenmiştir. Bu da dinarın ön yüzünde XVI olarak işaretlenmiştir. Bu yazı ilk olarak Dinar üzerinde sikke ustası işareti olan İ.Ö. 141 yılına tarihlenen L.IULI (Crawford 224/1) ile birlikte görülmüştür. XVI işareti kısa bir süre sonra Roma rakamı olan ve 10 rakamına denk gelen X ile değiştirilmiştir. X’in ortasından genellikle XVI işaretinin monogramı olarak yorumlanan yatay bir çizgi geçmektedir. Bir Dinar’ın değer değişiminin, ağırlıkların düşmesiyle -“eski” Asse talep edilmesi ve “yeni” Asse’nin ağırlığının düşürülmesi nedeniyle- gelişim gösteren şartların bilinmesi anlamına geldiği düşünülmektedir. Bu sebeple bir Quinar’ın değeri sekiz Asse, bir Sesterz’in değeri de dört Asse etmektedir. Dinarlar ve Asse’ler arasındaki etkileşim ileriki yüzyıllarda da devam etmiştir. Victoriat da İ.Ö. 2. yüzyılda hala tedavüldeydi. Victoriat’lar sonraki dönemlerde Gallia Cisalpina gibi bölgelerde de kullanılabilir durumdaydı.


Altın sikkelerin oluşumu

60, 40 ve 20 Altın Asse sikkelerinin basımı çok fazla yapılmamıştır. Önceleri altın sikkeler sadece yardım amacıyla kullanılmış sikkelerdir. İ.Ö. 83 yılında Altın Asse’ler Aureus ile değiştirilmiştir. Bu sikke birimi Roma İmparatorluğu’nun son dönemlerinde daha fazla değer kazanmıştır ve Roma sikkelerinin içinde oldukça önemli bir yer kazanmıştır. Dinar’ların üzerinde olduğu gibi Aurei’nin de ön yüzünde tanrı resimleri resmedilmiştir. Arka yüzünde ise sikke ustasına bağlı olarak Roma ordusunun farklı zaferlerinin anlatıldığı çeşitli motifler görülebilmektedir.

Sezar ve İmparatorluk Dönemi

Sezar ve Augustus yönetiminde kapsamlı bir Sikke reformu uygulanmıştır. Bu reform şu şekildedir:

1 Aureus [Altın] eşittir 25 Dinar [Gümüş]
1 Denarius eşittir 4 Sesterz [Messing]
1 Sesterz eşittir 2 Dupondius [Bronz, daha sonra pirinç]
1 Dupondius eşittir 2 As [Kupfer]
1 As eşittir 2 Semis [Bakır/Bronz]
1 Semis eşittir 2 Quadrant [Bakır]

Değer şeması şu şekilde de gösterilebilir: 1 Aureus = 25 Dinar = 100 Sesterz = 200 Dupondius = 400 Asse = 800 Semis = 1.600
 

nik

Süper Moderatör
Süper Moderatör
Katılım
22 Şub 2015
Mesajlar
2,364
Tepkime puanı
1,353
Puanları
17
Yaş
64
Quadrant

3. yüzyıla kadar yapımında hiç altın kullanılmayan, sadece gümüş kullanılan Sikke basımı büyük bir alanda yerel olarak yapılmaya devam ediliyordu. Mısırlıların uzun süre kendi para birimi sistemleri bulunmaktaydı (altın dışında). İmparatorluğun para sistemi şeması yaklaşık iki yüzyıl boyu geçerli olmuş, 220’li yıllarda ortaya çıkan ve 270 yılından beri hızla ilerleyen enflasyondan beri de oldukça gereklilik kazanan çok sayıda başka sikke reformuna hizmet etmiştir. Erken ve geç imparatorluk döneminin çoğu Sikke’sinin ön yüzünde imparatorun portresi genellikle “Imperator Caesar (İsim) Augustus Pontifex Maximus - tribunicia potestate (Yıl) Consul (Yıl) Pater patriae” yazıtı ile (bazen farklı kısaltmalarıyla) birlikte resmedilmiştir. O dönemki görevleri tanımlayan yıl rakamları, bir Sikke’nin ve aynı zamanda bir arkeolojik buluntunun tarihlenmesi için en önemli yardım malzemesidir. Tüm Sikke’lerin açık bir şekilde tarihlendirmesi yapılamamaktadır (özellikle tribunicia potestas ile ilgili eksik bilgi olduğunda). İmparator Claudius yönetiminde ilk kez Sikke’lere aile fertlerinin de darp edildiği görülmektedir. Sikke’nin arka kısmında ise çok çeşitli tasvirler bulunmaktadır: Tanrılar, kişileştirilmiş ülkeler, nehirler ya da şehirler, hatta savaşla ya da politikayla ilgili başarıların yanı sıra dönemin imparatoru tarafından yapılan inşa projelerini anlatan resimler. Caracalla yönetiminde özel büyüklükte gümüş bir Sikke olan Antoninian çıkarılmıştır. Decius döneminde de kısa bir süre büyük bronz Sikke kullanılmıştır.

Roma sikkeleri imparatorlar yönetiminde giderek yürürlükten kalkmıştır; Sikke’lerle ilgili kalpazanlıklar ilk olarak Nero ile ortaya çıkmış ve Severern’den itibaren de bu süreç hızlanmıştır. Örneğin gümüş Sikke’ler 3. yüzyıl ortasında sadece 1/20 oranında gümüş içeriyordu. Kanlı bir ayaklanmadan sonra imparator Aurelian 270 yıllarında yeni bir Sikke reformu oluşturmaya çalışmıştır. Fakat bu girişim başarısız olmuştur ve bazı araştırmacılar tarafından da sonraki yıllarda gitgide artan enflasyonun sebebi olarak görülmektedir. Diokletian yönetiminde yeni bir sikke reformuna ilişkin uğraşılar artmaya başlamıştır. Böylece saf gümüş dinarlar ve bir kısmı gümüş olan yeni bir bronz Sikke olan Follis dökülmüştür. Büyük Konstantin 4. yüzyılın başında bir dizi yeni sikke çıkarmıştır: büyük bir altın sikke (Solidus), küçük bir gümüş Sikke (Siliqua) ve bir bakır Sikke (Centenionalis). Solidus başarı göstermiş ve yüzyıllarca istikrarını sürdürmüştür. Geç antik dönemde de Roma para birimi sisteminin temelini oluşturmuştur.

Erken ve geç imparatorluk döneminde sadece Roma ve Lugdunum Sikke yerleriydi. Taşralarda imparatorluğa ait daha küçük Sikke yerleri kısa bir dönem var olmuştur (burada değinildiği gibi söz konusu olan her bir şehre ait bakır ve bronz Sikke dökümleridir, özellikle doğu bölgelerde). Barbarların yağmaları ve imparatorlukta yaşanan krizler nedeniyle Sikke’lerin taşralara taşınması zamanla daha da tehlikeli olmaya başladığı için ilk olarak 3. yüzyılda Sikke basımı merkezileştirilmeye başlanmıştır. Bu gelişmeye paralel olarak sanatsal kalite ve Sikke basımında detaylara verilen önem de gitgide azalmıştır. Bu durum 4. yüzyılda izlenen bu gelişmelerden sonra 5. yüzyıldan itibaren damga yapımcılarının sanatsal yöndeki eksikliklerine bağlanmıştır. 5. ve 6. yüzyılda geç Roma sikke dökümü yavaş yavaş geleneksel motifleri koruyan erken ortaçağ (batıda), örn. Bizans (doğuda) Sikke döküm şekline dönüşmüştür.

