[h=3]Tarih[/h]
[h=3]
Mitoloji'de ay tanrıçası Selene'nin kutsal dağı[/h]
Helenistik dönemde çok sevilen bir Mitos'a göre, Ay Tanrıçası Selene, Latmos dağında çobanlık yaparken uykuya yatmış olan genç ve güzel Endymion'u görür ve ona aşık olur. Efsaneye göre kavalından başka hiçbir şeyi olmayan çoban geceleri uyuduğunda Tanrıça Selene onun üzerine eğilir ve gümüş ışığıyla onu sararmış.
Kimi anlatıma göre, tanrılar tanrısı Zeus’un bu aşkdan etkilenerek, kimi anlatıma göre de bu aşkı kıskandığı için Endymion'u ölümsüz kıldığı, ancak onu sonsuz bir uykuya yatırdığı rivayet edilmiştir. O gün bu gündür Latmos dağlarında çobanın kavalı her gece duyulur, Selene'nin ışığı da her zaman onu sarar olmuş. Söylenceye göre bu birliktelikten elli çocukları olduğu da anlatılmaktadır. Bu efsane Anne Louis Girodet, Paolo Andrea Trisconi vb. çok sayıda ressam ve de heykeltraşa da ilham kaynağı olmuştur.
[h=3]Her dönemde tarihin kalbinin attığı bir coğrafya[/h]
Türkiye'de yerleşik kadim uygarlıkların izlerini taşıyan ve de en zengin bitki örtüsüne sahip ekosistemleri barındırdığını kolaylıkla iddia edebileceğimiz bu yörede mağara yerleşimleri ile başlayan, İonya, Karya, Likya, Roma, Bizans ve Osmanlı dönemlerine ait türlü yaşam izlerine rastlamak olasıdır.
Arkaik dönemde Büyük Menderes bugün denize döküldüğü yerden 50 km daha içerden, Söke yakınlarından denize akmaktaydı. Nehrin getirdiği alüvyonlarla oluşan Söke Ovası’nın yerinde o zaman Latmos Körfezi, körfezin kıyısında da Myus, Priene, Miletos, Herakleia gibi Ege’nin önemli liman kentleri bulunuyordu.
Helenistik ve Roma dönemine gelindiğinde Priene ve Myus liman kenti olma niteliklerini çoktan kaybetmişlerdi. Bafa’nın, dolayısıyle Herakleia’nın denizle ilişkisinin tamamen kesilişi M.S. 50-300 yılları arasında olmuştur. Miletos ise Osmanlı döneminde henüz Balat limanı olarak kullanılırken, bu dönemden sonra limanın dolması ve kullanılmaz hale gelmesi sonucu şehir giderek önemini yitirmiştir.
[h=3]Prehistorik dönemde yaşamış olan yerleşiklerden bize kalan izler[/h]
Latmos dağı zirvesinin yakınlarında çok sayıda mağarada ya da kaya nişlerinde prehistorik döneme ait kaya resimlerine rastlanmaktadır. Bu resimlerde nelerin tasvir edildiği tam olarak bilinmemekle birlikte, dünya üzerinde şimdilik benzerlerine rastlamadığı kesindir. Resimlerde genel olarak dişi ve erkek insan figürlerinin törensel olarak yorumlanabilecek etkinlikler içinde görüyoruz. Resimlerde hayvan betimlemeleri ise nispeten nadir görülmektedir.
Bu resimlerden en güzelleri Karadere mağarasında görülebilir. Suratkaya’da görülen tasvirlerin ise yöreye intikal etmiş olduğu düşünülen Hihitliler’e ait olduğu sanılıyor.
[h=3]Antik Çağ[/h]
1300 metrelik yüksekliği ile Latmos Dağı(Beşparmak) ve Latmos Körfezi İonya ile Karya arasında doğal bir sınır oluşturmaktaydı. Helen kökenli İonlar yöreye gelmeden önce burada Karlar yaşıyordu. Bölgeye Milet adını veren Homeros’dur.
