Resûl-i Ekrem ve Nebiy-yi Muhterem, sevgili peygamberimiz Hz. Muhammed (sav) Efendimiz'i tanımaya dairdir.
Allah'ın habîbi, Kur'ân'ın tercümanı ve mübelliği, güzellerin güzeli, kâinatın efendisi, âlemlerin reisi, resullerin serveri ve son halkası, insanlığın ebedî rehberi, iftihar tablosu, en büyük muallimi, sonsuz hayatın ve ebedî saadetin habercisi, kâinat kitabının en büyük âyeti, Hâtemü'l-Enbiyâ, Hz. Fahr-i Kâinat, Ahmed, Mahmud, Muhammed, Mustafâ Sallallâhu Aleyhi Vesellem Efendimiz'dir.
O, âlemlere rahmet olarak manevî bir güneş gibi doğdu. Nebîler nebîsi, âlemlerin efendisi olarak doğdu.
Sultân-ı Kâinat'ın bir yâver-i ekremi olarak dünyayı şereflendirdi.
O güneşin doğmasıyla karanlıklar yerini nurlara bıraktı. Cihan nuru Muhammedi ile aydınlandı.
Putlar yıkıldı, hak geldi, bâtıl cehennem olup gitti.
Allah'ın nuru, Resûlullah'ın nuru, Kur'ân'ın nuru zulüm ve zulümatı dağıttı.
Hak ve adaleti kısa bir zamanda dünyaya hâkim kıldı. İslâmiyet'i dünyanın başına bir taç yaptı, geçirdi.
1400 yıldanberi O'nun âlemlere rahmet olan hâkimiyeti devam ediyor.
Bugün yeryüzünde 2 milyara yakın inanmış insan O'nun yolunda, O'nun izindedir. O manevî güneşe pervanedir. Yerin yarısı O'nun sancağı alandadır. O'nun getirdiği İslâmiyet her zaman dünya gündemindedir. Her zaman genç ve tazedir.
Beşerî kanunlar beşer gibi yaşlanır ve ölür, fakat Allah Resûlü'nün getirdiği şerîat-ı garrâ, İlâhî olduğundan ebedîdir.
Ezelden geldiğinden ebede gidecektir. O'na uyanlar tam bir teslimiyet içinde hergün salât ü selâmla duasına âmin diyorlar. "Yâ Rabbena ver! O'nun istediğini biz de istiyoruz!" mânâsında biatlarını yenileyip emirlerine itaat ediyorlar. O'nun sünnetine uygun yaşayan, iki cihan saadetini kazanır. O batmayan güneş, sönmeyen nurdur.
Kıyamete kadar yeryüzünde parlayan yıldızlar, nurlar, ışıklar, aylar, güneşler, nurunu o nuru Muhammedi'den almaktadır.
"Eshâbî, kennücûmi" hadîs-i şerifinden anlıyoruz ki:
Eshâb-ı Kiram Radiyallahü Anhüm, o güneşler güneşinin etrafında dönen yıldızlardır.
İmâm-ı Âzam, İmâm-ı Şafiî gibi müçtehidler; Abdülkadir Geylânî, Şâh-ı Nakşibend ve Mevlânâ gibi mürşidler, Bediüzzaman gibi etrafına nur saçan, Kur'ân'a ve îmana hizmet eden mücedditler ve mehdîler hep O'nun pervânesidir.
Ay ve yıldızlar nurunu güneşten aldığı gibi, bütün İslâm büyükleri de ilim, irfan, feyiz ve fazilet nurunu nuru Muhammedi'den almışlardır.
O öyle bir Resûl-i Zîşan'dır ki, elinde bu kâinat sahibinin fermanı vardır.
Elinde Kur'ân, dilinde Kur'ân, Allah'a dayanmış, tek başıyla dünyaya meydan okumuş, kısa bir zamanda Kur'ân'ın gür sesini dünyaya duyurmuştur.