Ostrom

Doğu Roma (Bizans) Sikke’leri 5. yüzyıl içinde (Batı) Roma imparatorluk örneklerinden ayrışmaya başlamıştır. 6. yüzyılda da çok sayıda Sikke resmi ve birimleri (özellikle Solidus) yaygın olarak uzun süre kullanılmış olsa da imparator Anastasios 498 yılında Nümizmatikçilerin Bizans Sikke tarihinin “başlangıcı” olarak değerlendirdikleri yeni bakır Sikke’leri çıkarmıştır. Buna rağmen döküm resimleri zamanla değişimlere uğramıştır. Portrelerin sanatsal anlamda nitelikleri Justinian’dan sonra azalmış ve arka yüzlerinde tarihsel olaylara ilişkin betimlemeler de neredeyse hiç yapılmamıştır, aksine imparator için övgüsel betimlemeler görülmüştür. Herakleios’un Pers savaşıyla birlikte basımı yapılan ve Deus adiuta Romanis ("Tanrım, Romalılara yardım et") yazısını taşıyan, 615 yılında çıkarılan gümüş Sikke Hexagram oldukça önemlidir. Bu yazı, resmi dil olarak genellikle Yunancanın kullanıldığı Ostrom’daki en yeni Latince Sikke yazısıdır. Bir diğer ilginç sikke türü de 11. yüzyıldan beri basımı yapılan, anahtar formundaki kemer şeklinde kabartılmış Scyphaten’dir. İslam dünyasının sikkeleri kısmen doğu Roma-Bizans ve Sasani örneklerinin etkisinde kalmıştır. Bu Dinarların (Latince Denarius) en eskileri 7. yüzyılda basılmıştır. Ayrıca 13. yüzyıldaki Moğol istilası ön Asya Sikke geleneğini de beraberinde getirmiştir. İlk olarak Türkiye’nin ve İran’ın çıkışıyla birlikte bu bölgede yeniden Sikke basımına başlanmıştır.

Almanya’ya Yayılım

Kavimler göçü zamanı germen İmparatorlukları 6. yüzyıla kadar, batı ve doğu Roma örneklerinden esinlenen ve dönemin imparatorlarının portrelerini resmeden ve şanın bir göstergesi olan Sikke basımları yapmışlardır.


Bilinen Tüm Roma Sikke Türlerinin Listesi

Altın Sikkeler

Yarım Stater (İ.Ö. 215)
Stater (İ.Ö. 215)
20 Altın-Asse (İ.Ö. 3. yüzyılın sonu)
40 Altın-Asse (İ.Ö. 3. yüzyılın sonu)
60 Altın-Asse (İ.Ö. 3. yüzyılın sonu)
Aureus (İ.Ö. 100–324)
Quinarius aureus (İ.Ö. 45 324)
Semissis (230–600)
Solidus (307–1453)
Tremissis (307–500)
9 Siliquae ya da 1,5 Scripula (383-650)

Gümüş Sikkeler

Drachme (İ.Ö. 240- İ.Ö. 215)
Didrachme (İ.Ö. 280- İ.Ö. 215)
Yarım Litra (İ.Ö. 235- İ.Ö. 230)
Litra (İ.Ö. 300- İ.Ö. 240)
Çift Litra (Dilitron) (İ.Ö. 275- İ.Ö. 240)
Quadrigatus (İ.Ö. 235– İ.Ö. 212)
Denarius (İ.Ö. 211–6. yüzyıl)
Serratus (İ.Ö. 150– İ.Ö. 50)
Quinarius nummus (İ.Ö. 211– İ.Ö. 500 (?))
Yarım Victoriatus (İ.Ö. 210- İ.Ö. 100)
Victoriatus (İ.Ö. 210– İ.Ö. 100)
Çift Victoriatus (İ.Ö. 210- İ.Ö. 100)
Antoninian (214–294) (274 Aurelianus olarak?)
Argenteus (294–320)
Miliarense (320–620)
Siliqua (320–7. yüzyıl)

Bronz-, Bakır- ve Messing Sikkeleri

As (İ.Ö. 300–270)
Dupondius (İ.Ö. 300–280)
Semis (İ.Ö. 300–6. yüzyıl (?))
Sesterz (İ.Ö. 300–293)
Triens (İ.Ö. 300– İ.Ö. 80)
Quadrans (İ.Ö. 300–200)
Sextans (İ.Ö. 300– İ.Ö. 90)
Uncia (İ.Ö. 300– İ.Ö. 100)
Semuncia (İ.Ö. 300– İ.Ö. 200)
Quartuncia (İ.Ö. 215)
Bes (İ.Ö. 130)
Tressis (İ.Ö. 260– İ.Ö. 210)
Quincussis (İ.Ö. 215)
Decussis (İ.Ö. 215)
Dextans (İ.Ö. 210)
Dodrans (İ.Ö. 125)
Quincunx (İ.Ö. 250– İ.Ö. 200)
Follis (294–346)
Centenionalis (340–?)
Maiorina (346–395)

 

nik

Süper Moderatör
Süper Moderatör
Katılım
22 Şub 2015
Mesajlar
2,364
Tepkime puanı
1,353
Puanları
17
Yaş
64


Osmanlı’da Para (Akçe)

Akçe, Osmanlı Devletinin ilk zamanlarından itibaren bastırılan ve kullanılan gümüş para birimine verilen addır. İlk Osmanlı sikkesi gümüşten imal edildiği için Ak (beyaz, temiz, parlak) para anlamında akçe denildi. İlk zamanlar “gümüş para” anlamında kullanılan akçe on beşinci yüzyıldan sonra Osmanlı parası karşılığı olarak kullanıldı. Osmanlı para birimi olan “Akçe-i Osman” adıyla kullanıldığı gibi, padişahların zamanlarına göre değişik isimler aldı. Akçe, Osmanlılara mahsus olup, paranın Selçuklu ve diğer İslam devletlerinin paralarıyla ilgisi yoktur. İlk akçe doksan ayar gümüşten olup, altı kırat 1,154 gram ağırlığındaydı. Zamanla ayarı düşük ve değişik ağırlıkta akçeler de basıldı. Özel olarak bir yüzünde “La ilahe illallah Muhammedün resûlullah” ibaresiyle bu ibarenin dört tarafında Peygamber efendimizin dört halifesinin ismi, diğer yüzünde de parayı bastıran padişahın ismi, basılış yeri, tarihî ve Osmanlıların mensubu oldukları Kayı boyunun damgası bulunmaktaydı. On beşinci yüzyıldan itibaren para anlamında kullanılan Akçe’ye; “Lala Yürgûç Akçesi”, “Avariz Akçesi”, “Geçer Akçe”, “Kalp Akçe” gibi çeşitli adlar verildi. Ayrıca değer düşüşü neticesinde; “Zilyûf Akçe”, “Kirpik Akçe”, “Kızıl Akçe”, “Çil Akçe” adlarını da aldı. “Çürük Akçe” deyimi ile kullanılan para ise bakır sikkeyi ifade etmektedir.

Osmanlı Devleti’nin kuruluş yıllarında Selçuklular veya diğer devletler tarafından bastırılan çeşitli paralar kullanılırdı. İlk Osmanlı sikkesini Osman Gazi bastırdı. Bu gümüş para, 15 mm. çapında ve 0,68 gr. ağırlığındadır. Basıldığı yer ve tarihi belirli olmayan bu paranın ön yüzünde “Darebe Osman bin Ertuğrul” ibaresi bulunuyordu. En eski Osmanlı Akçe’si, ikinci Osmanlı padişahı Orhan Gazi tarafından bastırılmıştır. Orhan Gazi devrine ait en eski akçe 1327 (H.727) tarihînde Bursa’da bastırıldı. Bu Osmanlı Akçe’sinin bir tarafında “La ilahe illallah Muhammedün resûlullah” ibaresi yer alır. İbarenin etrafında; Ebû Bekr, Ömer, Osman, Ali’nin (r.anh) isimleri vardır. Arka yüzdeyse, Orhan bin Osman ve basıldığı yeri gösteren Bursa ismi, altında ise Orhan Gazi’nin beyliğe geçişinin üçüncü senesini işaret eden siyakat rakamı ile üç sayısı ve kenarlarında da paranın basıldığı yıl 727 ile Osmanlıların mensubu oldukları Kayı boyunun damgası vardır.