Strabon da Bodrum yarımadasında yerleşik Leleg halkından Pedasalılar’ın Bafa’ın güneydoğusundaki Ilbira dağı eteğinde aynı adlı ikinci bir kent kurmuş olduklarını, yerleşim alanlarının ve mezarlarının da burada olduğunu yazar. Gerçekten de, biri Pınarcık köyünün batısındaki Zeytin Dağı’nda, diğeri Beşparmak dağlarındaki Asartepe’de tespit edilmiş iki yerleşim alanı vardır ki, bunların Bodrum yarımadasında rastlanan Leleg yapıları ile benzerlikleri aşikardır. Bu yerleşimleri çevreleyen duvarlar 1,5-2,5 m kalınlığında, 2 m yüksekliğinde, 150x80 metre çapında birer oval şeklinde yapılmıştır. Yörede seramik parçacıklarına rastlanmadığından, bunların geçici, korunma ihtiyaçlı kale vazifesi mi, yoksa gözlem amaçlı yerleşkeler mi olduğu kesinlik kazanmamıştır. İonyalıların yöreye intikalinden sonra zamanla iki halk birbirine karışmıştır. Miletos, Priene ve Myus Ion hegemonyasına katılmış, sadece Herakleia halkı Kar kimliğini sürdürmüştür.
[h=3][/h][h=3]Myus[/h]
İon soyundan Hellenlerin Anadolu’da ilk ele geçirdiği kentlerden biridir. Tarihçi Strabon, Myus’un Atina kralı Kadrosun oğlu Kydrelos tarafından kurulduğunu yazar. Gerek Strabon, gerekse Herodot Myus’un Panion birliğine dahil 12 kentten birisi olduğunu yazmışlardır. Herodot’a göre Pers donanması M.Ö.499 yılında Myus açıklarına demirlemiş, Myus da M.Ö.494 yılında Perslere karşı başlayan Lade Deniz Savaşına 3 gemiyle katılmıştır. Antik dönemde Myus’da faaliyet gösteren taş ocaklarından çıkarılan gnays taşının Milet’te, Kalabak tepe üzerinde yer alan arkeik dönem sur duvarları ile Athena Tapınağının inşasında kullanılmış olduğunu biliyoruz, ancak Myus’un kuzeyinde kalan Aşağı Menderes havzasındaki kurşun yataklarının o dönemlerde kullanıldığına dair henüz kesin kanıt yok.
Strabon, Büyük Menderes’in getirdiği alüvyonlar ile Latmos körfezinin bataklığa dönüştüğünü, Myus’un zamanla liman niteliğini kaybettiğini, ortaya çıkan sivrisinek sorunu ve buna bağlı sıtma hastalığıyla başa çıkamayan halkın kenti terk etmek zorunda kaldığını yazar. Bugünkü Avşar köyünün yakınındaki Myus’da yapılan kazılarda Dionysos tapınağına ait parçalar, arkaik döneme ait sur duvarları ve bir Bizans kalesi ortaya çıkarılmıştır.
[h=3][/h][h=3]Priene[/h]
Büyük Menderes vadisinin batı ucunda, Söke ilçesi sınırları içinde bulunan antik Priene kenti Iyonya'nın en erken yerleşim yerlerinden biridir. İlk yerleşim yeri kesin olarak bilinmemekle birlikte, M.Ö. 1200 yıllarında bugünkü konumunun 8 km kadar doğusunda, Söke Ovası’nın ortasında, Dor göçleri sırasında Atina Kralı Kodros’un torunlarından Aegyptus tarafından kurulmuş olduğu bilinmektedir. İlk kurulan kentin büyük olasılıkla M.Ö. 350'li yıllarda meydana gelen yıkıcı bir deprem sonucu Menderes deltasına gömüldüğü tahmin edilmektedir. Yeni kent M.Ö. 334 yıllarında Büyük İskender’in yöreye intikali sırasında bugünkü yerinde henüz inşa edilmekteydi. Günümüze nispeten korunmuş olarak ulaşmış olan yeni kentin üzerine kurulduğu dik yamaç güneye bakar. Kent planı hippodamik tarzda olup, doğu-batı doğrultusunda uzanan 7m genişliğindeki altı ana yolu diklemesine kesen 3.5 m genişliğindeki onbeş tali yol ile 80 eşit parsele ayrılmış, her parsele sekiz ev düşecek şekilde düzenlenmiştir. Kent güvenlik kuleleri olan iki metre kalınlığında taş duvarlar ile çevrili olup, üç ana giriş kapısı vardır.
Büyük Menderes fay hattı üzerinde bulunan kalıntılarda yapılan deprem araştırmaları yeni kentin de kuruluşundan sonra oluşan depremlerde hasara uğramış olduğunu göstermektedir. Son deprem 1955 yılında komşu antik Milet üzerinde kurulan Balat’da meydana gelmiştir. Yeni Priene de kuruluşunda gene Latmos körfezi kıyısındayken, gezgin Strabon daha milat yıllarında Priene’nin denizden 6 km kadar içerde kalmış olduğunu yazmıştır. Bir zamanlar bir Ege Limanı olarak kurulan komşu İon kentleri gibi Priene de asırlar boyu Menderes’in taşımış olduğu alüvyonların körfezi doldurması sonucu şimdi denizden 13 kilometre içeride bulunuyor.