Hem bizim, hem de umum insanlığın en büyük eksiğimiz, Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ı hakkıyla tanıyamamaktır. O'nu hakkıyla tanımaya çalışalım. O'nu tanımayan, Allah'ı da tanıyamaz. Zira Rabbimizi bize tarifeden O'dur. O'nun şahs-ı manevîsine bakınız:
"Sath-ı arz bir mescit, Mekke bir mihrap, Medîne bir minber, o bürhân-ı bahir olan peygamberimiz (sav) bütün ehl-i îmana imam, bütün insanlara hatip, bütün enbiyaya reis, bütün evliyaya seyyid, bütün enbiya ve evliyadan mürekkep bir halka-i zikrin serzâkiri...
Bütün enbiya hayattar kökleri, bütün evliya teravetdar semereleri, bir şecere-i nuraniyedir ki, herbir dâvasını mûcizatlarına istinad eden bütün enbiya ve kerametlerine itimat eden bütün evliya tasdik edip imza ediyorlar. Zira O, 'Lâilâhe illallah!' der, dâva eder."
O'nun dâvası tevhiddir. Allah Resulü "Öyle bir şeriat, bir İslâmiyet, bir ubudiyet, bir duâ, bir davet, bir îman ile meydana çıkmış ki, onların ne misli var ve ne de olur. Onlardan daha mükemmel ne bulunmuş ve ne de bulunur."
İnsanlık başını boşuna taştan taşa vuruyor. Ferdî ve içtimaî hayatın ıslâhı, O'nu dinleyip itaat etmeye bağlıdır. Her türlü sıkıntılardan kurtuluşumuz, O'nun edep ve terbiyesine sarılmakla mümkündür.
O, Allah'ın habîbi olarak kendim ubudiyetiyle Allah'a sevdirmiş ve Resûlullah olarak da bütün hayatını Allah'ı kullarına sevdirmek yolunda sarfetmiştir.
O'nun Allah'tan alıp bize getirdiği İslâmiyet 14 asrı adalet ve faziletiyle idare etmiştir.
Milyarlarca insanın rehberi ve mercii, akıllarının muallimi ve mürşidi, kalplerinin münevviri ve musafrîsi, nefislerinin mürebbîsi ve müzekkîsi, ruhlarının medar-ı inkişafatı ve mâden-i terakkiyatı olması cihetiyle misli olamaz ve olamamış.
Hiçbir nizam ve düzen, ahkâm-ı şer'iyyenin temin ettiği huzur ve saadeti, emniyet ve asayişi temin edemez. Kurtuluş reçetesi dindir, îmandır.
Resûl-i Ekrem'i (sav) tam manâsıyla tanımak, Kur'ân-ı Azîmüşşan'ı okuyup hakikatları öğrenmekle olur.
O'nun hayatını anlatan kitapları, bilhassa Kütüb-i Sitte'yi ve Risale-i Nur Külliyatı'ndan 31. Söz, 19. Söz ve 19. Mektup'u dikkatle okumanızı tavsiye ederim.
Evet, dünyanın ebedî ve manevî reisini tanımak, O'nun beşeriyet ve risalet cihetini ayrı ayn mütâlâa etmekle olur.
Allah (cc) kâinatı O'nun için yarattı.
Kendisini bize O'nunla tanıttı.
Kâinat ağacının hem çekirdeği, hem meyvesi O'dur.
Hâlik-ı Kâinat O'nun için "Vemâ erselnâke illâ rahmete'l-li'l-âlemîn" buyurdu.
"Muhammedu'r-Resûlullah" ferman etti. O'na îman etmeyi bize şart koştu.
İlim adına konuşan bir Avrupalı diyor ki:
"İnsanların büyüklüğünü ölçmede hangi değerler esas alınırsa alınsın, Hz. Muhammed'den (sav) daha büyük bir insan gelmeyecektir."
"Evet, insanlığın en büyük kumandam, en namdar hâkimi ve sözce en yükseği ve akılca en parlağı ve 14 asrı faziletiyle ve Kur'ân'ıyla ışıklandıran..." ancak Hz. Muhammed'dir (sav).
Ne mutlu O'na ümmet olanlara!
alıntıdır