Orhan Bey vaktinde, tarihsiz ve üzerindeki yazılar geometrik motiflerden oluşan bir çerçeve içine alınmış İlhanlı paralarına benzer paralar da basılmıştır. Çerçevesiz olup üzerinde, “Orhan halledallahü mülkehû” ibaresi yazılı akçeler daha sadedir. Basıldığı yer ve tarih belirli olmayan bu akçeler Orhan Gazi’nin beyliğin idaresini ele aldığı ilk senelere ait olmalıdır. Orhan Gazi’den sonra Sultan Murâd Hüdâvendigâr vaktinde gümüş akçeler bastırıldığı gibi, üzerlerinde basılış yeri bulunmayan pul, fels ve mangır özelliğinde bakır paralar da basılmıştır.

Yıldırım Bâyezîd vaktinde basılan gümüş ve bakır paralar üzerinde darb yeri yoksa da, tarih bulunmaktaydı. Basılan bu gümüş paraların ayarı % 90 idi. Bu padişah vaktinde devletin altın parası bulunmadığı için, Venediklilerin altın dukası kullanılıyordu. Bir Venedik dükası, kırk akçe değerindeydi.

Fetret devrinde Musa Çelebi, Edirne’de kendi adına para bastırmıştır. Yıldırım Bâyezîd’in büyük oğlu Süleyman Çelebi de kendi adına bastırdığı paranın üzerine tuğra koydurmuştur.

Çelebi Mehmed Han vaktinde Amasya, Ayaslug (Selçuk), Bursa, Edirne ve Serez şehirlerinde basılmış akçeler vardı. Timur Han’ın Osmanlılar üzerinde hâkimiyet kurmasından sonra, Çelebi Mehmed Han 1404 (H.806)’da Bursa’da bastırdığı paralara kendi adıyla birlikte Timur Han’ın da adını bastırmış ve hâkimiyetini tanımıştır. Vezin ve ayar yönünden diğer Osmanlı paralarıyla aynı olan bu paranın bir yüzünde “La ilahe illallah Muhammedün resûlullah, Duribe Bursa 806″, diğer yüzünde ise; “Demûr (Timur) Han Gürgân, Muhammed ibni Bâyezîd Han halledallahü mülkehû” yazılıydı. On sene sonra Osmanlı birliğini yeniden kurup, istiklâlini kazanınca paralardan Tîmûr Han’ın ismini kaldırıldı. Çelebi Mehmed’in zamanına kadar Osmanlı paralarına hiçbir lakap ve unvan yazılmadığı hâlde o, ilk defa “Sultan” ve “Han” unvanlarını kullanmıştır. Bastırdığı akçelerin üzerine “Sultân ibni Sultân Muhammed ibni Bâyezîd Han” ibaresini yazdırmıştır. Ayrıca “Halledallahü mülkehû” ibaresini kaldırıp, son Osmanlı paralarına kadar devam eden “Azze nasruhû” ibaresini koydurdu.

II. Murâd Han vaktinde da Edirne, Bursa, Ayaslug, Bolu, Engüriye (Ankara), Karahisar, Serez, Tire ve Amasya şehirlerinde akçe bastırıldı. Bursa’da bastırılan ve mangır adı verilen paranın üzerinde II. Murâd Han’ın isminin altında Osmanlıların Kayı boyundan geldiğini gösteren bir damga bulunmaktadır. Bu damga sadece Bursa ve Edirne’de basılan paralar üzerinde görülmektedir.

19. yüzyıla kadar Osmanlı Devleti’nde çoğu Avrupa ülkesinde olduğu gibi madeni para sistemi uygulanıyordu. Sistemde altın ve gümüş ihtiyacını gidermek için genelde bakırdan yapılmış paralar kullanılıyordu. Kâğıt paranın kullanımı batılı ülkelerde olduğu gibi 19. yüzyılda başlamaktadır. Genelde altın ve gümüş kullanıldığı için her iki madenin mümkün olduğunca savaşta kullanılması ve eşya olarak kullanılmamasını öngörüyordu. Bu yüzden ülkeye değerli maden girişi destekleniyor, çıkışı da yasaklanıyordu. Şahısların ellerinde ve sarayda bulunan altın ve gümüş eşyalar darphanelerde para basımında kullanılıyordu. Ulaşımın yetersiz ve riskli olması nedeniyle bazı bölgelerde darphane açılması gerekmişti. Dolayısıyla darphaneler başta İstanbul olmak üzere ülkenin önemli yerlerine yapılmıştı. Bir darphane açılmadan önce bölgede maden bulunup bulunmadığına ve bölgenin ihtiyaçlarını karşılayıp karşılamadığına bakılırdı. Bazı darphaneler sadece belirli bir parayı basardı. Mesela 16. yüzyılda Urfa'da faaliyet gösteren darphane yalnızca bakır para basardı. Darphaneler genelde emanet yöntemi ile emin adı verilen görevli kişiler tarafından idare ediliyordu. Darphanelere para basımı için getirilen altın ve gümüş maden ve eşya üzerinden darp hakkı diye nitelendirilen bir kesinti darphaneyi işleten kişinin gelirini oluşturuyordu. Altın ve gümüşü cari paraya çevirmek isteyen kişiler darphanede serbestçe para bastırabilirlerdi. Serbest darp hakkı darphane gelirlerinin sürekliliğini sağlıyordu. Paranın ayarından sahib-i ayar sorumlu idi. Kalb para basan sahibi ayar ağır cezaya çarptırılıyordu. Osmanlı devleti değerli maden hareketlerinin yaşandığı bir coğrafyada bulunuyordu. Gresham kanunu geçerliydi ve kötü para iyi parayı kovuyordu. Doğuda altın ve gümüş fiyatlarının yüksek olması sürekli olarak İran ve Hindistan'a kaçışa neden oluyordu. Alınan önlemlere rağmen altın ve gümüş kaçakçılığının engellenemiyordu. Ülkenin siyasi sınırları içerisinde de hareketlenme vardı. Mısır'da basılan altın paraların İstanbul'da basılan altın paralarla aynı ayarda olmayışı nedeniyle İstanbul'da altın para piyasadan çekilerek yerine Mısır altınları çıkarımaktaydı. Önlem olarak Mısır'da İstanbul ayarında altın para basılması isteniyordu.