Başlangıçta Atina’ya bağlı bir İon kenti olan Priene, daha sonra Lidya’nın egemenliğine girmiştir. M.Ö. 6. yy’ın ortalarında antik çağın yedi bilgesinden biri olan Bias tarafından yönetildiği bilinmektedir. M.Ö. 545 yılında kent Perslerin eline geçmiş, M.Ö. 499’da İonların Perslere karşı başkaldırısı niteliğindeki Lade deniz savaşına Priene de 12 gemi ile katılmıştır. M.S. 2.yy’da kent önce Bergama Krallığının, sonra da Romalıların egemenliğini tanımak zorunda kalmıştır. Bizans çağında bir piskoposluk merkezi olan Priene, M.S. 13. yy’da yöreye intikal eden Türklerin eline geçmiştir. Kent gerek araştırmacı yabancı misyonlar, gerekse define avcıları tarafından soyulmuş, yörede yerleşik halkının da antik kentin taşlarını yapılaşmada kullanması neticesinde harap olmuştur.
[h=3][/h][h=3]Miletos[/h]
Antik çağın en önemli yerleşimlerinden biridir. Yapılan kazı çalışmalarında elde edilen bulgular, Milet’de ilk yerleşimin MÖ 3500 civarında, cilalı taş devrinde olduğunu göstermektedir. Mitolojik olarak Miletos adını, tanrı Apollon ile Girit Kralı Minos'un kızı Akakallis’in üç çocuğundan biri ve kentin kurucusu olan Kral Miletos’dan almaktadır. Kazılar süresince bulunan Girit seramikleri, Milet’in doğuya giden ticaret yolu üzerinde Giritliler tarafından kurulan bir liman olduğunun kanıtıdır. Ancak, kentin büyük bir denizcilik ve ticaret merkezi haline gelmesi, İonların yöreye intikal etmesi ile başlar. M.Ö. 7. ve 6. yy’ a gelindiğinde Miletoslular, Akdeniz, Karadeniz ve Marmara kıyılarında kurmuş oldukları 90'a yakın koloni sayesinde zenginleşmiş ve giderek İon dünyasının ticaret ve kültür başkenti haline gelmiştir. Plinius, Sinop, Trabzon ve Giresun’un da Miletoslular tarafından kurulan şehirler arasında olduğunu yazar.
Miletos aynı zamanda komşu Ephesos ile birlikte, antik dönemin en önemli felsefe merkezlerinden biridir. Zamanın düşünürlerinden Thales, Anaksimenes ve Anaksimandros Miletos’un yetiştirdiği filozoflardır. Babil ve Mısır medeniyetlerinin sahip olduğu astronomi ve matematik bilgilerini ülkelerine taşımışlar, o güne dek doğadaki her olayı ayrı bir tanrının varlığına bağlayan mitolojinin ötesine geçerek, kendilerinden sonra gelecek olan akılcı felsefeye yönelişde ilk adımları atmışlardır. M.Ö. 494'de Milet önlerinde, Lade adası civarında Persler ile yapılan deniz savaşına 80 gemi ile katılan Milet burada tüm donanmasını yitirmiş, kent ile birlikte Apollon Tapınağı da Persler tarafından yakılıp yıkılmıştır. Bu bozgunun, Atina’da sahneye konan “Milet'in Düşüşü” adlı trajediye konu olduğu ve halkın derin bir yasa boğulmasına neden olduğu için de, yazarın senato tarafından cezalandırıldığı söylenir. Klasik dönemde önemi büyük ölçüde azalmış olmasına karşın Milet henüz ticaret, sanat ve bilim alanında bir merkez olmuş, Roma döneminde bağımsız bir kent olarak Asya Eyaleti’nin, yani Batı Anadolu'nun belli başlı metropollerinden biri sayılmıştır.
Türkler Ege kıyılarına geldiklerinde, Miletos Bizans sınırları içinde bir metropolit idi; Menteşe Beyliği döneminde Palatia(Balat) adını alan Milet, beyliğin başkenti ve henüz önemli bir liman kenti olarak varlığını sürdürürken, II. Murat’ın Menteşe Beyliği’ne son vermesi ile Osmanlı idaresine geçmiştir. Ancak, Büyük Menderes Nehri'nin zamanla denizi doldurması sonucu Latmos Körfezi çevresindeki Priene, Myus ve Herakleia gibi antik dönemin kıyı kentleriyle birlikte Miletos(Balat) da giderek coğrafi ve ticari önemini yitirmiştir. 16 Temmuz 1955’de meydana gelen 6.2 büyüklüğündeki bir depremde Milet antik kenti üzerinde kurulu olan eski Balat yerle bir olmuş, Milet’in iki kilometre kadar ötesinde yeniden kurulmuştur. Bugün itibari ile Balat denizden 10 km içeride, Söke Ovasının ortasında kalmış küçük bir köydür; bir zamanlar antik Milet kentinin karşısında bulunan Lade Adası da ovanın ortasından yükselen bir tepeye dönüşmüştür.