16. yüzyılda Amerika ve Güney Afrika’da kıymetli maden yataklarının keşfedilmesinin ardından Avrupa ülkelerinde kıymetli maden hacmindeki artış ve gümüşün altın karşısında değer kaybetmesi yüzyılın ikinci yarısından itibaren Osmanlı’yı etkisi altına alacak ve Osmanlı yöneticilerini yeni arayışlar içine girmesine neden olacaktır. Dıştan gelen bu baskıyla birlikte artan nüfus oranında iç güvensizliğin de etkisiyle üretimde artış olmamıştır. Fiyat artışları, artan bürokratik harcamalar gibi bir kısım olumsuz gelişmeler ve yüzyılın sonunda yaşanan Avusturya ve İran savaşları sebebiyle de artan savaş harcamaları birbiri arkasını izleyen değer düşüşlerine sebep olmuştur. 16. yüzyılın en önemli para operasyonu olarak görülen ve daha sonra da devam edecek ayarlamaların başlangıcı olan 1584 yılı düzenlemesine göre 100 dirhem gümüşten kesilen akçenin miktarı 450 den 800'e, 1600 yılında yapılan bir ayarlama ile de 950'ye çıkarılmıştır. Osmanlı paralarının değer kaybetmesi sadece bu yüzyılın ikinci yarısında görülen bir durum değildir. Fakat bu zamana kadar paradaki değer kaybı uzun zamandır oldukça az oranda gerçekleşmişti. Yapılan hesaplamalara göre 1326 yılından 1740 yılına kadarki 414 yıllık sürede yıllık ortalama değer kaybı %0.24’dür. Osmanlı’da Osman Gazi’den Fatih'e kadar sadece gümüş paralar basılmıştır. Altın para olarak da Venedik dükası (filori, filorin) kullanılıyordu. Fatih 1479 yılında Sultani adlı ilk Osmanlı altın parasını basmıştır. Yalnızca iki değerli madenden yapılan bir para sistemi işliyordu. Bu yüzden altın ve gümüş fiyatları değiştikçe tedavülde bulunan sikkelerin fiyatları ya da kur farkları da değişiyordu. 1688 yılında ise para arzındaki yetersizlikten dolayı mankur basılmış, 1 mankurun 1 akçe üzerinden sonsuz ibra hakkı tanınması kalpazanlık faaliyetlerini hızlandırmış ve piyasaları alt üst etmiştir. Bu yüzden 1691 yılında mankur tedavülden kaldırılmıştır.

Ülke içinde muhtelif yabancı altın ve gümüş paralar yerli paralar ile birlikte piyasaya sürülüyordu. 17. yüzyılda osmani, şahi, pare, mangır, peniz, sikke-i hasene/şerifi adlı yerli paraların yanında sümün, zolata, babka, rub, yaldız/filori/efrenci, engürüs, esedi ve riyal adında yabancı paralar da piyasaya çıkarılıyordu.

Osmanlı Devleti’nde para bir finansman aracı olarak kullanılıyordu. Darphanelerde kıymetli madenlerden ve eski sikkelerden para basılarak hem para arzı artırılıyor hem de darb hakkı adıyla alınan para darphanelere gelir sağlıyordu. Tahta yeni çıkan padişah eski paraları tedavülden kaldırarak kendi adını vererek yeni bastırıyordu. Elinde eski para olan kişiler paralarını darphaneye getirerek yenisiyle değiştiriyorlardı. Ayrıca paranın ayarında oynama yapılarak sikkeler küçültülüyor, aradaki değer kaybı devlet tarafından bir finansman yöntemi olarak kabul ediliyordu. Tağşiş işlemi bütçe açıklarını kapatmak amacıyla devletin ek para basması anlamına da geliyordu. Çünkü yapılan yeni düzenleme ile hem tedavüle çıkarılacak para miktarı artıyor hem de devletin kullanabileceği yeni bir fon oluşuyordu. 1775 yılında pay ve gelir ortaklığı senetleri anlamına gelen esham uygulaması başlatılmıştır. Bu uygulama temsili paraya geçişin ilk habercisi olarak kabul edilir. Senetlerin vergiye tabi tutulmak üzere piyasaya çıkarılması serbestti. İlk kâğıt para 1840 yılında piyasaya çıkarılmıştır. Piyasaya sürülen banknotların değeri hızla kaybolur. Esnaf ve köylü halk demir para kullanmayı tercih eder. Kaime denilen kâğıt para ile madeni para arasında fiyat farkı oluşur. Osmanlı para biriminin dış paralar karşısında değeri düşer.

Kaime denemesi 1862 yılında son bulur. Sultan Abdulhamid dönemine gelinceye kadar kaime basımı yapılmaz. Osmanlı-Rus savaşının finansmanı dolayısıyla ikinci defa 1876-7'de kaime basılarak piyasaya sürülür. Bu kaimeler de kısa bir süre sonra piyasadan kaldırılır. Kâğıt para basma yetkisi kendisine devredilen Osmanlı Bankası I. Dünya Savaşı'na kadar sınırlı miktarda kâğıt para basar. 1915 yılında kaime üçünçü kez basılır. Bu kaimeler temsili para niteliğindedir. Çünkü altın karşılığı vardır ve ne zaman tedavülden kaldırılacağı bellidir. Ülkede istikrarlı bir para sistemi oluşturmak için 1844 yılında çıkarılan Kararnameye göre temel para birimleri olarak kuruş, 20 kuruş değerinde gümüş mecidiye ve 100 kuruş değerinde altın lira kabul edilir. Osmanlı parası ile yabancı paraların kur değerlerinde ise uzun bir dönem değişiklik gözlenmemektedir. Mesela bu tarihten I. Dünya Savaşı'na kadar İngiliz sterlini ile Osmanlı parası arasındaki değer eşitliği 1 İngiliz sterlininin 110 Osmanlı kuruşuna denk geldiği bir seviyede kalmıştır.

1873 yılından itibaren gümüşün dünya piyasalarında değer kaybetmeye başlaması Osmanlı Devleti'nde 1/16 altın-gümüş değer eşitliğini geçersiz kılar. Devletin gelirlerinin gümüş para, giderlerinin altın para üzerinden yapılması hazine kayıplarına yol açar. Bu yüzden mecidiye basımına son verilir. 1881 yılında para birimi olarak Osmanlı altın lirası kabul edilir. Ancak gümüş fiyatlarının düşüklüğü sebebiyle tedavüldeki gümüş paralar gerçek değerinin altında işleme tabi tutulur. 20 kuruş değerindeki mecidiyeler hazinece 19 kuruştan işleme tabi tutulur. Sarraflarda ise daha düşük düzeyden işlem görür. 20. yüzyılda kuruşun Osmanlı lirasına oranla üç değişik değeri ortaya çıkar.

Diğer taraftan değişik para birimlerinde çekilen darlık nedeniyle ufak paralar altın lira ve mecidiyeye oranlarından farklı oranlarda işlem görüyordu. Piyasaya yeterince ufaklık sürülememesi ve mahalli bazı darlıkların yaşanması da ufaklıkların değerini yükseltiyordu. Ticaret erbabı daima müşterilerine büyük para veriyor, halk ise alış veriş yapabilmek için elindeki parayı belirli bir komisyonla sarraflara bozdurmak zorunda kalıyordu. İktisadi faaliyetlere, yöreye ve mevsimlere göre de ufaklık ihtiyacı değişiklik gösteriyordu. Mesela Bursa'da yumurta ticareti bu tür paraların değerini yükseltiyordu. Hazinenin bir araştırmasına göre ülkenin değişik bölgelerinde altın ve gümüşün 88 çeşit raici bulunuyordu. Yörelere göre de halkın rağbet ettikleri paralar değişiklik gösteriyordu. Yabancı paralar da ülke içerisinde serbestçe kullanılıyordu. Para sisteminin karmaşıklığı sebebiyle sarraflık kurumu iyice yaygınlaşmıştı.

Para düzenini sağlamak amacıyla 1909 yılında kurulan komisyonun önerisi doğrultusunda 1916 yılında Tevhid-i Meskûkât Kanunu çıkarılır, 1 lira = 100 kuruş değer eşitliği benimsenir ve değer ölçüsü altın, para birimi kuruş kabul edilir. Ülkenin değişik yörelerindeki farklı para raiçleri kaldırlır. Ancak çıkarılan yasanın başarısı sınırlı kalır. Çünkü savaşla birlikte artan giderleri karşılamak için piyasaya sürülen kâğıt paralar madeni ve ufaklık paraların piyasadan çekilmesine sebep olur. 5 ve 20 kuruşluk olarak basılan kâğıt paralar da ufaklık sorununu çözmez. Aynı fonksiyonu görmesi için kısa bir süre sonra 1 ve 2,5 kuruşluk kâğıt ve aynı işlevi görecek 5 ve 10 paralık posta pulları çıkarılır. Bu durumda madeni paradan tamamen ayrılınmış kâğıt para sistemine geçilmiş olur. Cumhuriyet idaresi aynı sistemi devam ettirir.

 

nik

Süper Moderatör
Süper Moderatör
Katılım
22 Şub 2015
Mesajlar
2,364
Tepkime puanı
1,353
Puanları
17
Yaş
64
Darphane

9. yüzyıldan sonra Ortadoğu ve Anadolu'ya yerleşerek farklı devlet ve beylikler kuran Türkler, bu beyliklerin bazı kasabalarında demir para basımı yapmışlar ve para basılan bu mahallelere de "Darphane" adı vermişlerdir. 15. yüzyılın sonunda altın sultanini piyasaya çıkarılana kadar, Osmanlı sikkeleri yalnızca gümüş akçe ve bakır mangır idi. Akçe ya da akça temel para birimiydi. İlk akçeler Bursa, Edirne ve Marmara bölgelerinde üretildi ve basım yerleri belirtilmedi. Diğer Türkmen beyliklerinin sikkeleriyle birlikte piyasaya sürüldüler. Osmanlılar 15. yüzyılda Selçuklular ve İlhanlılardan esinlenerek, önemli ticaret merkezlerinde ve madenlerde çok sayıda darphane kurdular. Bu şekilde Osmanlının topraklarının yanı sıra akçenin tedavül alanı da genişlemiş oldu. 14'üncü yüzyıl sonlarında ve 15. yüzyıl başlarında akçe artık Bizans topraklarında ve Konstantinopolis'in içinde de kullanılmaktaydı. 15. yüzyılın son çeyreğinde, II. Mehmed'in 30 yıllık hükümdarlığı sırasında da 15 ayrı darphanede akçe basımı yapılıyordu. Darphanelerin üretim düzeyi kişilerin darphaneye getirdikleri veya devletin sağladığı değerli maden miktarına göre değişiyordu. Bu yüzden üretim düzeyleri büyük değişiklikler göstermekteydi. Ayrıca, bir padişah tahta çıktıktan sonra, devlet piyasadaki eski sikkelerin darphanelere getirilmesini ve yeni padişahın ismini taşıyan sikkelerle değiştirilmesini talep ediyordu. Bu işleme tecdid-i sikke (sikkelerin tazelenmesi) deniliyordu. Sayılarının çok olmasına rağmen merkezi devlet, darphaneleri yakından denetliyordu. Büyük kent merkezlerindeki darphaneler, genel olarak emanet sistemiyle devlet tarafından işletilmekte ve birer devlet memuru olan eminler tarafından yönetilmekteydi. Sahib-i ayar adı verilen bir görevli de teknik işlerden ve sikkelerin ayar ve ağırlıklarının devletin koyduğu standartlara uygunluğunun kontrolünden sorumluydu. Darphanelerin işleyişleri ve hesap defterleri devlet tarafından görevlendirilmiş yerel kadılar aracılığıyla da denetlemekteydi. Osmanlı darphanelerinde altın, gümüş ve bakır sikkelerin üretiminde kullanılan teknoloji, 17. yüzyıl sonuna kadar oldukça basitti. Isıtılmış bir parça metal iki kalıp arasına yerleştiriliyor ve yukarıdaki kalıba bir çekiçle vuruluyordu. Bu yöntemle alt ve üst kalıplar üzerindeki desenler sikkenin her iki tarafına da işlenmiş oluyordu. Kalıpların üretimi, boş metal parçalarının (pulların) veya alaşımlarının hazırlanması, çekiçle yapılan vuruşlar ve ortaya çıkan malın kalitesinin denetlenmesi, bu pulların ağırlıklarının ölçülmesi beceri gerektirmekteydi. Sahib-i ayarın denetimi altında çok sayıda usta zanaatkâr ve işçi önceden belirlenmiş görevleri yerine getirmekteydi. İstanbul'da gümüş ve bakır sikke üretiminde çalışanlar birkaç yüz kişiydi, diğer büyük darphanelerde bu sayı yüzü aşmaktaydı. Orta büyüklükteki darphanelerde çalışanların sayıları da 50'yi buluyor hatta geçebiliyordu. Taşradaki küçük darphaneler, uzmanlık gerektiren işler için sık sık büyük darphanelerden yardım almaktaydılar.

Geniş bir coğrafyada sayılamayacak kadar çok merkezde para darp eden Osmanlı Devletinin bugüne kadar ele geçen nümismatik materyallerden tespit edilen ve sayısı 40'ı bulan para darp merkezlerinin başında Bursa, Edirne, Amasya, Erzurum, Konya, İzmir, Serez, Sofya, Şam, Bağdat, Tiflis, Mısır, Tunus ve Cezayir gelir.

İstanbul'un fethinden sonra hızla genişleyen imparatorluğun para ihtiyacını karşılamak amacıyla halihazırdaki darphanelere ek olarak çeşitli mahallerde geçici yeni darphaneler kurulmuştur. Aynı şehirde Fatih Sultan Mehmet tarafından Beyazıt Camii civarında yaptırılan Darphane, Türk Darphanesi'nin kuruluşunun başlangıcı niteliğindedir. İlk kuruluşun kesin tarihini tespit eden bir belge yoktur bu yüzden Fatih'in burada kendi adına bastırdığı ilk Türk altının tarihi olan 1467 yılı Türk Darphanesinin ilk kuruluş tarihi olarak kabul edilebilir.

Darphanenin ikinci kuruluşu, Sultan Üçüncü Ahmet zamandadır. 1723 yılında Simkeşhane'den Topkapı Sarayı sahası içinde bugüne kadar işgal ettiği binalara taşınıp faaliyete geçirilen darphane, 1832 yılında yeni atölyelerin inşa ve ilavesiyle genişletilmiş ve ayrıca darphane bahçesinde Hünkar dairesi yapılmıştır.

İstanbul'daki bu darphane, devletin ana darphanesi olma özelliğini devam ettirmiştir. 1843 yılında diğer darphanelerin faaliyetine son verilmiş ve bu tarihten sonra yalnız İstanbul'daki darphanede para basılmaya devam edilmiştir. 8 Temmuz 1967 tarihinde kurulan Darphane'nin üçüncü kuruluş projeleri ile ilgili hazırlık çalışmaları, 1953 yılında başlamıştır. Sonraki yıllarda madeni paraya olan taleplerin daha da yükselebileceği düşüncesi, yeni bir binanın inşaası ve yeni makinelerin satın alınması ihtiyacını ortaya çıkarmıştır. Bu nedenle 1961 yılı ortalarında inşaasına başlanan yeni darphane binası, yeni makinelerin alınmasıyla 1967 yılında hizmete girmiştir.

1845 yılından itibaren Darphane, "evrak-sahihe"ye damga vurmak amacıyla kurulan Matbaa Müdürlüğü ile 1933 yılında birleştirilmiştir.

2996 sayılı Maliye Vekâleti Teşkilat ve Vazifeleri Hakkında Kanun çerçevesinde Darphane ve Damga Matbaası Genel Müdürlüğü, 1983 yılına kadar Maliye Bakanlığı'nın ana hizmet birimi olarak hizmet vermiştir.