[h=3][/h][h=3]Herakleia[/h]
Antik Latmos körfezi kıyısında yer alan Herakleia kentinin ilk adı da Latmos(Latmou) idi ve adını sırtını dayadığı, deniz seviyesinden 1300 metreye yükselen Latmos Dağı'ndan alıyordu. İlk yerleşimlerin Taş Devrinde İ.Ö. 6500 yıllarında olduğu sanılmaktadır. Herakleia Anadolu’nun yerel halkı olan Karlar ya da Lelegler tarafından kurulmuştur. Antik dönemde halk geçimini burada bulunan zengin mermer yataklarında çalışarak sağlamaktaydı. Milet kentinin bir çok yapısı gibi Didim Apollon Tapınağı'nın da buradan çıkarılan mermerler ile yapıldığı bilinmektedir.
Helenistik döneme kadar yöre Lidya’nın ve Persler’in etkisi altındaydı. M.Ö. 4.yy’a gelindiğinde kenti Karya satrabı Mousolos yönetiyordu, adını da “Herakleia ad Latmos” olarak değiştirmişti. Kimilerine göre ise kentin adı antik çağın önemli doğa filozofu ve Efes’li olduğu bilinen Herakleitos’un memleketi olmasından kaynaklanmaktaydı. Büyük İskender'in bölgeye intikali sonrasında, M.Ö. 3.yy'da Herakleia’nın yönetimi Pytolemaios sülalesinden Pleistarkhos’a verilmiş ve kentin yeniden kurulması sırasında harabeye dönen eski yerleşim alanı Nekropol olarak kullanılmaya başlanmıştır. M.Ö.287'de kentin sur duvarlarının Lysimachos tarafından genişletilerek, uzunluğunun 6.5 km’ye ulaştığı, surların 65 kule ile takviye edilmiş olduğu bilinmektedir. Helen ve Roma dönemlerinde şehir giderek genişlemiş, Athena Tapınağı, Antik Tiyatro ve Agora yenilenmiş ve bugün Kapıkırı Köyü ile iç içe, halen ayakta durmaktadır; örneğin köy okulunun bahçesi antik kentin agorasıdır. Çok sayıda evin duvarında kent surlarının ve sütunlarının parçaları, tarlaların içinde antik yapı kalıntıları görülmektedir.
Büyük Menderes'in çağlar boyunca taşımış olduğu alüvyonlar M.S. 4.yy'da kentin denizle olan bağlantısını ve liman niteliğini tamamen yitirmesine neden olur; Latmos Körfezi'nin bu kısmı bugünkü Bafa Gölü’ne dönüşür ve kıyı kenti Herakleia ticari önemini kaybederek giderek sessizliğe bürünür.
Gerek Bafa Gölü üzerindeki adalarda, gerekse Hereklia'nın sırtını yasladığı Latmos dağlarında çok sayıda manastır bulunmaktadır. Bunlar da 8.yy'da Ortadoğu'yu istila eden Araplar’dan kaçarak buraya yerleşen Hristiyan keşişler tarafindan yapılmıştır. Günümüze kadar ayakta kalabilen başlıca örneklerden biri de Yediler Manastırı'dır. 13.yy'a kadar buralarda yaşayan keşişler Türkler’in Anadolu’ya gelmesinden sonra Patmos Adası'na göç etmişlerdir.
[h=3][/h][h=3]Antik çağın paraya düşen izleri[/h]
Koleksiyoncular için bir tutku, kentlerin tarihi açısından ise birer belgedir antik paralar. Herakleia adına Helen döneminde basılmış paralar olduğu biliniyordu. Ancak son dönemde elde edilen bulgular doğrultusunda Latmos adına da paraların basılmış olduğuna dair uzman tespitlerini görüyoruz.
Yanda görülen gümüş sikkeler üzerindeki Yunan alfabesinin lambda, alfa, tau, mu ve omikron harfleri sıralandığında Latmu ya da Latmous adına oldukça yakın bir ifade ortaya çıktığı görülmektedir.