Paranın bir diğer türü olarak kredi parası ortaya çıkmıştır. Kredi parası, malların ve hizmetlerin ödemesini yapmak için borçludan bir talepte bulunulmaktadır. Günümüzde ticarethaneler ve merkez bankaları tarafından imal edilen para krediye dayalı paradır ve bankalara karşı bir yükümlülüğü de içinde barındırır.

20. yüzyılın başına kadar birçok ülkede para değerini, kullanılan para birimi birliğinde değerli metal, altın ya da gümüşün belirlenmiş miktarının değeri olarak tanımlayan para birimi standartları vardı. Bunlar genellikle Kurant sikkelerin basımı ve kullanımı ile bağlantılıydı. Diğer ödeme araçları talep olması durumunda dönemin ihraççıları tarafından, değerli metal miktarı takas yapılan ödeme aracının nominal değerine eşit olan Kurant sikkeleri ile değiştirilirdi.

Birçok ülkede ilk olarak gümüş standartları vardı. Fiyatlar gümüş miktarıyla belirlenen para birimi birliğine göre verilirdi. Gündelik alışverişlerde hem gümüş kurant sikkeler hem de ayrıştırıcı sikkeler kullanılmıştır. Bu dönemde tedavülde olan altın sikkelerin, menkul kıymetler borsasının envanterinde okunabilen gümüş kurant para sürümü de vardı. Altın sikkeler ülke içinde “yüksek değerdeki” malların karşılığında ödenmesinde “özel para” fonksiyonuna sahipti ve yabancı ticaret ortaklarının ödemelerinde ticaret sikkesi olarak da iş görmüştür.

Birçok sanayi ülkesi 19. yüzyılda altın standardına dönüş yapmıştır. Almanya’da banknotların teminatı kısmen altın, kısmen de en fazla 3 ay vadesi olan ticari senet yoluyla sağlanmıştır. Alman İmparatorluk Bankası, imparatorluk güvenceli banknotları ve ayrıştırıcı sikkelere talep üzerine ana kasasındaki para birimi sikkeleri ile değiştirmiştir. Özel Alman bankaları tedavüle çıkardıkları banknotların talep edilmesi üzerine sıkıntı durumunda bastıkları paralarla altın sikkeleri değiştirmişlerdir. Birinci Dünya Savaşı öncesinde seyreden para istikrarlı birimi durumları nedeniyle Almanya’da gündelik para akışında altın, kâğıt, ayrıştırıcı sikke ve banka parası arasında herhangi bir kur farkı bulunmuyordu. Bu dönemde devam eden istikrarlı döviz kuruyla altın standardı olan ülkeler arasında basılmıştır.

20. yüzyılın başında çok sayıda ülke para birimi standardından vazgeçmiştir. Böyle bir standart yerine, merkez bankalarının, ücret seviyesinde bir istikrarı garantileyen para politikasıyla ilgili önlemler alınmıştır.


Cumhuriyet Dönemi Madeni Paralar

Cumhuriyet döneminin önemli para birimlerinden biri olan 10 para, 1940 yılına ait olmakla birlikte paranın ortası delik ve yazıları değişik şekillerdedir. Bugüne kadar bulunan ve bilinen 10 paraları sıralarsak şöyle bir durum ortaya çıkmaktadır: 1936 (N)-1936 (D)-1940 (N)-1940 (D)-1941–1942–1944 olmak üzere tam sekiz adettir. 1930-41-42 yılları dışında basılan paraların ve 10 paraların hepsi numune paralardır. 1936 yılı 10 parasına World Coins, 1982 baskısında (Numune para) işaretine rağmen 300 Dolar fiyat koydu.

1951 Yılı 1 Kuruş’unun bazılarının önyüzünde, yazı ve tarih arasında kabarık bir nokta bulunmaktadır, yine bu serinin 1 ve 2,5 Kuruş’larının, aynı yılda basılmış olmalarına rağmen küçük delikli ve büyük delikli olanları mevcuttur. Keza 2,5 Kuruş’ların bazılarında ortadaki deliğin kenarları biraz kabartılarak çerçeveli hale getirilenleri vardır. Bu deliklerin merkezde olmayanları da mevcuttur. 1958 -1974 yılları arasında basılan bakır 5 Kuruş’larda önyüz yani ay-yıldız tarafı, modern paralarda olduğu gibi yukarıdan aşağıya çevrildiğinde doğru okunurken, bazılarında eski usuldeki gibi sağdan sola çevrildiği zaman doğru okunmaktadır, yani terstir. Yine 1974 yılı 5 Kuruş’larının bazılarında arka yüzdeki meşe palamudunun içi boş veya dolu görülmektedir.

Bunların haricinde çift baskılar hemen her yılın her çeşit parasında bulunmaktadır. (*) N: Normal, D: Delikli.

Cumhuriyer Döneminin İlk Madeni Parası

Cumhuriyet döneminin ilk madeni parası, 1924 yılında çıkarılan 10 ve 5 kuruşluklar ile yüz paradır. Harf devrimi o dönemde daha yapılmadığı için yazı ve rakamlar Arap harfleriyle basıldı. Bunları bir yıl sonra çıkarılan nikelden yapılmış 25 kuruşluklar izledi.

Latin harfleriyle basılmış ilk madeni para 1934 yılında 830 ayar gümüş olan 100 kuruş değerinde tedavüle çıkarıldı. 718000 adet basılan bu paralar çok beğenildi. Üzerinde yer alan Atatürk portresi Londra darphanesinin ünlü gravürcüsü Medkaley tarafından yapılmıştır. Fakat çok kısa bir süre içinde sahteleri bastırıldı. O yıllarda para çok değerli olduğundan bir liranın dahi sahtesi bastırılıyordu. Bunun üzerine bu para kaldırılarak başka kalıplara basım yoluna gidildi.

Cumhuriyet döneminin ortası delik ilk madeni parası 1947 yılında piyasaya çıkarıldı. Pirinçten yapılan bu paralar bir kuruş değerindeydi. Bunu daha sonra 1948 yılında çıkarılan ortası delik 20 paralar izledi. Bazı kaynaklarda belirtildiğine göre bu paradan (20 para) sadece 150 adet basılmış sonradan basımından vazgeçilmiştir. Bu özelliği nedeniyle bugün en çok aranan paralar sıralamasında yer aldığı belirtilen paralar arasında olduğu söylenmektedir.

Cumhuriyet döneminin kenarları tırtıklı tek parası 1938 yılında çıkarılan madeni bir kuruşluklardır. Nikel ve bakır karışımından yapılan bu paraların kenarları 12 dilimlidir. Osmanlı döneminde ve cumhuriyetin ilk yıllarında kullanılan on paraların ömrü, 1942 yılında son buldu. Alınan bir kararla bu paraların basımı durduruldu. Bunu 20 paralar izledi. Bir ve beş kuruşlar 1977 yılına kadar hala piyasadaydı. 25 kuruşlar 1979’da, 50 kuruşlar ise 1980’de tarihe karıştı. Cumhuriyet tarihinin 2,5 lira değerindeki ilk madeni parası 1960 yılında, 5 liralığı ise 1974 yılında çıkarıldı. Cumhuriyetin 75. yılında ise en büyük madeni para 50.000 lira oldu. 2004 yılında 250.000 lira olan madeni paralara 2005 yılından bugüne kuruşlar hâkim oldu.

 

Asil

Aktif Üye
Katılım
18 Ara 2016
Mesajlar
177
Tepkime puanı
10
Puanları
0
Vaktine emeğine sağlık. Çok güzel paylaşım olmuş..bazı sikkeler çok yakın gerçeğine.. Numizmat ı bile yanıltabilir...
 

nik

Süper Moderatör
Süper Moderatör
Katılım
22 Şub 2015
Mesajlar
2,364
Tepkime puanı
1,353
Puanları
17
Yaş
64
[h=1]Altın Sikke (TARİH)[/h]

Göktürk Sikkelerinde Ay Yıldız




Orta Asya’da yapılan kazılarda Göktürkler’e ait sikkeler bulundu. Sikkelerdeki ay-yıldız motofi
Türkler’in ay yıldızı İslamiyetten önce de kullandığının en somut kanıtı olarak gösteriliyor.

Arkeologlar tarafından Kırgızistan
Özbekistan ve Tacikistan’da yapılan kazılarda ortaya çıkarılan toplam 104 sikke
ilk olarak geçen yıl Kırgızistan’da yapılan uluslararası bir konferansta kamuoyuna duyuruldu.

Altıncı ve yedinci yüzyılda basıldığı tahmin edilen ay yıldız motifli sikkelerin
Türk tarihindeki en eski paralar olduğu bildirildi.

Sikkelerdeki ay yıldız motifleri ise
Türkler’in ay yıldızı İslamiyetten önce de kullandığının somut kanıtı olarak gösteriliyor.

9 Eylül Üniversitesi Öğretim Görevlisi Yardımcı Doçent Doktor Yavuz Daloğlu şunları söyledi:
“Bunlar Türk tarihi açısından ilk paralar ve bu paraların bizim tarihimiz açısından çok önemli bir özelliği olduğu gibi bizim uygarlık tarihimiz açısından çok önemli özellikleri var. Nedeni de Türkler’in gelişmiş bir uygarlıkları olduğunu
Türkler’in devletlerinin her türlü gereklerini yerine getiren unsurları içerdiğini görüyoruz.
Orkun Anıtlarından Sonra En Önemli Keşif


Eski Türk devletlerinde kağanlığın (sonrakilerde hükümdârlığın) sembolü “tuğ” (bayrak
sancak ve davul) ve “sikke”dir. Sikke ekonomik
tuğ da siyasi bağımsızlığın göstergesi olan bayrağı ve bağımsızlık marşını (millî marşı) temsil etmektedir. Gök-Türkler tuğ’u ve sikke’siyle
bir başka söyleyişle
bayrağı
marşı ve parası ile bağımsız
başı dik bir devlet kurmuş ve büyük bir uygarlık oluşturmuştur.
Kırgızistan-Türkiye Manas Üniversitesi’nce 4-6 Ekim 2004 tarihlerinde Bişkek’te düzenlenen II. Uluslararası Türk Uygarlığı Kongresi’ne Türkiye adına gittim ve kongrede bir bildiri sundum.
Bişkek’te geçirdiğim günler oldukça yoğun geçti. Bir yandan akademisyen olarak II. Türk Uygarlığı Kongresi’ni ve kongre programındaki bütün etkinlikleri hiç sektirmeden izledim
“Atatürk ve Türk Uygarlığı” başlıklı bir bildiri sundum ve oturum aralarında çok değerli meslektaşlarla tanışma ve sohbet olanağı buldum. Diğer yandan da Kırgızistan ve Bişkek’teki tarihi yerleri (Balasagun
Issık Göl
Alato dağları)
müzeleri (başta Devlet Tarih Müzesi ile Devlet Resim Galerisi) gezdim ve çok sayıda fotoğraf çektim. Ayrıca Kırgız Filarmoni Orkestrası’nın bir dinletisiyle
Kırgız Devlet Opera ve Balesi’nin sahnelediği bir ulusal Kırgız operasını (Ay Çürek=Ay Yüzlü) seyrettim.
II. Uluslararası Türk Uygarlığı Kongresi’ne Kırgızistan dışından katılan bütün Türkologlar
hepimiz Issık Göl Oteli’nde kaldık ve meslektaşlarımızla her gece koyu sohbetler yapıp Türk tarihini
uygarlığını irdeledik
tartıştık.
GÖK-TÜRK SİKKELERİ İLE TANIŞMA


Türk Uygarlığı Kongresi’nin ikinci akşamıydı. Otelde Özbek tarihçi Dr. Gaybullah Babayar ile sohbet ediyordum. Bu sırada Dr. Babayar çantasından bazı notlar ve fotoğraflar çıkarıp göstermeye başladı. O anda gözbebeklerimin büyüdüğünü hissettim. Fotoğraflarda Büyük Türk İmparatorluğu kurmuş Gök-Türklerin
Gök-Türk kağanlarının darp ettirdiği sikkeler vardı karşımda. Bizans
Selçuklu
Osmanlı sikkelerini biliyordum
ama Gök-Türk kağanlarının sikke darb ettirdiklerini o ana dek hiç duymamış ve hiçbir yerde de okumamıştım. Fotoğrafları tek tek ve hayranlıkla incelediğimde
sikkelerden birinin üstünde ortada kağan kabartması ve kenarlarda üç tane ay-yıldızı görünce o anda ne kerte önemli bir olayla karşılaştığımı
bunun ne kerte önemli toplumsal
tarihsel
iktisadi ve siyasi bir olay olduğunu düşündüm. Bu konuyu mutlaka Türkiye’ye taşımalıydım. Çünkü bu
tarihi altüst edecek önemde bir buluştu. Dr. Babayar’a o anda bütün bu fotoğraflardan bir kopya istediğimi ve konuyla ilgili bir yazı hazırlamasını rica ettim. Sağ olsun! Bu cin gibi genç
kanı kaynayan Özbek Türkü değerli tarihçi de seve seve bu ricâmı yerine getirdi ve Gök-Türk sikkeleriyle ilgili yazısını bana ulaştırdı.
GÖK-TÜRKLERİN UYGARLIK BİRİKİMİ


Bir uygarlığın gelişmişlik düzeyini
o uygarlığı oluşturan toplumun üretim ve paylaşım biçimi ile ona bağlı toplumsal kurumlar: dil
aile
gelenekler
din
hukuk
askerlik
sanat
vb. belirler. Bütün bu unsurlar yüzyıllar içerisinde şekillenir ve kimlik kazanır. Ayrıca
bir toplum ya da bir ulusun
uygarlığa eriştiği veya uygarlığı yaşattığını belirten başlıca unsurlardan biri de
onların dünya tarihinde tuttuğu yer ve çeşitli halkların kültürüne kattığı etkilerdir.
“Peki
Türk toplulukları tarih boyunca bir uygarlık yaratabilmişler mi? Kesin olarak ilk Türk uygarlığı denebilecek bir uygarlık var mı? Varsa ne zaman
nerede ortaya çıkmıştı ve nasıl örnekleri var ve insanlığa ne gibi etkide bulunmuş?” sorularını cevaplamak gerekir.
İKİ BÜYÜK TÜRK DEVRİMİ


Kırgızistan-Türkiye Manas Üniversitesi’nce 4-6 Ekim 2004’te yapılan “II. Türk Uygarlığı Kongresi”nde “Atatürk ve Türk Uygarlığı” başlıklı bir bildiri sunmuştum. Bildirimde dünya uygarlığı içinde Türklerin yerini belirlerken çok önemli gördüğüm iki konuyu vurgulamıştım. Özetle: birincisi
Türk adı tarihte ilk kez bir devrimle; Türk kavramı
Türkçe konuşan Orta Asya kavimlerinin diğer kavimleri de yönetimlerine alarak devletleşme sürecinde
dolayısıyla hukuka ve siyasal kurumlara kavuştukları aşamada ortaya çıkmıştı. Bayrağıyla
hukukuyla
askeri gücüyle
devlet hiyerarşisiyle
paranın geçerli olduğu ticaret yaşamıyla
iktisadi yapısıyla
maliyesiyle
kısacası bugün devlet dediğimiz örgütlenmeyi başaran Gök-Türkler tarihte ilk kez Türk adı taşıyan bir devlet kurarak devrim yapmıştı. İkinci olarak ise
Türk adı tarihin gündemine gene bir devrimle geldi. Gök-Türklerle birlikte siyasal bağı ifade eden bir içerikle tarih sahnesine çıkan Türk adının
bu kez Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuyla yeniden tarihsel kökenindeki anlamını öne çıkaran bir içerik kazanması çok anlamlıdır. İşte bu iki devrim
Türklerin dünya uygarlığı içindeki yerini belirler. Kırgızistan’da sunduğum bildiride
XX. yüzyılın başında emperyalizme ve feodalizme karşı verilen ve kazanılan savaşta
bir başka söyleyişle ikinci büyük Türk devrimiyle kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin çağdaş uygarlık hedefini incelemiş ve yorumlamıştım. Bu yazımda da
birinci büyük Türk devrimini gerçekleştiren Gök-Türklerin dünya uygarlığı içindeki yerini ve bu uygarlıkla ilgili bilimsel çalışmaları sergilemeye çalıştım.
Günümüzde hem Batı
hem de Doğu’daki tarihçilerin çeşitli yöndeki araştırmaları sayesinde İran
Çin
Hint
Yunan
Bizans ve Arap Müslüman uygarlıkları ile karşılıklı etkileşim içerisinde olan ve hattâ bunların merkezinde yer alan Türk uygarlığının temel unsurlarının geniş Orta Asya topraklarında ortaya çıktığı ve şekillendiği bir gerçektir.

İLK BÜYÜK TÜRK UYGARLIĞI



Türkoloji alanında tanınmış bilginlerin vardıkları sonuca göre
Türk uygarlığının ilk belirtisi zaman bakımından Orta Asya tarihi sahnesine Gök-Türk Devleti’nin çıkmasıyla meydana gelmiştir. Gerçi
milâttan önceki binyılın son çeyreğinde Hun Konfederasyonu’nun vücuda gelmesinden Gök-Türk Devleti’ne dek geçen zaman içinde Avrupa Hunları
Akhunlar (Eftalitler) gibi Türk konfederasyonları ortaya çıkmış olsa bile onlardan günümüze tam anlamda bir uygarlık mirâsı ulaşmamıştır.


Bugün bazılarının Gök-Türk Kağanlığı veya Gök-Türk Devleti diye adlandırdığı
gerçekte bir imparatorluk kuran Gök-Türkler kuvvetli olduğu dönemlerde doğuda Kore
güneyde Çin ve Tibet
güney-batıda Hindistan ve İran
batıda ise Bizans ve Doğu Avrupa ile sınır komşusu olmuştur. Gök-Türkler kendine özgü yönetimleri
toplumsal-kültürel yaşamları
yazıtları ve başka değerlere sahip olmakla beraber adını saydığımız komşu toplulukların kültür ve uygarlıklarıyla sıkı temaslar kurmuş ve onlar aracılığıyla kendi uygarlığının yükselmesine zemin hazırlamıştır. Ayrıca Gök-Türkler söz konusu bölgelerin hem iktisadi
hem de kültürel yönlerden gelişmesinde öncülük yapmıştır. Yani
birbirlerinden epey uzak mesafede yar alan Batı ve Doğu ülkelerinin değerleri (kültürleri) onların komşusu olan Gök-Türkler yoluyla tanışmış ve etkileşmiştir. Bazı bilginlere göre Sasanlı
Bizans
Tang (Çin) gibi o dönemin en büyük dünya imparatorlukları
Gök-Türk İmparatorluğu var oldukça yükselmiş
onun zayıflamasıyla da çökmeye başlamıştır ki
bunun nedeni de Gök-Türklerin kontrolündeki bu büyük coğrafyada
güvenle yaptıkları ve yaptırdıkları ticaretin duraklaması olmuştur.


Gök-Türk Devleti’nin kurulması hemen-hemen tüm Türk ve Orta Asya bodunlarının bir araya getirilmesi yanında
Türk uygarlığını oluşturan unsurların o dönemin anayasası diyebileceğimiz Türk Töresi
Eski Türk-Runik yazılarına dayanan ortak edebi dil
bölgesel yönetim merkezlerinin yanı sıra zanaat ve ticaretin var olduğu yerleşik tarım ve şehir kültürü
bütün Türklerin ortak mânevî kültürünün temelini oluşturan ve aynı zamanda ortak dini olan Gök-Tanrıcılığın gelişiminde de önemli rol oynamıştır. Ayrıca kağanlıkta biçimlendirilen verâset yönetim sistemi
kendi döneminin en etkin askeri-siyasi yönetim sistemlerinden biriydi. İşte bu yönetim sistemi sayesinde
devletin iç güvenliğinin yanı sıra yeni toprakların fethedilmesi ve ele geçirilmesi de sağlanırdı. Böylece Türk halkları
kendi tarihinin gelişim zirvesinde yeni kuvvetli bir askeri-siyasi örgütün yanı sıra Çin
Hint
İran (Sogd
Tohar
Pers) ve Bizans uygarlıklarının en güzel taraflarını benimseyen örnek bir uygarlığı meydana getirmiştir. Bu uygarlık sonuçta
doğuda Büyük Okyanus’tan
batıda Adriyatik Denizi’ne kadar uzanan Avrasya’nın uçsuz bucaksız topraklarını yurt kılan tüm Türk boyları ve halklarının kültürel kimliğinin başlıca işareti olmuştur.

İlk Türk uygarlığını oluşturan Gök-Türk İmparatorluğu tarihimizin en parlak dönemlerinden biri olarak ortaya çıkmaktadır. Ancak
yaklaşık son 150 yıldır bilim insanları tarafından araştırılmakta olan Gök-Türk İmparatorluğu tarihi şimdiye dek tüm yönleriyle aydınlatılmamıştır. Fransız
Çin bilimcileri ve tarihçileri S. Julien (1864
1877)
E. Chavannes (1903)
R. Grousset (1949)
Çinli Liu Mau*tsai (1958)
Rus bilginleri A. Bernştam (1946)
S. Klyaştorniy (1964)
L. Gumilev (1967)
Macar J. Harmatta (1996) ve daha pek çok bilim insanı Gök-Türkler üzerine araştırma yapmıştır.
Gök-Türklerin tarihiyle ilgili araştırmaların en çok sürdürüldüğü Türkiye’de de A. N. Kurat (1952)
B. Ögel (1945
1957)
A. Taşağıl (1995
1999
2004)
S. Gömeç (1997) gibi tarihçiler çalışmalarıyla Kağanlık tarihini önemli ölçüde aydınlatmıştır.


 

iskenderking

Member
Katılım
4 Eyl 2015
Mesajlar
74
Tepkime puanı
17
Puanları
4
Yaş
45
süper paylaşım ve emeğine sağlık AMA bazıları dönem sahtesi gibi duruyor bir kaçıda benim gördüğüm orjinal gibi duruyor nasıl sahte demişler anlamadım.
 

nik

Süper Moderatör
Süper Moderatör
Katılım
22 Şub 2015
Mesajlar
2,364
Tepkime puanı
1,353
Puanları
17
Yaş
64
bu sikkelerin tümü müzeden alıntıdır.
 

dadas_25

Süper Moderatör
Süper Moderatör
Katılım
4 Tem 2016
Mesajlar
2,882
Tepkime puanı
1,735
Puanları
20
Konum
Türkiye
Bana sahte gibi geldi ama ustalarımız baksınlar.
 

dadas_25

Süper Moderatör
Süper Moderatör
Katılım
4 Tem 2016
Mesajlar
2,882
Tepkime puanı
1,735
Puanları
20
Konum
Türkiye
nik ustam eline sağlık çok güzel paylaşım.
 
Üst